MODERN JEOSİYASET: İŞBİRLİĞİ Mİ, KÜRESEL NİTELİKTE ÇATIŞMALAR MI?

upa-admin 31 Aralık 2013 2.300 Okunma 0
MODERN JEOSİYASET: İŞBİRLİĞİ Mİ, KÜRESEL NİTELİKTE ÇATIŞMALAR MI?

Orta Doğu’dan Uzak Doğu’ya kadar geniş bir mekanda jeopolitik istikrar müşahede edilmemektedir. Bu veya diğer bölgelerde çatışmalar, terör, askeri ihtilaflar alevleniyor. Şimdilik bu eğilimi verimli yöntemle önleme planı göze çarpmıyor. Bir takım analist ve uzmanlar ise çeşitli tahminler veriyorlar. Onların analizi gösteriyor ki, şimdilik adil çözüm bulmaya imkan veren fikir yoktur. Durum tamamen umutsuz mu?

Çeşitli Senaryolar

Akdeniz’den başlayarak Hint okyanusunun kıyısına kadar büyük bir coğrafyada meydana gelen jeopolitik süreçler küresel çapta ilgi doğurmaktadır. Burada meydana gelen çatışmalar dünya çapında sorunlar yaratıyor. Bir takım analitik merkezler durumun bu dereceye ulaşmasında radikal İslam’ı suçluyorlar.

Gerçekte ise burada çok sayıda faktörün rol oynadığını unutmamak gerekiyor. Siyasi dönüşümlerin, jeopolitik yenilenmelerin ve milli devlet yapılanması ile küreselleşmenin özel oranının mevcut olduğu tarihi aşamada tüm sorumluluğu İslam’ın üstüne atmak ya saflık, ya da garezlilik.

Soruna bu açıdan yaklaşıldığında büyük bir jeopolitik mekanda radikal İslam’ı ön plana çıkarmanın arkasında nelerin durduğu üzerinde düşünmek gerekiyor. Kuzey Afrika’dan Hint okyanusuna kadar geniş coğrafyada bulunan devletleri aynı kalıba sokarak, onların karşılaştığı zorlukları esas olarak dine bağlamak hem de tehlikeli bir eğilimin habercisidir.

Çünkü birincisi, modern jeosiyasetin gerçek sorunları örtbas ediliyor. Bu, mevcut sıkıntıları gidermek yerine, daha karmaşık durumların oluşmasına neden olur. İkincisi, dünyada dini mensupluğa insanlara nefret yaratıyor. Medeniyetler ve kültürler arasında diyalog o halde ciddi engellerle karşılaşır.

Yukarıdaki savların açısından Suriye’den Afganistan’a kadar geniş mekanda jeopolitik ihtilafların iç mantığına bakarken orada dışarıdan yönlendirilen sabotaj faktörlerine rastlayabiliriz. Bu görüş taraftarları Orta Doğu için “yaptıkları” yapay teorik modeli Orta Asya’da uygulamaya çalışıyorlar. Somut olarak, Suriye, Irak ve Mısır için hazırlanmış “tutarlı argümanlar” azcık biçim değişikliği ile artık Orta Asya bölgesine de ait edilmeye başlandı. Bu yöntemle hangi hususlar öne çekiliyor?

Irak, Suriye ve Mısır’da iç siyasi ve bölgesel jeopolitik sorunların oluşmasına neden olan etken şeklinde radikal İslam mezhepçiliği, dinin siyasallaşması ve terörist grupların varlığı gösterilmiştir. Tüm bunları bir mantıksal ipe dizersek, şöyle görünüyor ki, Orta Doğu’da meydana gelen jeopolitik sorunların kökeninde din olarak İslam (bölgede Hıristiyanlar da yaşıyorlar ve onlar bu yaklaşımda hep zarar gören taraf olarak gösteriliyor), siyasi güç olarak Müslüman ideolojisine uygun hareket eden gruplar ve her iki faktörü içeren terörist gruplar duruyor.

Şimdi aynı modeli teorik olarak yavaş-yavaş Orta Asya’ya ait etmektedirler. Burada şu anda temel argüman rolünü ABD’nin 2014’te Afganistan’dan birliklerini çıkarması oynuyor. Batı ve Rusya analistleri bu hususu başlama noktası olarak kullanarak, bölgenin karşılaşabileceği sorunları radikal İslam, mezhep ayrımının yarattığı psikolojik karmaşıklıklar ve terörist grupların siyasi amaçlarını gerçekleştirmeye çalışması düzleminde anlatmaya çalışıyorlar.

Carnegie Merkezi’nin uzmanı Aleksey Malaşenko`nun makalesinde bunu açıkça hissetmek mümkündür (Bkz.: Алексей Малашенко. Афганистан после ухода США: проигравшие и победители / www.carnegie.ru, 24 Ekim 2013).

Yazar Afganistan’dan Amerikan askerlerinin çıkarılmasının olumlu ve olumsuz yanlarını analiz ediyor. Bu süreçten Rusya ve Orta Asya devletlerinin kazanacağını, Çin ve Hindistan için o kadar etkisinin olmayacağını, Pakistan, İran gibi ülkelerle ilgili ise risk faktörünün artacağını vurguluyor.

Uluslararası İlişkiler Ve Adalet İlkesi

Aleksey Malaşenko düşünüyor ki, İslamabat “talip çekici ile Karzai-sonrası örsü” arasında kalabilir (Bkz.: önceki kaynak). Amerika’nın ise jeopolitik açıdan imajı zayıflıyor. Fakat makalenin temel tezi şu ki, radikal İslam Afganistan’ın siyasi hayatında karmaşıklıklar yaratacak. Bu açıdan “Taliban”ın iktidara gelmesine Batı, Rusya, Çin ve Hindistan hazır olmalıdırlar. Çünkü bu seçenekte Pakistan’ın bölgede jeopolitik nüfuzu artabilir.

Jessica Mathews “The Washington Post” gazetesinde yayımlanan analitik yazıda “Irak dersleri” konusunu öne çıkarıyor. O düşünüyor ki, Batı Saddam Hüseyin’le ilgili yaptığı hatalardan sonuç çıkarmalıdır. Somut olarak, Suriye, İran ve Orta Asya konularında geniş uluslararası desteğe ulaşılmalıdır (Bkz.: Jessica T. Mathews. We can stop Syria by using lessons from Iraq / www.washingtonpost.com, 13 Eylül 2013).

Bu tür fikirlere Batı ve Rusya analistlerinin, Çinli uzmanların yazılarında sık-sık rastlanır. Burada hangi eğilim kendini gösteriyor? Açık diyelim ki, böyle bir tutum uluslararası ilişkiler için tehlike kaynağıdır. Büyük bir jeopolitik mekanda yıllardır devam eden çatışmalar ve onların temelinde doğabilecek yeni ihtilafları somut bir dini bakış açısına bağlamak, önceden sorunları çözmemek demektir. Üstelik, eğer Batı siyasi düşüncelerinde İslam’ı daha çok radikallik, terörizm açılarından sunmak eğilimi kalıyorsa, bu, gelecek küresel ihtilafların temelini atma anlamına geliyor. Tabii ki, böyle bir yaklaşım genel olarak dünya jeosiyasetini, mecazi ifadeyle, “kurtuluşa götürmüyor”.

Onu söylemek gerekir ki, bakılan jeopolitik mekanda Kafkasya’nın ayrıca yeri vardır. Düşünün ki, Afganistan’dan 2014’te Amerikan birliklerinin çekilmesi ile Orta Asya’da askeri nüfuz uğruna Batı, Rusya ve Çin’in mücadelesi yeni bir aşamaya kalkıyor. Moskova şimdiden bu bölgede kendi askeri gücünü artırıyor. Çin siyasi, ekonomik ve kültürel – insani etkilerle birlikte, askeri yardımları da tercih ediyor. Pekin’in bu yönde daha da etkinleşeceği tahmin ediliyor.

Tabii ki, Washington ve Brüksel tüm bunlara seyirci kalmayacak. Farklı yöntemlerle Orta Asya’da konumlarını güçlendirmeye çalışacaklardır. Bu sırada İslam adı altında faaliyet gösteren radikal dini grupları istihbaratın kullanmayacağına kimse garanti veremez. Burada Suudi Arabistan faktörünü tam kenara koymak doğru olmazdı. Bu gibi nedenlerden Orta Asya’da 2014 yılından sonra jeopolitik durumun gerginleşeceği ve bazı açılardan sorunların şiddetleneceği hakkında konuşmak mümkündür.

Tüm bunlar Kafkasya’yı etkileyebilir mi? Bizim kanaatimize göre, bu, mümkündür. Özellikle, Orta Asya ile bağlantılı olan radikal gruplar sakin oturmazlar. Burada Ermeni terör gruplarını dikkate almamak mümkün değildir. Onlar doğrudan olmasa da, “alevi hızlandıracak” güç rolünü üslenecekler. Böyle anlaşılıyor ki, analistlerin getirdikleri argümanlar gerçek jeopolitik faktöre dönüşürse, insanlığı sıradaki belalar bekliyor. Jeosiyasetin bu durumda dünyanın yeni düzenini şekillendirme işlevini tam yerine getirebileceği şüphelidir. Yani hem teori, hem de uygulama zarar görmüş oluyor.

Durumun tam çıkılmaz olduğunu düşünmek yanlış olur. Çünkü dünyada yeni jeopolitik güçler oluşuyor. Onlar büyük devletlerin haksız hırslarını önleyebilir. Bunun için, galiba, yeni bölgesel işbirliği biçimlerinin oluşturulmasına ihtiyaç vardır. Burada temel ilke adil ve nesnel kıstaslar olmalıdır.

Artık uluslararası kuruluşlar sorunların oluşmasına yol açacak jeopolitik ve siyasi adımları önlemeliler. Somut olarak, mesele öncelikle ihtilaf yaratıp, sonra onu çözmek düzleminde konulmamalıdır. Öyle bir uluslararası düzenleme mekanizması olmalıdır ki, önceden sorunların oluşmasına neden olmasın. Böyle bir çalışmanın gerçekleşmesi insanlığın aslında yeni jeopolitik duruma geçmesi anlamına gelirdi. Düşünüyoruz ki, İslam’ı karalama yerine, bu yönde çalışmak daha verimli olurdu.

Kaynak: Newtimes.az

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.