SOMALİ SALDIRISI VE TÜRKİYE

upa-admin 28 Temmuz 2013 3.140 Okunma 0
SOMALİ SALDIRISI VE TÜRKİYE

Uzunca bir süredir gündemde yer almayan Somali meselesi, bu ülkenin başkenti olan Mogadişu’daki Türk Büyükelçiliği’nin yanında bulunan hizmet binasına düzenlenen saldırı ile yeniden gündeme gelmiş durumdadır. Türk Büyükelçiliği’nin hemen yanında bulunan ve Türk gönüllülerinin desteği ile faaliyete geçirilmiş bir yardım merkezi ile hastaneden müteşekkil olduğu belirtilen binaya yönelik olarak gerçekleştirilen bu saldırıda, 1’i Türk özel harekât polisi olmak üzere 2 kişi hayatını kaybetmiş, 3 saldırgan da öldürülmüştür. Türkiye’nin gerçekleştirmeye çalıştığı Afrika açılımının en önemli durağı olan Somali’de yaşanan bu saldırı, saldırıyı gerçekleştiren grup ve saldırının zamanlaması birlikte ele alındığında ilginç bir konjonktürde yaşanmıştır.

Resmi adı Somali Cumhuriyeti olan ve Afrika’nın en doğusunda yer alan topraklar, Afrika Boynuzu olarak da bilinen bir coğrafyada yer almaktadır. Aden Körfezi’ni kontrol ettiği için uluslararası ticaretin işleyişi bağlamında çok önemli bir kontrol noktası olma özelliğine sahip olan Somali, Hint Okyanusu’na açılmakta ve Afrika’da en uzun sahil şeridine sahip ülke olarak bilinmektedir. Kuzeybatısında ABD’nin Aden Körfezi’ni kontrol etmek amacıyla bir karakol olarak kullandığı Cibuti, güneybatıda ABD’nin Afrika’daki en önemli müttefiklerinden Kenya ve batıda da Etiyopya tarafından çevrelenmiş olan Somali, sömürgecilik çağında İngiliz ve İtalyan emperyalizminin kontrolünde kalmış bir toprak parçasıdır. İngilizler, İkinci Dünya Savaşı esnasında İtalyanları bölgeden atarak ülke topraklarının kontrolünü tamamıyla ele geçirmişlerdir. İkinci Dünya Savaşı sonrası İngiliz İmparatorluğu’nun dağılma süreci esnasında, 1960 yılında bağımsızlığını kazanmış olan Somali, Muhammed Siad Barre’nin 1969 yılında iktidarı ele geçirerek teşkilatlandırdığı komünist görünümlü otoriter yönetim altında tam 22 yıl yaşamıştır. Barre’nin iktidarını sona erdiren ise Soğuk Savaş’ın bitmesinin hemen ardından 1991 yılında ülkede başlayan iç savaş olmuştur. Somali’de patlayan iç savaşın en önemli nedenleri, Barre’nin komünizm görünümlü otoriter yönetimine karşı duyulan kin ve nefret, çok büyük bir çoğunluğu Müslüman olan Somali’de halkın İslami duyarlılığı yüksek bir rejim arzulaması, ekonomik imkânsızlıklar ve Soğuk Savaş boyunca, ABD’nin, Barre yönetimini devirebilmek için desteklediği radikal dinci örgütlerin kırsalda güçlenerek iktidarı devralma arzusu içerisine girmeleridir. Somali, 1991 yılında başlayan bu iç savaştan beri ülkenin tamamına hitap eden ve siyasal kontrolü sağlamış bir yönetime kavuşamamıştır. Öyle ki, ülkenin kuzeybatısında “de facto” bağımsızlık ilan etmiş olan Somaliland bulunurken, antikçağda Somali topraklarına hükmettiği belirtilen Punt Krallığı’na referansla kurgulanmış olan Puntland ise Somali topraklarının kuzeydoğusuna hükmeden özerk bir bölge haline gelmiştir. El Kaide’nin Somali kolu olarak görülen ve Selefilik anlayışını Somali topraklarına hâkim kılarak yönetimi ele geçirmeyi arzulayan radikal örgüt El Şebab ise, başta ülkenin güney kesimi olmak üzere Somaliland ve Puntland’ın dışında yer alan Somali topraklarının neredeyse % 75’ini kontrol eder hale gelmiştir. ABD, İngiltere ve diğer Batılı aktörler tarafından Somali’nin meşru hükümeti olarak tanınan ve Afrika Birliği tarafından da savunulan Hasan Şeyh Mahmud liderliğindeki Federal Geçiş Hükümeti ise yalnızca başkent Mogadişu ve yakın çevresi üzerinde otorite tesis edebilmiştir.

Türk Büyükelçiliği’nin yanında bulunan hizmet binasına yapılan saldırının da gösterdiği üzere, merkezi yönetim başkent içerisinde dahi ciddi bir güvenlik sıkıntısı yaşamaktadır. Saldırıyı El Şebab Örgütü üstlenmiştir. Türkçesi “Mücahit Gençlik Hareketi” olarak adlandırılabilecek olan El Şebab, Somali’deki Federal Geçiş Hükümeti’ni tamamıyla ortadan kaldırmak ve Selefilik anlayışına dayalı bir yönetim oluşturmak istemektedir. 20 bine yakın silahlı militanı olduğu belirtilen ve kontrol altında tuttuğu bölgelerde toplum üzerinde çok yoğun bir ideolojik/siyasal baskı uygulayan El Şebab, 2006 yılında Etiyopya Ordusu tarafından dağıtılan ve Somali’deki iç savaş esnasında savaşan taraflardan biri olarak bilinen İslami Mahkemeler Birliği’nin devamı olarak görülmektedir. Federal Geçiş Hükümeti’ni korumak ve desteklemek için Somali’ye gelmiş olan Afrika Birliği askerleri başta olmak üzere, yardım kuruluşlarına ve rejim destekçilerine savaş açmış olan örgüt, bu bağlamda, Türk Büyükelçiliği’nin ek hizmet binasına da saldırmış ve 1 özel harekât polisini şehit etmiştir.

Türkiye’nin özellikle 2006 yılı sonrasında belirgin hale getirdiği Afrika açılımının en önemli durak noktalarından biri olarak görülen Somali’de gerçekleşen bu saldırı önemlidir. Zira Türkiye, Somali’ye yaptığı her türlü yardımı bir insani sorumluluk olarak görmenin yanı sıra, Afrika toplumlarına Türkiye’nin siyasal/bölgesel meşruiyetini kabul ettirebilmek için de kullanmaktadır. Türkiye’nin Afrika açılımı çerçevesinde takip ettiği stratejinin mihenk taşı, Türkiye’nin, Afrika ile ilgili olan diğer aktörlerin aksine emperyalist bir politika izlemediği hususunu Afrika yönetimleri ve halklarına kabul ettirebilmektir. Somali bağlamında izlenen yardım politikası da, yansıtılan “yumuşak güç” aracılığıyla, Afrika toplumlarını duygusal, ekonomik ve en sonunda da siyasal anlamda Türkiye’ye bağlama girişiminin bir parçasıdır. Türkiye, Afrika ile karşılıklı bağımlılık ilişkilerini geliştirmek ve bölgenin ekonomik potansiyelinden yararlanmak istemektedir. Ancak bunu yaparken, Afrika toplumlarına da kazandırabilmek temel ülkü olarak benimsenmiş durumdadır. Nitekim, Somali’deki açlığın BM tarafından bir “insanlık krizi” olarak ilan edildiği 2011 yılından bu yana, Türkiye’nin Somali’ye yaptığı yardımların miktarı 400 milyon doları aşmıştır. Başbakan Erdoğan’ın 2011 yılında bu ülkeye gittiğinde, II. Dünya Savaşı’ndan bu yana Somali’yi ziyaret eden ikinci Afrika dışı lider olduğunu da unutmamak gerekir.

El Şebab, Türkiye’nin izlediği bu strateji ekseninde, gerek Somali’de gerekse de Afrika genelinde siyasal/toplumsal etkinliğini yavaş da olsa arttırdığını görmüş olduğundan, son dönemde Somali’deki Türk varlığına da saldırmaya başlamıştır. Zira Türkiye, bugün itibarıyla, Somali’de hastaneler ve okullar yapmakta, var olanları yeniden düzenlemekte ve Kızılay eliyle sürekli olarak Somali halkına yardımda bulunmaktadır. Çeşitli sivil toplum kuruluşları da Türk hükümetine paralel olarak Somali’deki yardım etkinliklerini sürdürmektedirler. Somali Hükümeti’ne her alanda yardımda bulunulmakta ve önemli miktarda Somalili öğrenci, Türkiye’de eğitim almaktadır.

Türk Büyükelçiliği’nin ek hizmet binasına yapılan saldırının zamanlaması da ilginçtir. Nitekim El Şebab, El Kaide’nin Somali kolu olarak bilinmektedir. Bugün Suriye’nin kuzeyinde PYD’ye karşı savaşan El Nusra ve paydaşlarının da El Kaide çatısı altında El Şebab ile bağlantı kurabildiğine şüphe yoktur. Son dönemde El Nusra ve paydaşlarının, PYD karşısında geri adım atmak zorunda kalması ve Suriye genelinde de Esad rejiminin El Kaide ve Özgür Suriye Ordusu’na karşı etkinliklerini arttırmaya başlaması, müttefiklerinin zor durumda kaldığını gören El Şebab’ın Türkiye’ye mesaj verebilmek amacıyla bu saldırıyı gerçekleştirdiği izlenimini de doğurmaktadır. Türkiye’nin Özgür Suriye Ordusu’na destek veren en önemli aktör olduğunun bilincinde olan El Şebab, bu ordu saflarında savaşan müttefiklerine Türkiye tarafından verilen desteğin arttırılması yönünde bir mesaj vermek istemiş olabilir. Saldırının PYD lideri Salih Müslim’in Türkiye’ye gerçekleştirdiği ziyaret ile aynı döneme rastlaması da bu çerçevede önemli bir husus olarak değerlendirilmelidir.

Somali, bugün itibarıyla tam bir sahipsiz toprak (no man’s land) görünümü sergilemektedir. Afrika’nın stratejik anlamda en önemli bölgesinde yer alan bu ülkenin içerisine sürüklendiği kaos ortamı, küresel güçler arasındaki Afrika odaklı sistemsel rekabet sürdüğü müddetçe devam edecek gibi görünmektedir. Türkiye’nin Afrika’ya yönelik açılımının toplumsal/siyasal meşruiyet kaynağı olan Somali’de gerçekleşen saldırı, Afrika bağlamında Türkiye’nin de artık bölgesel bir etkinlik kurmaya doğru ilerlediğini ve bu etkinliğin El Şebab gibi düzensizlikten beslenen ancak uluslararası bağlantıları da yerel aktörler tarafından kabul edilmek istenmediğini kanıtlamaktadır. Saldırının Suriye’deki gelişmelere paralel olarak düzenlenmesi, El Kaide’nin örgütlülüğünü ve uluslararası bağlantılarını kanıtlayan en görünür unsur olarak da değerlendirilebilir.

Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.