JEOPOLİTİK MUCİZENİN SONU: ASYA’DA GÜVENLİK VE ABE’NİN “AKTİF PASİFİZM” POLİTİKASI

upa-admin 18 Ağustos 2014 2.930 Okunma 0
JEOPOLİTİK MUCİZENİN SONU: ASYA’DA GÜVENLİK VE ABE’NİN “AKTİF PASİFİZM” POLİTİKASI

Asya-Pasifik havzası dünyanın en aktif jeopolitik mekanlarından biridir. Burada birkaç güçlü devlet bulunmaktadır. Bölgeye ABD’nin geleneksel olarak etkisi büyüktür. Şu anda işte Washington’un aktif yer aldığı güvenlik sistemi burada güçler dengesini sağlıyor. Fakat son zamanlarda bölgenin bazı devletleri mevcut status-kvonu yenileyebilecek siyasi adımlar belirlemekteler. Bu sırada Japonya Başbakanı Şinzo Abe`nin “aktif pasifizm” siyaseti ilginçtir. Uzmanlar bu siyasi adımı ayrıştırarak, tahminler yapıyor. Gerçekte ise durumun daha karmaşık olduğunu düşünüyoruz.

Tarihin Tekrarı: Yeni “Pasifist On Yıllık” mı Başlıyor?

Asya’nın büyük devletleri gelişme sonucunda yarattıkları jeopolitik mucizeyi yok etmek üzereler. Bu, daha çok Çin, Hindistan ve Japonya’ya aittir. Onları bu açıdan birleştiren temel husus ise iktidarın politikasında milliyetçiliğin geniş kapsam almasıdır.

2012 yılı sonunda Şinzo Abe`nin Başbakan olması ile Japonya’nın dış politikasında içerik değişikliği başladı. Eskiden bir takım uzmanlar meseleyi sadece siyasi retorikte milliyetçiliği ifade eden terimlerin artması olarak kabul ediyorlardı. Fakat bu ülkenin attığı gerçek adımlar durumun hayli farklı olduğunu gösterdi.

Öyle ki, 2013 yılının Aralık ayında Japonya Hükümeti stratejik nitelikteki bir sıra belge kabul etti. Onlardan “Ulusal Savunmanın Temel Yönleri Programı”, “2014-2018 Yılları Için Korumanın Beş Yıllık Programı” ve “Ulusal Güvenlik Stratejisi” daha fazla ilgi çekti. Çünkü bu belgelerde bu ülkenin yeni aşamada dış politikasının başlıca amaç ve ilkeleri belirtildi (bkz.: Валерий Кистанов. Стратегия Японии: хочешь мира – готовься к войне? / “Независимая газета”, 30 Haziran 2014).

Uzmanlar bu yeniliklerin fonunda Japonya’nın ulusal güvenlik stratejisini kabul etmesini özel vurguluyorlar. Modern tarihte bu, Tokyo için ilk olaydır. Muhtemelen Ş. Abe bu adımı önemli saydığı sorunları çözmek için atmıştır.

Onların sırasında ülkenin dünya sahnesinde ulusal çıkarları ve amaçları ayrıca yer alıyor. Belgede askeri, diplomatik, ekonomik, teknolojik ve diğer alanlardaki konular açıklanmıştır. Burada temel hedef ise uluslararası güvenlik alanında çıkarların sağlanmasıdır (bkz.: önceki makaleye).

Başka önemli bir husus tüm programların Milli Güvenlik Konseyi tarafından gerçekleştirilmesinin tasarlanmasıdır. Konsey faaliyetini Ş. Abe`nin belirlediği “aktif pasifizm” politikası üzerinde kurmalıdır. Bilindiği gibi, “pasifizm” Latin dilinde “barış” anlamına geliyor. Pasifist hareketi barış uğruna anti-askeri nitelikteki sosyal harekettir. O, savaş ve şiddete karşıdır.

Böyle sonuç çıkarabiliriz ki, Ş. Abe`nin “aktif pasifizm” politikası sadece görüşmeler yoluyla barışa nail olmayı öngörüyor. 2013 yılının sonbaharında Rusya-Japonya görüşmelerinde “iki artı iki” formülü üzerinde yapılan görüşmeler işte “aktif pasifizm” siyaseti düzleminde gerçekleştirildı (bkz.: Россия и Япония обсудили политику “активного пацифизма” / “ТВ Центр”, 2 Kasım 2013).

Fakat terminoloji çekici olsa da, burada bir ince tarihi husus vardır. 21`inci yüzyılın 20`nci yılları birçok durumda “Pasifizm On Yılı” olarak adlandırılır. Aynı dönemde Versailles-Washington sisteminden memnun olan ülkeler askeri yolla Almanya’nın egemenliğinden kurtulmak için uzlaşma yöntemini seçtiler. Burada İngiltere ve Fransa’nın daha fazla çıkarı vardı. Çünkü onlar Birinci Dünya Savaşı’ndan güçlenerek çıkmış ve kendi pozisyonlarını tutmaya çalıştılar. 1925 yılında Lokarno Anlaşması imzalandı ve Almanya Batı sınırlarını değiştirmeyeceğine söz verdi. Aynı yıl bu ülke Milletler Ligi’ne kabul edildi.

Japonya 1928 yılında siyasette askeri güç uygulamasının reddini öngören Brian-Kellogg Paktı`nı imzaladı. Ancak 1931 yılında ondan çıkarak, Çin’e saldırdı. 1933 yılında Tokyo artık Mancuriya`yı kontrol ediyordu. ABD ve Fransa Japonya’yı suçladı, onun uzlaşma temelinde Çin’le anlaşma imzalamasına ulaştılar. Onu söylemek gerekir ki, saldırı dönemi bölge ülkelerinin ekonomik sıkıntılardan çıkmakla meşgul oldukları aşamada seçilmişti.

Barış ve Savaş Arasında: Milliyetçilik Asya’yı Nereye Götürüyor?

Çoğunluğun bildiği bu bilgileri hatırlatmakta amaç pasifizm politikası ile ilgili Japonya’nın somut tarihi birikiminin olduğunu göstermektir Maalesef, o, yeterince barışçı değil. Şimdi tarih tekerrür mü ediyor? Belki, Japonya-Çin ilişkilerinde pasifist siyasetle ilgili hafızada kalmış bu bölüm şimdi Pekin, Pyongyang ve Seul’un Ş. Abe`nin programlarına şüphe ile yaklaşımına neden oldu? Bu ülkelerde Abe`ni “dış politika yırtıcısı”, “milliyetçi” ve “rövanşist” sayıyorlar (bkz.: Валерий Кистанов. Gösterilen makalesi).

Tüm bunlar Abe`nin “Ulusal Güvenlik Stratejisi” belgesinde ayrıca vurgulanan üç hükmün ışığında yeterince düşündürücü görünüyor. Birincisi, güçlerin küresel dengesindeki değişiklikler Asya-Pasifik havzasının jeopolitik önemini artırdı. Özellikle, Kuzey Doğu Asya’da büyük askeri güçleri olan ülkeler mevcuttur. İkincisi, bölgede gerginlik Kuzey Kore’nin kitle imha silahları potansiyelinin ve balistik füze üretiminin artması nedeniyle yükseliyor. Üçüncüsü, Çin’in hızla gelişmesi ve çeşitli alanlarda feallaşması Japonya’yı rahatsız eden bir faktör olarak gösteriliyor (bkz.: önceki kaynağa).

“Aktif pasifist siyaset” hattı çerçevesinde yukarıda vurgulanan üç amile karşı hangi adımların atılabileceğini tahmin etmek zor değildir.

Tokyo bunlardan başka belgede Rusya ile ilişkilerde Kuril adalarının iadesi konusunun özel bir yer alacağını kaydetti. İtiraf edelim ki, bütün manzara hiç de “tam barış yanlısı renkte” görünmüyor. Ş. Abe daha çok milliyetçi-rövanşist izlenimi veriyor. Bunu uzmanlar vurguluyor, aynı zamanda, bölgede jeopolitik durumun belirsiz yönde değişebileceğini de istisna etmiyorlar.

1988-1996 yılları arasında Avustralya’nın Başbakanı, 2000-2009 yıllarında Uluslararası Kriz Grubu’nun başkanı olmuş Gareth Evans bu bağlamda ilginç fikirler söylüyor. O, “Project Syndicate”de yazıyor ki, “Abe`nin Asya gambiti” söz konusu olmalıdır (bkz.: Gareth Evans. Abe`s Asian Gambit / “Project-syndicate.org”, 28 Temmuz 2014). Öyle ki, Başbakan`ın “Japonya’nın dış politikasını değişmesi bölgedeki mevcut kırılgan güçler dengesini bozabilir” (bkz.: önceki kaynağa).

Jeopolitik dönüşüm üç açıdan kendini daha çok gösteriyor. Öncelikle, mevcut güvenlik sisteminde ABD’nin Japonya, Güney Kore ve Avustralya ile müttefiklik yükümlülüğü vardır. İkincisi, Çin askeri yönünden güçlenirse, Washington müttefiklerine serbest şekilde orduyu geliştirme şansı verir. Üçüncü, bölgesel güvenlikle ilgili çok taraflı diyaloglar biçimi, örneğin, ASEAN ABD’nin bölgesel forumu ve Doğu Asya Zirvesi mevcuttur.

Bu ülkenin yeni dış politikası bu mekanizmaların etkinliğine zorluklar yaratır. Japonya ikili işbirliğini daha çok tercih ediyor. Bu zaman onun seçtiği ülkeler yukarıda vurgulanan güvenlik sisteminin kriterlerine uymaya da bilir. Tokyo Hindistan, Rusya, Kore ve Çin’le farklı koşullar kapsamında işbirliği yapmak niyetinde. Böyle bir durum bölgenin güvenliği konusuna farklı açı altında incelenmesi konusunu güncelliyor.

Sorunun diğer yönü milliyetçi moralin bölgenin başka ülkelerinde de siyaseti ciddi etkilemesi ile ilgilidir. Hindistan, Çin, Kuzey Kore ve Güney Kore’de Japonya’daki süreçlere benzer manzara gözleniyor. İlginçtir ki, Singapur`un BM’deki eski daimi temsilcisi Kishore Mahbubani meselenin bu tarafına odaklanıyor ve önemli çelişkiyi açıklıyor.

Onun görüşüne göre, Çin’de barış taraftarları ile savaşı tercih edenler arasında gergin mücadele gidiyor. Bu Japonya için de geçerlidir. Bu nedenle bölgenin kaderi bu ülkelerin genelinde barış taraftarlarının (“güvercinler”), veya savaş taraftarlarının (“atmacalar”) zafer kazanmasından asılıdır (bkz.: Kishore Mahbubani. Helping China`s Doves / “The New York Times”, 17 Temmuz 2014).

Görüldüğü gibi, Asya jeopolitik açıdan ikilem karşısındadır. Abe`nin “aktif pasifizm” politikası bunun bir parçasıdır. Bütün bölge devletlerinin dış politikasında dönüşümler gerçekleşmektedir. Onları birleştiren ortak nokta ise milliyetçiliğin güçlenmesidir. Bu sürecin barışa mı, yoksa savaşa mı götüreceğini kabul edilen belgeler değil, gerçek süreçler gösterecek…

Newtimes.az

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.