BATI-RUSYA KARŞILAŞMASINDA UKRAYNA FAKTÖRÜ

upa-admin 12 Aralık 2014 2.920 Okunma 0
BATI-RUSYA KARŞILAŞMASINDA UKRAYNA FAKTÖRÜ

Batı-Rusya çatışması 2000’li yılların sonlarına kadar esasen Doğu Avrupa’da cereyan etse de, bu tarihten sonra Batı dünyası post-Sovyet coğrafyasında güçlenmek için belirli şekillerde teşebbüslerde bulundu. Batı, Doğu Ortaklığı ve NATO’nun Barış için İşbirliği Programları ve diğer programlar çerçevesinde, post-Sovyet devletleri ile ilişkilerini genişletmeye ve bu ülkelerin Avrupa’ya entegre etmelerine destek verdi. Ukrayna Batı dünyası için genişleme, Rusya için ise Batı dünyasının Rusya sınırlarına doğru yakınlaşmasının önüne alabileceği mücadele meydanı mahiyetindedir. Bu mücadelenin ana hatları, özellikle 2013 yılının sonlarından itibaren daha çok hissediliyor, Ukrayna devleti ise iki güç arasında siyasi geleceğini tayin etmeye çalışıyor.

Ukrayna, 8 Aralık 1991’de Bağımsız Devletler Topluluğu Antlaşması’nı imzaladı. Bu Antlaşma’nın imzalanması, dönemin bazı siyasi ve ekonomik şartlarına dayalı olsa da, aslında içgüdüsel olarak imzalanmıştı. Bağımsızlığını yeni kazanan Ukrayna, yaklaşık 400 yıldır ortak tarihi paylaştığı Rusya’dan koparak, dış dünya ile kısa zamanda entegre olamazdı. Ekonomik olarak post-Sovyet coğrafyası ile derin bağları vardı, ama bütün bunlara rağmen Ukrayna, Avrupa ile ilişkilerini geliştirmeye çalışıyordu. Ukrayna ve Rusya arasında ilk anlaşmazlık, 1992-1993 yıllarında Sovyetler Birliği ekonomisinin bölünmesi sürecinde yaşandı. Daha sonra Kırım ve Karadeniz donanmasının kime ait olduğu tartışmaları ortaya çıktı. Ukrayna, Avrupa ile ilişkilerini geliştirmeye çalışırken, Rusya faktörünü gözardı edemezdı ve aralarındaki sorunları halletmek için 31 Mayıs 1997’de taraflar arasında dostluk ve işbirliği antlaşması imzalandı. Antlaşmada tarafların ilişkilerini güç kullanmamak şartıyla geliştirmesi, birbirilerine baskı uygulamamaları ve üçüncü taraflarla birbirine karşı yönelmiş antlaşmaların imzalanmaması yükümlülükleri vardı.

Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra post-Sovyet cumhuriyetleri açısından ekonomik kalkınma ve sosyal problemlerini halletmek önemli olsa da, daha sonraki yıllarda hayati önem taşıyan sorun, bu devletlerin siyasi geleceğinin nasıl olacağı idi. Bu daha çok ABD, Avrupa Birliği ve Rusya arasındaki ilişkilere endekslenmişti, taraflar arasındaki işbirliği ve sorunlar direk olarak post-Sovyet ülkelerini etkilemekteydi. Ukrayna’nın siyasi geleceğini de bu çerçevede analiz etmek mümkündür.

Devletlerin jeopolitik konumları onlara çeşitli alanlarda fırsatlar sağlasa da, aynı zamanda tehditleri de içermektedir. Ukrayna, tarih boyunca jeopolitik konumuna göre güçlü ve birleşik bir devlet olamadı. Her zaman batı ve kuzey arasında mücadele alanı oldu, çeşitli devletler tarafından işgal edildi, elden ele geçti. 1991’de bağımsızlığını ilan ettikten sonra da, jeopolitik konumundan kaynaklanan fırsatları iyi değerlendiremedi. Daha doğrusu Ukrayna’nın siyasi ve ekonomik eliti olmadığı için, Sovyet ve Avrupa devlet yönetim modeli esasında kurulan devlette eski Sovyet ideolojisi ile beslenen bir kuşak, bağımsız Ukrayna’da iktidara geldi. Bu kuşak; Avrupa değerlerini benimsenmekte zorlandı, ulusal çıkarlardan daha ziyade kendi çıkarlarını ön planda tutarak devleti yönetmeye çalıştı. Rusya’nın etkisi objektif ve sübjektif nedenlerden dolayı minimuma indirilemedi ve Avrupa ile entegrasyon sürecinde ciddi aksamalar oldu. Ukrayna, coğrafi bağlamda bütünlük arzetse de, fikri ve ideolojik bağlamda batısı ve doğusu arasında her zaman ciddi farklılıklar olmuştur ve bu durum bugün de hissedilmektedir. Geleneksel olarak Ukrayna’nın batısı, Avrupa değerlerine daha yakındır. Batı ve doğuda yaşayan Ukraynalılar arasında ideolojik bütünleşme, Sovyetler Birliği döneminde bile tam olarak sağlanamadı. Bunun en büyük nedenlerinden biri de, güneyde etnik Rusların sayısının daha fazla olmasıdır.

Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, Ukrayna 14 Ocak 1994’te ilerleyen yedi yılda sınırları içerisinde bulunan bütün nükleer silahları yok edeceğini taahhüt etti. Bunun karşılığında ABD ve Avrupa’dan maliye yardımları alacaktı ve güvenliğinin korunması için ABD ve Rusya, daha sonra ise Çin’den teminat alıyordu. Ekonomik sorunlarını nükleer silahların yok edilmesi karşılığında alacağı maliye yardımları ile halledeceğini düşünen Ukrayna, hem nükleer silahsız kaldı, hem de ekonomik sorunlarını halledemedi. Nükleer silahları yok etmesi, Ukrayna’nın devlet olarak yaptığı en ciddi hatalardan biridir. Bugün karşılaştığı güvenlik sorunlarının temelinde de bu vardır. Nükleer silaha sahip olan bir Ukrayna, ABD, Avrupa Birliği ve Rusya arasında pazarlıkta daha güçlü konuma sahip olur ve ulusal çıkarlarını daha iyi koruyabilirdi.

Ukrayna, Avrupa Birliği ile ilişkilerini geliştirmekle beraber NATO ile de ilişkilerine önem vermiştir. Temmuz 1997’de taraflar arasında ‘Ukrayna ve NATO arasında özel işbirliği anlaşması imzalandı. Anlaşmada güvenlik alanında işbirliği, sorunların halledilmesi, nükleer, bioloji ve kimyasal silahların yayılmaması ve silahlar üzerinde kontrol konuları yer almıştı. NATO’ya üye olan devletler, Ukrayna’nın nükleer silahsız devlet statüsüne uygun olarak onun bağımsızlığını koruyacak ve demokrasinin gelişmesine yardım edeceklerdi. Kiev’de NATO’nun Enformasyon ve Belge Merkezi açıldı, bu merkez genellikle taraflar arasında işbirliğini koordine ediyordu. Ukrayna ve Rusya’nın Avrupa siyasetinde farklı ve benzer yanlar olsa da, son yıllarda Ukrayna- Avrupa siyasetinde bazı olumlu değişikilikler yaşanmaktaydı. Rusya, Ukrayna’nın AGİT ve Avrupa Konseyi ile ilişkilerine sıcak baksa da, Avrupa Birliği ve NATO ile ilişkilerini geliştirmesinden rahatsız olmaktaydı.

Avrupa Birliği, Ukrayna’yı son yıllara kadar kendi bünyesinde görmek için acele etmese de, bu ülke ile ortaklık antlaşması imzalamak için temaslara devam etmekteydi. Ukrayna ile bu konuda ön anlaşma sağlanmıştı ve 29 Kasım 2013’te Vilnius’ta Avrupa Birliği’nin Doğu Ortaklığı Zirve Toplantısı’nda Ortaklık Antlaşması imzalanacaktı. 21 Kasım’da Ukrayna hükümeti ülkesinin ulusal güvenliğini göz önünde bulundurarak, Ortaklık Antlaşmasını imzalamayacağını bildirdi. Bu kararın ardından, hükümet ekonomik, teknolojik, ticari, siyasi, enerji alanlarında BDT’ye üye devletlerle işbirliğini geliştirmek için bir program kabul etti.

Ukrayna hükümeti, Ortaklık Antlaşması’nı imzalamaktan vazgeçtikten sonra, AB’nin karşısında vatandaşlara satılan doğalgazın fiyatının artırılmaması, sanayinin bazı alanlarında devlet desteğinin devam etmesi, ihraç alanının genişlendirilmesi, metalurji sanayi ürünlerinin ihracına engellerin kaldırılması taleplerini ortaya koydu. 15 Aralık 2013’te AB Komisyonu’nun Genişlemeden sorumlu üyesi Stefan Füle, Ukrayna Başbakan vekili Sergey Arbuzov`la görüşürken, hükümetin bu taleplerinin günümüz realitesi ile uygun olmadığını ve Ukrayna’nın ciddi yükümlülükler alması gerektiğini bildirdi.

Ukrayna hükümetinin Ortaklık Antlaşması’nı imzalamamasında ‘ulusal güvenlik’ ifadesini kullanması oldukça ilginçtir. Avrupa Birliği ile Doğu Ortaklığı proqramı çerçevesinde imzalanması düşünülen Ortaklık Antlaşması, ülkenin ulusal güvenliğine tehdit oluşturuyorsa, niye bu tehdit antlaşma metni üzerinde uzlaşma sağlanmadan önce hissedilmedi? Bu tehdit Avrupa Birliği’nden mi, yoksa Rusya’dan mı kaynaklanıyordu? Demek ki, Ukrayna hükümeti bu antlaşmanın imzalanacağı takdirde ülkeyi ne gibi problemlerin beklediğini anlıyordu.

Ortaklık Antlaşması’nın imzalanması durdurulduktan sonra, Ukrayna Başbakanı Nikolay Azarov, “AB ile Ortaklık Antlaşması’nı imzalamamayı ve Ukrayna-Rusya ticari ilişkilerini geliştirmekle ilgili görüşmelere başlamayı bize Rusya önerdi” diyerek, aslında ulusal güvenliğe tehditin kaynağını da göstermiş oldu.

Ukrayna hükümetinin bu açıklmasından sonra, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Ukrayna’nın AB ile ekonomik işbirliğine karşı olmadıklarını, ama bunun gerçekleştiği takdirde Ukrayna’nın Rusya ile ekonomik işbirliğinin mevcut düzeyde kalmayacağını, bu ülkenin NATO’ya üyeliğini kabul etmeyeceklerini ve bu durumu Rusya’nın ulusal güvenliğine ciddi bir tehdit olarak gördüklerini bildirdi.

Ukrayna, son bir yılda iç siyasetindeki kriz ortamında Avrupa Birliği ile ilişkilerini genişletmeye çalışsa da, Kırım’ın Rusya tarafından ilhak edildiği ve etnik Rusların bölücülük girişimleri silahlı mücadele aşamasına geçtiği bir sırada bu işbirliğinin perspektifinin nasıl olacağı açıktır. Ukrayna, aslında doğu bölgesi üzerinde kontrolü kaybettiği bir durumda, entegre olmak istediği Batı dünyası Ukrayna’nın siyasi, ekonomik, güvenlik sorunlarının çözümünde ihtiyaç duyduğu siyasi ve askeri desteği ona vermiyor. Bu açıdan, hatta bazı diğer konularda da (enerji, güvenlik vb.) Batı dünyası Rusya’ya yeterli cevap veremez. Sadece etkisi o kadar da fark edilmeyen ekonomik yaptırımlarla bu ülkeye baskı yapmaya çalışıyor.

Son zamanlarda Batı ile Rusya arasında Ukrayna mücadelesi gerginleşirken, Ukrayna hükümeti ABD ve Avrupa devletlerinin telkini ile, Avrupa Birliği ile ilişkilerini daha da genişletme siyasi hattını uygulamaya başladı. Ancak bu sefer de, buna paralel olarak Rusya’nın baskılarını daha yakından hissetmeye başladı. Ukrayna hükümeti, daha sonra Avrupa Birliği ile ilişkilerinde mesafe bırakarak Rusya ile ilişkilerini geliştirmeye gayret etti. Bu çerçevede; Ukrayna hükümetinin Vilnius Zirve Toplantısı’ndan önce Ortaklık Antlaşması’nı imzalamayacağını bildirdikten bir gün sonra, 22 Ekim’de muhalif  Batıkivşini Hareketi ideri Aleksandr Yaçenyuk diğer muhalif güçlərlə birlikte miting ve itiraz gösterilerine başladı ve bununla da Maydan hareketinin temelleri atıldı. Yaçenyuk, Avrupa değerlerine karşılık Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç’in 20 milyar dolara Rusya’ya satıldığını iddia ediyordu.

Ermenistan’ın Vilnius Zirve Toplantısı’nda Ortaklık Anlaşması’ndan vazgeçmesinden sonra, Ukrayna hükümetinin de bu adımı atması AB’yi ciddi anlamda rahatsız etti. AB, Ermenistan örneğinde olduğu gibi sessiz kalamazdı. Zira AB için, Ermenistan ile Ukrayna’yı ekonomik, siyasi, güvenlik ve diğer parametreler üzerinden kıyaslamak doğru olmazdı.

Ukrayna’da miting ve gösteriler devam ederken, AB yetkili temsilcisi Herman Van Rompuy, 28 Ocak 2014’de Ukrayna’nın demokrasinin gelişmesine yardımcı olacağını taahhüt etmesi durumunda Ortaklık Antlaşması’nı imzalayacaklarını bildirdi. AB, Rusya’ya karşı Ukrayna’yı dışarıdan savunamayacağını anladıktan sonra, sivil toplum örgütlerini kullanarak Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç’e baskı uygulamaya başladı. Bu sürece daha sonra öğrenciler, işadamları, sanayiciler de dahil oldu ve Yanukoviç’in devrilmesi için muhalif güçlere verilen destek arttı.

Ukrayna iç politikasında kriz daha da derinleşirken, muhalif güçler ve hükümet ortak paydaya gelemiyor, Rusya ve Avrupa Birliği arasında anlaşma sağlanamıyordu.  Herman Van Rompuy, 1 Şubat 2014’te yaptığı açıklamada Ukrayna’nın geleceğinin Avrupa Birliği’ne ait olduğunu, NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen ise Ukrayna’nın hiçbir baskıyla karşılaşmadan geleceğini kendisinin seçmesi gerektiğini söylüyordu.

2013 sonbaharından başlayan itiraz dalgası giderek büyüdü ve hükümet kolluk kuvvetlerini kullanarak düzeni korumaya çalıştı. Ukrayna ordusu ise olaylara müdahale etmeyeceğini bildirdi. Maydan hareketi, kısa sürede neredeyse iç savaşa dönüştü. ABD ve AB’den siyasi destek alan muhalefet, tüm isteklerini hükümete kabul ettirmekte direnmeye devam etti. 28 Ocak 2014’te Başbakan Nikolay Azarov istifa ettiğini bildirdi.

Mart 2014’te muhalefet devlet binalarının kontrolünü almaya başladı. Başkent Kiev’de birçok devlet kurumunun kontrolü muhalefetin eline geçti. Muhalefet cephesinden Batıkivşini Hareketi liderleri Arseni Yaçenyuk, Udar Partisi lideri Vitali Kliçko ve millet vekili Petro Poroşenko ön plana çıkmaya ve Maydan Hareketi’ni kontrol etmeye başladılar. Ordu olaylara müdahale etmese de, polis ve Özel Kuvvetler Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç’i destekliyordu.

Yanukoviç Rusya’nın, muhalefet ise ABD ve AB’nin siyasi desteğini alarak, kendi gerçekleri çerçevesinde mücadele ediyordu. Aslında olan ise, Ukrayna devletinin geleceği orta yerde kalmıştı ve kimse ona sahip çıkmıyordu. Her iki taraf da demokrasi ve insan haklarından bahsetse de, demokrasi adına taraflar yasaları çiğnemekte ve demokrasi uğrunda savaşmaktaydı. Ukrayna, devlet geleneğini ve özelliğini kaybederek uçuruma doğru ilerliyordu.

Hükümet ve muhalefet arasında güç dengesi dengelenirken, Yanukoviç olağanüstü devlet başkanlığı ve parlamento seçimlerinin yapılmasına hazır olduğunu bildirdi. Seçimlerin 2015 yılında yapılmasının öngörülmesi muhalefeti tatmin etmedi ve seçimlerin bir an önce yapılması talep edildi.

Ukrayna hükümeti ve muhalefeti arasında AB ve Rusya’nın arabuluculuk girişimleri sonucunda 21 Şubat 2014’te anlaşma sağlandı. Anlaşmada Polonya, Almanya, Fransa Dışişleri Bakanlığı yetkili temsilcilerinin de imzası vardı. Anlaşma şartlarına göre yeni anayasa hazırlanmalı, on günde içerisinde İtimat Hükümeti kurulmalı, seçim yasası değiştirildikten sonra olağanüstü devlet başkanlığı ve parlamento seçimleri yapılmalı idi. Ayrıca, taraflar bu anlaşmayı hayata geçirene kadar güç kullanmayacak ve son zamanlarda Maydan’da ölümle sonuçlanan vakalar AB’nin katılımı ile araştırılacaktı. İlginç olan ise; hükümet ve muhalefet arasında anlaşma sağlandıktan sonra, ABD Devlet Başkanı Ulusal Güvenlik Danışmanı Susan Elizabeth Rice’ın Yanukoviç’i -demokratik seçimlerle işbaşına gelmesine rağmen- artık Ukrayna Devlet Başkanı olarak görmediklerini bildirmesiydi. Taraflar arasında anlaşma sağlandıktan sonra, ABD resmi görevlisinin bu tür bir açıklamada bulunması, Ukrayna’da olayların mecrasını değiştirmeye olanak sağladı.

Ukrayna hükümeti ve muhalefet arasında anlaşma sağlansa da, muhalefet gösterilere ara vermedi. Bunun üzerine parlamentoda çoğunluğu elde eden muhalefet, Yanukoviç’i Devlet Başkanlığından azlederek, seçimlerin Mayıs ayında yapılması ve hapiste olan eski Başbakan Yuliya Timoşenko’nun serbest bırakılması kararını aldı. Parlamento, 23 Şubat’ta Devlet Başkanı ve Başbakan yetkilerinin Parlamento Başkanı Aleksandr Turçinov’a verdi. Turçinov, 25 Mayıs’ta yapılacak seçimlerde yeni Devlet Başkanı seçilene ve hükümet kurulana kadar bu görevleri üstlenecekti. Parlamentonun bu kararı almasından sonra, aynı gün Devlet Başkanı Yanukoviç ülkeyi terk ederek Rusya’ya sığındı.

Ukrayna Merkez Seçim Komisyonu 25 Mayıs’ta yapılacak devlet başkanlığı seçimlerinde 23 adayı kayda aldı. Seçimlerde rekabetin Petro Poroşenko, Yuliya Timoçenko ve Oleg Lyaşko arasında yaşanması tahmin edilmekteydi ve nitekim öyle de oldu. Petro Poroşenko, % 54,70 oy alarak Devlet Başkanı seçildi.

Poroşenko, Devlet Başkanı seçildikten sonra ülkenin karşılaştığı ekonomik, siyasi ve güvenlik sorunlarını halletmeye çalışsa da, Avrupa Birliği ve ABD’den beklenen desteği alamadı. Avrupa Birliği ve ABD, Rusya’ya karşı ekonomik müeyyideler uygulasalar da, Ukrayna doğu bölgesinde etnik Rusların ayrılıkçılık girişimlerinin önünü alamadı ve doğu bölgesi de-facto olarak Rusya’nın kontrolüne geçti. Ukrayna, doğu bölgesinde Rusya’nın destek verdiği etnik Ruslarla savaş halindeyken, ‘müttefikleri’ Avrupa Birliği ve ABD, Ukrayna’nın federalleşmesi konusunu müzakereye çıkardı.

Yeni seçilen Ukrayna Devlet Başkanı ve hükümeti, Batı yanlısı olsalar da, Rusya ile yaşanan krizin Batı dünyasının desteği ile Ukrayna’nın ulusal çıkarları çerçevesinde çözülmesi şimdilik mümkün değil. Batı dünyası, her fırsatta Ukrayna’nın bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü desteklediklerini bildiriyor, fakat Gürcistan örneğinde olduğu gibi aslında bu ülkeye ciddi destek vermiyorlar. Siyasi mücadelede Rusya, Batı dünyası karşısında bir adım önde olsa da, Batı dünyası ekonomik yaptırımlarla durumu sabit tutmaya gayret ediyor.

Dr. Hatem CABBARLI

Newtimes.az

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.