HASİBE ŞAHOĞLU MÜLAKATI

upa-admin 10 Mayıs 2014 3.084 Okunma 0
HASİBE ŞAHOĞLU MÜLAKATI

KKTC’nin ilk kadın büyükelçisi, emekli diplomat, yazar, şair ve Girne Amerikan Üniversitesi öğretim görevlisi Sayın Hasibe Şahoğlu ile Kıbrıs sorununun dünü ve bugününü ve Şubat ayında yeniden başlayan müzakere sürecini görüştük. Olayları Kuzey Kıbrıs’ta yaşamış ve olaylara tanıklık etmiş birinin gözünden görmenin bizi gerçeklere daha da yakınlaştırdığına inanıyorum. Bu yüzden değerli ve keyifli sohbeti için Hasibe Hanım’a bir kez daha teşekkür ediyorum ve sizleri mülakat soru ve cevaplarıyla başbaşa bırakıyorum.

 1. Merhaba. Öncelikle sizi tanımayanlar için bize biraz kendinizden bahsedebilir misiniz?

İsmim Hasibe Şahoğlu. Emekli Büyükelçiyim. Kıbrıs’ın güzel şehirlerinden Limasol’da doğdum, Lefkoşa’da büyüdüm. 7 yaşımda ilkokuldayken 1963 çatışmalarını, üniversite yıllarımda 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’nı yaşadım. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun olduğum zaman, benim ve eşimin ailesinin muhalif partileri destekliyor olmaları ve hatta fiilen bu partilerde görev almaları nedeniyle Kıbrıs’ta bize iş verilmedi. Biz de o dönemde Libya’da iyi işler yapan Türk inşaat firmalarından birisine katılarak, uzun yıllar orada çalıştık. Daha sonra Kıbrıs’a dönünce 13 yıl KKTC Süt Endüstrisi Kurumu’nda İşletme Pazarlama Sorumlusu olarak görev yaptım. Ancak aklım hep Dışişleri Bakanlığı’na girmekteydi. Uluslararası İlişkiler masterı yaptıktan sonra KKTC Dışişleri Bakanlığı’nda diplomat olarak çalışmaya başladım. Dışişleri Bakanlığı’nda olduğum sürede sırasıyla Özel Kalem Müdürü, Protokol Müdürü ve İslam Konferansı Örgütü ile İlişkiler Müdürü olarak görev yaptım. II. Katip ve Başkatip olarak Bakü-Azerbaycan’da, Büyükelçi olarak İslamabad-Pakistan’da ve Abu Dhabi-BAE’de KKTC Büyükelçisi olarak görev yaptım. Halen Girne Amerikan Üniversitesi İşletme ve Ekonomi Fakültesinde öğretim görevlisiyim.

2. Burada yaşamış ve olaylara şahitlik etmiş biri olarak, dünü ve bugünü kapsayarak Kıbrıs sorununu bize genel hatlarıyla kendi gözünüzden anlatabilir misiniz?

İlk Rum korkusu ile karşılaşmam dört yaşında olduğum döneme rastlar. 1957 yılında babam Baf kasabasında polislik yapmaktadır. Dokuz kardeşin en küçüğüydüm. Daha okula başlamadığım için evde annemle kalıyordum. Evimiz iki katlı bir binanın üst katıydı. Alt kat  gıda toptancılığı yapan bir Rum’a aitti.  Arada annem aşağıya gönderir, birşeyler aldırırdı. Birgün kıyamet koptu. Yoldan bağrışlar geliyordu. Ablamlar ve ağabeyimler evde idiler. Pencereye üşüştüler, ben de koştum. Annem bizi pencereden uzaklaştırmaya çalışıyordu. O korkmuş, ben de korkmuştum. Meğerse Rumlar İngilizlerden bağımsızlıklarını elde etmek ve akabinde Yunanistan’a bağlanmak için o dönemlerin tabiriyle nümayiş (isyanla karışık yürüyüş) yapıyorlarmış. O günden sonra annem beni aşağıya, Rum toptancıya bir daha yollamadı.

1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’ni daha yaşayamadan, Rumların Türkleri devlet organlarından men etmeleri, anayasayı değiştirmek ve Enosis’i (Yunanistan’a ilhak) gerçekleştirmek istemeleri neticesinde 7 yaşında kendimi Türk-Rum çatışmalarının içinde buldum. Bu dönemlerdeki oyunlarımız hep savaş ile ilgiliydi. Bomba yapmaya çalışır, evimizin yanındaki arazilere sığınak kazardık. Elimizde silah diye bir tahta parçasıyla savaş yapardık. Evde annelerimiz, ablalarımız mücahitlere eldiven, başlık örer, sargı bezi hazırlarlardı. Annem ve gönüllü arkadaşları ile mücahitlere yemek pişirmeye gittiğimizi hatırlıyorum. Polis Komutanı olan babam ve mücahit 2 ağabeyim savaşı fiilen yaşadılar. Bu dönemde Kıbrıs Türkleri Türkiye’nin müdahalesini çok beklediler. Bazen “geliyor” diye bir söylenti çıkar, biz de hemen Türk bayraklarını Türk evi olduğu belli olsun diye damlara asardık. Bu dönemde bir avuç Kıbrıslı Türk Rumlara yenilmediler ve Türk bölgelerini kahramanca korudular.

1974 yılında Rum kesiminde yaşanan coup d’etat yani askeri darbe sonucunda Türklere yöneltilecek toplu katliamı (Akritas Planı) önlemek ve güney kıyılarını Yunanistan’a komşu yapmamak için Türkiye  Garanti Anlaşmalarının verdiği yetkiyi kullanarak, Barış Harekatı’nı gerçekleştirdi. Nişanlım ve ben Ankara’dan Kıbrıs’a yeni gelmiştik. O hemen bölüğüne gitti ve fiilen savaşa katıldı. Zor günlerdi ama mutluyduk. Yıllardır beklediğimiz Türkiye nihayet gelmişti.

3. Yeniden başlayan görüşme sürecinin bu defa diğer görüşmelerden farklı olduğunu düşünüyor musunuz? Eğer böyle düşünüyorsanız neden?

Öncelikle genel olarak bir Kıbrıs müzakere süreçlerini anlatıp, daha sonra bugünkü farklılıkları dile getirmek isterim. 1974’den hatta daha öncesinden bugünlere çözüm için bazen mekik diplomasisi, bazen yüz yüze görüşmeler yapıldı. Çeşitli planlar sunuldu, her seferinde taraflardan biri reddetti. En son Annan Planı için referanduma gidildi, Türk tarafının çoğunlukla “evet” demesine karşılık, Rum halkı çoğunlukla “hayır” dedi. “Hayır” diyen Rum kesimi Avrupa Birliği’nden ceza yerine mükafat görerek Avrupa Birliği üyeliğine alındı. Referandum öncesi Türk halkına söz verilen hiçbir husus yerine getirilmedi, çözüme katkı sağlayacak adımlar atılamadı. 2007 yılına gelindiğine Talat-Papadopulos görüşmeleri gerçekleşmiş, ancak hiçbir sonuç alınamamıştır. Şubat 2008’de ise Rum yönetiminde Cumhurbaşkanlığı görevine gelen Hristofyas ile beraber adadaki çözüm arayışları hız kazanmıştır. Bu çerçevede Talat-Hristofyas görüşmeleri gerçekleşmiş, sonucunda iki liderin temsilcilerinden oluşan çalışma grupları ve teknik komiteler kurulmuş ve tam teşekküllü müzakereleri başlatma kararı alınmıştır. Ancak Hristofyas ile yapılan görüşmeler sonunda da çabalar sonuçsuz kalmış, yeni liderin eski Rum liderlerinden farklı bir tutumu olmadığı görülmüştür.

18 Nisan 2010’da KKTC’de Cumhurbaşkanlığı görevini  devralan Dr. Derviş Eroğlu, BM Genel Sekreteri Ban ki-Mun’a bir mektup göndererek Mehmet Ali Talat ve Hristofyas’ın tam teşekküllü müzakereye yönelik ortak çalışmalarına bağlı olduğunu, müzakerelere kaldığı yerden devam etmeye hazır olduğunu belirtmiştir. Ancak akabinde yine peşpeşe başarısız müzakereler yapılmıştır. Kıbrıs Türk halkı bu süreçler sonucu umutsuzluğa düştü. Sonuç alınamayan, hatta hiçbir ilerleme kaydedilemeyen müzakerelerden sonra 22 ay görüşmelere ara verilmiştir.

Evet, bu kez görüşmelerin biraz daha farklı şekilde başladığına inanıyorum. Çünkü çözüm sürecine yeni dinamikler katılmıştır. Yeniden çözüm umudu oluşmuştur. Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Akdeniz’de bulduğu doğalgaz, çözüm arayışlarında yeni bir dinamik olarak ortaya çıktı. Doğalgazın değerlendirilebilmesi için Türkiye üzerinden geçmesi zorunlu gibi görülmektedir, çünkü Türkiye üzerinden geçerse, çok daha kârlı ve verimli olacaktır. Bu da çözümü gerektiriyor. Ayrıca Kıbrıs Rum ekonomisi çökmüştür. 2004 yılında ekonomileri üst düzeyde olduğu için Kıbrıs sorununun çözümüne sıcak bakmıyorlardı. Çözüm olursa kendilerine göre daha yoksul olan Kıbrıslı Türklerle zenginliklerini paylaşacaklarını düşünüyorlardı. Bugün ise ekonomileri dipte ve açıkça biliniyor ki; ekonomileri ancak Kıbrıs sorunu çözülürse düzelecek. Bu iki yeni dinamik, Kıbrıs sorununu başka bir safhaya taşıdı. Tüm bunların yanında Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs’a getireceği sudan Rum Yönetimi’ne de verilebileceğini söylemesi, çözüm sürecine güçlü ve yeni bir dinamik daha kazandırmıştır.

hasibesahogluHasibe Şahoğlu

4. Türkiye’nin görüşmelerdeki etkisini nasıl görüyorsunuz? Daha çok Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin taleplerini mi, yoksa Türkiye’nin taleplerini mi önde tutuyor?

Türkiye’nin görüşmelerdeki etkisi tabii ki büyüktür. Kıbrıs sadece Kıbrıs’ta yaşayan Türkler açısından değil, jeopolitik konumu nedeniyle Türkiye için de önem taşımaktadır. Türkiye’nin etkin garantörlüğü Kıbrıs Türkleri için vazgeçilmezdir. Eğer Türkiye Kıbrıs Türkleri’ni desteklemese, dünyada hiç kimse Kıbrıs Türklerinin haklarını bu kadar ciddiye almazdı sanırım. Başlangıcından bugüne çözüm arayışlarında Türkiye Hükümetleri ile Kuzey Kıbrıs Hükümetleri arasında zaman zaman bazı konularda fikir ayrılıkları olsa bile, genelde birlikte hareket edilmektedir.

5. Dış ülkelerin baskısıyla ulaşılabilecek bir çözüm sizce kalıcı olur mu?

1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti, Kıbrıslı Rumlara dış ülkelerin yaptığı baskısıyla kurulmuştu. Hatta Başpiskopos Makarios, Cumhuriyet konusundaki bir konuşmasında bu Cumhuriyetin Enosis için bir basamak olacağını vurgulamıştı. Neticede kurulan Cumhuriyet bilindiği gibi ancak 3 yıl sürebilmişti. Yani dış ülkelerin dayatmasına dayalı bir çözüm kalıcı bir çözüm olamaz. Tarafların gönüllü, istekli bir şekilde birleşmeyi kabul etmeleri gerekir. Çözüm için yapılacak olan referandum bize zaten doğruyu gösterecektir.

zemzemin-kirmizi-carsafi-yarin-tanitiliyor-19988

Şahoğlu’nun beğeni toplayan romanı: “Zemzem’in Kırmızı Çarşafı”

6. Sizce Kıbrıs sorununun bugüne kadar çözülememiş olmasının altında yatan en temel sebepler nelerdir? 

2000’li yıllara kadar yapılan görüşmelerde hep bir taraf çözümü kabul etmedi. Türk tarafının idarecileri nedense statükonun korunmasından yanaydılar. Kıbrıslı Rumlar her zaman olduğu gibi Kilise’nin de etkisiyle Girne’ye Kıbrıs bayrağını asmadan çözüm olamayacağına inanıyorlardı. Taraflar isteksiz olunca, çözüme bir adım bile yaklaşılmadı. 2000’li yıllarda Kıbrıs Türk halkının çoğunluğu, ekonominin bellerini bükmesi, idarenin değişmesi ve çözüm olursa Avrupa Birliği’ne girilecek olması nedeniyle çözümü gönülden istemeye başladılar. Ancak bu dönemde ekonomisi üst düzeyde ve Avrupa Birliği’nin eşiğinde olan Rum Kesimi çözüm için çok isteksizdi. Avrupa Birliği çok büyük bir hata yaparak Avrupa Birliği’ne almayı Rumları çözüme ikna etmek için koz olarak kullanmak yerine, mükafat gibi Rumlara bahşetti. Kıbrıs Rum Yönetimi 1964’den beri dünyanın gözünde  Kıbrıs Cumhuriyeti’nin meşru sahibi. Yapılan tüm yardımlar Rum Kesimi’ne yapılıyordu. Üstüne üstlük istedikleri Avrupa Birliği üyeliği de gelince, Türkleri kendilerine ortak almak istemediler. Bu nedenle Annan Planı’na referandumunda büyük çoğunlukla “hayır” dediler.

7. Bir Kıbrıslı Türk olarak olası bir çözümden beklentileriniz nelerdir?

Ben de Kıbrıs Türk halkı gibi belirsizlikten, çözümsüzlükten usandım. Ömrümüz “ha bugün, ha yarın çözüm olacak” diye geçti. Bazen düşünüyorum ki artık “ne olacaksa olsun” diyecek hale geldik. Hep bize gelecek mektupların mutlaka “Mersin, 10” ibaresi taşımasının burukluğunu yaşadık. Yurtdışı görevlerimde tanınmamışlığın zorluklarını yaşadım. Ancak bütün bunlara rağmen “nasıl olursa olsun bir çözüm olsun” demem. Kalıcı ve her iki tarafı da tatmin edecek bir çözüm olmasını isterim. Kıbrıs halkını ilerde yine 1974, 1963 dönemlerine götürmeyecek bir çözüm olmalı. Türkiye’nin etkin garantörlüğü devam etmeli.

8. Avrupa Birliği’nin Kıbrıs üzerindeki etkisi nelerdir? Rum Kesimi’nin AB üyeliği ne gibi dezavantajlar sağlamaktadır?

1981 yılında  Avrupa Birliği’ne tam üye olarak katılan Yunanistan, Ege ve Kıbrıs konusunda avantajlar elde etmeyi amaçladığı için Türkiye ile arasındaki sorunları AB platformuna taşıyarak ikili sorunları Avrupa sorunu statüsüne getirmiştir. Böylece Kıbrıs daha AB üyesi olmadan AB Kıbrıs sorununa müdahil yapılmıştır. Avrupa Birliği Türkiye’nin AB üyeliğine Kıbrıs sorununun çözümünü ön koşul haline getirmiştir. Ayrıca bana göre büyük bir hata yaparak, Güney Kıbrıs’a tam üyelik vererek desteklediği tarafı belli etmiştir. Güney Kıbrıs bu üyelikten dolayı çözüm görüşmelerinde isteksiz davranmaya başlamış, AB üyeliği avantajlarını Kuzey Kıbrıs ile paylaşmak istemediğini göstermiştir. Daha sonra yaptıkları hatayı anlayan AB üyeleri, çözüm konusunda Rum tarafına baskı yaparak etkili olmaya çalışmışlar, ancak son zamanlarda daha pasif durmaya başlamışlardır. Şimdi Amerika Birleşik Devletleri’nin ve Birleşmiş Milletlerin çözüm arayışlarında Avrupa Birliği’ne göre daha aktif oldukları gözlemlenmektedir.

Röportaj: Sarp YAKUT

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.