2016’DA BİR SANDIK DAHA MI VAR?

upa-admin 28 Aralık 2015 2.135 Okunma 0
2016’DA BİR SANDIK DAHA MI VAR?

Türkiye, 2016 yılına girerken, siyasal açıdan bir sarmalın içinde yer alıyor. Ekonomik ve siyasal gündemde ele alınacak pek çok konu başlığı varken, özellikle 2014’deki Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra, ülke, Başkanlık ve özerklik ekseninde siyasal-toplumsal bir hesaplaşmayla çalkalanıyor. Gerçekten de, toplumun gündeminde her iki konu da yer alıyor mu? Bu bir polemik konusu; ne var ki Ortadoğu’da yaşananlar ve ülkemiz siyasetinin dinamikleri, başka bir siyasetin mümkün olmasını engelliyor.

Aslında, 2005’te, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan Diyarbakır’ı ziyaret ettiğinde, Kürtlerle ilgili “yeni açılımlar” beklentisi yaratılmıştı. Tıpkı 1991 genel seçimlerinin ardından DYP-SHP koalisyonunun kurulmasının akabinde, Demirel ve İnönü’nün Diyarbakır’ı ziyaret etmesinde olduğu gibi, ülke genelinde ve bölgede olumlu bir atmosfer vardı. O dönemde, Başbakan Demirel, merkez sağ ve sosyal demokrat koalisyonun lideri olarak, yardımcısı İnönü ile birlikte, Diyarbakır’da “Kürt realitesini tanıyoruz” demişti. 1991 parlamentosundaki “yemin tartışmaları”, Çiller’in Başbakanlığı sırasında 1994’te DEP’li milletvekillerinin TBMM önünde gözaltına alınması, faili meçhuller derken, o dönemde ancak “bir arpa boyu yol” alınmıştı.  1999’da PKK terör örgütünün başı Öcalan Türkiye’ye teslim edildiğinde, terörün sona ermesiyle ilgili, yine büyük bir umut ve beklenti yakalanmıştı. Gelgelelim, terör örgütünün başı, uyum yasalarıyla ölüm cezasından kurtulup, İmralı’da “müebbet cezası”na çarptırıldıktan sonra, gün geçtikçe siyasallaştı ve devletin bürokratik kurumlarıyla girildiği iddia edien diyaloglardan sonra, sıranın siyasete gelmesi beklendiyse de, yine “eskiye dönüş” başladı.

7 Şubat 2012’de MİT müsteşarı Hakan Fidan’ın mahkeme tarafından çağrılması, kamuoyundan saklanan Oslo görüşmelerini açığa çıkarttıysa da, hem istihbarat şefi mahkemeye gitmedi, hem de çıkarılan ivedi yasalarla “yasal koruma” içine girdi. Sözü edilen görüşmeler, terör örgütü ile devletin istihbari kurumu ve bürokratları arasında, bir Batılı ülkenin “hakemliğinde” gerçekleştirildiği öne sürülen görüşmelerdi. Ve adı da “çözüm süreci”yle birlikte anılıyordu. “Akil adamlar”, bu işin PR’ını yapacak, nihayet “kesin çözüm” bulunacaktı! Peki beklenti neydi? Hem Öcalan’ın serbest kalacağı, hem özerkliğin anayasal zemine kavuşacağı, hem de Başkanlık sisteminin yürürlüğe gireceği, yani “ulus-devlet”i bitiren bir federasyon, hatta terör örgütü başının deyimiyle, “Ortadoğu konfederasyonu”nun başlangıcı bir “globaliter” devletti?..

2015, seçim senesiydi… 28 Şubat 2015’de, tüm bu yaşananların ardından, siyasal iktidar ve HDP’li yöneticilerin verdiği fotoğrafla, seçim sonrası kapsamlı bir anayasal değişikliğin işareti veriliyordu. Yeni anayasa, Başkanlık ve özerklik demekti? Ancak hesaplanamayan durum, Erdoğan’ın bu sefer Cumhurbaşkanı olarak süreci sonlandırmasıydı. “Dolmabahçe mutabakatı”nı reddeden Erdoğan, 2015 Nevruz’unda, terör örgütü başının Diyarbakır’da okunacak metnindeki yüksek beklentiyi düşürdü, yerine “düşük profil”li bir açıklama okundu. HDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın 2014 Ağustos’unda % 9’u aşan Cumhurbaşkanlığı seçimindeki oyları, 2015’te Batı’dan da aldığı oylarla HDP’yi parlamentoya taşıdı. Burada ilginç bir siyasal hesaplaşma oldu. Erdoğan, “mutabakat”ı reddetmeden önce, HDP Genel Başkanı “tek tümcelik” grup konuşmasında, “Seni başkan yaptırmayacağız” demişti. Böylece, HDP’ye Batı illerinden verilen “ödünç oylar”, Erdoğan karşıtlığı üzerinde konsolide olan bir sol yüzeyde somutlaştı. Bu arada, terör örgütünün KCK yapılanması, seçim sonrasında, “sözde ateşkes”i bozacaklarını duyurmuştu.

7 Haziran 2015-1 Kasım 2015 arasındaki “belirsizlik” döneminde, Temmuz 2015’te yeniden başlayan terör saldırıları, Suruç patlamasının gölgesinde kaldı. IŞİD’in üstlendiği Suruç’un yanısıra, PKK da yeni terör saldırıları düzenlemeye başlamış, kimilerine göre, “terör ve belirsizlik” ortamında, “kararsız oylar”, siyasal iktidarda konsolide olmuştu. Üstelik bu saldırıların içinde, yine IŞİD’le anılan ve ülkemiz tarihindeki en kanlı terör saldırısı olan Ankara faciası da vardı.

Suriye’deki kaos, IŞİD dahil İslamcı militan örgütlerle iddia edilen ilişkilerin yanında, PKK terör örgütü, Suriye’deki “paralel” yapılanması PYD ile, Türkiye-Suriye sınırında, bir antite oluşmasına vesile oldu. Üstelik 1 Kasım sonrasında, KCK yapılanmasının, devletin kamu yönetimine paralel örgütlenmesini yaşama geçirerek, hem alternatif bir yönetim modeli oluşturma, bunu da “özyönetim” ya da “özerklik” adı altında, “halk ayaklanması” adı verilen taktiksel süreçlerle, zorla dayatma gayreti, ülkeyi kanlı bir senaryoya sürükledi. Bir yandan “çözüm süreci” adı verilen dönemde, terör örgütünün yapılanması karşısındaki durağanlık, öte yandan “terörle mücadele” sırasında, halkın arasına karışan terör örgütü mensuplarıyla yaşanan çatışmalar ve ne yazık ki, sivil kayıpların ağırlaşması, karşımıza kanlı bir bilanço çıkarıyor.

Ülkede her bir siyasal tartışma, ekonomik konular, tek bir eksene hapsediliyor. O da, “Başkanlık-özerklik” ekseninin yansımaları ve olası yeni hamleleriyle sınırlanıyor. Muhalefet zemininde ise, ana muhalefet partisi, bizzat genel başkanı aracılığıyla, 2011 ve 2015 genel seçimleri öncesinde, “Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı”ndaki çekincelerin kaldırılmasını vaat ederek, bugünkü polemiklerde yer alan, “özyönetim” ya da “özerklik” olmasa da, “idari özerklik” konusunda kapıyı aralamıştı. Partinin yetkili kurullarında, 2011’de yer almayan bu “vaad”in, 2015’teki durumu da tartışmalıdır. Ve bütüncül bir siyasetin parçası olarak değil de, daha çok eklektik bir öneri olarak yerini korumaktadır. MHP klasik çizgisinde, siyasal iktidarın gölgesinde kalırken, HDP de terör örgütünün vesayeti altındadır. Siyaset, deyim yerindeyse çözüm üretemez duruma gelmiştir.

Suriye özelinde yaşananlar, Rusya’nın 30 Eylül 2015’te başlayan müdahalesiyle boyut değiştirmiş, “PYD koridoru”ndaki 98 km’lik ara, Rus takviyesiyle “kapanma” durumuna gelmiştir. Nitekim geçen hafta sonu, söz konusu hattın güney tarafında, PYD tarafından “Fırat’ın batısı”na geçilmiştir. Bizzat Türkiye’deki yetkililerin ilan ettiği “kırmızı çizgi” böylece geçilmiş, Rusya’yla “uçak düşürme” sonrası gerginleşen Türkiye, 24 Kasım 2015 sonrasında, bu ülkeye yönelik manevralarını “sıfırlamak” durumunda kalmıştır. İşin çıkmaz yanı, Türkiye’nin Suriye’deki faaliyetlerinin daha çok cihadçı terörle birlikte anılması ve savlanmasıdır. Zaten vurguladığımız 98 km’lik ara ve güneydeki devamı da IŞİD bölgesidir.

Rusya-İran-Suriye-Hizbullah “çemberi”nde güvenlik sorunları yaşayan ülkemiz, İsrail’le ve Batı’yla ilişkilerini anımsamak ve yaşama geçirmek durumunda kalmıştır. Zaten NATO üyesi ve ABD müttefiki olan Türkiye’nin Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’da, “bölgesel vesayet” temelinde olan arayışları, ciddi anlamda zafiyete uğramıştı. Irak’ta Barzani’yle dayanışma içine giren Türkiye, Suriye’de “PYD koridoru” karşısında, ciddi güvenlik endişeleri yaşamaya başlamıştır. Zira, PYD-PKK çizgisi, Türkiye içindeki “terör kampanyası”yla, sınırın iki yanında, “fiili bir durum” yaratma arayışı içindedir.

İşin bunca yapısal boyutları varken, 27 Aralık 2015’te DTK adı verilen “bölgesel yapılanma”, Türkiye’ye karşı “özyönetim”i dayatan 14 maddelik bir bildirge yayınlamıştır. Söz konusu bildirge, 2015 öncesinde olduğu gibi, kapsamlı anayasal değişiklikleri ve olası referandumları içermektedir. Siyasal iktidar ve HDP arasındaki gerilimde, parlamento içinde, ne başkanlık, ne de özerklik için, referandum için bile olsa bir çoğunluk rakamına ulaşılamamaktadır. Bunca gerilim acaba bir seçimle daha sonuçlanır mı? Siyasal iktidarın olası seçim için, parlamentoda çoğunluğu var. Buna dayanarak, “HDP”siz hatta “MHP”siz parlamento tasarımında, referanduma dahi gerek kalmadan, parlamento içinde, anayasayı tek başına değiştirme sayısına, 367’ye kavuşulabilir mi? Bu kolaylıkla “başkanlık tasarımı”nı tamamlarken, “terör kampanyası”nda belli bir noktaya ulaşan HDP-PKK çizgisi,  özerklik konusunu yeni sistem içinde olgunlaştırabilir mi?

Soru çok, yanıtları henüz yok. Siyaset toparlanırsa, belki çözüm önerilerini alabiliriz.  2016’da herkese barış, huzur ve mutluluklar dilerim…

Yrd. Doç. Dr. Deniz TANSİ

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.