1990 SONRASI RUSYA FEDERASYONU-ÇİN HALK CUMHURİYETİ İLİŞKİLERİ

upa-admin 29 Haziran 2012 8.293 Okunma 1
1990 SONRASI RUSYA FEDERASYONU-ÇİN HALK CUMHURİYETİ İLİŞKİLERİ

1980’li yıllarda meydana gelen üç gelişme Çin-Rusya ilişkilerinin önündeki engellerin bertaraf edilmesi noktasında önemli role sahiptir. Bu gelişmelerden ilki Sovyetler Birliği’nin Afganistan’dan çekilmesidir. İkinci önemli gelişme Kamboçya’yı işgal eden Vietnam’a yönelik Sovyet desteğinin kesilmesidir. Üçüncü ve son gelişme ise Çin-Sovyet sınırındaki silahlı kuvvetlerin sayısının yüzde 80 oranında azaltılarak, 1969 öncesi seviyesine çekilmesidir.[1] Bu gelişmeler üzerine, özellikle Çin tarafının Rusya’ya adım adım yaklaşmasıyla ilişkilerde bir yumuşama dönemine girilmiştir. Burada en önemli faktör Sovyetler Birliği’nde 1985’de başa geçen Mikhail Gorbaçov’un izlediği ve “New Thinking” olarak adlandırılan Batı ile silahların kontrolüne, ticarete ve ortak sorunlarda işbirliğine dayanan yeni, barışçıl ve yapıcı ilişkiler kurmaya yönelik kararlı politikadır. Bu yeni değerler dizisi özellikle Çin ve genel olarak Doğu Asya içindir.

Moskova ve Pekin arasındaki ideolojik ayrışma 1989 yılının Mayıs ayında gerçekleştirilen Deng-Gorbaçov zirvesinde partiler arasındaki bağların onarılmasıyla şeklen bitmiş, 1991 yılında iki ülke arasında imzalanan “Sınırların Belirlenmesi ve Çizilmesi Anlaşması” ile de ikili ilişkilerin geleceği açısından tam bir dönüm noktası yaşanmıştır. Yeltsin ile 1992’de askeri-teknolojik işbirliği imzalanmasının sonrasında, 1994’te “Yapıcı Ortaklık” antlaşması ile iki ülke nükleer silahları birbirlerine karşı hedef yapmama konusunda yeni antlaşmalar imzalamışlardır.[2] Çin Cumhurbaşkanı Zemin’in 1994’de Moskova ziyaretinde taraflar, “Stratejik Ortaklık” kurulması kararlarını ilan etmenin yanı sıra bu çerçeveleri tamamlayıcı nitelikte 100 yeni antlaşmayı imza etmişlerdir. 1995’de Çin Başbakanı Li Peng’in Moskova ziyaretinde ise taraflar arasında nükleer enerji santralleri anlaşmaları imzalanmıştır.

1996’daki “stratejik işbirliği” bildirgesi ile Pekin-Moskova arasındaki işbirliğinin stratejik boyutu 1950 yılındaki Rus-Çin anlaşmasından beri görülmemiş bir öneme sahip olmuş ve her iki ülke bu tarihten itibaren birbirlerini ABD’nin süper gücünün etkinliğini sınırlamaya yönelik birer stratejik kanat olarak görmeye başlamışlardır. Bu bağlamda Çin Devlet Başkanı Jiang Zemin ve Rusya Devlet Başkanı Yeltsin arasında 1997 Moskova Zirvesi’nde “İyi Komşuluk, İşbirliği ve Dostluk Antlaşması” imzalanmıştır. Başkan Putin’in yönetime gelmesinin hemen ertesinde, 18 Temmuz 2000’de Başkan Zemin ile “Pekin Deklarasyonu” ile ekonomik işbirliği, komşuluk ve dostluk antlaşmasına imza koymuştur. Putin bu suretle, Çin’in silah alımında İsrail pazarı yerine Rus silah pazarının ön plana geçmesi avantajını edinirken, stratejik anlamda ABD’nin “çok kutuplu” güçler dengesine doğru çekilmesine yönelik daha değişik bir yaklaşımı faaliyete geçirmiştir.

2001 yılında Çin ve Rusya arasındaki stratejik ortaklık münasebetleri yeni bir boyuta taşınmıştır. İki taraf arasındaki karşılıklı siyasi güven derinleştirilirken, yüksek seviyede temaslar yoğunlaşmıştır.[3] İki ülkenin liderleri arasında 2001’de imza edilen “Çin ve Rusya Arasında İyi Komşuluk, Dostluk ve İşbirliği Anlaşması” ve yayınlanan ortak bildiride, iki ülke ve iki ülke halkları arasında nesilden nesile süren devam eden dostluğun sürdürülmesi ve ebediyen düşman olmama biçimindeki barış düşüncesi hukuki belge haline getirilmiştir. Rusya ve Çin arasındaki Uyum Noktaları (Points of Convergence) şunlardır;

  1. İnsan Hakları
  2. Ulusal Azınlıkların Statüsü
  3. İnsancıl Müdahale
  4. Nükleer Silahlar
  5. Batı Gücünün İzdüşümü

İnsan hakları ile ilgili olarak her iki taraf da siyasal özgürlükleri nelerin oluşturduğu konusunda kararın devletlere bağlı olduğunu düşünmektedir. İki ülke de Batılı hükümetlerin diğer ülkelerdeki özgürlüklerle ilgili endişelerini en iyi ihtimalle müdahale, en kötü ihtimalle ideolojik bir saldırı olarak görmektedirler.[4] Hem Moskova hem de Pekin ister tasarımlama olsun, ister mütemerrit olsun Batılı insan hakları kampanyalarının içeride, yakın ülkelerde muhalif hareketleri teşvik edeceğini ve kendileri için önemli ülkelerde istikrarsızlık tohumları ekeceğini düşünmektedirler. Bu durum her iki ülkenin de insan hakları sicillerine yönelik eleştirileri ve Gürcistan, Ukrayna ve Kırgızistan’daki Batı destekli renkli devrimleri kınadıklarını açıklamaktadır. Bu iki ülke aynı zamanda Zimbabwe Devlet Başkanı Robert Mugabe gibi insan hakları ihlalcilerine BM Güvenlik Konseyi tarafından uygulanmak istenen yaptırımlara karşı çıkmalarını da açıklamaktadır. Rusya’nın durumunda bu egemen demokrasi veya sovereign democracy olarak adlandırılmaktadır.

Ulusal azınlıkların statüsünde de aynı mantık geçerlidir. Bu toprak bütünlüğüyle ilgili bir konu olarak ortaya konulmaktadır. Rusya’nın Çeçenistan savaşında yol açtığı ölümler ve insan hakları ihlalleri eleştirilirken, Çin buna sessiz kalmamış ve Kremlin’e destek vermiştir.[5] Rusya da Çin’in Tibetlilere karşı güç kullanmasını desteklemiştir. 2008 Olimpiyatları’na giden süreçte meydana gelen bu olay Batı’nın bu durumu kınamasına ve oyunları boykotta bulunma çağrısına sebebiyet vermiştir. Her iki ülke de ulusal birlik konusunda hassastır ve buna yönelik tehditin dış tehditten (diğer devletler tarafından saldırıya uğrama) çok iç tehdit (ulusal azınlıklar tarafından yapılan ayaklanmalar) olduğuna inanmaktadırlar.

İnsani müdahale konusunda ise her iki ülke de sürpriz olmayan bir biçimde Birleşmiş Milletler’in görevi olarak insancıl müdahale yapılmasını desteklememektedirler. Fakat her ikisi de kitlesel katliamlara cevaben yapılacak müdahalelerin Birleşmiş Milletler tarafından yetkilendirilmesi gerektiğini düşünmektedirler ki burada Güvenlik Konseyi’nde veto haklarını kullanarak bu kararları geçersiz kılabilme şansına sahiptirler. 1999 yılında Kosova’da NATO tarafından gerçekleştirilen harekâtları ve 2008 Başkanlık seçimlerde Senatör John McCain gibi Yeni Muhafazakârlar tarafından önerilen Demokrasiler Cemiyeti gibi geçici koalisyonları yasadışı ve tehlikeli bulmaktadır çünkü bunlar kendi kendine tayin etme isteğinin oluşması anlamına gelmektedir.

Nükleer silahlar konusunda ise;  Çin ve Rusya, Bush yönetiminin 2002 yılında 1972 tarihli Anti Balistik Füzeler Antlaşmasından çekilmesine karşı çıkmışlardır. Çünkü bu iki ülkeye göre balistik füze savunma sistemleri her ne türde olursa olsun, bölgesel veya küresel, istikrarsızlaştırıcı bir özelliğe sahiptirler. Bu sistemler balistik füze sistemlerine sahip olmayan veya olamayan nükleer silah sahibi devletlerin saldırıları caydırmak için sağlam bir ikinci vuruş kapasitesine sahip olmalarını sağlayacak şekilde kendi nükleer savaş başlıklarını artırmalarına davetiye çıkaracaktır. Bu bağlamda İran ve Kuzey Kore gibi nükleer programa sahip olup Batılı devletler tarafından nükleer silah ürettikleri düşünülen bu devletlere karşı olan uluslararası yaptırımlara bu iki devlet de karşı çıkmaktadır.

Batı gücünün projeksiyonuna bakıldığı zaman ise Çin ve Rusya başarısız olmasına rağmen güçlerini birleştirmeye çalışmışlardır. NATO’nun genişlemesine her iki devlet de karşıdır. NATO’nun genişlemesi Çin’in güvenliğinden daha çok Rusya’nın güvenliği için bir meydan okuma oluşturmaktadır. Açıkça, Çin bugün Rusya’nın Batı cephesinde karşılaştığı durumla yarın kendi çevresinde karşılaşabileceğinden korkmaktadır. Aslında bu da 11 Eylül saldırıları sonrasında Bush yönetiminin Birleşik Devletler Kuvvetleri’ni Orta Asya’da Özbekistan ve Kırgızistan gibi yerlere konuşlandırmasıyla bir nevi gerçekleşmiş durumdadır.

Rusya ve Çin arasında birtakım alanlarda anlaşma olmasını sağlayan temel unsur, her iki devletin de tek kutuplu dünyaya karşı hissettikleri soğukluktur ki bu dünyada onlara göre Birleşik Devletler çok büyük bir güce sahip olup, diğer ülkelerin itirazlarını ve çıkarlarını dikkate almamaktadır.[6] Moskova ve Pekin için buna verilecek en uygun yanıt diğer devletlerle beraber çok kutuplu bir düzen oluşturarak bu egemen gücü dengelemektir. Birleşik Devletler önderliğinde NATO tarafından 1995’de Bosnalı Sırplara yapılan saldırılar,1999’da Sırbistan’a yapılan saldırılar, 2003 Irak işgali, NATO’nun devam eden genişlemesi ve Bush yönetiminin önleyici savaş politikası, Moskova ve Çin’in neden bir dengeleyici güç oluşturmak ihtiyacı içinde olduklarını açıklayıcı sebeplerdir.

Öte yandan Rusya ve Çin’in aralarındaki stratejik ortaklığı somut bir biçimde müttefikliğe dönüştürmeye yönelik istekleriyle ilgili olarak bir kanıt bulunmamaktadır. Genel olarak Rus liderleri ve birçok Rus Batı’nın bir parçası olmak istemekte ve ülkelerin meşru çıkarları olmasına ilaveten kendi güvenliklerini etkileyen konularda danışılması gereken büyük bir güç olarak tanınmasını arzulamaktadırlar. Rusya’da bugün geçerli olan eğilim Batı’ya katılmaktır. Rus-Çin ortaklığı Rusya’ya özellikle enerji ve silah satışı konusunda büyük faydalar sağlamakta ve Amerika ile olan ilişkilerinde bir kaldıraç özelliği göstermektedir. Fakat bu kültürel yakınlaşmaya dayanmamaktadır.

Rusya, Çin’in Doğu Asya’da genişlemesinin kendi zararına olacağını düşünmektedir. Bu durumda Rusya’nın Amerika ile köprüleri atarak Çin ile ittifak kurması, Moskova’yı Çin’in küçük ortağı haline getirip bağımlı olmasına yol açacaktır. Moskova, Washington’dan kendi ulusal güvenlik çıkarlarını ciddiye almasını istemektedir fakat Amerikan’ın Kuzey Pasifik’ten çekilerek Çin’in bu bölgede hâkim olarak bırakmasını arzulamamaktadır. Daha geniş olarak temel güç merkezleri arasında dengeli bir ilişki olması Moskova tarafından istenmektedir. Burada temel güçler; Birleşik Devletler, Rusya, Avrupa, Japonya ve Hindistan’dır.

Silah satışı konusuna geldiğimiz zaman, Rusya’nın Çin’e olan silah satışları çok önemli bir boyuttadır ve bu durum Batı tarafından stratejik ortaklığın ana noktası olarak görülmektedir.[7] Bu türden bir yakınlaşma önemlidir çünkü enerji ve hammaddelerin dışında Rusya’nın silahların yanı sıra satabileceği çok az şeyi bulunmaktadır. Çin’in bu üç kaleme de ihtiyacı vardır ve Pekin’in büyük miktardaki döviz rezervleri göz önünde bulundurulduğu zaman Çin bunların parasını rahatlıkla ödeyebilmektedir. Çin, Hindistan ve İran tarafından yapılan alımlar, Rus askeri fabrikalarını ayakta tutmaktadır. Rusya’dan Çin’e satılan askeri malzemelerden bazıları aşağıda yer almaktadır;

  • Kilo sınıfı denizaltılar,
  • Sovremennyi sınıfı destroyerler,
  • T-72 ve T-80 tankları
  • S-300 yerden havaya füzeler,
  • Su-27, Su-30 ve Su-35 savaş uçakları
  • IL-76 kargo uçakları

2004 sonrası dönemde silah ticareti İran ile olduğu kadar Çin ile ilişkilerde de belirleyici bir faktör olmuştur. Giderek artış gösteren silah ticaretine ilaveten iki ülke arasında 2005 yılında yapılan ilk ortak askeri tatbikat, taraflar arasındaki askeri ilişkilerin gelişimine kayda değer katkıda bulunmuştur.[8] ABD’nin uluslararası sistemdeki hâkimiyetine karşı ortak duruş gösteren bu iki ülkenin yaptığı ortak tatbikat, Washington tarafından askeri bir birliğin kurulmasına yönelik bir girişim olarak değerlendirilmiş, bundan ötürü kaygı ile karşılanmıştır. Bunun yanı sıra Rusya-Çin münasebetleri yalnızca askeri alan ile sınırlı kalmamış, enerji alanına da taşınmıştır. Bu çerçevede 2006 Mart’ında Putin’in gerçekleştirdiği Pekin ziyareti önemlidir. Zira 29 anlaşmanın imzalandığı bu anlaşma esnasında taraflar arasında 2011 yılından itibaren Doğu ve Batı Sibirya’dan geçecek iki boru hattı aracılığıyla senelik 60-80 milyar metreküp Rus doğal gazının Çin’e gönderilmesi konusunda anlaşmaya varılmıştır.

Rusya ve Çin arasında önemli bir başka konu ise Orta Asya’dır. Burada her iki ülkede beraber iyi bir biçimde çalışmaktadır. Şanghay İşbirliği Örgütü bunun iyi bir örneğini oluşturmaktadır.[9] Her ne kadar bu örgütün Doğu’nun NATO’su olarak değerlendirilmesi aşırı bir kavramlandırma ise de, bu örgüt her iki ülke için de hayati olan ve kritik bir yerde ortak olarak çalışmalarına olanak sağlamaktadır. Buradaki sorunlu alanlar olarak Kazakistan ve Özbekistan gibi ülkelerde militan İslami hareketlerin kök salmış olması, sorunlu Afganistan ve Pakistan’ın varlığından dolayı meydana gelen dini aşırılıklar ve terörizmdir. Bunun yanı sıra terörist grupların Rusya ve Çin’e düzenlemiş oldukları saldırılar veya Rusya’nın istikrarsız Kuzey Kafkasya ve Çin yönetimi karşıtı Müslüman Türk Uygur milliyetçiliğinin olduğu Xinjiang bölgesine sızmalar, uyuşturucu ticareti, yolsuzluk ve organize suç ilgilenilmesi gereken önemli konulardır.

Şanghay İşbirliği Örgütü, Orta Asya devletleri arasında terörle mücadele, istihbarat değişimi ve askeri münasebetler konusunda bir platform oluşturmaktadır. Bunun sekretaryası Pekin’de, anti terörizm merkezi ise Özbekistan’ın Taşkent şehrinde yer almaktadır. Bu örgüt 2005 ve 2007 yıllarında Peace Mission adlı iki adet askeri tatbikat yapmıştır. Örgütün temel mevcudiyet sebebi güvenlik olmasına rağmen Çin bu örgütün çok taraflı ekonomik işbirliğinin geliştirilmesine odaklanması gerektiğini tavsiye etmektedir ki bu durum Çin’in güçlü tarafını oluşturmaktadır. Gözlemci ülke statüsünde bulunmasına rağmen Hindistan bu görüşe katılmaktadır çünkü Yeni Delhi anti-Amerikan bir koalisyona katılmak istememektedir. Burada önemli başka bir husus ise Orta Asya devletleri diğer başka devletleri bölgeye çekerek Rus ve Çin etkisine karşı bir dengenin nasıl sağlanacağını öğrenmiş olmalarıdır.

Rusya’nın uzak doğusu konusuna baktığımızda ise iki ülke arasında gizli bir gerilimin olduğu bir bölgedir. Putin’in Başkanlığı sırasında Rusya ve Çin sınır boyunca güvenliği sağlamak ve istikrarı artırmak için önemli adımlar atmışlardır. Buna ilaveten Medvedev’in Mayıs 2008’den itibaren Devlet Başkanı olmasıyla önemli bir momentum yakalanmıştır.[10] Temmuz 2008’de Rusya ve Çin resmi olarak sınır sorununun çözümü yönelik bir antlaşma imzalamışlardır. Rusya, Amur ve Ussuri boyunca talveg prensibinin uygulanmasını kabul ederek daha büyük tavizler vermiştir. Çin’in eski adadaki Rus nüfusunu korumasına izin veren demarcation hattını kabul etmesine rağmen, Çin toplamda 170 kilometrelik olan Yinlong/Tarabarov’un yanı sıra adanın geri kalan kısmını yeniden kazanmıştır. Diğer yandan özellikle Uzak Doğu’da yaşayan Ruslar, Çin’den şüphe duymaktadır. Bunun sebebi ırksal önyargılar tarafından beslenen uzun süreli korkulardır. Rusya’nın uzak doğusuna artan yasadışı Çinli göçü bunun ana nedenidir. Buralardaki büyük enerji şirketleri Transneft ve Surgutneftgaz, Çin’e petrol sağlamaya yönelik projelerde Çinli işçileri çalıştırmaktadır. Bu durum, sendikalar ve yerel yöneticiler tarafından hoş karşılanmamaktadır.

İki devin geliştirdiği iktisadi münasebetler küresel politik ekonomik bakımından tartışmasız olarak çok önemli bir noktada yer almaktadır. Moskova’nın en büyük ortağı Pekin ile işbirliği özellikle Sibirya bölgesinin kalkınmasında öne çıkmaktadır. Bu durum 2009 yılında Başbakan Putin’in Çin ziyareti esnasında imzalanan anlaşmalar ile ortaya konmuştu.[11] Buna ilaveten Çin ekonomisinde birtakım kalemlerin ya tamamını (askeri teçhizat) ya da kayda değer bir bölümü (petrol, kereste veya hammadde) Rusya tarafından tedarik edilmektedir. Rusya-Çin iktisadi münasebetlerinde kilit kalemi enerji oluşturmaktadır. Moskova, en büyük petrol üreticisi durumunda iken, Çin de sadece en hızlı büyüyen ekonomi değil, aynı zamanda dünyanın en büyük enerji tüketicisi konumuna sahiptir.

Rakamlar incelendiğinde Çin, küresel enerji tüketimindeki % 10’luk pay ile ABD’den sonra en çok enerji tüketen ülkedir. Moskova, 2009 yılında Pekin’in bu gereksiniminin % 7,8’i; 2008 yılında % 6,3’ünü karşıladı. Doğu Sibirya-Pasifik Okyanusu Boru Hattı Projesi ile birlikte bahse konu miktarın artması umuluyor. 1 Ocak 2011’de faaliyete geçen Doğu Sibirya-Pasifik Okyanusu Boru Hattı’nın Skovorodino-Daqing kolunun aktif olmasıyla birlikte günde 300,000 varil petrol taşınmaktadır. Son dönemde Moskova uzun menzilli balistik füze, stratejik bombalar, hava veya füze savunma sistemleri, karmaşık askeri kompleksleri, bölgede dengeye zarar vermemek amacıyla satmamayı tercih etmekteydi. Kendi savunma sanayisini geliştirmeye yönelmesiyle birlikte Pekin’in, Moskova’nın sağladığı Sovyet döneminden kalma silahlara gereksinimi azalmaktadır. 2007 öncesinde Moskova, Çin’in önde gelen enerji, silah ve diğer endüstri ürünleri sağlayıcısıydı. Resmi rakamlar bilinmese de çeşitli kaynaklara göre, 1992-2006 yılları arasında Pekin’in Moskova’dan silah alımının toplam tutarı 26 milyar dolardı. Aynı dönemde Rusya’nın toplam silah satışı 58 milyar dolar civarındaydı.

2007’den itibaren Çin’in silah sistemleri ve diğer teknoloji ürünlerinin ithalini azaltması, iki ülke arasındaki ticari münasebetlerde dengeyi Çin lehine çevirdi. Bundan dolayı, ikili savunma sanayi münasebeti, Soğuk Savaş ertesi dönemin kurucu yapısı olmaktan uzaklaşarak ticari dengeye zarar veren bir unsur olmaya doğru evrilmektedir. Moskova’nın Pekin’e olan ihracatının yarısını oluşturan petrol, münasebetlerde özel bir öneme sahiptir. Zira dışsal şoklar, Moskova’nın Pekin ile ticaret dengesini derinden etkilemektedir. Örnek vermek gerekirse, 2008 yılında hammadde fiyatlarındaki büyük düşüşten dolayı Moskova, Pekin ile dış ticaretinde 13,5 milyar dolarlık açık meydana gelmişti.

Eylül 2011 itibarıyla Çin’i ziyaret eden Rusya Devlet Başkanı Dimitri Medvedev’in ardından geçtiğimiz günlerde Pekin’e resmi bir ziyaret gerçekleştiren Vladimir Putin de iki ülke arasındaki ilişkilerin öneminin altını çizmiş ve Medvedev’in ziyareti esnasında üzerinde anlaşılmış olan birçok konuda antlaşmalara imza koymuştur.[12] Enerji, madencilik, makine, teknoloji, tarım, vb. sektörlerde imzalanan 20’ye yakın işbirliği antlaşmasının toplam değerinin 7 milyar doların biraz üzerinde olduğu belirtilmektedir. Bu antlaşmalar silsilesi, 2010 yılında % 43 artarak 55,5 milyar dolara ulaşan karşılıklı ticaret hacmini bu sene içerisinde 70 milyar dolara taşımayı hedefleyen iki ülkenin stratejik yönelimleri bakımından uygun bir duruma işaret etmektedir. Zira Rusya ile Çin arasındaki ticaret hacminin 2015 yılı itibarıyla 100 milyar dolara ulaştırılması öngörülmektedir. Vladimir Putin’in Çin ziyareti esnasında yıllık kapasitesi 68 milyar metreküpü bulacak bir doğalgaz hattının kurulması noktasında da anlaşmaya yaklaşılmıştır.

AB’nin, yaşadığı ekonomik kriz nedeniyle Rus doğalgaz devi Gazprom’a fiyatları düşürmesi yönündeki baskıları arttırdığı bir dönemde Çin ile imzalanabilecek karlı bir antlaşma Rusya’yı da rahatlatabilecektir. Rusya ile Çin arasında uzun zamandan bu yana yürütülen enerji odaklı pazarlıklar bağlamında son aşamaya gelindiği bizzat Putin tarafından açıklanmış olmasına karşın, fiyat noktasında süregelen anlaşmazlık işbirliğinin hayata geçirilmesini engelleyici bir faktördür.

Putin’in Çin ziyareti kapsamında çözülen sorunlardan biri de Doğu Sibirya-Pasifik Okyanusu üzerinden yürütülen petrol taşımacılığı konusudur.[13] Bu noktada Rus şirketleri Transneft ve Rosneft ile Çin arasında, Çin’den kaynaklanan bir fiyat anlaşmazlığı hususu vardı ve yapılan görüşmeler neticesinde her iki tarafı da memnun edecek bir fiyat üzerinde anlaşmaya varılmış durumdadır. Putin’in Çin ziyareti esnasında fiyat anlaşmazlığı nedeniyle Rusya’dan Çin’e uzanacak doğalgaz boru hattı projesi noktasında bir uzlaşıya varılamamış olmasına karşın, Rus doğalgaz devi Gazprom, Batı Sibirya-Çin arasında doğalgaz taşıyacak Altay Doğalgaz Boru Hattı’nın inşası noktasında çalışmalara başlanacağını açıklamıştır. Bu açıklama, iki ülke arasında fiyat noktasında anlaşmaya yakın olunduğunu göstermektedir. Projenin 2015 yılına kadar bitirilmesi ve 14 milyar dolara mal olması öngörülmektedir.

 Vladimir Putin, ziyaret çerçevesinde verdiği beyanatlarda Rusya ile Çin arasındaki ilişkilerin tamamıyla petrol ve doğalgaz eksenli olarak geliştirilmeyeceğini ifade etse de, Volga Bölgesi’ndeki petrol ve doğalgaz rezervleri ile Uzakdoğu Bölgesi’ndeki Sahalin-3 ve Magadan-1 Projeleri üzerinde anlaşma sağlanmış olması oldukça öneme haizdir. Putin’in Çin ziyareti esnasında iki ülkenin 4 milyar dolar sermayeye sahip ortak bir yatırım fonu kuracağı da ilan edilmiş ve böylece ikili ilişkilere finans sektörü de ilave edilmiştir. Bu yatırım fonunun üzerine odaklanacağı alan ise ağırlıklı olarak Rusya ve BDT toprakları olacaktır.

Rusya ile Çin arasındaki ilişkilerle ilgili son gelişme ise; Çin’in Nobel Barış Ödülü’nün alternatifi olarak gündeme getirdiği Konfüçyüs Barış Ödülü’nü Rusya Başbakanı Vladimir Putin’e vermesidir. 2000-2008 arasında Devlet Başkanı olarak görevde kaldığı sürede “Rusya’nın siyasi itibarını arttırdığı, Çeçenistan’da hükümet karşıtlarını hezimete uğrattığı” ve “Libya’daki NATO saldırılarına muhalif olduğu” için Putin’in bu yıl ödüle layık görüldüğü ifade edildi.[14] Çin Uluslararası Barış Araştırma Merkezi yetkilisi Qiao Damo, Pekin Dil ve Kültür Üniversitesi’nden iki Rus değişim öğrencisinin ödülü Putin’in adına aldığını söyledi. 2010 Nobel Barış Ödülü’nün Çinli muhalif yazar Liu Şiaobo’ya verilmesi ardından Konfüçyüs Barış Ödülü, Nobel Barış Ödülü’ne karşı atak olarak geçen yıl verilmeye başlanmıştır. Çin’deki tek parti yönetimini eleştiren bir bildirinin yazarlarından olan ve hükümeti devirmeye teşebbüs suçundan 11 yıl hapisle cezalandırılan Liu Şiaobo, “Çin’de insan hakları yararına şiddetten uzak, daimi çabalarından” dolayı 2010 Nobel Barış Ödülü’ne layık görülmüştü. Çin’de iktidardaki Komünist Parti, ödülün muhalif yazara verilmesini tepki ile karşılamış; Liu, Norveç’in başkenti Oslo’da yapılan ve katılamadığı ödül töreninde dev boyuttaki portresi ve boş bir sandalyeyle temsil edilmişti.

Sina KISACIK


[1] İlyas Kamalov, Putin Dönemi Rus Dış Politikası: Moskova’nın Rövanşı, (İstanbul: Yeditepe Yayınevi, 2008), s. 173.

[2] Mesut Hakkı Caşın, Novgorod Knezliği’nden XXI. Yüzyıla Rus İmparatorluk Stratejisi, (İstanbul: Okumuş Adam Yayınları,  2006), ss. 462-463.

[3] İlyas Kamalov, Moskova’nın Rövanşı: Putin Dönemi Rus Dış Politikası, s. 174.

[4] Selçuk Çolakoğlu, Uluslararası İlişkilerde Kuzeydoğu Asya, ( Ankara: USAK Yayınları, 2009), ss. 174-175.

[5] Rajan Menon, The China-Russia Relationship: What It Involves, Where It Is Headed, How It Matters for the United States”, The Century Foundation, 14 Haziran 2009, http://tcf.org/publications/pdfs/pb690/Menon.pdf (Erişim Tarihi: 26 Kasım 2011), ss. 14-16.

[6] İlyas Kamalov, Moskova’nın Rövanşı: Putin Dönemi Rus Dış Politikası, ss. 175-179.

[7] Ainur Nogayeva, Orta Asya’da ABD, Rusya ve Çin: Stratejik Denge Arayışları, (Ankara: USAK Yayınları, 2011), ss. 74-80.

[8] Merve İrem Yapıcı, Rus Dış Politikasını Oluşturan İç Etkenler: Yeltsin ve Putin Dönemleri, (Ankara: USAK Yayınları, 2010), ss. 417-418.

[9] Emine Akçadağ, “Şanghay İşbirliği Örgütü: Rusya-Çin Ortaklığı mı, Rekabeti mi?”, Bilgesam, 15 Nisan 2010, http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=640:anghay-birlii-oerguetue-rusya-cin-ortakl-m-rekabeti-mi&catid=122:analizler-guvenlik&Itemid=147 (Erişim Tarihi: 26 Kasım 2011).

[10] Rajan Menon, The China-Russia Relationship: What It Involves, Where It Is Headed, How It Matters for the United States”, The Century Foundation, 14 Haziran 2009, http://tcf.org/publications/pdfs/pb690/Menon.pdf (Erişim Tarihi: 26 Kasım 2011), ss. 32-33.

[11] Habibe Özdal, Ortaklık ve Rekabet Kıskacında Moskova-Pekin İlişkileri, USAK Analist, 12 Temmuz 2011, http://www.usakanalist.com/content/ortakl-k-ve-rekabet-sarkac-nda-moskova-pekin-li-kileri-78/ (Erişim Tarihi:10 Aralık 2011).

[12] Göktürk Tüysüzoğlu, “Rusya-Çin İlişkileri Gelişiyor”, Caspian Weekly, 26 Ekim 2011,  http://tr.caspianweekly.org/ana-kategoriler/64-turkce-makale/3620-rusya-cin-iliskileri-gelisiyor.html (Erişim Tarihi: 27 Kasım 2011).

[13] Göktürk Tüysüzoğlu, “Rusya-Çin İlişkileri Gelişiyor”, USAK Stratejik Gündem 24 Ekim 2011,  http://www.usakgundem.com/yorum/432/rusya-%C3%A7in-%C4%B0li%C5%9Fkileri-geli%C5%9Fiyor.html (Erişim Tarihi: 27 Kasım 2011).

[14] “Çin “Nobel’ ini Putin’e verdi!”, Milliyet,  09 Aralık 2011, http://dunya.milliyet.com.tr/cin-nobel-ini-putin-e-verdi-/dunya/dunyadetay/09.12.2011/1473383/default.htm (Erişim Tarihi: 09 Aralık 2011).

One Comment »

  1. Kazmi muna 10 Haziran 2014 at 07:27 - Reply

    I need english translated version of this article.
    Why This website d’not have english version?

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.