TÜRKİYE VE İSPANYA’DAKİ MUHAFAZAKÂR İKTİDARLARIN KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ: RAJOY’UN ERDOĞANLAŞMA SÜRECİ

upa-admin 27 Ocak 2015 3.783 Okunma 1
TÜRKİYE VE İSPANYA’DAKİ MUHAFAZAKÂR İKTİDARLARIN KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ: RAJOY’UN ERDOĞANLAŞMA SÜRECİ

Önsöz: Bu makale, 12 Eylül 2010 anayasa değişikliği referandumu sonrasında AKP yönetimindeki Türkiye ve ekonomik durgunluğun ardından gerçekleşen 20 Kasım 2011 genel seçimlerini kazanan Halk Partisi’nin (Partido Popular) yönetimindeki İspanya nezdinde muhafazakâr iktidarlar tarafından yönetilen iki ülkede, benzer bir şekilde artan fakat farklı sonuçlara neden olan otoriterleşme eğilimlerini incelemektedir. Bu her iki ülkedeki muhafazakâr iktidarların başındaki isimler Recep Tayyip Erdoğan ve Mariano Rajoy, gücü tam anlamıyla ele geçirmeden önce ılımlı bir perspektif çizerken, iktidarın mutlak söz sahibi oldukları andan itibaren muhafazakâr iktidarlarının önünde tehlike veya engel olarak gördükleri unsurlara karşı yasakçı bir yaklaşım sergilemektedirler.

Bu süreçlerde her iki ülkede de; özellikle yolsuzlukların patlak vermesi, yasakları ve baskı ortamını arttıran iç güvenlik yasalarının çıkması, kişi hak ve özgürlüklerini kısıtlandırma eğilimleri, kitlesel karşı koyuşlar ve toplumsal infialler neticesinde ortaya çıkan direniş hareketlerinin varlığı dikkat çekmektedir. Bu muhafazakâr iktidarların her iki ülkede de tamamen paralellik gösteren hadiselerle artan otoriterleşme eğilimlerinin neticesinde Türkiye’de AKP iktidarını ödüllendiren bir seçim sonucu ortaya çıkarken, İspanya’daki muhafazakâr iktidar Halk Partisi (PP) hükumetini ise gerçekleştirilen son kamuoyu araştırmalarına göre tam tersi bir sonuç beklemektedir.

TÜRKİYE: AKP İktidarının “İdeal Model” Dönemi

ZAPATERO-ERDOGAN-ANNAN

AKP iktidarı ilk yıllarında Avrupa Birliği nezdinde Türkiye’nin Batı ittifakındaki yerini sürekli kılabilmek için hevesli bir görüntü çizerek, mutlak egemenliklerinin inşasında toslama ihtimalleri muhtemel olan orduyu ve yargıyı tamamen siyasal iradenin güdümüne girecek şekilde dizayn etti.(1) Bu süreçte Recep Tayyip Erdoğan’ın eşcinsel haklarından(2) kadın haklarına kadar(3) birçok açıdan (salt söylem bazında da olsa) özgürlükçü ve demokratik yaklaşımları, hem Türkiye, hem de Avrupa kamuoyunda İslamcı köklerinin aksine bambaşka bir izlenim yarattı. Bu dönemde AKP iktidarı, bilhassa bu demokratik söylemlerle gözleri kamaşan Türkiye’deki liberal kesimin desteğini arkasına aldı. Hatta milletvekili seçilme yasağından dolayı iktidarı kısa bir süre AKP Genel Başkanı olarak kabine dışından yöneten ve batı dünyasına hoş mesajlar veren Erdoğan, bu örnek duruşundan ötürü Amerikan Yahudi Kongresi (AJC) tarafından cesaret ödülüne layık görülerek onore edildi.(4)

Batı ile ilişkilerini son derece düzeyli bir şekilde götüren ve ılımlı İslam’ın ideal modeli olarak gösterilen AKP iktidarının yönetimindeki Türkiye, “Medeniyetler İttifakı” projesinin (o zamanki sosyalist hükumetin yönetimindeki ve Zapatero Başbakanlığındaki) İspanya ile beraber eşbaşkanlık görevini üstlendi.(5) Nitekim bu medeniyetler ittifakında stajını tamamlamasının ardından Ortadoğu ülkelerine emsal olarak sunulan ılımlı İslam modeli, AKP hükumeti nezdinde Türkiye, ABD Başkanı Barack Obama’nın 6 Nisan 2009 tarihinde TBMM’de gerçekleştirilen tarihi konuşması(6) sonrasında model ortaklığa terfi etti.

AKP İktidarının “Güç Bende Artık” Dönemi

Türkiye’de 12 Eylül 2010 anayasa değişikliği referandumunun kabul edilmesiyle birlikte, yasama, yürütme ve yargının zamanla tek bir gücün eline geçmesinden sonra Batı ile gerçekleşen araçsal ilişkilere ve demokratik söylemlere artık pek ihtiyaçları kalmadığından dolayı tamamen bambaşka bir Erdoğan portresi belirmeye başladı. Örneğin, 2008 yılında Uşak’ta katıldığı 8 Mart Dünya Kadınlar Günü etkinliğinde “Dünya Kadınlar Günü’nün eşitliğe, adalete, barışa ve huzura vesile olmasını temenni ederim” diyerek söze başlayan Erdoğan, 6 yıl sonra katıldığı Uluslararası Kadın ve Adalet Zirvesi’nde ise kullandığı “Kadın-erkek eşitliği fıtrata ters” sözleriyle büyük tepki topladı.(7) Erdoğan, bu sözleri sarfetmesinden birkaç sene önce de “kürtaj bir cinayettir” sözleriyle dikkatleri üzerine çekmişti. Erdoğan’ın kadın bedeni üzerinde karar niteliğindeki bir hükümle “kürtajın yasaklanmasına dair hükümet olarak hazırlıklara başladıklarını” açıklaması(8), kimileri için salt o zaman ki gündemi değiştirmek için tipik bir Erdoğan taktiğiydi, kimileri içinse kamuoyuna kürtajla ilgili bir zarf atıp tutarsa uygulamaya koyacağı bir hamleydi.

Bir zamanlar Batı’nın örnek bir model olarak gösterdiği Recep Tayyip Erdoğan, zamanla muhafazakâr iktidarına karşı tehdit olarak gördüğü birçok konuda gittikçe otoriterleşen bir eğilim göstermeye başladı. “Başbelası” olarak tanımladığı Twitter (9) başta olmak üzere, Facebook ve Youtube nezdinde kitleleri iktidarı aleyhine mobilize etme potansiyeli olan sosyal medyaya karşı savaş açtı.(10) Neyse ki; sosyal medya her bertaraf edilme teşebbüsünde Anayasa Mahkemesi’nin kararlarıyla iktidarın gazabından kurtulsa da(11), Youtube ve Twitter’a erişim birçok kez engellenmeye çalışıldı. Erdoğan, zamanla vatandaşların sigara ve alkol tüketimlerinden, kız ve erkek öğrencilerin bir arada kalmaması gerektiğine, en az kaç çocuk yapmaları konusuna ve hatta evlenirken pek seçici olmamalarını bile tembihleyen, vatandaşı (özel hayatlarına dair) devlet babanın sözünden çıkmayacak çocukları olarak gören bir mutlak otorite rolünü üstlendi.

Gezi Parkı Protestoları

GEZİ PARKI PROTESTOLARI

27 Mayıs 2013 tarihinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ait iş makinelerinin gezi parkına girip ağaçları yıkma teşebbüsünün, sosyal medya aracılığıyla kısa sürede yayılması sonucunda bazı çevreci grupların parka gidip ağaçların önünde bekleyerek yıkımı durdurmaya çalışmasına emniyet güçleri orantısız bir şekilde müdahalede bulundu.(12) Polisin bu sert müdahalelerin üzerine, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın inşaatın yapımına dair ısrarcı açıklamaları da eklenince, ülkenin otoriterleşen bir polis devletine bürünmesine karşı isyan bayrağını açan protestolar artık tamamen hükumet karşıtı gösterilere dönüşerek, 1 Haziran 2013 tarihi itibariyle Türkiye’nin neredeyse tüm illerine yayıldı.(13) İstanbul’da başlayıp yurdun dört bir yanına sıçrayan bu olaylardaki orantısız polis müdahalesi ve çıkan arbedeler sonucunda, birçok insan hayatını kaybederken, birçoğu da vücutlarında kalıcı hasarlar bırakan yaralanmalara maruz kaldı. Bu olaylarda katledilen insanların çoğunun katilleri bulunmazken, bulunanlar da AKP’li yöneticilerin iddialarına atıfta bulunarak “bu bir darbeyse ben darbeyi önledim” sözleriyle kendilerini savunup(14), çok düşük nitelikteki cezalarla kurtuldular.(15) Nitekim hükumet, bu olaylar sonrasında Gezi Parkı’na dair imar planlarını tarihi belirsiz ileri bir zamana ertelese de, Gezi Parkı olayları esnasında hükumetin bu kararına direnip isyan bayrağını açanlar, hükümete karşı darbe girişiminde bulunduğu iddialarıyla yargılandılar.(16)

Yolsuzluk Operasyonları

17 aralık

17 Aralık 2013 tarihinde Cumhuriyet Savcısı Celal Kara’nın talimatları ve ilgili mahkemelerin arama kararları üzerine, Türkiye’de Cumhuriyet tarihinin bugüne kadarki en büyük yolsuzluk operasyonu düzenlendi. Bu kapsamda; aralarında bir kamu bankasının müdürü, bir Belediye Başkanı, bürokratlar, çeşitli düzeyde kamu görevlileri ve 61. Türkiye Hükümeti’nin kabine üyesi 4 Bakan ile 3 Bakan çocuğunun olduğu kişiler hakkında “görevi kötüye kullanma, ihaleye fesat karıştırma, rüşvet ve kaçakçılık” suçlarını işlediklerine dair iddiaları içeren bir soruşturma başlatıldı.(17) Bu soruşturma neticesinde gerçekleştirilen operasyonlarda, bir Bakan’ın (rüşvet olduğu iddia edilen) 700.000 TL’lik saati, yolsuzluk iddialarının delilleri olarak bazı bakan çocuklarının evlerindeki özel kasalardan ve bir banka müdürünün evindeki ayakkabı kutusundan çıkan astronomik miktardaki paralar ve toplamda milyarlarca dolarlık vurgun iddiaları bu soruşturmaya damga vurdu. Buna karşın, 61. Türkiye Hükümeti’nin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, bu operasyonları “ne istediler de vermedik” dediği Gülen cemaatinin devlet içindeki “paralel” yapılanmasının “hükumetine karşı bir darbe girişimi” olarak addetti.(18) Nitekim bu soruşturmada yer alan yargı mensuplarının(19) ve emniyet görevlilerinin(20) tamamının derdest edilmesinden sonra, kısa sürede tüm yasal prosedürlerin önü kesilerek bu yolsuzluk iddiaları rafa kaldırıldı.

Güvenlik Yasası

AKP iktidarı, polise olağanüstü yetkiler tanıyan bir iç güvenlik paketini de zamanla uygulamaya koydu. Buna göre; polisin olaylara müdahale, şahıs ve araç aramalarında yetkileri genişletildi. Buna ilaveten savcının bilgisi dâhilinde olmadan polise 24 saatlik gözaltına alma yetkisi verildi. Ayrıca daha önceki yasal düzenlemelerde, bir kişi hakkında arama kararı çıkartılması için “somut delillere dayalı kuvvetli şüpheli” olması gerekirken, bu durum herkesin bir şekilde dâhil olabileceği “makul şüpheli” ifadesiyle değiştirildi. Avukatların soruşturma dosyasına ulaşım hakkı kısıtlandırıldı. Hakkında kesin hüküm bulunmayan kişilerin bile soruşturma esnasında taşınmazlarını, alacaklarını ve mal varlıklarını kapsayacak şekilde, genel olarak kişilerin maddi haklarına elkoyma yetkisi artırıldı. Dinleme, teknik takip ve gizli soruşturmacı kullanma yetkisi genişletildi.(21) Velhasıl, Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı makamına geçmesinden sonra, Ahmet Davutoğlu liderliğinde kurulan yeni hükümetin de hak ve özgürlükleri kısıtlandıran son değişiklikleriyle beraber Erdoğan’ın bıraktığı yerden ülkedeki otoriterleşmeyi hız kesmeden son gazla devam ettirme niyetinde oldukları anlaşıldı.

İSPANYA: Halk Partisi’nin (PP) İktidar Öncesindeki Ilımlı Söylemleri

rajoy

İspanya’da Halk Partisi’nin (Partido Popular) Genel Başkanı Mariano Rajoy, 9 Mart 2008 genel seçimleri öncesinde muhafazakârların iktidarında en çok korkulan konular olan kürtaj yasasını asla değiştirmeyeceklerini ve eşcinsel evliliklerde mevcut evli çiftlerin yasal statülerine karışmayacaklarını, sadece aynı soyadını taşımamaları için bazı değişiklikler yapmayı planladıklarını beyan etti. Rajoy bu seçim vaatleriyle, o zamanki İspanya Başbakanı José Luis Rodríguez Zapatero’nun Başbakanlığındaki sosyalistler tarafından estirilen özgürlük rüzgârlarının aniden kesilmesinden endişe eden İspanyollara, seçimlerden önce tabiri caizse “canınızı acıtmayacağım” sözü verdi.(22) Muhafazakârların bu yüreklere su serpen sözlerine ve Katolik Kilisesi’nin kendilerine tam destek verdiklerini artık ayan beyan ilan edip (hatta neredeyse Halk Partisi’nin  yerini alıp) halka “sosyalist hükumete oy vermeyin” çağrıları yapmasına rağmen, 9 Mart 2008 genel seçimlerini kazanamadılar.(23)

Halk Partisi’nin (PP) İktidar Sonrası Otoriterleşme Eğilimi

İspanya’da ekonomik durgunluğun patlak vermesiyle beraber, sol kesimin kısmen sandığa küsen yaklaşımı ve muhafazakâr kitlenin başarılı bir şekilde polarize edilmesinin avantajıyla 20 Kasım 2011 erken genel seçimlerini Mariano Rajoy’un liderliğindeki anamuhalefet Halk Partisi (PP) kazandı.(24) Nitekim iktidara gelen Halk Partisi (PP), ilk icraatı olarak; ekonomik durgunluğa veya işsizliğe karşı ciddi bir hamle gerçekleştirmek yerine sosyalistlerin iktidarında tanınan ve genellikle lezbiyen çiftlerin yararlandığı eşcinsellerin çocuk edinme haklarının iptali için İspanyol Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. Birkaç sene sonra da, ülke çapında büyük tepki alan bir kürtaj yasası hazırlıklarıyla İspanyol kamuoyunun karşısına çıktı. Neyse ki muhafazakâr iktidar, “tecavüz sonucu veya annenin hayatını sağlık riskine sokmayan hamileliklerde kürtajın yasaklanmasına” dair uygulamayı düşündüğü plana gelen yoğun tepkiler üzerine, son anda kürtajla ilgili yasa tasarısı hazırlıklarından vazgeçti.(25)

Öfkeliler Hareketi’nin Protestoları

ispanya podemos

Ülkesindeki ekonomik durgunluğun önüne bir türlü geçemeyen başbakan Mariano Rajoy, 40 milyar Euro’luk bir kemer sıkma paketini gündeme getirdi. Çeşitli sosyal haklardan mahrum bırakan ekonomik kesintilerden oluşan bu 40 milyar Euro’luk kemer sıkma paketiyle, ülkenin ekonomik darboğazdan kurtulacağını savundu. Bunun üzerine ülkede ekonomik durgunluğun patlak vermesinden sonra ilk olarak 15 Mayıs 2011’de gerçekleştirdikleri 15M adını verdikleri kitlesel gösterilerle ortaya çıkan “Indignados” öfkeliler hareketi bir kez daha varlığını hissettirdi. Böylece bu öfkeliler hareketi, ekonomik kesintileri kabul etmeyeceklerini söyleyerek, aynı zamanda hareketlerinin de birinci yılı anması olan tarihte hükümeti protesto etmek için halkı bir kez daha meydanlara çağırdı. Başta Madrid ve Barcelona gibi büyük metropoller olmak üzere, bu protesto çağrısı önemli ölçüde karşılık buldu.(26) Daha sonraki yıllarda da yaşanan vahim gelişmelerle beraber, “İspanya’nın Gezicileri” denilen Öfkeliler Hareketi (şu an anketlerde ilk sırada olduklarını gösteren bir siyasi serüvenin ilk adımları olarak) İspanyolca’da “Yapabiliriz” anlamına gelen “Podemos” adıyla bir siyasi birliktelik ekseninde partileşip 2015 genel seçimlerine katılma kararı aldı.(27)

Yolsuzluk Operasyonları

ispanya yolsuzluk

19 Aralık 2013’de yargıç Pablo Ruz’un talebi üzerine İspanya’da iktidardaki Halk Partisi’nin (Partido Popular) genel merkezine ani bir yolsuzluk baskını düzenlendi. Bu soruşturma Halk Partisi’nin (PP) mali işler sorumlusu Luis Barcenas’ın rüşvetten gelen paralarla gizli bir fon oluşturup İsviçre bankalarındaki hesabına 48 milyon Euro civarı bir para aktardığı, böylece kara para akladığı ve vergi kaçakçılığı iddialarıyla tutuklu olarak yargılandığı davanın bir devamı olarak gerçekleşti. Neticede bu baskınla beraber genişleyen soruşturma iktidardaki Halk Partisi’nin (PP) birçok üst düzey parti yöneticisinin tutuklanmasına neden oldu. Bu esnada Avrupa Birliği liderler zirvesi için Brüksel’de bulunan İspanya Başbakanı Mariano Rajoy, soruşturmaya saygı duyduğunu ve parti yetkililerine de mahkemeye görevini yapması için her türlü kolaylığı göstermesi talimatı verdiğini açıkladı.(28)

İspanya’da bu hadisenin ardından, (en önemli ortak noktaları iktidarla yakınlıkları olan) birçok yerde açığa çıkan çeşitli yolsuzluk iddiaları arka arkaya patlak vermeye başladı. Öyle ki; bu yolsuzluk iddiaları zamanla İspanyol Kraliyet ailesinin üyelerini de kapsayacak şekilde genişledi. Bu anlamda başlatılan bir soruşturma kapsamında İspanya Prensesi Christina’nın eşi Palma Dükü Iñaki Urdangarin “hükümet gelirlerinde dolandırıcılık” yapmakla suçlandı. Yolsuzluk iddialarını soruşturan mahkeme; Iñaki Urdangarin’in bu yolsuzlukları eşi Prenses Christina’nın bilgisi dâhilinde gerçekleştirdiğine kanaat getirmesinden ötürü, bu yolsuzluk soruşturmasında Prenses Christina da sanık sandalyesindeki yerini aldı.(29)

Güvenlik Yasası

İspanya’da özgürlük yanlısı muhaliflerin; “muhafazakâr hükumetin polisi korumaktan çok vatandaşı sansürlenmeyi” amaçladığını iddia ettikleri, görev başındaki polisin görüntülenmesinin yasaklanmasını da kapsayan birtakım değişikliklerin gerçekleşmesi için 2012 yılından beri çeşitli yasal düzenlemeler üzerinde çalışıldı.(30) Nitekim, bu yasal düzenlemeler kapsamında gerçekleştirilen ve “Faşizm İspanya’ya geri döndü” eleştirilerine neden olan -yüksek para cezalarını da içeren- “güvenlik” kararları, yakın bir zaman önce yasallaşarak ilk meyvelerini vermeye başladı. Buna göre hafif suç kapsamında ele aldıkları işgal edilmiş alanda bulunmanın veya herhangi bir kamusal alanda toplantı yapmanın cezası 100 ile 600 Euro arası olarak belirlendi. Buna karşın, görev başındaki polisin fotoğrafını çekmek veya video kaydını almanın, otoriteye karşı sivil itaatsizliğin, protesto amacıyla banka işgal etmenin, meclisin önünde buluşmanın veya toplanmanın, tahliyeye engel olmanın veya durdurmanın cezasının ise 600 ile 30.000 Euro arasında olduğu açıklandı. Ayrıca bu değişikliklerle polisin yetkileri de genişletildi. Bu kapsamda İspanyol polisinin muhalif basın, aktivistler ve protestocular için kara liste oluşturarak bir çeşit fişlemeye gitmesinin yasal olarak önü açıldı. Bu yasal değişikliklerle polisin kendi inisiyatifinde rastgele kimlik kontrolü yapabilmesinin resmi dayanağı sağlandı. Böylece polisin artık herhangi bir emire ihtiyaç duymadan tamamen kendi kafasına göre baskın gerçekleştirebilmesi de mümkün oldu.(31)

İSPANYA ve TÜRKİYE: Karşılaştırma ve Değerlendirme

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve İspanya Başbakanı Mariano Rajoy, her ne kadar farklı dinlere mensup ve birbirlerinden pek haz etmeyen muhafazakâr liderler olsalar da, sağcı ideolojik duruşları ve otoriterleşme eğilimleri açısından tamamen paralellik gösterdikleri birçok konu mevcuttur. Her ikisi de gücü tam olarak eline geçirmeden önce kuzu, gücü elde ettikten sonra ise şahinleşen reaksiyonlar göstermektedir. Buna karşın; her iki liderin de karşılaştıkları olaylar ve yaklaşımları açısından oldukça benzer şekillerde yaşadıkları süreçler farklı biçimlerde sonuçlanmıştır. Örneğin Rajoy, partisine karşı gerçekleştirilen yolsuzluk soruşturmaları nezdinde “adalete karşı boyunlarının kıldan ince olduğunu” söylemek durumunda iken, Erdoğan tamamını reddettiği bu yolsuzluk suçlamalarını bir sonraki seçimde tabanının teveccüh gösterdiği bir mağduriyet malzemesine çevirerek partisi lehine bir avantaj olarak kullanabilmiştir.

Nitekim Türkiye’deki muhafazakâr iktidar, karşısına çıkan tüm engellere çeşitli şeytani vasıflar biçerek, bunlarla mücadele ettiği savı üzerinden kitlesini kendi lehine polarize edebilmiştir. Bu engeller bir süre geçmiş laik iktidarların din düşmanı olduğu ve onun derin izlerinin Ergenekon’a bürünüp komplolar kurduğu savı üzerinden gerçekleşirken, kendi içlerinde devletin yönetim erklerinin bir kısmını verdikleri ve Ergenekon kurgusunu inşa ederek (iktidarın mutlak egemenliğine katkı sunan) bir cemaatle zıt düşmeye başladıktan sonra ise, “paralel komplosu” tezi üzerinden farklı bir boyut kazanmıştır. Neticede sağlam bir düşmana karşı bir şekilde mücadele etmeleri gereken “deccal” figürlerinin tutması sayesinde, tüm otoriterleşme eğilimlerine ve yolsuzluk suçlamalara rağmen her defasında “kendilerine karşı düzenlenen bir darbe” söylemi üzerinden seçmen tabanını muhafaza edebilmeyi başarmışlardır.

Ayrıca Türkiye’nin dört bir yanındaki farklı kesimlerin otoriterleşmeye karşı isyan dalgalarından oluşan gezi olayları bile faiz lobisinin bir oyunu olarak yansıtılarak, bu direniş içerisinde bulunan kesimlerin bir kısmı “hükumete karşı darbe girişiminde bulunmak” suçuyla yargılanmıştır. Bu olaylarda bulunan bazı protestocular da polisin sert müdahalesi ve çıkan arbedeler sonucunda hayatını kaybetmiştir. Buna karşın, benzeri bir şekilde gelişen İspanya’daki öfkeliler hareketinin ortaya çıkışı, herhangi bir iç veya dış mihrak olarak tanımlanmadan ve herhangi bir göstericinin canına mal olmadan, ülke içerisindeki gidişattan şikâyetçi olan tüm kesimlerin ortak iradesi olarak büyüyüp ülkeyi yönetmeye aday siyasal bir parti niteliği kazanmıştır.

Türkiye ve İspanya gibi otoriterleşme eğilimindeki muhafazakâr iktidarların gölgesindeki iki ülkenin, yaşadığı benzer süreçlerin nasıl farklı sonuçlar doğurduğunu kavrayabilmek için bu ülkelerin sosyo-kültürel yapılarını ve politik dinamiklerini irdelemekte fayda vardır. Buralardaki ortak muhafazakârlaşma sancılarının farklılaşan sonuçlarını; “Allah kimine at verir meydan vermez” sözüyle açıklayabilmek mümkündür. Nitekim Erdoğan’ın “demokrasi bir amaç değil araçtır” görüşünü kılavuz edinen AKP iktidarı 2002 seçimlerinde elde ettiği atı bir süre kendi manevra alanını genişletecek şekilde sadece kısıtlı bir meydanda koşturabilmiştir. Bu meydan da karşısına çıkan tüm engeller (Ergenekon iddialarıyla pasifize edilip, 12 Eylül 2010 referandumuyla tamamen siyasal iradeye bağlanıp) bertaraf edilene kadar sadece kendi iktidar alanı içerisinde devam etmiştir. Fakat meydanın hâkimi olduğunu ilan ettiği andan itibaren olay tamamen “güç bende artık” hissini veren otoriterleşen uygulamalarla bambaşka bir boyut kazanmıştır.

Buna karşın İspanya’da Başbakan Mariano Rajoy liderliğindeki Halk Partisi (PP) iktidarı ise 2011 seçimlerinde elde ettiği “at” sayesinde sıvışabildiği her alanda boy göstermeye çalışsa da, bunu ancak belirli bir yere kadar sürdürebileceğinin farkındadır. İspanyol muhafazakârlarının Türkiye’deki gibi bir meydana sahip olmadıkları aşikârdır. Öyle ki; İspanya’daki demokrasi kültürü Türkiye’deki gibi pamuk ipliğine bağlı olmadığı için, İspanyolların sağcı iktidarı demokrasiyi tramvay misali bir araç olarak görerek istediği yerde inip bir kenara atabileceği bir meydanı hiçbir zaman bulamayacağının bilincinde bir strateji belirlemek zorundadır.

AKP hükümetleriyle Türkiye’de iktidarın son 12 yılındaki patronu Recep Tayyip Erdoğan’ın kadın erkek eşitliğini dahi salt İslamcı kodlar üzerinden değerlendirerek değişim gösteren söylemi, artık tamamen Batı ile köprüleri attığını ve sadece Ortadoğu’daki İslamcı ülkelere hitap eden bir siyasi figüre dönüştüğünü gösteren en belirgin örneklerden birisidir. 12 Eylül 2010 referandumu sonrası çok belirgin bir şekilde ortaya çıkan bu değişimin temel nedenleri olarak birçok farklı olasılık düşünülebilir. Şöyle ki; bu durum Türkiye’deki muhafazakâr iktidarın artık Batı ile herhangi bir araçsal ilişkisi kalmamasından dolayı özüne dönme ihtimali olarak değerlendirilebileceği gibi, Ortadoğu’nun baskın eğilimlerini sahiplenerek “model ortaklık” perspektifinde hitap etmesi beklenen bölgeye benzeşme zorunluluğunun da bir misyonu olabilir.

Öte yandan muhafazakâr Halk Partisi’nin (Partido Popular) lideri İspanya Başbakanı Mariano Rajoy, her ne kadar icraatlarını Avrupalılık kimliği içerisinde gerçekleştirse de, iktidar sonrası Erdoğan’la benzeri bir şekilde daha önceki söylemleriyle çelişen ve gittikçe artan bir otoriter eğilim göstermiştir. Dolayısıyla Rajoy’un iktidar olduğu 20 Kasım 2011 tarihinden bu yana sergilediği yaklaşımlar ve yaşadığı benzer hadiselerle bir çeşit farkındasız “Erdoğanlaşma” süreci içerisine girdiği gözlemlenmektedir.

 

Özcan ÖĞÜT

 

 

KAYNAK LİNKLER

1 – http://politikaakademisi.org/turkiye-ab-iliskilerinde-kendine-musluman-demokrasinin-kesfi (Erişim Tarihi: 25.01.2015).

2 – http://t24.com.tr/haber/basbakan-erdogan-escinsellerin-haklari-yasal-guvence-altina-alinmali,204994 (Erişim Tarihi: 25.01.2015).

3 – https://www.akparti.org.tr/site/haberler/ak-parti-genel-baskani-ve-basbakan-erdogan-8-mart-dunya-kadinlar-gunu-etkin/2768 (Erişim Tarihi: 25.01.2015).

4 – http://www.hurriyetdailynews.com/default.aspx?pageid=438&n=erdogan-honored-with-medal-of-courage-by-ajc-2004-01-28 (Erişim Tarihi: 25.01.2015).

5 – http://www.unaoc.org/repository/statement_foreign_ministry_english.pdf (Erişim Tarihi: 25.01.2015).

6 – http://www.whitehouse.gov/the_press_office/Remarks-By-President-Obama-To-The-Turkish-Parliament (Erişim Tarihi: 20.01.2015).

7- http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2014/11/141124_kadininfitrati_erdogan (Erişim Tarihi: 25.01.2015).

8- http://www.radikal.com.tr/politika/erdogan_kurtaj_yasasini_cikartacagiz-1089484 (Erişim Tarihi: 25.01.2015).

9 – http://www.milliyet.com.tr/erdogan-bas-belasi-twitter/siyaset/detay/1717630/default.htm (Erişim Tarihi: 25.01.2015).

10 – http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/48235 (Erişim Tarihi: 25.01.2015).

11 – http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2014/04/140402_twitter_iptal (Erişim Tarihi: 25.01.2015).

12 – http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/23405125.asp (Erişim Tarihi: 25.01.2015).

13 – http://www.milliyet.com.tr/2-5-milyon-insan-79-ilde-sokaga/gundem/detay/1726600/default.htm (Erişim Tarihi: 25.01.2015).

14 – http://www.gercekgundem.com/siyaset/86672/tekmeci-polisten-erdoganli-savunma (Erişim Tarihi: 25.01.2015).

15 – http://www.hurriyet.com.tr/gundem/28015470.asp (Erişim Tarihi: 25.01.2015).

16 – http://www.aljazeera.com.tr/al-jazeera-ozel/carsi-liderlerine-darbe-davasi (Erişim Tarihi: 25.01.2015).

17 – http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/25378920.asp (Erişim Tarihi: 25.01.2015).

18 – http://www.hurriyet.com.tr/gundem/26203995.asp (Erişim Tarihi: 25.01.2015).

19 – http://www.hurriyet.com.tr/gundem/25691274.asp (Erişim Tarihi: 25.01.2015).

20 – http://www.radikal.com.tr/turkiye/17_aralik_operasyonunun_mimari_polislere_ihrac-1194467 (Erişim Tarihi: 25.01.2015).

21 – http://t24.com.tr/haber/10-maddede-ic-guvenlik-paketi,275167 (Erişim Tarihi: 25.01.2015).

22 – http://www.elmundo.es/elmundo/2008/01/27/espana/1201463412.html (Erişim Tarihi: 25.01.2015).

23 – http://www.electionresources.org/es/congress.php?election=2008 (Erişim Tarihi: 25.01.2015).

24 – http://www.electionresources.org/es/congress.php?election=2011 (Erişim Tarihi: 25.01.2015).

25 – http://www.theguardian.com/world/2014/sep/23/spain-abandons-plan-introduce-tough-new-abortion-laws (Erişim Tarihi: 25.01.2015).

26 – http://www.ntv.com.tr/arsiv/id/25348915 (Erişim Tarihi: 25.01.2015).

27 – http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/dunya/136993 (Erişim Tarihi: 25.01.2015).

28 – http://www.reuters.com/article/2013/12/20/us-spain-raid-pp-idUSBRE9BJ0OW20131220 (Erişim Tarihi: 25.01.2015).

29 – http://www.clarin.com/mundo/infanta-Cristina-juicio-fraude-fiscal-Espana_0_1271272996.html (Erişim Tarihi: 25.01.2015).

30 – http://rt.com/news/spain-ban-photos-police-794 (Erişim Tarihi: 25.01.2015).

31 – http://www.rabble.ie/2014/12/21/fascism-is-back-in-spain (Erişim Tarihi: 25.01.2015).

One Comment »

  1. Atilla 28 Ocak 2015 at 12:14 - Reply

    Tebrikler. Iyi bir çalisma ve gerçekleri güzel yansitmissiniz.

    Devamini dilerim.

    Saygilarimla,

    Atilla Risvanoglu

Leave A Response »

Cevabı iptal etmek için tıklayın.

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.