TÜRK-ÇİN İLİŞKİLERİNDE UYGUR (DOĞU TÜRKİSTAN) SORUNU

upa-admin 19 Temmuz 2015 3.512 Okunma 0
TÜRK-ÇİN İLİŞKİLERİNDE UYGUR (DOĞU TÜRKİSTAN) SORUNU

Türkiye Cumhuriyeti son dönemlerde dış politikadaki yönelimini dünyadaki farklı kıtalara ve bölgelere çevirmiş, bu konuda önemli bir atılım da yapmıştır. Bu kıtalardan biri de Asya’dır. Asya nezdinde, özellikle Çin ve Rusya ile ilişkilerin derinleştiğinden bahsedilebilir. Türk-Çin ilişkilerinin tarihi çok eskilere dayanmakla beraber, ilişkilerin 21. yüzyılda yeni bir çerçeveye oturduğu da reddedilemez bir gerçektir. Ancak bu ilişki, içinde önemli bir pürüz barındırır. Çin’in Uygur Özerk Bölgesi’nde yaptığı iddia edilen zulüm, özellikle konu Türklük ve Müslümanlıkla alakalı olduğu için istismara açıktır.

Türk-Çin ilişkilerinin tarihi, daha önce de bahsedildiği gibi çok eskilere dayanır. Türkler, atayurdu Orta Asya’da hüküm sürerken, Çin İmparatorluğu ile sık sık karşı karşıya gelmişler, savaşmışlar ama bunun yanında ticaret de yapmışlardır. Türklerin Orta Asya’dan göçü sonrası ilişkiler azalmış olsa da, Osmanlı İmparatorluğu’nun Çin’e çeşitli zamanlarda elçiler gönderdiği bilinmektedir ve bu adım, iki ülkenin özellikle kültürel ve ticari açıdan ilişki kurmalarını sağlamıştır. Kültürel ilişki kurmak ve geçmiş münasebetlere atıfta bulunmanın haricinde, Çin ve Osmanlı İmparatorluğu 19. yüzyılda aynı kaderi paylaşmış ve bir zamanlar Avrupa’yı ekonomik ve askeri açıdan tahakküm altında tutarlarken, bahsedilen dönemde Avrupalı devletlerden geride kalmışlardır. Çin İmparatorluğu, 1820’de dünya gayri safi milli hasılasının % 32,5’ini kendi elinde tutarken, bu durum 19. yüzyılın sonlarına doğru gerilemiştir. Anlaşılan, iki medeniyet de modernizasyonunu tamamlayıp, Avrupa’yı sonradan yakalamak durumunda kalmışlardır.

Türkiye Cumhuriyeti, 1923’de kurulması ile birlikte Batı modernizasyonunu tamamlama yolunda önemli adımlar atarken, Çin, ancak 1949 yılında kurduğu komünist yönetim ile bağımsızlığını ve ekonomik gücünü eline alabilmiştir. Bu tarihten sonra farklı kamplarda yer alan iki ülke, Çin’in Sovyet tahakkümünden sıyrılma ve ekonomisini dünyaya açma girişimleriyle beraber, tekrar belli başlı bir ilişki oturtturmuşlardır. Türkiye tarihinde Çin’e ilk ziyareti Kenan Evren yaparken, SSCB’nin dağılması ile birlikte ikili ilişkilerde gelişme sürecine girilmiştir. 1995 yılında dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in Çin’i ziyareti ve bundan 5 yıl sonra Çin Devlet Başkanı Jiang Zemin’in iade-i ziyareti sonrasında, ekonomik ve siyasi ilişkiler belli bir düzeye gelmiştir. 2010 yılında iki ülkenin ticari hacmi 17 milyar doları bulurken, aynı yıl Çin Başbakanı Wen Jiabao’nun Türkiye’ye yaptığı çalışma ziyareti sonrasında, iki ülkenin ticari hacminin 2015’te 50 milyar dolar, 2020 yılında ise 100 milyar dolar olması üzerinde anlaşmaya varılmıştır. Bu rakamları verirken, dengenin Türkiye aleyhine olduğunu belirtmenin faydasını görüyorum.

Ekonomik işbirliğinin haricinde, Türk Silahlı Kuvvetleri ve Çin Halk Kurtuluş Ordusu, Konya’da ortak bir askeri tatbikat yapmış ve bu tatbikat, herhangi bir NATO ordusunun Çin ordusu ile yaptığı tek tatbikat olup, ABD tarafından pek hoş karşılanmamıştır. Türkiye Cumhuriyeti, uzun yıllardır dayandığı Batı ittifakı ve NATO üyeliği ile, dış politikada belli başlı manevraları yapamamıştır. Ancak son yıllarda, özellikle Rusya, Çin ve İran ile gerçekleştirdiği yakınlaşma, aslında Türk dış politikasında bir denge kurmak ya da çeşitlendirmeye gitmek olarak algılanabilir. Türkiye’nin ayrıca Şangay İşbirliği Örgütü’ne tam üye olması ihtimali, her ne kadar doku uyuşmazlığı üzerinde durulsa ve Türkiye’nin Batı müttefiki olması bu konuda psikolojik bir engel teşkil etse de, halen mevcuttur. Türkiye’nin Şangay İşbirliği Örgütü’nün haricinde, ASEAN ile de ekonomik ilişkileri mevcuttur.

Vietnam, Güney Kore ve Japonya haricinde, Çin ile ilişkilerinin derinliği açısından Türkiye, dünyanın önde gelen ülkelerindendir. Bu derin ve tarihi ilişkilerin, özellikle Çin’in ekonomik ve siyasi atılımının bulunduğu günümüzde had safhada önemi vardır. Türkiye ve Çin, 21. yüzyılın Yeni İpek Yolu projesiyle önemli bir ortaklığa adım atmışlardır. Bu ortaklıkları, Afrika’da uyguladıkları diplomatik açılımları ile de örtüşmekte ve birlikte bahsi geçen kıtayı daha istikrarlı ve müreffeh kılmak üzerine çalışmalar yapmaktadırlar. Ancak, her ilişkide olduğu gibi Çin-Türkiye ilişkisinde de bir pürüz vardır. Uygur Sorunu, Türk-Çin ilişkilerinde Demokles’in kılıcı gibi ülkelerin üzerlerinde durmaktadır.

Uygur Özerk Bölgesi, tarih boyunca Türk Devletleri ve Çin İmparatorluğu arasında el değiştirmiştir. 1878’de Çin işgali sonunda İmparatorluğun topraklarına dâhil olan Uygur Özerk Bölgesi, 1.828.418 kilometrekare ile Çin’in en geniş idari bölgesidir. Zaman zaman bağımsızlık adımları atsa da, Çinliler uyguladıkları iskân ve baskı politikalarıyla bu bölgeyi kendi haline bırakmak konusunda bir hayli isteksizlerdir. Bu bölgeyi bu kadar arzulanan kılan ise jeopolitik önemidir. Uygur Özerk Bölgesi, Soğuk Savaş sırasında Çin ile SSCB arasında tampon bölge görevini yerine getirmiştir. SSCB’nin dağılması ve Sovyet tehdidinin ortadan kalkmasına rağmen, Çin, bu bölgede halen kara ve hava kuvvetlerini bulundurmakla birlikte, nükleer başlıklı füzelerinin de büyük bir kısmını Uygur Özerk Bölgesi’nde tutmaktadır.

Uygur Özerk Bölgesi’nin bir başka önemi ise yeraltı zenginliğidir. Çin’de çıkarılan minerallerin % 78’i bu bölgede bulunurken, çıkarılan 148 madenin 111’i de buradadır. Çin’in toplam maden ocaklarının % 85’i Uygur Özerk Bölgesi’nde olup, çıkartılan madenler arasında kömür, demir, uranyum, volfram, manganez, krom, kurşun, molibden, çinko, berilyum, lityum, niyobyum, tantal, sezyum, beyaz mika, asbest ve altın vardır. Uygur Özerk Bölge’sinin ekonomik zenginliği haricinde, bölgenin Orta Asya ile olan etnik, dini ve kültürel ilişkileri sebebiyle, Çin, bahsi geçen bölgeyi Orta Asya’ya açılan bir kapı olarak görmektedir. İşte yukarıda sayılan sebepler doğrultusunda, Uygur Özerk Bölgesi Çin için hayati önem taşır ve Çin bölgeyi kontrol altında tutmayı öngörür.

Uygur Özerk Bölgesi’nin Çin’e yeni dâhil olduğu yıllarda % 6’ya tekabül eden Han nüfusu, yıllar ilerledikçe iskân politikalarıyla % 50’ye varmıştır. Ayrıca bölgedeki ekonomik zenginliğin paylaşımı konusunda adaletsiz davranıldığı ve Uygur Türklerinin dini ve etnik gerekliliklerini yerine getirmelerinin engellenmiş olduğu yönünde iddialar vardır. Ülkemizde baskı ve zulüm haberleriyle sempati toplayan Uygur Özerk Bölgesi, genellikle Doğu Türkistan olarak anılmaktadır. Doğu Türkistan’ın din, dil, tarih ve kültürel evsafı sebebiyle, ülkemizden hayli uzak olan bu toprak parçası, halkımızdan epeyce ilgi görmektedir. Özellikle 2009’da Uygur Özerk Bölgesi başkenti Urumçi’de gerçekleşen olaylara Türk kamuoyu da dâhil olmuş ve ülkede Çin düşmanlığına varan bir durum söz konusu olmuştur. Ben de o dönemde Taşkent’te Türkiye Büyükelçiliği’nde görev yaparken, Türk Askeri Ataşesi’nin ön ayak olduğu bir dizi toplantıya tanık olmuştum. Türkiye, bu dönemde olaya gerektiği ölçüde ve sıcağı sıcağına dâhil olma erkini göstermiştir. Ayrıca, geçtiğimiz günlerde sosyal medyada dolaşan fotoğraflar, Türkiye’de yaşayan vatandaşlarımızı duygusal düşünmeye itmiş ve Çinli olduklarını düşündükleri insanlara saldırıları getiren pek çok olumsuz protestolara sebebiyet vermiştir.

Doğu Türkistan söylemi, Çin tarafından ayrılıkçı bir söylem olarak kabul edilmekle birlikte, bölgede bulunan tüm eylemcileri Amerikan ajanı ya da El-Kaideci olarak yaftalamak da Çin’in devlet politikasıdır. Çin’in Orta Asya’ya açılmasının Amerika ve Rusya tarafından çok iyi karşılanmadığını düşünürsek, her etnik sorun gibi Uygur Sorunu da bazı ülkeler tarafından kullanılmakta ve soruna ev sahipliği yapan ülkeleri tabiri caizse hizaya sokmaya yaramaktadır. Çin, bugün de insan hakları konusunda çoğu örgüt tarafından eleştirilmektedir. Çin hükümetinin Uygur haricinde, başta Tibet Özerk Bölgesi olmak üzere uyguladığı asimilasyon ve baskı politikaları, günümüzde dünya kamuoyu tarafından gayet iyi bilinmektedir. Ancak Çin, iç işlerine karışmak olarak algıladığı bu eleştirileri hem iyi karşılamamakta, hem de bu tarz insan hakları örgütlerine izin vermemektedir. Bu sebeple, Çin’in insan hakları ihlalleri hakkında çok detaylı bilgiye sahip olamasak da, gerek dışarıdan incelendiği kadarıyla, gerekse de son yıllarda gazeteci ve insan hakları sözcülerinin tutuklanmaları nedeniyle, bu ülkenin insan haklarına bakışı konusunda sıkıntılar olduğu düşünülmektedir.

Çin, dış politika prensibi bakımından ülkelerin iç işlerine karışan demeçlerden uzak durmakla birlikte, kendi ülkesine yönelik eleştirileri de iç işlerine karışmak olarak değerlendirip, bunlara sert cevaplar vermektedir. Türkiye’nin zaman zaman Uygur Özerk Bölgesi’nde yaşanan olaylar konusundaki söylemleri de, genelde aynı sertlikle karşılanmakta ve halihazırda gündemimizde bulunan Çin zulmü ile ilgili olan düşünceler devlet katında çok hassas kavrayışlarla yorumlanmaktadır. Aslında Türkiye Cumhuriyeti’nin de Çin’in benzeri bir soruna sahip olduğu söylenebilir. Ancak Uygur Özerk Bölgesi, adından da anlaşılacağı üzere, özerk olması gereken bir yerdir. Ancak bu özerk yönetime, ne kendi iç siyasi kaderi konusunda, ne de kendi ekonomisini yönetme konusunda izin verilmemektedir. Türkiye’deki Kürt Sorunu’nu Uygurların maruz kaldıklarına benzetmek, bu nedenle pek de doğru olmaz. İki örnekte de baskı ve zulüm vardır, ancak tarihi oluşumu ve demokrasinin işlerliği konusunda bağdaşmazlar.

Sonuç olarak; Türkiye, Çin ile ilişkileri konusunda Uygur Sorunu’nu çok ön plana sürmemekle birlikte, bu iki ülke arasında zaman zaman ortaya çıkan bir pürüzdür. Bunun haricinde, Türkiye-Çin ilişkileri her daim yükselme seyrindedir ve önemli ekonomik, siyasi ve askeri işbirliklerine gidilmektedir. Her ülkede olduğu gibi, Çin’de de etnik sorunlara konu olan olaylar zaman zaman cereyan etmektedir. Ancak, Çin’in geçmişinde görülmüş insan hakları ihlalleri ve özerk bölgelere uyguladığı baskılar da bilinen bir gerçektir. Türkiye, ülkelerle kurduğu ilişkilerde kuruluş felsefesinin getirdiği barışçıl politikaya dikkat etmelidir. Türkiye, ülkelerin iç sorunu tartışmaya açmak yerine, uluslararası normlara bağlı kalındığının altını çizen demeçler ve etkin bir dış politika ile ülkeleri kendi kapasitesi çerçevesinde ve kendi bildiği doğruya yakınlaştırmayı denemelidir.

Basri Alp AKINCI

 

 REFERANSLAR

http://tuicakademi.org/index.php/roportaj-ve-soylesiler/4673-baris-adibelli-ile-turkiye-cin-iliskileri-uzerine-soylesi

http://tuicakademi.org/index.php/bolgeler/diger/3786-dogu-turkistan

http://sondakika.com/haber/haber-turkiye-nin-cin-ile-iliskilerinde-uygur-sorunu-7494658/

– Fidan, Giray (2015), “Turkish-Chinese Relations”, Turkish Foreign Policy in the New Millennium. edited by Ozan Örmeci & Hüseyin Işıksal, Peter Lang: 627-635. Amazon: http://www.amazon.com/Turkish-Foreign-Policy-New-Millennium/dp/3631664028/.

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.