TÜRKİYE VE BREZİLYA’DAKİ DİRENİŞ HAREKETLİLİĞİNİN BENZEŞEN VE AYRIŞAN YÖNLERİ

upa-admin 23 Haziran 2013 2.845 Okunma 0
TÜRKİYE VE BREZİLYA’DAKİ DİRENİŞ HAREKETLİLİĞİNİN BENZEŞEN VE AYRIŞAN YÖNLERİ

Türkiye’deki Gezi Parkı protestolarına paralel bir şekilde Brezilya’da başlayan ve Türkiye’de olduğu gibi Brezilya’da da milyonları sokaklara döken toplumsal eylemlilik, bugün tüm dünyanın yakından takip ettiği en önemli mesele olarak görülmektedir. Zira daha önceleri Wallerstein’in deyimiyle birer “çevre ülkesi” olarak görülebilecek olan bu iki ülke, özellikle son 10 yılda ortaya koydukları ekonomik performansla “merkez ülke” grubuna yaklaşmaya başlamıştır. Hatta bu iki ülkenin merkez ile çevre arasındaki iletişimi sağlama anlamında önemli bir rol üstlenebileceği ve küreselleşmeye tam manasıyla eklemlenilmesi halinde çevreden merkeze geçilebileceği algısını oluşturma yönünde önemli bir rol üstlenebilecekleri de belirtilmekteydi. Brezilya’nın Latin Amerika, Türkiye’nin de Avrasya coğrafyasında izledikleri açılımcı dış politikanın, bu algıyı işlevsel bir hale getirmek ve meşrulaştırmak isteyen küresel güçlerin destek verdiği politik bir tercih olduğu da söylenebilir. Ne var ki, bugünlerde, hem Türkiye hem de Brezilya’da toplumsal hoşnutsuzluğun doruğa çıktığını gösterir sokak eylemlerinin yaşanıyor olması, bu ülkeleri yöneten iktidar odaklarının olduğu kadar küreselleşmenin uluslararası sisteme yansıyan hegemonyasının devamından yana olan kesimlerde büyük bir rahatsızlığa neden olmuştur. Zira sistemsel sürekliliğin ve meşruiyetin üzerine kurgulandığı simgesel öneme sahip iki aktör ciddi anlamda sarsılmıştır ve eylemlerden önceki görüntülerine yeniden kavuşabilecekleri hususu da belirsizliğini korumaktadır.

Türkiye ve Brezilya’daki eylemlerin birçok ortak noktası bulunmaktadır. Bu ortak noktalardan en önemlisi, göstericilerin yaş ortalamalarının oldukça düşük olması ve genç kesimin bu gösterilerin sürekliliğini sağlayan en önemli unsur olmalarıdır. Türkiye’de Gezi Parkı eylemlerine katılan insanların yaş ortalamasının 28 olduğu çeşitli anketlerle ortaya çıkarılmıştı. Brezilya’da bu konuda net bir araştırma yapılmamış olmasına karşın, ortalamanın aşağı-yukarı aynı olacağı da ortadadır. İnternet ve sosyal medya örgütlenmelerinin geniş çaplı direniş eylemlerinin koordine edilmesinde oynadığı etkin rol de gösteriler noktasında beliren en temel benzerliklerden biridir. Bu da gösteriyor ki, her iki ülkede de ana akım medya halkın hoşnutsuzluğunu siyasete yansıtma konusunda başarısızdır ve toplumsal meşruiyetini yitirmiş haldedir. Ana akım medyanın küreselleşmeye koşut olarak kurgulanmış iktidar odaklarına verdiği destek ve toplumu aynı tornadan çıkmış gibi biçimlendirmeye çalışan manevraları, eylemcilerin medyaya duydukları güvensizliği ortaya koyan ve sosyal medyanın neden ön plana çıktığını kanıtlayan en önemli husustur. Direnişin en canlı olduğu saatlerde, Türkiye’deki haber kanallarının penguenlere ve mandalara dair belgeseller yayınlamaları da halk ile medyanın ne denli birbirinden kopmuş olduğunu kanıtlayan bir görüntüdür. Sosyal medya, türlü bilgi çarpıtma girişimlerine açık olmasına karşın, sistemden hoşnut olmayan insanların huzursuzluklarını, isteklerini ve açıkça gözler önüne serilen protestolarını yansıtır hale gelmiştir. İki ülkede yaşanan toplumsal eylemliliğin ortak noktalarından biri de, gösterilere katılanların çoğunluğunun hayatlarında ilk kez sokaklara çıkıp protesto eylemleri düzenliyor oluşları ve genel itibarıyla barışçıl gösteri yolunu seçerek sivil itaatsizlik yapıyor olmalarıdır. Apolitik olarak nitelendirilen ve sanal dünyada yaşadıkları düşünülen genç kuşağın önemli bir çoğunluğunun müthiş bir örgütlenme ve yaratıcı zekâ kıvılcımları eliyle yarattıkları sivil itaatsizlik, tüm dünya tarafından ilgiyle izlenmiş ve iktidarda yer alan kesimleri endişelendirirken, demokratik işleyişin nasıl olması gerektiğine yönelik yeni bir tartışma başlatmıştır. Temsili demokrasinin meşruiyetinin ve Türkiye’de de görüldüğü üzere, çoğunlukçuluk ile çoğulculuk arasındaki ilişkinin sorgulanmaya başlanması da pozitif bir kazanç olarak görülmelidir.

İki ülkedeki direniş eylemliliği bağlamında ele alınabilecek en önemli ortak noktalardan biri de polisin göstericilere yönelik tavrıdır. Nitekim her iki ülkede de polis, göstericilere biber gazı başta olmak üzere, çeşitli şiddet uygulamalarına girişmiş ve tepki toplamıştır. Hatta polisin aşırı güç kullanımı, iktidar sözcüleri tarafından dahi eleştirilmiştir. Güvenlik güçlerinin sivil itaatsizlik eylemlerine yaklaşım noktasındaki iş bilmezliği, etkisizliği ve şiddeti özendiren hareketleri, büyük bir siyasal krize neden olmuştur. Devletin güvenlik birimlerinin, siyasal/sosyal ve ekonomik hoşnutsuzluğunu sivil itaatsizlik eliyle göstermeye çalışan halka karşı kullanılması ise devlet ile halkı arasındaki kopukluğu ve uyumsuzluğu kayıt altına alan önemli bir unsurdur. Süreç bağlamında güvenlik birimlerinin devletin mi, yoksa toplumun önemli bir bölümünden (Türkiye’de yarısından) kopmuş olan iktidarın mı emrinde olacağı sorunsalı belirmiştir. Önümüzdeki dönemde üzerinde düşünülmesi gereken meselelerden biri de budur. Türkiye ile Brezilya arasındaki direniş benzerliklerinden biri de, olayların yerel yönetimlere ve kent planlamasına/işleyişine yönelik problemlerden ortaya çıkmış oluşudur. Türkiye’de Gezi Parkı, Brezilya’da ise şehir içi taşımacılığa yapılan zam, protestocuları harekete geçirmiş ve fitili ateşlemiştir. Bu minvalde, yerel yönetimlerin karar alma süreçlerine halkın katılımı, merkezi yönetim-yerel yönetim ilişkileri ve yerel yönetimlerin özerkliği hususu her iki ülke başta olmak üzere tüm dünyada tartışılacaktır.

Her iki ülkede de iktidarda bulunan partiler/aktörler daha önceleri iktidarda bulunan kesimlerin verdikleri kararlardan, yaptıkları uygulamalardan ve izledikleri politikalardan olumsuz olarak etkilenmiş ve ciddi bir mağduriyete uğramış kesimlerdir. Bu mağduriyeti giderebilmek ve eşit vatandaşlığa ulaşabilmek yönünde ortaya koydukları siyasal mücadele sonrasında ise iktidara gelmiş ve mağduriyetlerini giderici kararlara imza atmışlardır. Türkiye’de sağ-muhafazakar, Brezilya’da ise sol hareketler üzerinden ifadesini bulan mevcut iktidar grupları, yönetimi ele aldıktan sonra siyasal pragmatizm ekseninde hareket ederek, kendilerine oy vermeyen kesimleri de yanlarına çekmişleridir. Ne var ki, bir süre sonra, özgürlükler yönünde betimlenen politika uygulamalarının değiştiğini ve her iki ülkede de daha öncenin mağdurlarının “iktidar zehirlenmesi”ne uğrayarak söylem ve eylemlerini farklılaştırdığını ve hatta otoriter bir görünüm kazanmaya başladığını görüyoruz. Bu durum, onların oy tabanlarında bir miktar daralma yaşanmasına neden olmaktadır. Yani, iki ülkede iktidarda bulunan partilerin oy tabanlarındaki siyasal/toplumsal çeşitlilik azalmaktadır. Bu eylemlerin arkasındaki nedenlerden biri de bu değişimdir.

Türkiye ile Brezilya’da paralel olarak ortaya çıkan toplumsal eylemliliğin birbirinden ayrılan yönleri de bulunmaktadır. Zira Türkiye’de başlayan direnişin arkasında yatan en önemli neden demokrasinin işletilmesi noktasında karşı karşıya kalınan tıkanma ve sistemin toplumsal farklılıkların siyasal arenaya yansıması noktasında yetersiz kalıyor oluşudur. Siyasi partilerin demokratik işleyişten oldukça uzak olmaları, karizmatik otoriteye dayalı kadro partilerinin toplum tabanından kopuk bir görünüm sergiliyor oluşu ve yerel yönetimlerin özerkliğinin bir türlü oturtulamamasına koşut olarak bu yönetim organlarının, merkezi yönetimin vesayetinde kalıyor oluşu, Türkiye’de halkın iradesinin/isteklerinin siyasete yeterince yansıtılamamasına neden olmaktadır. Bunun yanı sıra, Türkiye’de, dünyanın en yüksek seçim barajı uygulamasının geçerli olması, arkaik bir siyasal yapının geçerliliğini sürdürmesine ve meclisin siyasal/toplumsal meşruiyetinin azalmasına yol açmaktadır. Öyle ki, insanlar, kendilerini temsil eden siyasi partilerin meclise girmelerinin bu baraj sistemi ile mümkün olmadığına inandıkları için birçok konuda kendilerinden farklı düşünen partilere oy vermek zorunda kalmaktadırlar. Demokrasilerde seçimlerin ne denli önemli olduğunu bildiğimize göre “seçmek zorunda kalmak” anlayışının önemli bir huzursuzluğu beslediğini görüyor olmamız gerekir. Brezilya’da da temsili demokrasinin doğasına ve işleyişine yönelik benzer hassasiyetler etkin olmakla birlikte, protesto gösterilerinin esas nedeni, sol söylemi benimsemiş iktidarın sosyal politikalara yeterince önem vermediğinin düşünülmesi ve özellikle ekonomideki daralmanın yarattığı işsizlik ve enflasyon artışıdır. 2014 Dünya Kupası ve 2016 Olimpiyatlarını düzenleyecek olan Brezilya’da, bu organizasyonlar noktasında yapılan altyapı yatırımlarının müthiş bir harcama kalemi haline gelmesi, ekonomik büyümenin yavaşlaması ve sosyal yardım politikalarının etkisizliği/yetersizliği ile bir araya geldiği noktada insanları sokaklara dökmüştür.

Görüldüğü üzere, demokrasinin tanımına ve işleyişine dayalı problemler ve ekonomik meseleler bir araya geldiği noktada Türkiye ve Brezilya’da yaşayan insanların yönetimlere olan cevabı sokaklar olmuştur. Bu nedenle her iki ülkede paralel olarak görülen ve sosyal medya üzerinden uluslararası bir dayanışma görüntüsü kazanan bu eylemliliği çok da yadırgamamak gerekir. Bu noktada iktidarın yapması gereken kutuplaştırıcı ve çatışmayı özendirici söylemler kullanmak yerine, yatıştırıcı ve reformcu bir görünüm sergilemek ve izlenen politikaları bu çerçevede farklılaştırarak demokrasinin işleyişini yeniden düzenlemektir. Brezilya Devlet Başkanı Dilma Rousseff’in, gösterilere karşı izlediği tutum ve benimsediği söylem ile bu noktada Türkiye’nin çok önünde yer aldığı da ortadadır.

Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.