ABD’NİN KOSOVA SAVAŞI’NA İLİŞKİN POLİTİKASI

upa-admin 07 Haziran 2016 3.595 Okunma 0
ABD’NİN KOSOVA SAVAŞI’NA İLİŞKİN POLİTİKASI

Giriş

Balkan coğrafyasının kalbinde yer alan Kosova, tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapan çok kültürlü yapısıyla, zaman içerisinde birçok devletin hüküm sürdüğü bir bölge olmuştur. Farklı dillere, dinlere, kültürlere ev sahipliği yapan Kosova, Balkanlarda stratejik bir öneme sahip olması nedeniyle, birçok devletin tarih boyunca egemenlik altına almak istediği bir yerdir. Kosova’nın tarih boyunca devletlerce egemenlik mücadelesinin verildiği bir alan olması ve merkezi konumu nedeniyle, bu bölgenin tarihi, daha çok etnik çatışmaların, savaşların ve kaosun yaşanması şeklinde geçmiştir. “Kosova, coğrafya olarak bugünkü Sırbistan’ın en güneyinde; Makedonya, Arnavutluk ile Karadağ üçgeni arasında bulunmaktadır.”[1] Bulunduğu coğrafi konum itibariyle ticaret yollarının üzerinde olması ve sahip olduğu yeraltı kaynakları nedeniyle, siyasi mücadelenin tarih boyunca en üst seviyede olduğu bir Nayer olma özelliğine sahiptir. “Coğrafi konumu nedeniyle Balkanların merkezi noktasını teşkil eden Kosova’ya, tarihte egemen olan medeniyetlerin, Asya ile Avrupa arasındaki bağlantı noktasını kontrol edebilmesi de Kosova’ya farklı bir önem katmıştır.”[2]

Kosova’nın Tarihsel Arka Planı

Kosova, tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapan bir yer olarak, hem Arnavutların, hem de Sırpların hak iddiasında bulunduğu bir yerdir. Hak iddialarını, bu milletler, tarihsel olarak ilk kimin Kosova’ya geldiği üzerine temellendirirler. Bu tarz bir temellendirmenin günümüz dünya düzeninde ve uluslararası hukukta bir karşılığı olmasa da, hak iddiasının meşruiyetinde önemli olduğu için, taraflarca dillendirilmeye devam edilir. Kosova’ya tarihte ilk gelenler, Arnavutların ataları olan İliryalılar’dır. “Arnavut tarihçileri, günümüz Arnavutlarının antik İliryalıların torunları olduklarını ve Bronz Çağı’ndan beri bugün yaşadıkları topraklarda yerleşik olduklarını ileri sürer.”[3] Bu durum, Kosova’yı Arnavutların tarihsel olarak vatanları olarak görmelerindeki en önemli etkendir.

Kosova, Arnavutlar için olduğu kadar Sırplar için de tarihsel olarak önem arz eden bir yerdir. Slav ırkı olan Sırpların Kosova’ya gelişi, 6. yüzyılın başlarına denk düşmektedir. Bu bağlamda, Kosova konusunda Arnavutların daha eski olduğunu söylemek mümkündür. Sırplar için, Kosova, kendi milli kültürlerinin doğduğu yerdir. “Güney Slavlarının uluslaşması, kendi kimliklerini bulup geliştirmeleri Kosova toprakları üzerinde gerçekleşiyor.”[4] Bu durum göz önüne alındığında, Sırplar için Kosova, adeta Kudüs kadar kutsaldır. Arnavutlar, atalarının daha önce yerleşmesinden ötürü, bu bölgenin otokton halkıdır. Sırplar ise, göç yoluyla Kosova’ya gelmiştir ama Sırplar için burası kendi tarihlerinin başladığı yerdir.  Kosova konusunda tarihsel olarak hak iddiasında bulunan iki gruptan Arnavutların ataları, İliryalılar döneminde Bronz çağında buraya gelmiş olmalarından ötürü, Sırplardan daha eskidir. Sırpların göç ettikleri tarih ise, Orta Çağ dönemine denk düşmektedir. Yine de, her iki grup arasında kimin önce yerleştiği hala ihtilaflı bir konudur.

Arnavutlar ve Sırplar, dinsel ve etnik anlamda farklı iki gruptur. Arnavutlar, otokton halk olarak Balkanlarda Slav olmayan ender gruplardan biridir ve Osmanlı döneminde İslam dinini kitleler halinde benimsemeleriyle de, Ortodoks olan Sırplardan ayrılmaktadır. İki grubun bu farklılıkları, Kosova üzerinde çatışmalı bir sürecin de temel nedenlerinden biridir. Sırplar, Kosova’ya daha geç gelseler de, Orta Çağ’da bu bölgede egemenlik kurmuşlardır. “11. yüzyılda Sancak’ta kurulan Orta Çağ Sırp Krallığı, 12. yüzyıl sonları ile 13. yüzyıl başlarında tüm Kosova’yı fethetmiştir.”[5] Orta Çağ’da kurulan bu Sırp Krallığı, Kosova’daki Sırp kültürünün de tarihsel derinliğini gösteriyor. “Kosova, Sırplar açısından, dinsel önemi de çok büyük olan bir bölgedir.”[6] Bu bağlamda, günümüzdeki Sırp milliyetçiliğinin gelişmesinde Orta Çağ’da kurulan Sırp Krallığı ve Ortodoks Sırp Kilisesi’nin varlığı yadsınamaz derecede önemlidir. Sırpların Kosova üzerindeki egemenliği, Osmanlılarla karşılaşmalarına kadar sürmüştür. Tarihe Kosova Savaşı olarak geçen mücadelenin sonunda, Kosova’daki Sırp egemenliği son bulmuştur ve 500 yılı aşkın sürecek bir Osmanlı egemenliği başlamıştır. Osmanlı zamanında Kosova’da dengeler Sırpların aleyhine gelişmiştir.

Sırplar için Kosova Savaşı, kendi tarihlerinde ve belleklerinde unutulmayacak bir yer edinmiştir; hatta Sırp milli bilincinin Kosova Savaşı’yla başladığını söylemek abartılı olmayacaktır. Osmanlı’nın Kosova’yı fethetmesiyle Sırpların hakimiyeti bitmiştir, ama Sırplar için Kosova Savaşı’nın önemi bitmemiştir. Savaşın kaybedildiği gün için anmalar yapan Sırplar, bu savaş üzerinden bir milli tarihsel bilinç inşa etmişlerdir. Kosova Savaşı, bu bakımdan Sırp milliyetçiliğinin beslendiği ana kaynak olan milliyetçi hikayeleri ve kaybetmenin verdiği acı duygusunu oluşturur. Sırp milli kültüründe Kosova vazgeçilmez bir öneme sahip olsa da, demografik olarak Kosova’da Sırplar azınlıktadır. Her ne kadar Kosova tarihsel süreç içerisinde birçok farklı etnik ve dini grubu ağırlasa da, baskın nüfus Arnavutlarındır. Kosova’daki bu nüfus dengelerini etkileyen en önemli unsur, kuşkusuz Kosova’da kimin egemenlik kurduğuna göre değişir. Osmanlı’nın Kosova’yı fethetmesiyle birlikte nüfus dengeleri Sırpların aleyhine olmuştur; çünkü Osmanlı içerisinde önemli bir yer tutan Arnavutlar, tarihsel ve dinsel olarak Osmanlı’ya Ortodoks Sırplardan daha yakın olmuşlardır. Günümüzde de Kosova’da nüfusun yüzde 90 Arnavut’tur; bu durum da doğal olarak Arnavutların hak iddiasını kuvvetlendiren bir unsurdur. “Sırplar ise, Kosova’da Arnavut nüfusun % 90’lara ulaşmasının ardında yatan nedenin Arnavutların Sırplara soykırım uygulaması olduğuna inanmaktadırlar.”[7] Sırpların bu tezinin tarihsel bir karşılığı yoktur, nüfusun azalmasındaki en büyük etken Sırpların bölgeden göç etmesidir. Göçün sebepleri daha çok bölgenin ekonomik koşullarıyla alakalıdır. Arnavut nüfusun doğurganlık oranının Sırp nüfustan fazla olmasının da yine demografik dengelerdeki payı yüksektir. Ayrıca hangi devletin egemenlik kurduğu da nüfusun dengelerini doğrudan etkiler. Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda kurulan Sırp Hırvat Sloven Krallığı döneminde Arnavutlar için bu defa durum kötüleşmeye başlamıştır. Sonuç olarak, nüfus üzerinde Sırpların iddia ettiği gibi bir soykırımdan ziyade, etnik grupların arasındaki doğurganlık ve Kosova’nın kimin egemenliğinde olduğu önemlidir. Osmanlı’nın Kosova üzerindeki egemenliği Balkan Savaşları ile son bulmuştur. Osmanlı’nın Londra Antlaşması ile Balkan coğrafyasından ricat edişi, Kosova’daki durumu da etkilemiştir. İmzalanan Londra Antlaşması ile, Kosova, Sırplara bırakılmıştır. Bu gelişmeden sonra, Arnavutlar için 500 yılı aşkın süren Osmanlı egemenliğinde Kosova’da sürdürdükleri istikrarlı ve huzurlu ortam son bulmuştur.

Balkan Savaşları ile Osmanlı’nın Kosova’dan ricat edişi ve ardından gelen Birinci Dünya Savaşı’yla birlikte, dünyadaki devletlerin formu değişikliğe uğramıştır. Fransız Devrimi ile dünyaya yayılan milliyetçilik akımı, en çok Osmanlı ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nu etkilemiştir. Bu iki gücün içinde barındırdığı farklı milletler üzerinde etkili olan milliyetçilik akımı, imparatorlukların dağılmasıyla sonlanmıştır. Milliyetçiliğin en çok etkisini sürdürdüğü yer kuşkusuz Balkan coğrafyası olmuştur. Yıllarca imparatorluklar bünyesinde yaşayan Balkan halkları, milliyetçilikle birlikte kendi ulus devletlerini kurma hayalini beslemişlerdir. Birinci Dünya Savaşı’nı kazanan Batı’nın egemen devletleri, Balkan coğrafyasında etnik çatışmalara izin vermemek için Sırp Hırvat Sloven Krallığı’nın kurulmasını istemiştir. “1918’de Savaş’ın sonu görünüp, Avusturya-Macaristan İmparatorluk otoritesi çözülünce, Ekim’de Avusturya Macaristan Parlamentosu’nun 73 Güney Slav milletvekili Hırvatistan’ın merkezi Zagreb’de toplanarak Sloven, Hırvat, Sırp milli komitesini kurdular.”[8] Komitenin kurulmasının akabinde, Aralık 1918’in başında Sırp Hırvat Sloven Krallığı resmen kuruldu.[9]  Daha sonra, Yugoslavya Krallığı’nı alacak bu devletin hakimi olan Sırplardır. Arnavutların hakları görmezden gelinmiştir. Krallığın faşistler tarafından işgale uğramasında da, Sırplar ve Arnavutlar arasında ihtilaf olmuştur. Sırp tezlerine göre, Arnavutlar faşistlerle ittifak halindedir. Faşistlerin İkinci Dünya Savaşı’nda yenilgiye uğramasının ardından, Krallık, Tito’nun önderliğinde sosyalist federe bir devlete dönüşmüştür. Tito, Balkanlar gibi milliyetçiliğin etkin olduğu etnik ve dini ihtilafların yoğun olduğu bir alanda farklı ulusları tek çatı altında toplamayı başarmıştır. Bu süreç, etnik milliyetçiliklerin bir şekilde arka plana itildiğini gösterse de, bunun tamamen bitirildiği asla söylenemez. Genel olarak Yugoslav kimliğinin ön plana çıkarıldığı bir dönemdir. Yeni kurulan bu sosyalist devlete karşı, Arnavutlar isyan etmiştir. Bu isyanın bastırılması süreci ve akabinde Kosova’ya kurucu cumhuriyet statüsünün verilmemesi, Arnavutların hedefleri için engel teşkil etmiştir. Tito, aynı zamanda Sırplar tarafından da pek sevilmez. Sırplar, Tito’yu Büyük Sırbistan hedeflerinin önünde engel olarak görmüşlerdir ve Tito’nun Kosova politikasına muhalefet etmişlerdir. Oysa Tito önderliğinde yükselen Yugoslavya, Batı ve Doğu Blokları arasında stratejik bir öneme sahiptir. Sovyetlerin Doğu Bloku’ndaki uydu devletlerine benzemeyen Yugoslavya’da, tarihsel olarak milliyetçilik yerine Yugoslav ulusal çıkarları ön plana alınmıştır. Osmanlı egemenliğinden sonra, Yugoslavya’daki Tito dönemi de Kosova’nın göreceli olarak huzurlu olduğu bir dönemdir.

Yugoslavya’nın Dağılması ve Kosova’da Artan Milliyetçilik

Yugoslavya, 6 kurucu Cumhuriyet ve iki özerk bölgeyle Doğu Bloğu ile Batı Bloğu arasında stratejik anlamda tampon görevi üstleniyordu. Yugoslavya’nın her iki tarafla da olan iyi ilişkileri ve Sovyetlerin Doğu Bloğu’ndaki uydu devletlerine benzememesi, onu özgün bir konuma oturtmaktaydı. Yugoslavya’nın dağılmasında birçok etmen vardır: ekonomik kriz, uluslararası siyasi atmosfer ve etnik milliyetçilik. Yugoslavya, hem Batı, hem de Doğu ile ticari ilişkileri olan bir ülke olarak 1960’lı yıllarda ekonomisi Balkanların pek de verimli olmayan coğrafyasına rağmen gelişmiştir. 1970’li yıllarda ekonominin kötüye gitmesi ise, Yugoslavya’da işsizliği artırmıştır. Ekonominin bozulması, farklı ulusları içerisinde barındıran Yugoslavya’da milliyetçiliği de artırmıştır. Aynı zamanda, Sovyetlerin yumuşama dönemine girmesi ve dünyada komünizm tehdidinin azalması, Yugoslavya’nın stratejik önemini azaltmıştır.

Yugoslavya içindeyken, Kosova halkı, Tito döneminde dilini ve dinini rahatça yaşayabilmiştir. Arnavutların ilk başta sosyalist temelli kurulan bu devlete karşı çekinceleri olsa da, Tito, Kosova’ya özerklik vermiştir. Arnavutlar için verilen bu özerklik, kendi kültürlerini yaşamalarına imkan tanısa da, sonuçta onlar için yeterli olmamıştır; çünkü Kosova, Yugoslavya içinde kurucu cumhuriyet statüsünde olmadığı için ayrılma hakkına sahip değildi. Bu durum, Kosovalı Arnavutların bağımsız olması önünde bir engel teşkil etmiştir. Tito döneminde Kosova’ya özerklik verilse de, kurucu cumhuriyet statüsünün verilmemesindeki en büyük etken, Kosovalı Arnavutların, Kosova dışında birleşebilecekleri bir anavatanı olmasıdır. Diğer altı kurucu cumhuriyetin ayrılma hakkı vardı, zira birleşecekleri başka bir anavatanları yoktu. Bu durum, Kosova’da özellikle Tito sonrası dönüşümlü Başkanlık modeliyle başa geçen Miloseviç’in Kosovalı Arnavutlar üzerinde baskı kurmasına yol açmıştır. Yugoslavya içinde Tito’nun ölümü, milliyetçiliklerin gün yüzüne çıkmasına neden olmuştur. Tito, Yugoslavya içinde birliğin ve kardeşliğin sembolüydü; onun döneminde Yugoslav kimliği inşa edilmeye çalışıldı. Tito’nun ölümüyle birlikte başa geçen Miloseviç, Yugoslavya ulusal çıkarları yerine Büyük Sırbistan’ı kurma amacı gütmekteydi ve Yugoslavya’yı parçalamaya ilk olarak Sırpların kutsal bir yer olarak gördüğü Kosova’dan başlamıştır. “Tito’nun eski Sırp liderlerinden en büyük farkı, onun homojen bir devlet yerine kendi kendini yöneten ve farklılıkları zenginlik olarak algılayan bir devlet anlayışına sahip olmasıdır.”[10]

Yugoslavya’da Tito sonrası artan Sırp milliyetçiliğinde, Sırp lider Miloseviç’in takındığı pozisyon çok önemlidir. Miloseviç, Kosova Savaşı’nın yıl dönümünde son derece büyük provokasyon içeren bir konuşma yapmıştır: “Kosova, Sırp tarihinin, kültürünün ve hatırasının merkezidir. Her halk, kalbini sonsuza kadar sıcak tutacak sevgiye sahiptir. Sırbistan’ın bu sevgisi ise Kosova’dır.”[11] Miloseviç’in, son derece gergin geçen bir atmosferde söylediği sözleri, Kosova’nın Tito döneminde 1971 ve 1974 yılında gerçekleştirilen özerkliğinin kaldıracağının habercisi niteliğindeydi. Zira Tito döneminde Kosova, de facto bir cumhuriyet statüsündeydi. Yugoslavya’nın içine girdiği bunalım, 1970’lerin ortasında başlayan petrol kriziyle birlikte etnik milliyetçiliklerin tekrardan Balkan halkları arasında ön plana çıkmasına neden olmuştur. 1981 yılında Tito’nun ölümü, 1945 yılından beri inşa edilmek istenen Yugoslav kimliğinin sembol ismini de alıp götürmüştür. Bu bağlamda, 1980’ler Tito’nun vefatından dolayı Başkan olan Miloseviç’in izlediği aşırı milliyetçi ve şoven politikalara sahne olur. İnşa edilmek istenen Yugoslav kimliği, bu dönemde Sırp milliyetçiliğinin gölgesinde kalır. Kosova’daki Arnavut milliyetçiliği de, Miloseviç’in Kosova üzerindeki baskısı ve mevcut ekonomik krizle bağlantılıdır. “Arnavut milliyetçiliğinin genişlemeye devam etmesinde, Kosova’nın ekonomik açıdan Yugoslavya’nın en geri bölgesi olmasının etkisi yadsınamaz.”[12]

Bu bağlamda, Kosova’daki ekonomik krizin Sırpları da etkilemesi beklenebilir; ama Yugoslavya içinde Sırplar ayrıcalıklı bir konumdadır ve göreceli olarak ekonomik pozisyonları Kosovalı Arnavutlardan daha iyi konumdadır. Ekonomik kriz, Miloseviç’in artan baskısı ve Kosova’nın özerkliğini kaldırma tehdidi, Kosovalı Arnavutların bağımsızlık taleplerini de artırmıştır. 1981 yılından itibaren Miloseviç’in Kosova üzerinde artan baskısı, özellikle Kosova Arnavutlarında gençlerin bağımsızlık taleplerini daha güçlü şekilde dile getirmesine neden olur. Miloseviç’in Sırp milliyetçiliği, Kosovalı Arnavutların da radikalleşmesine yol açarak, birbirini besleyen milliyetçilikler olarak Kosova’yı yakın gelecekte sadece Federal Yugoslavya Cumhuriyeti’nin bir iç sorunu olmaktan çıkarmış ve uluslararası toplumun da meselesi haline getirmiştir.

SOĞUK SAVAŞ SONRASI ABD’NİN BALKANLAR POLİTİKASI

Dünyada Soğuk Savaş’ın bitmesiyle birlikte komünizm artık Batı için bir tehdit olmaktan çıkmış ve Sovyetlerin dağılmasıyla birlikte dünyanın iki kutuplu düzeni son bulmuştur. Soğuk Savaş’tan ABD önderliğinde Batı Bloğu galip ayrılmıştır. Yeni düzenin tek süper gücü ise artık ABD’dir. Balkanlar coğrafyasında da Yugoslavya’nın dağılmasıyla birlikte tekrardan Balkan ulusları arasında etnik ve dini ihtilaflar artmış ve çatışmalı bir süreci doğurmuştur. Balkanlarda ortaya çıkan bu çatışmalı sürecin yarattığı istikrarsızlık, Avrupa’nın da geleceğini tehdit eder niteliktedir. ABD, Soğuk Savaş sonrası Balkanlarda ortaya çıkan bu istikrarsızlığı kullanarak, hem Avrupa’nın güvenliğini sağlamak için, hem de dünyanın artık tek kutuplu olduğunu göstermek için kendini yeni düzenin süper gücü olarak konumlandırmıştır. Bu bağlamda, “George Herbert Bush’un ‘Yeni Dünya Düzeni’ ön plana çıkarken, Bill Clinton’da ‘genişleme ve angajman’ politikasının esas olduğu görülmektedir.”[13] ABD, yeni dönemde bu politikalarla hem dünyada, hem de Balkanlarda üstün güç olarak kendini konumlandırmıştır. Bu politikasına rağmen, ABD için Balkanlar yeni düzenin esas önceliği değildi; çünkü Balkanlar ekonomik anlamda ABD için çok kârlı durmuyordu. ABD için Balkanlar politikası, Orta Doğu’dakinden farklı olarak zengin enerji kaynaklarına ulaşmaktan ziyade, NATO gücünün Soğuk Savaş sonrası da uluslararası alanda meşruiyetini tartışma konusu etmemektir. Yani Avrupa’nın yeni dönemde de güvenliğini sağlamak ve istikrarsızlığa yol açan çatışmaları önlemek ve Sovyetlerin içinden çıkan Rusya’nın Balkanlar’daki egemenliğini kırarak yeni düzenin iki kutuplu olmayacağının mesajını vermektir. Balkanlarda Yugoslavya sonrası hem Bosna’da, hem de Kosova’da ortaya çıkan çatışmalı süreç, Avrupa’nın güvenliğini ve istikrarını tehlikeye atıyordu. NATO, artık yeni dünya düzeninde ABD’nin müdahale aracı olmuştu. Bu bağlamda değerlendirildiğinde, “ABD, NATO yoluyla, geniş anlamda Avrupa’daki istikrarın korunması bakımından Balkanlarda çıkabilecek yeni bir krizi önlemek zorundadır.”[14] Avrupa, yeni dünya düzeninde daha çok ekonomik gücüyle ön plana çıkmaktadır. Askeri gücü kısıtlı olan Avrupa’nın savunmasını Soğuk Savaş sonrasında da ABD üstlenmiştir. Bunun en açık kanıtı, Balkanlarda ortaya çıkan çatışmalara Avrupa’nın çözüm bulamamasıdır. Çatışmalı süreç ekonomik kalkınmayı sekteye uğratan, istikrarsızlığa yol açan ve bir şekilde Rusya’nın da arka bahçesi olarak gördüğü Balkanlara müdahil olma fırsatını yaratmıştır. Bu bağlamda, “ABD’nin Balkan politikasını etkileyen Avrupa’daki çıkarları ise askeri güç ve işbirliğine dayanan istikrarlı ve güvenli bir Avrupa’nın oluşması; Amerikan sermayesinin Avrupa pazarlarına serbestçe girmesi ve demokrasi ile bireysel özgürlüklerin Orta ve Doğu Avrupa’da gelişmesine destek verilmesi şeklinde ifade edilmekteydi.”[15] Tüm bu etmenlerin ışığında, ABD, Kosova Savaşı’nda etkin bir politika izlemiştir.

KOSOVA SAVAŞI’NIN ORTAYA ÇIKIŞ NEDENLERİ

Kosova’da savaşı ortaya çıkaran en büyük etmen, Miloseviç’in 1989 yılında Kosova’ya Tito döneminde verilen özerkliği kaldırmasıdır. Bu süreçten sonra, Miloseviç’in Kosova üzerindeki baskısı artmıştır. Sırp çıkarlarına hizmet eden politikalar geliştiren Miloseviç, Kosovalı Arnavutları işten çıkarmış, birçok kişiyi de hapse atılmıştır. 1989 yılında başlayan bu süreçte, Kosovalı Arnavutların dilleri büyük baskı altına alınmıştır. “Sırpçanın resmi dil olduğu ve başka dil kullanılamayacağı baskısına karşı çıkan memur, öğretmen ve doktorlar işlerinden atıldılar.”[16] Bu baskı ortamına karşı Kosovalı Arnavutlar İbrahim Rugova önderliğinde pasif direnişe geçmişlerdir. Pasif direnişin amacı, Kosova konusuna diyalog yoluyla barışçıl bir çözüm bulmak için uluslararası toplumun dikkatini çekmektir. Rugova önderliğinde başlayan pasif direnişin en büyük sebebi de, Kosovalı Arnavutların yeterli silah gücüne sahip olmamasıdır. Olası bir isyan durumunda Miloseviç’in Kosovalı Arnavutlar üzerinde etnik temizlik yapacağını bilen Rugova, Kosova’nın Batı’nın bir parçası olduğunu uluslararası topluma göstermeye çalışmıştır. İslam dünyasına karşı ise mesafelidir. Bunun da temel sebebi Kosovalı Arnavutların, Sırpların iddia ettiği gibi radikal dinci olmadığını göstermektir. 1989 yılında özerkliğin kaldırılmasının yarattığı tepkinin bir sonucu olarak, Kosovalı Arnavutlar özerkliğin kaldırılmasından sonra referanduma gitmiştir. Referandumun sonucu büyük oranda bağımsızlık olmuştur. Bu minvalde, Kosova bağımsızlık ilan etse de, bu bağımsızlık uluslararası toplumca tanınmamıştır. Kosova’da Sırp milliyetçiliğinin arttığı bir dönemde Batı Avrupa’da, özellikle de İsviçre’de yaşayan zengin Arnavut diasporasının kurmuş olduğu kurumlar, Arnavutların istihdamına katkıda bulunmuştur.

Rugova önderliğinde, Kosovalı Arnavutlar hem diasporanın sağladığı maddi imkanlarla Miloseviç’in baskılarına karşı pasif bir direniş halindeydiler, hem de bizzat Rugova’nın uluslararası toplumun dikkatini Kosova’ya çekme çabaları vardı. Rugova’nın soruna barışçıl bir çözüm bulma yaklaşımına karşın her geçen gün artan Sırp milliyetçiliği ve şiddet dalgası soruna barışçıl bir çözüm bulmanın olanaksız olduğu konusunda Kosovalı Arnavutları etkilemiştir. Bu süreçten sonra, uluslararası toplumun dikkatini çekmek için pasif direnişten vazgeçilmiştir.

KOSOVA SAVAŞI VE ABD ÖNCÜLÜĞÜNDE NATO MÜDAHALESİ

Rugova önderliğindeki pasif direnişin amacı uluslararası toplumun dikkatini Kosova’ya çekerek soruna barışçıl bir çözüm bulmaktı. Bu düşünce, Batı tarafındaysa fazla karşılık bulmadı. Bosna krizini bitiren Dayton Barış Antlaşması’nda Kosova’ya hiç değinilmedi. Kosovalı Arnavutları pasif direnişten silahlı mücadeleye sevk eden önemli etkenlerden biridir; çünkü Batı, Bosna krizini bitirmek için uğraşırken Kosova’ya önem verilmesi halinde, Miloseviç’in masada kalkabileceğini düşünüyordu. 1996 yılında adından söz ettiren Kosova Kurtuluş Ordusu (UÇK), bu ortamda silahlı mücadeleyi başlatmıştır. Bu örgütün maddi kaynağının İsviçre’deki diaspora tarafından karşılandığı iddia edilir. “UÇK, adını en çok duyuran ve ciddiye alınması gerektiğini kanıtlayan saldırıları 10-11 Eylül 1997 gecesi gerçekleştirdi.”[17] UÇK’nın bu derecede ciddi saldırıları, Miloseviç’in Kosovalı Arnavutlar üzerinde yapmak istediği etnik temizlik fikrine zemin hazırladı. Miloseviç’in şiddet eylemlerini artırması ve Kosova’da giriştiği katliamla başta ABD olmak üzere uluslararası toplumun dikkatini Kosova’ya yöneltmiştir. Kosova’daki artan gerginlik Temas Grubu’nu da harekete geçirir; ama Miloseviç’in uzlaşmaz tutumu soruna çözüm arayışlarına engel oluyordu. ABD, Temas Grubu ve BM öncülüğünde bir sonuca varmanın Rusya’dan ötürü zor olduğunu biliyordu. ABD, mevcut durumda Bosna’daki soykırımın benzerinin ortaya çıkmaması için NATO öncülüğünde inisiyatif alarak 1999 senesinde müdahale etti. Bu müdahalede Miloseviç’in Rambouıllet Görüşmeleri’ndeki uzlaşmaz tavrı ve Bosna’da olduğu gibi Batı’nın fikir ayrılığı yaşayacağı yönündeki kanaati etkili olmuştur.

ABD’NİN KOSOVA SAVAŞI’NA İLİŞKİN POLİTİKASI

ABD, yeni dünya düzenin süper gücü olarak Soğuk Savaş sonrası dünya genelinde ve Balkanlar özelinde insan hakları konusunda duyarlılık gösteren bir konumdaydı. Bosna ve Ruanda’da yaşanan ağır insan hakları ihlalinden sonra, ABD, aynı hatayı yapmamak için Kosova konusunda erken davrandı. Bu müdahale, ABD’nin süper güç olarak istikrarsızlıklara, teröre ve etnik çatışmalara izin vermeyeceğinin de göstergesiydi. Bu bağlamda, ‘’ABD’nin Kosova’ya yapılacak müdahaleden elde edeceği en önemli avantajlardan birisi gelecekte yapılabilecek insani müdahalelere emsal teşkil etmesiydi.’’[18] ABD’nin Kosova krizine müdahalesinin başat sebeplerinden biri de, Avrupa’nın güvenliğiydi. Balkanların kalbi olan Kosova’da yaşanabilecek büyük çaplı bir savaşın Avrupa’yı etkilememesi düşünülemezdi. ABD, genel anlamda Balkanları Avrupa Birliği’ne bıraksa da, birliğin askeri gücünün sınırlı olması ve Bosna krizine çözüm bulamaması, ABD’nin Kosova politikasını doğrudan şekillendirmiştir. Soğuk Savaş sonrası komünizm tehlikesinin son bulmasıyla, NATO’nun meşruiyeti de sorgulanmaya başlamıştır. Bu gelişmeler ışığında, “Kosova krizi ile beraber, NATO ile ilgili tartışmalar sona erdiği gibi, ABD’nin Avrupa güvenliğine yapacağı katkı konusundaki kuşkularda ortadan kalkmıştır.”[19] Bu durum, ABD’nin yeni düzende Avrupa ve Balkanlarda askeri anlamda en büyük güç olduğunun ve çatışmaları durdurmaya muktedir olduğunun kanıtıdır. Kosova Savaşı’nda ABD net bir taraf olmuştur. Balkanlarda Boşnaklarla birlikte diğer müttefikinin Arnavutlar olduğunu göstermiştir. Bu durum, aynı zamanda tarihsel olarak Ortodoks Sırplara yakın olan Rusya’nın da Balkanlar üzerindeki egemenliğini kırmak ve bu bölgede politika geliştirme kabiliyetine son vererek kendine bağlı devletler yaratmayı da amaçlıyordu. Buna ek olarak, “ABD, 1999 yılında Kosova’yı kurtarmak için düzenlediği hareket ve ülkenin 9 yıl sonra bağımsızlığına kavuşturulması ile birlikte, kendisi ile sorun yaşayan ya da yaşayabilecek çok etnikli devletlere ‘iki düşün, bir davran’ mesajını vermiştir.”[20] Bu bağlamda, ABD, Kosova Savaşı’na müdahil olurken, sadece istikrarı korumuyor aynı zamanda tüm dünyaya bir mesaj da veriyordu: mesaj, süper gücün sadece kendisi olduğuydu.

ABD’nin BM kararı olmadan Kosova’ya müdahalede bulunması, uluslararası hukukun ihlali tartışmalarını da başlatmıştır. Kuşkusuz Bosna’da BM denetiminde yapılan müdahale ile kıyaslandığında, ABD’nin Kosova müdahalesi BM’yi devre dışı bırakarak ve direkt NATO aracılığıyla gerçekleşmiştir. Bu durum, uluslararası hukukta devletlerin egemenlik haklarını yeniden tartışma konusu haline getirse de, müdahalenin gerekçesi insani temeller üzerine inşa edilmiştir. Miloseviç’in yapacağı etnik temizliğe engel olmak, müdahalenin meşruluğunu sağlayan en önemli etkendir. Savaşla ilgili en dikkat çeken iki ayrıntı vardır. Birinci ve en önemli ayrıntı olan “Çin’in Belgrad Büyükelçiliği’nin yanlışlıkla güdümlü füzeler tarafından vurulması, ABD’nin Çin’e gözdağı verdiği şeklinde değerlendirilmiştir.”[21] Bunun bir mesaj niteliği taşıdığı açıktır. Son derece planlı bir müdahalede stratejik yerler vurularak Miloseviç zayıflatılırken, Çin Büyükelçiliği’nin vurulması tesadüfle açıklanabilecek bir durum değildir. Zira bu müdahaleye karşı çıkan ve ABD’nin süper güç olmasına itiraz eden iki büyük devlet Çin ve Rusya’dır. Rusya da, NATO’dan önce Priştine’ye asker göndermiştir. Rusya’nın bu hamlesi, Sovyetler sonrası dünyanın tek kutuplu olmadığını gösterebilecek bir hamle olarak okunsa da, Rusya Kosova’da tutunamadı. Konuyla ilgili olarak “ABD, Rusya’nın KFOR konusunda işbirliğine yanaşmaması durumunda başka alanlarda zarar görebileceğini açıkladı. Ve nihayet Moskova geri adım attı.”[22] Böylece ABD, Kosova üzerinden rakiplerine kendi gücünü kanıtlıyordu. ABD’nin NATO kartını oynayarak gerçekleştirdiği müdahale, aynı zamanda NATO’nun da gücünün test edilmesi anlamına geliyordu. Kosova Savaşı’na ilişkin ABD politikasını ve NATO müdahalesini etkileyen bir diğer unsur da Miloseviç’in kendisiydi. Uzlaşmaya yanaşmayan, Bosna’da soykırıma neden olan ve Ruslarla dirsek temasında bulunan biri, ABD’nin hem Kosova’daki, hem de Balkanlardaki çıkarları için tehdit niteliğindeydi. Bu koşullar göz önüne alındığında, “Miloseviç artık Balkanlarda sorunun kaynağı olarak görülmeye başlanmış ve Miloseviç’in iktidardan uzaklaştırılarak Balkanlarda güven ve istikrarın sağlanabileceği düşüncesi ABD ve müttefiklerinin başlıca amacı olmuştur.”[23] Ayrıca ABD, Kosova Savaşı’na müdahale ederek, Bosna ve Ruanda krizlerinde kaybettiği imajını toparlamış, Balkanlardaki istikrarsız ve çatışmalı sürece son vermiştir. En nihayetinde de, Rusların Balkanlarda güç sahibi olmaması için Sırplara karşı Arnavutları destekleyerek, bölgede politika geliştiren unsurun kendisi olduğunu göstermiştir. ABD, Kosova’ya müdahalesi ile, İslam dünyasında da imajını düzeltmiştir.

KOSOVA’NIN BAĞIMSIZLIĞI SÜRECİNDE ABD’NİN ROLÜ

ABD’nin Kosova’ya ilişkin olarak BM’yi esgeçerek NATO aracılığıyla yaptığı müdahale, uluslararası anlamda çeşitli tartışmalara neden olmuştur. ABD, uluslararası arenada daha fazla meşruiyet tartışmalarına yer vermemek için, BM aracılığıyla uluslararası bir yönetim öngörmüştür. “Bu doğrultuda, NATO müdahalesi için onayı alınmayan BM Güvenlik Konseyi’nde 10 Haziran 1999’da alınan 1244 sayılı kararla UNMIK kurulmuş ve kriz sonrasındaki politikaların çözümü için gerekli düzenlemeler yapılmıştır.”[24] Kosova’daki geçici yönetim, geniş yetkilerle donatılmıştır. Kosova’daki uluslararası yönetim, Bosna’daki muadiline göre daha başarılıydı. UNMIK, Kosova’nın sivil anlamda kalkınmasına odaklanmıştı. Temel ihtiyaçları gidermek konusunda başarılı olsa da, Kosova’nın geleceği için yeni bir statüye ihtiyaç duyuluyordu. ABD, Kosova’nın bağımsızlığa giden yolda en büyük destekçisiydi. Kosova’nın gelecekteki statüsü konusunda uluslararası toplumun ortak bir görüş üzerinde mutabık kaldığı söylenemez. Sırp tezlerine yakın olan Rusya, Kosova’nın bağımsızlığına yanaşmıyordu. Temas Grubu’ndaki görüşmeler ve Birleşmiş Milletler nezdinde Kosova’nın gelecekteki statüsü için yürütülen diyaloglar, Rusya’nın Sırp çıkarlarına göre görüşmeleri oyalaması neticesinde sonuçlanmadı. ABD, Balkanlar konusunda kendisine bağlı egemen devletler inşa etmek ve Rusya’nın bölgedeki gücünü zayıflatmak için, Sırpların, Kosova için özerklik taleplerini görmezden gelerek Kosova’nın bağımsızlığı için tek taraflı inisiyatif aldı. Bu bağlamda, 17 Şubat 2008’de Kosova bağımsızlığına kavuştu.

Kuşkusuz, Kosova’nın bağımsız ve egemen bir devlet olmasındaki belirleyici güç ABD’nin yürüttüğü politikadır. Nitekim bu ülkenin bağımsızlığını tanıyan ikinci devlet de ABD olmuştur. ABD, bu ülkeyi diğer devletlerin de tanıması için uluslararası anlamda bir siyaset başarısı da göstermiştir. Bugün Türkiye de dahil olmak üzere birçok Avrupa devleti Kosova’yı tanımış durumdadır. Kosova’yı tanımayan devletler arasında ise Rusya, Sırbistan ve Avrupa içinde kendi etnik yapısından dolayı çekinceleri olan İspanya gibi devletler bulunmaktadır.

SONUÇ

ABD’nin Kosova Savaşı’na ilişkin politikası, Soğuk Savaş sonrası ortaya çıkan yeni dünya düzenine bakılarak anlaşılabilir. İki kutuplu dünya düzenin son bulması ve Yugoslavya’nın dağılması sonucunda, Balkanlarda etnik gruplar arasında ihtilafları artırmıştır. Balkanlar genelinde, Kosova özelinde yaşanan istikrarsızlık ve çatışma ortamı, doğrudan Avrupa’nın da güvenliğini etkilemektedir. Soğuk Savaş sonrası süper güç olarak kendini konumlandıran ABD, Kosova Savaşı’na BM kararı olmaksızın NATO aracılığıyla müdahale ederek, Rusya ve Çin gibi kendini ABD’ye rakip olarak gören ülkelere mesaj vermiştir. Aynı zamanda, Balkanlarda kendine bağlı devletler yaratıp, bölgedeki Sırp egemenliğini de kırmıştır.

Ekonomik gücüyle ön plana çıkaran Avrupa’nın ise, bu süreçte, tek kutuplu yeni düzende komünizm tehlikesi bertaraf edilmiş olsa dahi, ortaya çıkan istikrarsız gelişmeler karşısında yetersiz olduğu gerçeği ortaya çıkmıştır. ABD, bu bağlamda yeni dünya düzeninde de Avrupa’nın güvenliğinden ve istikrarından sorumlu bir konumda olmuştur. ABD, Kosova’ya ilişkin yürüttüğü politikayla, yeni düzende siyasi, askeri, ekonomik başat gücün kendisi olduğunu göstermiştir. Kosova’ya yapılan bu müdahale, sadece Balkanlar özelinde değerlendirilmemelidir. Müdahale Kosova’ya yapılsa da, müdahalenin gerekçesinin insan hakları üzerinden meşrulaştırılması, bundan sonraki süreçte etnik çatışmalara, soykırımlara ve istikrarsız süreçlere karşı ABD’nin sessiz kalmayarak müdahale edebileceğini de göstermiştir. Kosova’nın, Ortadoğu ülkeleri gibi zengin enerji kaynaklarına sahip olmadığı da düşünüldüğünde, ABD’nin Miloseviç’in etnik temizlik yapma politikasına engel olması, kanımca ABD’nin uluslararası camiadaki imajını güçlendirmiştir.

İsmail Uğur AKSOY

KAYNAKÇA

  • BORA, Tanıl; Milliyetçiliğin Provokasyonu: Yugoslavya, İstanbul, Birikim Yayınları, 1995.
  • TILIÇ, L. Doğan; Milliyetçiliğin Pençesindeki Kartal Kosova, Ankara, Ümit Yayıncılık, 1999.
  • UĞRASIZ, Bülent; “ABD’nin Soğuk Savaş Sonrası Balkan Politikası”, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 6, Sayı: 1, 2004, ss. 295-303.
  • URAL, Selçuk; “Balkanlarda Aşırı Milliyetçiliğin Gölgesinde Kosova ve Bağımsızlık”, Çankırı Karatekin Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 5, Sayı: 1, 2014, ss. 149-180.
  • ÖZLEM, Kader; “Soğuk Savaş Sonrası Dönemde ABD’nin ve Türkiye’nin Balkanlar Politikalarının Bosna Hersek, Kosova ve Makedonya Krizleri Örneğinde İncelenmesi”, Akademik Dergi, Cilt 1, Sayı: 1, 2012, ss. 23-39.
  • OĞULTÜRK, M. Cem; “Kosova’nın Bağımsızlık Süreci Kapsamında ABD Dış Politikasının Analizi”, Güvenlik Stratejileri, Yıl 10, Sayı: 19, 2014, ss. 99-134.
  • ARI, Tayyar & PİRİNÇCİ, Ferhat; “Soğuk Savaş Sonrasında ABD’nin Balkan Politikası”, Alternatif Politika, Cilt 3, Sayı: 1, Mayıs 2011, ss. 1-30.
  • ERMAĞAN, İsmail & SATICI, Gökhan; “Uluslararası Siyasette Kosova’nın Bağımsızlığına Dair Temel Meseleler ve Türkiye’nin Genel Balkanlar Politikası”, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 22, Sayı: 1, 2013, ss. 445-464.
  • AYHAN, Halis; “Arnavut ve Sırp Savları Bağlamında Kosova’nın Sahipliği Sorunu”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı 23, 2010, ss. 74-86.
  • ALKAN, Necmettin; “Kosova Meselesinin Tarihi, Kültürel ve Siyasi Altyapısı”, Avrasya Etütleri, Sayı 21, Kış 2002, ss. 83-99.
  • KIZILKAYA, Soner; “Kosova Krizi: Balkanlar Kördüğüm”, Birikim Yayınları, Sayı 123, Temmuz 1999, ss. 18-22.

[1] Necmettin Alkan, “Kosova Meselesinin Tarihi, Kültürel ve Siyasi Altyapısı”, Avrasya Etütleri, No: 21, Kış 2002, s. 87.

[2] Selçuk Ural, “Balkanlarda Aşırı Milliyetçiliğin Gölgesinde Kosova ve Bağımsızlık”, Çankırı Karatekin Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 5, No: 1, 2014, s. 151.

[3] L. Doğan Tılıç, Milliyetçiliğin Pençesindeki Kartal Kosova, Ankara, Ümit Yayıncılık, 1999, ss.72-73.

[4] L. Doğan Tılıç, Milliyetçiliğin Pençesindeki Kartal Kosova, Ankara, Ümit Yayıncılık, 1999, s. 72.

[5] Halis Ayhan, “Arnavut ve Sırp Savları Bağlamında Kosova’nın Sahipliği Sorunu”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, No: 23, 2010, s. 79.

[6] Tılıç, op. cit, s. 76.

[7] Ayhan, op. cit, s. 80.

[8] Tanıl Bora, Milliyetçiliğin Provokasyonu: Yugoslavya, Birikim Yayınları, İstanbul, 1995, s. 38.

[9] Ibid, s. 39.

[10] “Soğuk Savaş Sonrası Kosova”, akademikperspektif.com/2012/07/07/soğuk-savaş-sonrasi-kosova-sorunu/, Erişim Tarihi 7 Temmuz 2012.

[11] Alkan,op.cit, s. 90.

[12] Tılıç, op.cit , s. 94.

[13] Kader Özlem, “Soğuk Savaş Sonrası Dönemde ABD’nin ve Türkiye’nin Balkanlar Politikalarının Bosna Hersek, Kosova ve Makedonya Krizleri Örneğinde İncelenmesi”, Akademik Dergi, Cilt 1, No: 1, 2012, s. 24.

[14] Bülent Uğrasız, “ABD’nin Soğuk Savaş Sonrası Balkan Politikası”, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 6, No: 1, 2004, s. 297.

[15] Tayyar Arı ve Ferhat Pirinççi, “Soğuk Savaş Sonrasında ABD’nin Balkan Politikası”, Alternatif Politika, Cilt 3, No: 1, Mayıs 2011, s. 5.

[16] Tılıç, op. cit, s. 113.

[17] Tılıç, op. cit, s. 120.

[18] M.Cem Oğultürk, “Kosova’nın Bağımsızlık Süreci Kapsamında ABD Dış Politikasının Analizi”, Güvenlik Stratejileri, Yıl 10 , Sayı: 19, 2014, s. 114.

[19] Arı ve Pirinççi, op. cit, s. 11.

[20] İsmail Ermağan ve Gökhan Satıcı, “Uluslararası Siyasette Kosova’nın Bağımsızlığına Dair Temel Meseleler ve Türkiye’nin Genel Balkanlar Politikası”, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 22, Sayı: 1, 2013, s. 450.

[21] Oğultürk, op. cit, s. 116.

[22] Soner Kızılkaya, “Kosova Krizi: Balkanlar Kördüğüm”, Birikim Yayınları, Sayı 123, Temmuz 1999, ss. 18-22.

[23] Oğultürk, op. cit, s. 111.

[24] Arı ve Pirinççi, op. cit, s. 14.

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.