FIRAT KALKANI STRATEJİSİ

upa-admin 03 Mart 2017 1.790 Okunma 0
FIRAT KALKANI STRATEJİSİ

Ağustos 2016’dan beri süren Fırat Kalkanı Harekatı, isminden de anlaşılacağı üzere, Türkiye’nin Suriye topraklarındaki yakın dönem stratejisini işaret etmektedir. Şöyle ki, 2011’den beri süren Suriye kaosunda, “yeni Suriye” tasarımında, çeşitli bölge ve antiteler oluşmuştur. Bir yandan Kürt koridoru değil “PYD koridoru”,  bir yandan Şam-Lazkiye-Halep bağlamında Rusya ve İran’ın desteklediği Esad rejimi, öte yandan yerleşim yerlerinin az ama yüzölçümünün geniş olduğu alanda IŞİD ve diğer militan örgütlerin yer aldığı bir coğrafya bizi karşılıyor. IŞİD’e yönelik, Irak-Suriye hattındaki koalisyon hareketliliği, Musul-Rakka hattında bir uluslararası operasyona işaret etmektedir. İşte bu zeminde, farklı hesaplar, tasfiye halindeki IŞİD ve olası boşluğun nasıl doldurulacağı zihni egzersizleri gündeme gelmektedir.

Türkiye’nin 2011’den beri uygulamaya çalıştığı siyasa, aslında kendi içinde pek çok soru işaretiyle doludur.  “Emevi Camii’nde toplu namaz” gibi fantezilerin dışında, bu ülkenin sarsılma sürecinde, milyonlarca mülteci ülkemize sığınmıştır. “Uygar Batı”nın mülteci göçünü engelleme uğruna Türkiye’ye uyguladığı yakın markaj ve mali destekle deyim yerindeyse bu göçten “sıyrılma” talebi, Avrupa’nın ortasında yaşanan insani trajedilerle birlikte Avrupa’da yükselen faşist sağ, dediklerimizi kısmen ön plana çıkarabilir.

Ancak Suriye politikasının başında “Esad gidecek, İhvan gelecek” düşüncesindeki siyasal iktidar, Suriye içindeki kaosta, açıkçası sürekli bir müttefik bulamamıştır. 1998’de PKK terör örgütü başı Öcalan’ın Suriye’den çıkarılmasıyla ve  Adana Mutabakatı ile başlayan iyi ilişkiler,  2011’deki kaosa kadar gelişerek sürmüş, ortak askeri tatbikatlar, ekonomik işbirliği ve vizelerin kaldırılmasıyla pekişmişti.  “Esad’ın devrilmesi” saplantısı, aslında Batı’nın “İran’ı izole etme” politikasıyla eşgüdümlü çalıştırıldı. Zira Türkiye-Suriye yakınlaşması sürerken, 2008 Haziran-Aralık döneminde, Türkiye, Suriye-İsrail arasındaki “aracılı görüşmelerde aracılık rolünü üstlenmiş, tüm bu siyasetlerde Suriye’yi İran’la müttefikliğini bitirmeye zorlayan ve Batı’ya çekmeye çalışan zeminde “yumuşak güç” olarak yer almış ve diplomasi masasında kritik işlevler yerine getirmişti.

2011-2017 arasındaki kaos sonrası oluşan fiili anlamdaki “yeni Suriye”de, Türkiye’nin Ağustos 2016’da başladığı askeri müdahaleye “Fırat Kalkanı” adı verildi. Müdahalenin iki ana stratejisi uygulama alanında görüldü. Birincisi “PYD koridoru”nun engellenmesi, ikincisi ise IŞİD’in Türkiye sınırından temizlenmesi ve kontrol altına alınmasıyla ilgiliydi. Burada Türkiye’nin “meşru hakkı”, Suriye’deki “devletsizlik” ve “otorite boşluğu”nun terör olarak kendi topraklarına, asimetrik çerçevede dönmesi ve bu nedenle bedel ödemek durumunda kalması idi.

Burada en çok kafa karışıklığı PYD/YPG konusunda yaşanmaktadır. Yazının önceki bölümünde bir vurgulama yapmıştık. “Kürt koridoru değil PYD koridoru” demiştik. Tam da bu çerçevede, Türkiye’nin içine sürüklendirilmeye çalışıldığı tuzağa dikkat çekmek gerekmektedir. Sadece “Kürt koridoru” başlığı öne çıktığında, sanki Türkiye’nin Kürtlerle ilgili özel bir hassasiyet taşıdığı ve ayrımcı bir tutumu benimsediği gibi yanlış bir algı yaratılmaya çalışılmaktadır. Halbuki PYD, PKK terör örgütü başı Öcalan 1998’de Suriye’den çıkarıldıktan sonra Suriye istihbaratı El Muhaberat tarafından dolaylı olarak kurdurulmuş, daha önceki yazılarımızda vurguladığımız üzere, PKK terör örgütünün Suriye’deki “ikiz yapılanması”dır. Dolayısıyla, ülkemiz topraklarında yaşama geçiremedikleri “PKK antitesi”ni, Suriye topraklarında yaşama geçirmek, Türkiye sınırını boydan boya “PKK tehdidi” ile kuşatmak gibi “oksimoron” bir durum ortaya çıkmaktadır. Türkiye’nin Fırat Kalkanı’ndaki önceliklerinden birisi, PYD’nin “Fırat’ın batısı”na geçmesini önlemektir. Halbuki PYD, Münbiç’e ele geçirerek Türkiye’nin kırmızı çizgisini aşmış, burada deyim yerindeyse bir “cep” oluşturmuştur. Öte yandan, ABD ve Rusya  PYD’yi “IŞİD’le mücadele”de ön safta değerlendirmekte, siyasal ve askeri destek  vermekte ve  IŞİD’in karargahı Rakka’ya yapılacak ortak operasyonda mutlaka  PYD’yi değerlendirmek istemektedirler. Rusya’nın hazırladığı “Suriye anayasası” taslağında, federal bir devlet görünmese de, “Kürt otonomisi” göze çarpmaktadır (https://tr.sputniknews.com/ortadogu/201702011027015584-sputnik-rusya-suriye-anayasa-taslak/). Ancak söz edilen otonomi Kürtler’den çok, “PYD’nin devletleşmesi” üzerinedir. Türkiye ise, “Barzani modeli bir otonomi”ye Cumhurbaşkanı başdanışmanı İlnur Çevik’in vurguladığı zeminde ses etmese de, “PKK/PYD terör yapılanması”na tahammül edecek bir konumda değildir. (https://www.nytimes.com/2017/02/11/world/middleeast/turkey-us-relations.html). Astana ve Cenevre sonrasında “yeni Suriye” oluşacaksa da,  PKK/PYD zemininde bir “ortak yönetim”, Türkiye’de kim iktidarda olursa olsun kabul zemini görmeyecektir.

IŞİD’e karşı bölgede muharip güç olarak savaşan tek düzenli orduya sahip Türkiye, Fırat Kalkanı’nda El Bab’a kadar inmiştir. El Bab’ın bu kadar ele alınmasındaki neden, “PYD koridoru”nun aşağıdan tamamlanmasını engelleyecek bir önleyici müdahale olarak göze çarpmaktadır. Fırat Kalkanı’nda, Türkiye,  Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ile ilerlemektedir. ÖSO’nın bileşenleri zaman zaman değişmekte ve Türkiye’nin askeri anlamdaki kalıcılığı sorgulanmaktadır. El Bab’dan sonra, Münbiç ve Rakka, devlet yetkilileri tarafından “yeni hedefler” olarak gösterilmiştir. Münbiç’te, ÖSO-PYD arasında yer yer çatışmalar başlamıştır. Ancak Rusya-ABD, bu operasyona hangi aşamaya kadar tolerans gösterecektir? Rakka ise, Rusya ve ABD’nin de yer aldığı bir uluslararası koalisyonla ve IŞİD’i tasfiye bağlamında öne çıkarılmaktadır. Türkiye, koalisyonda PYD’yi istememektedir. Bu talebe karşı, büyük güçler ne diyecektir? Türkiye’yi dışlayan bir topyekün müdahale gerçekçi gözükmese de, PYD’den vazgeçmek gibi bir eğilimin hiçbir emaresi de henüz yoktur.

İşte bu soru işaretleri, Fırat Kalkanı’nın geleceğini belirleyecektir. Şimdiye kadar ortaya konulan strateji bir bütünlüğe kavuştuysa da, Münbiç-Rakka hattı, bir “B planı”nı mı göstermektedir, yoksa “bekle gör” politikası mı uygulanmaktadır?  Bu da stratejinin (varsa) şifrelerini  ifade edecektir.

Yrd. Doç. Dr. Deniz TANSİ

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.