EURO KRİZİ: KRİZİN TEMELLERİ VE ÇÖZÜM YOLLARI

upa-admin 20 Haziran 2013 5.922 Okunma 0
EURO KRİZİ: KRİZİN TEMELLERİ VE ÇÖZÜM YOLLARI

Amerika’da mortgage sisteminin deregülasyonu ve sub-prime kredilerin türev piyasalarda yarattığı olumsuz koşullar sonrasında yaşanan krizin Avrupa’ya yansıması kamu borç krizi şeklinde olmuştur. Yunanistan, İspanya, Portekiz ve İtalya’nın içinde bulunduğu ülkeler yüksek kamu borç seviyelerine karşın ekonomilerini sürdüremez hale gelmişler ve başta IMF olmak üzere AB ülkelerinden yardım taleplerinde bulunmuşlardır. Yunanistan’da 2009 yılında kamu borcunun GSYİH’ya oranı % 136 ile tavan yaparak en yüksek seviyesine ulaşmıştır. Avrupa Birliği Maastricht kriterlerine göre bu oranın % 60 olduğunu hatırlatmak gerekir. Diğer taraftan İtalya da 2009 yılında bu rakam % 119’dur. Sürecin bu noktaya gelmesindeki temel nedenler tartışmalıdır.

Çalışma teknik açıdan iki önemli soruyu cevaplamaktadır;

  • Borç krizini günümüze getiren sebepler
  • Borç krizinin çözümü için atılan adımlar ve sonuçları

Borç krizinin daha iyi anlaşılabilmesi için Avrupa Birliği’nin yakın geçmişine bakmak yararlı olacaktır. Avrupa Parasal Sistemi’ne geçişte üye ülkelerden kendi para birimlerini kendi aralarında sabitlemek koşulu ile belirlenmiş bir koridor çerçevesinde dalgalanmasına müsaade edilmekteydi. Burada vurgulanması gereken nokta uyumlu bir maliye ve para politikasının varlığıdır. Fakat uygulamanın başlarında Alman para birimi Mark’ın (DM) değerlenmesi sistemi olumsuz etkilemiştir ve ileride görüleceği gibi kurlar dalgalanmaya bırakılmıştır. Sistemin uyumluluğu adına getirilen Maastricht anlaşmasına bakıldığında;

  • Üye ülkelerden sabit kur rejimine sadık kalmaları istenmiştir.
  • Üye ülkelerde enflasyon oranının, birlikteki en düşük enflasyon oranına sahip üç ülkenin ortalamasından en fazla 1,5 puan fazla olmasına izin verilmiştir. Diğer bir ifade ile; enflasyon oranı, i, faiz oranları için kural;

olacaktır. Burada birlikteki en düşük faiz oranlarını göstermektedir.

  • Anlaşmanın en önemli maddesi ise Kamu borç stokuna getirilen sınırlamalardır. Maddeye göre bütçe açığının GSYİH’ya oranı sınırı % 3 iken, kamu borcunun GSYİH oranı maksimum % 60 olabilir.

Son maddenin üzerinde özellikle durulması gerektiği belirtilmelidir. Zira ortak para sistemine geçiş için gerekli olan şartlar, şu anda kriz içinde bulunan Yunanistan ve İtalya tarafından sağlanamamıştır ve buna rağmen sistemin içine dahil edilmiştir. (bkz. Grafik:1)

 

Ortak Para Sistemi ile ilgili olarak Krugman ve Obstfeld’in 2009 çalışmasında 4 önemli geçiş nedeni gösterilmektedir.

– Piyasada entegrasyonu sağlamak

– Birlik içerisinde siyasi istikrar

– Almanya’nın parasal birlikteki etkisinin Avrupa Merkez Bankası tarafından kontrol edilmesi

– 1990’larda sabit kur sisteminin dezavantajları olarak görülen devalüasyon ve revalüasyonun önüne geçmek.

Gelinen sürece bakıldığında Avrupa Para Sistemi, hedeflerinin büyük bir kısmına ulaşamamıştır. Bunun en önemli nedeni para politikasına uyumlu maliye politikasının geliştirilememiş olmasıdır. Zira birliğin para politikası AMB (ECB) tarafından belirlenirken maliye politikasını idare edebilecek üyeler üstü bir kurum bulunmamaktadır. Bu da üye ülkelerin maliye politikaları konusundaki esnekliğini artırarak hareket alanını geniş kılmıştır. Bu esnekliğin yanında Avrupa’da borçlanma faizlerinde yaşanan düşüşün de etkisi ile borçlanma miktarı artmıştır. Bu etkinin özellikle Yunanistan ve Portekiz’de olduğunu görmek mümkündür.

Krizdeki ülkelerin neden kamu harcamalarını artırma gereksinimi duyduğu da şu şekilde açıklanabilir. Üye ülkeler ortak para sisteminden sonra devalüasyon yapamamaktadır zira AMB politika yapıcıdır. Bundan dolayı üye ülkeler rekabet güçlerini koruyamamakla birlikte azalan dış talebi karşılamak üzere iç talebi canlandırma yoluna gitmişlerdir. Borçlanma maliyetlerinin düşük olduğu dönemde iç talebi canlandırmanın yolu şüphesiz kamu harcamalarındaki artıştır. Bu da borçlanma oranlarını (ratio) ve risk iştahının artmasında başat faktör olmuştur. Grafiğe dikkat edildiğinde Portekiz ve Yunanistan’da Euro’ya geçişten sonra geçmişe göre kamu borcunun GSYİH’ya oranında artış yaşanmıştır.

Krizin çözülmesi noktasında getirilen öneriler “kemer sıkma politikaları” üzerinde yoğunlaşmıştır. Özellikle IMF ve Avrupa Birliği’nden ilgili 4 ülkeye (özellikle Yunanistan’a) yardımlar için sıkı şartlar getirmektedir. Bu aslında bir çıkmazı da beraberinde getirmektedir. Zira ülkesel bazda kemer sıkma politikaları iç talebi zayıflatacağından, büyümeye doğrudan engel olarak karşımıza çıkacaktır ki dış talepte yaşanan gelişmeleri de hesaba katmak gerekir. Diğer bir politika önerisi olarak AMB’nin halen devam ettirdiği fakat son derece tartışmalı hale gelmiş “düşük faiz politikasıdır”. Burada önemli bir noktaya değinmek gerekir. Düşük faiz politikası yatırım maliyetlerini azaltmaktadır fakat iktisat literatüründeki yatırım-faiz ilişkisi güncel koşullarda geçerli olmamakla birlikte, aslında yatırımların beklentiler ile paralellik izlediği bilindiğinden bu politikanın geçerliliği mutlak surette tartışma konusudur. Aslına bakılırsa düşük faiz politikası neticesinde bir enflasyon riski söz konusudur fakat bakıldığında finansal istikrarın yaratabileceği riskler ön plana getirilmelidir. İktisat öğretisinde “likidite tuzağı” kavramını şu an için Avrupa’da (ve gelişmiş ülkelerin birçoğunda) kullanmak mümkündür. Likidite tuzağı kavramına göre faizler ne kadar düşük olursa olsun yatırımların hızlanmamasıdır. Bu aslında politika yapıcı açısından bir açmazdır. Önerilebilecek son politika ise borç krizindeki ülkelerin “Euro’dan çıkışı” sağlanarak yeterli miktarda devalüasyon ile birlikte tekrardan rekabet güçlerini kazanmalarını sağlamaktır. Fakat beklenenin aksine Euro Bölgesi bu politikanın olası sonuçları ile ilgili endişeler barındırmaktadır. Zira başta Yunanistan’ın Euro’dan çıkması, AB’nin Parasal Sistemine zarar verebilecek bir domino etkisi yaratabilir. Bu endişe aslında Ortak Para Sistemi’nin Avrupa Birliği’nin uzun vadeli politikalarına giden bir yol olarak göründüğü yorumunu haklı çıkarabilir. Gelecekte ABD ile Gümrük Birliği’ne gidebilecek bir Avrupa için Ortak Para Sistemi’nin zarar görmesi istenmeyecek bir durumdur. Fakat doğal seleksiyonun aynı Amerika’daki bankacılık sisteminde oynadığı rol gibi -Lehman Brothers örneği- Avrupa’da da benzer bir rolü üstlenebileceği gerçeği göz ardı edilmemelidir. Bu da aslında kısa vadeli konjonktürel dalgalanma yaratsa da -maliyeti daha yüksek olabilir- orta vadede krizin nihai çözümü olarak görülmektedir.

                                                                                                                                 Vahap TAŞTAN

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.