GELENEKSEL PARADİGMANIN İFLASINDAN SONRA KAOS MU YENİ DÜZEN Mİ?

upa-admin 05 Aralık 2016 1.417 Okunma 0
GELENEKSEL PARADİGMANIN İFLASINDAN SONRA KAOS MU YENİ DÜZEN Mİ?

Şimdi dünyanın birçok analistleri, küresel jeopolitik belirsizliğin saçıp savurduğunu vurguluyorlar. Aslında, bu konuda birkaç yıldır konuşuluyor, ancak bu kez konuşma daha derin hususları kapsıyor. Uzmanlar, bu bağlamda esas olarak devletlerin kapasitesizliğinin artmasını ve daha dayanıksız duruma gelmesini belirtiyorlar. Kuşkusuz, yeterince ilginç bir savdır bu. Çünkü dünyanın kaderi ile doğrudan ilgilidir. Fakat bu durumun uzun süre devam etmesi insanlığı yıkıma götürebilir. Bu açıdan kurtuluş yolu nerde görülüyor? Maalesef, bu konuda konuşan şimdilik yoktur. Umut veren etkenlerden biri, tarihte benzeri durumların olmasıdır. Bugünkü gerçeğe bu açıdan bakıldığında, insanlık için bir fırsatın oluştuğunu söyleyebiliriz. Bununla birlikte, itiraf etmek gerekir ki, ona ulaşmak ciddi teorik ve pratik faaliyet gerektiriyor. Yeni paradigma oluşturmak kolay bir süreç değildir!

25 Sene Önce Yapılmış Bir Tahmin: Onaylanıyor!

1990 yılında ünlü yorumculardan Charles Krauthammer yazmıştı ki, SSCB’nin çöküşüyle ABD dünyada istediğini yapma şansı elde eder ki, bu da yaklaşık 25 yıl sürebilir. Bu öngörü, hemen hemen tam olarak kendini kanıtlıyor. Analistler, bu ülkede Donald Trump’ın seçimde zafer kazanması ile dünya siyasi sisteminde köklü değişikliklerin başladığını belirtiyorlar. Bu açıdan kabul ediyorlar ki, “Donald Trump’ın Başkanlığı siyasi tarihte bir dönüm noktası”dır (bkz.: örn.: Фёдор Лукьянов. США как источник непредсказуемости / “Россия в глобальной политике”, 14 Kasım 2016).

Fakat bu yeni aşama, tüm bölgeler için ciddi tehlikeler oluşturabilir. Çünkü “uluslararası istikrarsızlık hiç de doğrudan askeri çatışmalarla tehlikeli değil, daha çok o (yani istikrarsızlık – Newtimes.az), ülkelerin içine nüfuz ediyor ve onların dayanaklarını sarsıyor, somut dersek, esas zorluklar devletlerin kapasitesizliği ve dayanıksızlığıyla ilgilidir…” (bkz.: önceki kaynağa).

Milli devlet bağlamında bu, yeterince ilginç bir savdır. Söz konusu çapına bakılmaksızın tüm devletlerin gelecek kaderidir. Böyle anlaşılıyor ki, önümüzdeki yakın yıllarda dünya ülkeleri esas olarak devletçiliğin güçlendirilmesi sorunu ile meşgul olmalı olacaklar. Ancak bu konuda “herkesin başının çaresini bulması” ilkesi çalışacak (bkz.: önceki kaynağa). Fyodor Lukyanov’un belirttiği gibi, “başaran kurtulsun” felsefesi küresel siyasetin lokomotivine dönüşüyor” (bkz.: önceki kaynağa).

Eğer Rus analistin son savı doğruysa, o zaman gerçekten de dünyayı ciddi jeopolitik çalkantılar bekliyor. Onu da hatırlatalım ki, Francis Fukuyama da, birkaç yıl önce yazdığı eserde uluslararası çapta belirsizliğin artmasında önemli neden gibi birçok devletlerin zayıflığını göstermiştir (bkz.: Francis Fukuyama. State-Building: Governance and World Order in the 21st Century. Cornell University Press, 2004, 160 p.). Şimdi bu sonucu diğer uzmanlar da doğruluyor, çünkü dünyada yaşanan jeopolitik süreçler pratik düzeyde onu gösteriyor.

Bununla da analist ve uzmanlar küresel çapta istikrarsızlığın derinleştiğini demekle birlikte, düşünüyorlar ki, tehlike devletlerin içine hızla yayılıyor. Bu yıkıcı faktörler nelerdir? İlk olarak, terörün üzerinde duruluyor. Çeşitli bölgelerde radikal düşünceli kitlenin şekillenmesinden bahsediliyor. Bu insanlar artık önceki kurallar çerçevesinde yaşamak istemiyorlar. Onların farklı yaşam tarzı isteğinin önünde başlıca engel ise devletin koyduğu sınırlamalardır. Bu nedenle saldırganlık ilk önce devletlere karşı yöneliyor.

Başka faktör gibi esasen Batı ülkelerinde toplumların elit kesime güveninin hızla azalmasını gösterebiliriz. Meselenin bu tarafı hakkında ABD’de D. Trump seçimi kazandıktan sonra daha kesin konuşmaya başladılar. Cumhuriyetçi adayın özellikle nüfusun büyük bölümünün Amerikan siyasi elitine inamsızlığı hesabına Başkan olabildiğini vurguluyorlar. Aynı durumun Batı’nın diğer ülkelerinde de gözlendiğini söylemek mümkündür. “Brexit” onlardan sadece birinin tezahürü idi.

İtiraf edelim ki, bu husus yeterince tehlikeli eğilimin habercisi. Eğer Batı’da bu süreç gelişirse, bu jeopolitik mekanda devletçiliğin istikrarsızlığa sarınacağını tahmin etmek zor değil. Bu ise hiç şüphesiz büyük bir jeopolitik mekanda kaosun tutuşması demektir. Dünyanın başka bölgelerine bu sürecin etkisinin güçlü olabileceğine de inanç vardır. Demek ki, herkesin ayrı ayrı kurtulması eğilimi dönemin ana eğilimi olursa, insanlık aslında yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalıyor.

Kurtarıcı Paradigma: Tarihi Deneyim ve Yapıcı Diyalog Düzleminde

Burada uzmanların neden devletlerin ortak istikrarsızlığa karşı mücadele edemeyeceği yönünde görüş bildirmesi ilginçtir. Neye göre genel tehlikeye karşı herkes birleşmesin? Görünür, bunun temel nedeni sıradan insanların dünyanın gelişmiş devletlerindeki siyasi güçlere güven eksikliği ile ilgilidir. Ve burada esas rolü yine ABD oynuyor. Çünkü sadece bu ülkede beklenmedik bir anda vatandaşlar siyasi elite karşı büyük güvensizlik ifade ettiler. Bununla Amerika kendisi de istemeden “küresel belirsizliğin en ciddi faktörlerinden birine dönüştü” (bkz.: önceki kaynağa). Sorunu çözümsüz bir hale getiren bir husus da Amerika’da nüfusun neredeyse yarısının D. Trump’ı Başkan olarak kabul etmek istememesidir. Demek ki, bu ülkede kargaşa artabilir ve geniş ölçek alabilir. Amerika’nın dünya siyasetinde bu tür zayıflaması ise diğer devletleri de olumsuz etkileyecektir.

Bunlardan böyle bir sonuca varmak mümkündür ki, dünya siyasetinde kendini gösteren belirsizlik küresel istikrarsızlığı derinleştirebilir. Onun gerçekleşmesi halinde ise bölgelerde devlet karşıtı güçlerin feallaşması mümkündür. Onlar öncelikle devletin temellerini sarsmaya gayret gösterebilirler. Muhtemelen, bu zaman genellikle gençleri kullanmaya çalışacaklar. Sonuçta, belirli gruplar devlet tesisatlarını ele geçirmek hülyasına düşerler ki, bu da yeterince ciddi tehdittir.

Uluslararası hukuk sisteminin çökmesinin fesadlarından biri de saldırgan dairelerin el-kolunun açılması olur. Ermenistan gibi devletçiliği zaten zayıf olan ülkeler tamamen kaos kaynağına dönüşebilirler. Onlar ayrı ayrı bölücü ve radikal grupların etkisi altına düşerek bölgede kargaşa yaratmaya çalışırlar. Bu tür durum uluslararası kuruluşların tam kapasite ile çalışamadığı bir aşamada daha korkulu sorunları oluşturur.

Aynı tahmini başka bölgelerde bulunan ve saldırganlığı ile seçilen ülkelerle ilgili de vermek mümkündür. Böyle anlaşılıyor ki, istikrarsızlık zincirleme olarak tüm dünyaya yayılabilir. Peki bu durumdan çıkış yolu olarak ne teklif ediliyor? Çok ilginçtir ki, uzmanlar sadece manzarayı analiz ediyor, ancak kurtuluş yolunu göstermiyorlar. Bunun nedeni üzerinde düşünmeye değer. Çünkü nasıl olabilir ki, insan farkına vardıkları halde, bütün insanlığın topyekün imhasına seyirci kalsınlar? Bu, mümkün değil. Demek ki, burada başka hususlar mevcuttur.

Mesele şu ki, hala büyük devletler dünya liderliği davasından el çekmemişler. Onlar neredeyse, durumun istikrardan çıkabilmesini hoşnutlukla karşılama eğilimindeler ki, sonra “bulanık suda balık tutabilsinler”. Bu da çok risklidir, çünkü, genelde dünyanın kaderi, ölüm-kalım meselesi söz konusudur. Dolayısıyla herhangi yapıcı fikir önerilmelidir. Aslında, geleneksel jeopolitik paradigma değişse de, dünya sistemi yeni duruma geçse de onun bütünlüğünü barındırabilecek mekanizmalar mevcuttur. Burada önemli faktörün diyalog olduğunu söylemek mümkündür. İktidarlar birbirini ne kadar kabul etmeseler de, son olarak dünyayı sadece birlikte kurtarmak mümkündür. Demek ki, yeni kurtuluş paradigması oluşturulmalıdır. Onun çizgileri, ne yazık ki, henüz hiçbir teorik düzeyde dahi hazırlanmamış. Asıl korkutucu hususun bundan ibaret olduğunu düşünüyoruz.

Oluşan duruma başka açı altında bakıldığında, genel düzeyde küresel siyasetin karmaşık nitelik aldığını söyleyebiliriz. Bu ise küreselleşme sürecinin doğrudan bir sonucudur. O halde şimdi gözlenen eğilimler, aslında, küreselleşme karşıtı niteliktedir. Bu bağlamda entegrasyonun zayıflaması ve unikallığın güçlenmesi dünya için bir fırsat faktörüne dönüşebilir mi? İnsanlık tarihinde buna benzer örnekler var mı?

İlginç bir olayı hatırlamak gerekir: Avrupa’da yeni dönem, ortaçağ kollektivciliğinin (entegrasyonun) bu durumdan memnun kalmayan nüfusun protesto dalgası üzerine dağılması ile meydana gelmedi mi? O zaman da feodal devlet yapısı taraftarları felaketten, devletçiliğin yok olmasından konuşuyorlardı. Fakat şehir meşşanları o kadar güçlendiler ki, farklı tarihi süreçlerin gerçekleşmesi meydana geldi. Şimdi Batı’nın siyasi elitlerine karşı olan güçlerin tarihte yeni devletçilik geleneğini yaratamayacağını nasıl söyleyebiliriz? Demek ki, şimdiki istikrarsızlık gelecek yeni düzenin temeli olabilir. Bunun felsefesi ve jeopolitik-teorik izahı geniştir ve ayrıca yaklaşım gerektiriyor.

Newtimes.az

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.