ASYA’NIN YARAMAZ ÇOCUĞU PYONGYANG’IN NÜKLEER DENEMELERİ YENİ VE KAPSAMLI BİR BÖLGESEL ÇATIŞMAYA YOL AÇABİLİR Mİ?

upa-admin 11 Haziran 2017 3.096 Okunma 0
ASYA’NIN YARAMAZ ÇOCUĞU PYONGYANG’IN NÜKLEER DENEMELERİ YENİ VE KAPSAMLI BİR BÖLGESEL ÇATIŞMAYA YOL AÇABİLİR Mİ?

19141852_10155354127203991_1811632206_n

Kaynak: https://www.thesun.co.uk/wp-content/uploads/2016/12/map-war-20171.jpg?strip=all&w=750&quality=100

Soğuk Savaş’ın Komünist Blok tarafından kaybedilmesi, uluslararası işçi sınıfının ve komünist devrimin muzaffer olacağını düşünen Kuzey Kore açısından tam anlamıyla bir yıkım olmuştur. Öncelikle Pyongyang, kurulmasından itibaren devamlı yardım aldığı SSCB ve Doğu Blok’undan artık mahrum kalmaya başlamıştır. Zira söz konusu durum, aynı esnada Pyongyang’ın kendisine politik, askeri ve ekonomik alanlarda destek sunan kuvvetli müttefiklerinin de birdenbire kaybedilmesi demektir. Buna ilaveten, Doğu Bloku’nun parçalanmasıyla beraber, Pyongyang, en ciddi düşmanı olan ve biricik süper güç konumuna yükselen Washington’a karşı yalnız bir konuma gelmiştir. Ayrıca, Tokyo (Japonya), bu süreçte dünyadaki ve bölgedeki ikinci büyük güç (ekonomik olarak) haline gelmiştir. Söz konusu gelişme, Pyongyang’ı güvenlik siyasalarını öncelikli olarak icra etme veyahut iktisadi ve politik istikrarı sağlama ikilemiyle karşı karşıya bırakmıştır.

Pyongyang’ın milli kapasitesini incelerken çok dikkatli davranılmalıdır.[1] Zira Kuzey Kore konusunda yaşanan bilgi eksikliğinin yanı sıra, ideolojik önyargılar ve diğer ülkelerin kendi milli menfaatleri doğrultusunda bu ülkeye bakma istekleri birleşince, ortaya çok çelişkili değerlendirmeler çıkmaktadır. Bu noktadan hareketle, Pyongyang ile ilgili analizlerde iki zıt yaklaşım popülerlik kazanmaktadır.

Bunlardan ilki, yani Beyaz Saray’ın milli menfaatleri kapsamında meseleyi irdeleyen ilk yaklaşım, Kuzey Kore’yi devlet yapısı ve lider görünümü açısından tamamen dünyanın evrensel değerlerinden uzak, bir “haydut devlet” olarak tanımlamaktadır. Bu tanım çerçevesinde, Kuzey Kore, politikası mantık sınırlarının dışında ve tahmin edilemeyen güdülerle hareket eden, garip, aynı esnada benimsenemez ve tolere edilemez bir devlet ve lider görünümüyle kötü bir yapıyı barındırmaktadır. Hakikaten de, Pyongyang, komşularıyla hatta tek başına Washington ile her an savaşmaya hazır bir saldırganlığa sahip olup, uluslararası toplumca da neredeyse tamamen izole edilmiştir. Bu görüş, Pyongyang’ın rejim meselesinin doğrudan nükleer silahlar konusuyla eşdeğer olduğunu ve mevzubahis silahların mevcudiyeti sürdüğü müddetçe bahse konu durumun geçerliliğini yitirmeyeceğini savunmaktadır. Ayrıca bu görüşe göre, iki Kore’nin birleşmesi de sadece Seul tarafından Kuzey’in ilhak edilip politik sisteminin ortadan kaldırılması yoluyla sağlanabilir. Pyongyang’ın uzun dönemde mevcudiyetini sürdürmesinin benimsenmemesi gibi küçük bir olasılık bile olsa da, birleşmenin Kuzey’in çatısı altında mümkün olabileceği asla konuşulmamaktadır. Bu düşüncenin savunucuları, iki Kore’nin eşit şartlar altında bile birleşmesini olası görmemektedirler.

Surrounding_20160321_TWIG

Kaynak: http://ggc-mauldin-images.s3.amazonaws.com/uploads/newsletters/Surrounding_20160321_TWIG.jpg

Yukarıdaki görüşün karşısındaki görüşe göre ise, Kuzey Kore, her devlet gibi mantıklı hareket eden bir aktör olmaktadır. Dünyadaki genel eğilime benzer biçimde, Kuzey Koreli karar alıcılar da kendi ulusal menfaatlerini ön planda tutan ve hedeflerine erişmeye gayret eden akılcı ve mantık çerçevesinde bir siyasa takip etmektedirler. Bu noktada iki soru gündeme getirilmektedir. Bunlardan ilki şudur: “Pyongyang neden kendini müdafaa etmek amacıyla nükleer silah ve füze elde etmesin veya niye Londra’nın izlediği politikaya benzer şekilde ana iktisadi gereksinimlerini karşılamak maksadıyla bunları ihraç etmesin?”. İkinci soru ise şudur: “Neden Kuzey Kore kendisinin müttefiki konumundaki Çin ve Rusya sınırları yerine rakip blokta bulunan ve ülkesine yalnızca 120 kilometredeki Güney Kore sınırına hâlihazırdaki askeri kuvvetinin yüzde altmış beşini konuşlandırmasın?”. İlk bakış açısı, Pyongyang’a yönelik sürekli olarak havuç-sopa stratejisini tercih etmektedir. Bunun haricinde, Kuzey Kore’nin barış, istikrar ve refah içerisinde bir ülke olarak hayatını idame ettirmesini istemektedir. Beyaz Saray ve müttefikleri, yalnızca kendi menfaatlerine aykırı gördükleri nükleer silah ve füzeler gibi tehditleri bedeli ne olursa olsun yok etme amacındadırlar.[2] Öte yandan, Richard Folk’a göre, BM Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesi nükleer silahlara sahip durumdayken, iktisadi birer güç konumundaki Tokyo ve Berlin’in de bu silahlara sahip olabilecek kapasitesi söz konusudur. Buradan hareketle, uluslararası ahlakın sürekli karşı olduğu kitle imha silahlarına büyük devletlerin sahip olmasına rağmen diğer devletlerin bu silahlara sahip olmasının engellenmesi mantıklı görünmemektedir.

İlk yaklaşımın antitezi olan ikinci bakış açısında üzerinde durulan konu ise, akılcı aktör düşüncesinden yola çıkılarak, Pyongyang’ın varlığını koruması veyahut ortadan kalkmasından ziyade buranın dönüşüm parametrelerinin neler olduğunun bulunmasıdır. Uluslararası ilişkiler analizlerinde çok revaçta olan gerçekçi kuram perspektifinde incelendiğinde, Pyongyang açısından ikinci bakış açısının tezleri daha yakın görünmektedir. Gerçekçi okula göre, bir devletin menfaatleri önemli olup, devletler, bunları azami ölçüde gerçekleştirmek için eylemlerde bulunurlar. Bu minvalde, büyük devletlerin diğer devletlerin barış, huzur ve zenginlik içerisinde yaşaması gibi bir endişeleri yoktur. Yalnızca uluslararası ortamda istikrarın sağlanması ve sürdürülmesi büyük güçler için elzemse bu doğrultuda çaba sarf edilebilir. Genellikle büyük güçler uluslararası meşruiyet ve ahlak temelinde davranış gösterme gayretindedirler. Fakat söz konusu güçler kendi milli menfaatlerinin zorunlu kıldığı hallerde bu tarz kuralları görmezden gelebilmektedirler.

170419104152-north-korea-family-tree-large-34

Kaynak: http://i2.cdn.cnn.com/cnnnext/dam/assets/170419104152-north-korea-family-tree-large-34.jpg

Kore Yarımadası’ndaki nükleer silahlanmanın başlangıcı, 2. Dünya Savaşı’nın sonuna geri götürülebilir. Beyaz Saray tarafından savaşın bitiminde tüm dünyaya meydan okuyacak şekilde Japonya’ya atom bombası atılması, Pyongyang’ın kendi mevcudiyetini sağlamak ve bölgedeki mücadeleye müdahil olmak amacıyla nükleer silahlara gereksiniminin olduğunu idrak etmesine yol açmıştır. Kore Savaşı’nın ertesinde Rus etkisi altında kalan Pyongyang, Güney’deki Washington mevcudiyetine karşı en kuvvetli mücadele yönteminin nükleer silahlar olacağına inanmıştır. Bu minvalde, yarımadada 1950-1953 döneminde Washington ile yaşanan harp ertesinde ortaya çıkan resmi belgelerde, Amerikalı karar alıcıların dönem dönem Pyongyang’a yönelik nükleer silahlardan yararlanmayı değerlendirmiş olması, Kim Il-Sung’un adı geçen silahlara sahip olma arzusunu güçlendirmiştir.[3] Kore Yarımadası’ndaki Amerikan mevcudiyeti, Pyongyang’ın nükleer silahlar elde etmesinde ve bunu dünya kamuoyuna milli güvenlik meselesi olarak sunmasındaki ana sebeptir. Kore Savaşı’nın bitiminde Japonya zamanından kalma bir sınai yapılanmayı elinde bulunduran Pyongyang, Moskova’nın da teknolojik yardımı sayesinde öncelikle enerji alanı olmak üzere nükleer silah elde etmeye girişmiştir. 1962 senesi ise, hem iktisadi, hem de nükleer aktiviteler bakımından bir dönüm noktası olarak görülmüştür. Seul’ün Batı desteğiyle beraber ağır endüstri sahasındaki atılımı, iktisadi dengelerde değişim yaşanmasına yol açmıştır. İkinci bir etken ise 1962 Küba Bunalımı (Küba Füze Krizi) sırasında Washington ve Moskova arasındaki görüşmelerin neticesinde Küba’daki Sovyet füzelerinin çekilmesidir. Bu gelişme, Kuzey Koreli karar alıcılar tarafından SSCB’nin ABD’ye teslim olması şeklinde görülmüştür. Küba Bunalımı’nın yarattığı büyük risk ve bunun sonucu olarak Washington ve Moskova arasında siyasi ve askeri sahada dengeye varıldığının idrakiyle, muhtemel bir çatışmanın engellendiği gibi, bloklararası münasebetlerde Detante (yumuşama) dönemine de girilmiştir. Küba Bunalımı’nın ertesinde dünyada nükleer silahlanma bağlamında bir denge kurulmak suretiyle bu tip silahların azaltılmasına yönelik anlaşma ortamına zemin hazırlanırken, Pyongyang ise, bunun tam aksi bir istikametinde yol almıştır.

korea nuke sites

Kaynak: http://www.zerohedge.com/sites/default/files/images/user5/imageroot/2017/03/27/korea%20nuke%20sites.jpg

Bu paralelde, Pyongyang, 1960’larda Moskova ve Pekin’in destekleri sayesinde nükleer teknoloji kapasitesini arttırmaya ve nükleer tesisler inşa etmeye girişmiştir. 1965 senesinde Yongbyon’da bir araştırma reaktörü Kremlin tarafından inşa edilmiş, 1970 ve 1980’lerde ise nükleer tesislerin yapımı sürmüştür. Söz konusu zaman zarfında yapılan aktivitelerin bilimsel araştırmalar için yapıldığı ifade edilmiştir. Pyongyang, Ruslar tarafından yapılan IRT-2M araştırma reaktörünün kapasitesinin 8 megavata yükseltilmesini ve yakıtın yüzde seksen seviyesinde zenginleştirilmesi gibi aşamaları tamamlamıştır. 1980’lerde ise, Pyongyang, kendi nükleer tesisini yapma ve nükleer yakıt geliştirme alanlarında gerekli teknolojik eşiğe erişerek nükleer silah elde etme amacıyla yararlanılabilecek uranyum zenginleştirme, plütonyum ayrıştırılması gibi aşamaları gerçekleştirebilecek tesis yapımı süreçlerinde başarı kaydetmiştir.[4] 1984 senesinde, Pyongyang, Yongbyon’da 50 megavat ve Teachon’da 200 megavat kapasiteye sahip nükleer inşa etmeyi gündeme getirecektir.  Bu esnada, Seul, nükleer teknolojiden tümüyle sivil amaçlar için yararlandığını açıklarken, Pyongyang ise nükleer teknolojisinden silah elde etmeye yönelecek biçimde yararlanmayı sürdürmüştür. 1985’te ABD, Kuzey Kore’nin Yongbyon kasabasında gizli bir nükleer reaktör olduğu bilgisini paylaşmıştır. Bunun ertesinde, artan uluslararası baskı sonucunda, Pyongyang, 1985 ‘te “Nükleer Silahların Azaltılması Anlaşması”na katılmıştır.

Pyongyang’ın nükleer programında köprübaşı bir gelişme ise, en kayda değer destekçisi olan SSCB’nin parçalanması olacaktır. Bunun paralelinde Pekin’in iktisadi yönden Batı’ya açılmayı tercih etmesi Pyongyang’ın kendisini daha da yalnız bir pozisyonda bulmasına sebebiyet vermiştir. Tüm bu yaşananlar, Kore Savaşı’ndan bu yana devam eden gelişmelerle birlikte düşünüldüğünde Pyongyang için tek alternatif nükleer silahlanmaya ağırlık vermek ve dışa kapalı bir sistemi kurmak olarak görülmüştür. Cereyan eden gelişmeler çerçevesinde, 1990’ların ilk yarısı, Kore Yarımadası’nda bir nükleer sorunun göstergesi olacak krizlerin yaşanacağı bir dönem olacaktı. Yine aynı dönemde, Seul ve Pyongyang arasında bir yakınlaşma da söz konusudur. Pyongyang, 1991’de BM’ye üye olmuştur. Bunun ertesinde, Soğuk Savaş’ın da bitişiyle yarımadadaki gerilimin azalacağı umulmuştur. Aynı zaman zarfı içerisinde, Seul ve Pyongyang, nükleer silahların denenmesi, yapımı, tedariki, muhafazası, elde bulundurulması ve kullanımını yasaklayan ve de uranyum zenginleştirme ile plütonyum ayrıştırma tesislerinin faal durumda olmasını kısıtlayan bir anlaşma yapmışlardır. Fakat söz konusu iyimser atmosfer, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın Pyongyang’ın anlaşma maddelerini ihlal edecek nükleer aktiviteler içinde bulunması iddiasıyla gölgelenmiştir. Pyongyang, bu isnatları kabul etmemiş ve ajansın kuşkulu olarak değerlendirdiği tesislere girişine izin verilmeyeceğinin altı çizilerek 1993 senesinde “Nükleer Silahların Yayılması Antlaşması”ndan imzasını çekme düşüncesini ilan etmiştir. Nihayetinde Seul ve Pyongyang arasındaki yakınlaşma süreci ortadan kalkmış ve yarımadada Washington-Pyongyang kutuplaşması daha da görünür bir hal almıştır.

NorthKorea_Missile_testing-01

Kaynak: https://i1.wp.com/missile.wpengine.com/wp-content/uploads/2017/01/NorthKorea_Missile_testing-01.jpg?ssl=1

Bu noktada, Pekin, Moskova ve Washington’un, Pyongyang’a yönelik yaklaşımlarının ele alınması konuya farklı bir boyut getirebilir. Pekin, barış ve güvenliğin muhafazası amacıyla Kore Yarımadası’ndaki nükleer silahlanmanın sona erdirilmesi gerektiğini sürekli olarak vurgulamıştır. Pekin Yönetimi, meselenin taraf ülkelerin ortak girişimleriyle barışçıl bir biçimde çözüme kavuşturulması gerektiğini savlamaktadır. Öte yandan, Pyongyang, meselenin Washington ile arasında olduğunu ve anlaşmazlığın Washington-Pyongyang görüşmeleri neticesinde çözüme ulaştırılması gereğinin altını çizmektedir. Ayrıca Pyongyang’a göre, Washington kendisiyle bir saldırmazlık paktı imzalamasının ertesinde iktisadi kalkınmasına taş koymazsa Beyaz Saray’ın güvenlik konusundaki kaygılarını ortadan kaldıracağına işaret etmektedir.[5] Buna karşılık olarak, Washington, Pyongyang ile arasındaki nükleer meseleyi barışçıl yollarla çözüme kavuşturmak arzusunda olduğunu, fakat bunun ön şartının Pyongyang’ın nükleer faaliyetlerini sona erdirmesi olduğunu belirtmektedir.

Mevcut donmuş durum devam ederken, tartışmaların gittikçe daha ciddi bir krize dönüşerek savaşa yol açmasından kaygı duyulmaktadır. Bundan ötürü mevcut koşullarda suçun kimde olduğu üzerinde kafa yormak anlamsızdır. Bu minvalde en kritik önemdeki nokta, tansiyonu düşürmek ve yeni bir krizin patlak vermesini engellemektir. Söz konusu tartışmalarda avantajlı olan Washington’dur. Pyongyang tarafından talep edilen şey, Washington tarafından güvenlik garantilerinin verilmesi ve iktisadi yardım sunulmasıdır. Bu durum, Pyongyang açısından yaşamsal önemdedir. Bundan dolayı, Beyaz Saray’ın inisiyatif alması şarttır. Öte yandan, Pyongyang ile müzakerelere başlandığında Washington’ın hiçbir kaybı olmayacaktır. Beyaz Saray tarafından Pyongyang ile bir saldırmazlık paktı yapılırsa veya Pyongyang’ın güvenliği hususunda başka ciddi önlemler alınırsa, herhangi bir kayıp söz konusu olmayacaktır. Bu tarz çabalar, Washington’un hem Seul’de, hem de Pyongyang’daki saygınlığını katlayacak ve Kore meselesiyle ilgili Washington’a daha fazla söz söyleme hakkı verecektir. Pyongyang’ın mevcut şartlarda çok ciddi sıkıntılar içinde olduğu ve uzun zamandan beri gıda ve enerji ihtiyacının had safhaya vararak, fiyatlara müdahale etmeme ve ücretleri yükseltme temelindeki iktisadi reform çabalarının başarısız olduğu aşikârdır. Pyongyang, iktisadi problemleri çözme gayretinde olup, siyasal yapısını güçlendirmektedir. Ülkenin düze çıkması herkes açısından faydalı olacaktır. Aksi bir durumda, yaşanabilecek gelişmeler Seul, Pyongyang ve Pekin açısından olumsuz durumlar yaratabilir.

Uluslararası toplum tarafından Kore meselesinde Pekin’in yapacağı katkılar hususunda öngörülerde bulunulmakta ve nükleer meselenin çözüme ulaştırılmasında Pekin’den daha fazla girişimde bulunması umulmaktadır. Fakat hem Kuzey Kore, hem de Güney Kore halklarının yüksek bir öz saygı duyduğu Pekin’in yarımadada üstleneceği pozisyon umulduğu kadar fazla değildir. Yine de, Pekin, elinden gelen tüm çabayı ortaya koyacaktır. Pekin, bir çözüme varılabilmesi amacıyla Washington, Seul, Pyongyang, Moskova, Tokyo’nun yanı sıra bazı Avrupa başkentlerini de içerecek biçimde bütün ilgili taraflarla yakın irtibattadır. Buna ilaveten Pekin’de bir Washington-Pyongyang diyalogunun başlatılması hususunda niyet beyanında bulunmuştur. Bu tarz diyalogların gerçekleşmesi doğrultusunda birtakım girişimlerin yapılması beklenmektedir.

19073935_10155354140283991_2022950435_n

Washington, 1953 senesinde Seul ile bir karşılıklı savunma anlaşması imzalamak suretiyle Pyongyang’ın Pekin ve Moskova ile birlikte kurduğu gizli ittifak neticesinde Seul’e saldırdığı 1950 senesinden beri Seul’ün güvenlik sağlayıcısı rolünü üstlenmiştir. Merhum Zbigniew Brzezinski’ye göre, Seul’ün çok önemli iktisadi gelişimi ve demokratik politik yapısı, Washington’ın Seul’deki taahhüdünün başarılı olduğu göstermesi açısından bir referans noktasıdır. Ancak bundan sonraki dönemde Pyongyang, Seul’e karşı kabine üyelerine karşı suikastlar organize etmekten, Güney Kore Devlet Başkanı’nı öldürme girişimine kadar uzayan bir yelpazede çeşitli provokatif eylemlerde bulunmuştur.[6] Ayrıca 2010 senesinde, Pyongyang, Chenoan adlı bir Güney Kore harp gemisini batırdıktan sonra, gemi mürettebatının çoğunu öldürmüştür. 2010 Kasım ayında ise, Pyongyang, Güney Kore adalarından birisini bombalamış ve bazı asker ve de sivilleri öldürme eyleminde bulunmuştur. Seul, sürekli olarak kendi fiziksel güvenliğinin sağlanması amacıyla Washington’a güvenmesinden ötürü Beyaz Saray’dan yardım istemiştir. Pyongyang ise, kısa menzilli balistik füzeler, uzun menzilli toplar ve nükleer silahlar temelli Seul’e karşı asimetrik bir harp olasılığını göz önünde tutacak şekilde askeri stratejisini güncellemektedir. Seul, Pyongyang’dan kaynaklanabilecek sıradan bir saldırıya cevap verebilecek bir donanıma sahip olmasına rağmen, geniş ölçekli bir saldırıyı engellemek veyahut geri püskürtmek amacıyla Washington ile arasındaki ittifakına göbekten bağımlı bir durumdadır. Beyaz Saray’ın kendisine yardımcı olmaması durumunda, Seul, sancılı kararlar almak zorunda kalabilir. Söz konusu durumda, Seul, ya Pekin’in bölgesel hâkimiyetini benimseyip Doğu Asya’da güvenlik sağlayıcısı olarak Pekin’e yaklaşacak veya Tokyo ile ortak demokratik değerleri ve Pyongyang’ın yanı sıra Pekin saldırısından duyduğu endişeden ötürü tarihsel gelişmelerin tersine Tokyo ile daha kuvvetli bir münasebet tesis etmeye çalışacaktır. Ancak Washington’ın desteğini almadan Tokyo’nun Pekin’e karşılık vermesi olasılığı çok problemlidir. Bundan ötürü, Beyaz Saray’ın Doğu Asya’daki güvenlik garantilerinin inandırıcılığının azalması durumunda Seul yalnız başına askeri ve politik bir riskle karşı karşıya gelebilir.

maxresdefault

Kaynak: https://i.ytimg.com/vi/jf9r3x3qcgc/maxresdefault.jpg

Bu çerçevede düşünüldüğünde, Seul, Pyongyang tarafından olası tehdit altında tutulduğu müddetçe ve yarımada bölünmüş bir biçimde kaldığı sürece ABD’nin güvenlik garantilerine yani bunun karşılığında da kendisinin, Washington’ın Tokyo’da devam eden mevcudiyetindeki etkili konumuna bağımlı olma dışında başka bir alternatifi olmayacaktır.[7] Brzezinski’ye göre, geniş kapsamlı ticari münasebetlere karşın, Seul ve Tokyo arasındaki tarihsel rekabet, ikisinin de çıkarına aşikâr olduğu belli olsa da, ikisi arasındaki herhangi bir askeri işbirliği olasılığını ortadan kaldırmıştır. Daha güvenli bir Seul, Pyongyang’dan gelebilecek umulmadık saldırıların olasılığını daha fazla azaltmış olacaktır. Sonuçta, zamanla barışçıl bir birleşme tezahür edebilir ve bu takdirde Pekin’in rolü de kademe kademe tesis edilebilecek bir birleşme açısından kritik önem içerebilir. Bunun gerçekleşmesi durumunda Seul, Washington ile güvenlik münasebetlerinde hangi seviyede bir azaltmaya gidebileceğini yeniden değerlendirebilir ve özellikle de Tokyo tarafından da Pekin tarafından desteklenen bir milli birleşme açısından bir mübadele faktörü olarak benimsenebilir bir pozisyonda olacaktır.

b5c9ee81-a445-4a83-87a8-fc0f19070361

Kaynak: http://cdn.presstv.com/photo/20170412/b5c9ee81-a445-4a83-87a8-fc0f19070361.jpg 

Rus dış politikasının Asya-Pasifik açılımının en önemli hedeflerinden birisini Kore Yarımadası’nda etkisini artırmak oluşturmaktır. Pekin gibi, Moskova’nın da hem Pyongyang, hem de Seul ile diplomatik ilişkileri bulunmaktadır. Önce SSCB ve daha sonrasında Rusya Federasyonu döneminde Pyongyang’a destek veren Moskova’nın Seul’e yakınlaşmasının arkasında iktisadi menfaatler bulunmaktadır. Öte yandan, Seul ise, Kremlin ile yakınlaşmak suretiyle Pyongyang’ın pozisyonunu güçsüzleştirmeyi amaçlamaktadır. 1990’da Seul, Moskova’ya 3 milyar dolar kredi sağlamış ve söz konusu taraflar bunun yarısının askeri teknoloji ve hammaddeyle karşılanması hususunda anlaşmaya varmışlardır. Bunun hemen ertesinde, Ekim 1996’da Rusya tarafından askeri teknoloji alanındaki ilk bilgiler ve ürünler Seul’e verilmiştir.[8] Hemen ertesinde ise, iki ülke Dış İşleri Bakanları arasında askeri işbirliğini güçlendirme hususunda bir protokol yapılmıştır. Moskova ve Seul arasındaki yakınlaşma, bir süre sonra ticari ilişkilerde de kendisini görünür hale getirmiştir. 2006 senesinde iki ülke arasındaki ticaret hacmi 8 milyar dolar olmuştur. Moskova, Seul’e daha ziyade enerji kaynakları satarken, Seul’den teknoloji ürünleri ithal etmektedir. 1992’de Moskova, Seul ile dostluk antlaşması imzalamıştır. Bunu takip eden süreçte Pyongyang ile ilişkiler zayıflamış ve Kremlin tarafından Pyongyang’ın ideolojik müttefiki olmak kabul edilmemiştir. Fakat 1996’da Moskova, Pyongyang’a iktisat, kültür ve teknoloji sahalarında işbirliği yapma isteğini belirtmiş ve Pyongyang’a 200 bin dolarlık gıda yardımı taahhüdünde bulunmuştur. Moskova’yı böyle bir politika izlemeye yönelten en önemli faktör Washington ve Pekin’in bölgedeki etkilerini artırmış olmasıdır.

Bunu izleyen dönemde başta Vladimir Putin olmak üzere birçok üst düzey Rus yetkili Moskova’nın bölgede azalan etkisinden duyulan endişeleri dile getirmiştir. Bu minvalde 2000 senesinde Rusya ve Kuzey Kore Dışişleri Bakanları arasında imza edilen dostluk antlaşmasında iki ülkeyi askeri müttefik yapan maddelere de yer verilmiştir. 2000 yazında ise Putin, Pyongyang’a bir ziyarette bulunmuş ve Okinawa’daki G-8 Zirvesi’nde Pyongyang’ın füze programını terk etme hususunda görüşmelerde bulunabileceğini açıklaması Batılı ülkeler tarafından şaşkınlıkla karşılanmıştır. Böylelikle Putin, Moskova’nın bölgede kayda değer bir aktör olduğunu bir kez daha ilan etmek istemiştir. Moskova, Pyongyang’ın nükleer silahlara sahip olmamasını hoş karşılamamaktadır. Çünkü dost bir güç olsa da Pyongyang, Rusya’nın komşusudur. Bu kapsamda Kremlin, meselenin çözüme kavuşturulması amacıyla Pyongyang’a ilaveten Washington’ın da uzlaşmacı bir politika yürütmesine çabalamaktadır. Meselenin sürmesi, Moskova’nın enerji ve ulaştırma alanlarında Kore Yarımadası’nda gerçekleştireceği birtakım yatırımların geri bırakılmasına sebep olmaktadır. Söz konusu durum bir yerde Kremlin’in Uzak Doğu’daki etkisinin sınırlı olmasını isteyen Beyaz Saray’ın menfaatlerine de uygunluk göstermektedir.

russia-north-korea-trade-050417

Kaynak: https://www.stratfor.com/sites/default/files/styles/wv_small/public/russia-north-korea-trade-050417.png?itok=9e7bA9_5

Moskova, Pekin ve Tokyo karşısındaki stratejik menfaatlerini ve Beyaz Saray’ın “Şer Ekseni” hipotezini, geçmiş ortağı Pyongyang ile dengelemeyi tercih etmektedir. Kuzey Kore’nin ucuz istihdamı, iktisadi ve teknolojik zayıflığına ilaveten Seul ile münasebetleri silahlanma hususunda Moskova’ya bağımlılığını devamına sebep olmaktadır.[9] 2002’de dönemin Kuzey Kore Devlet Başkanı Kim Jong-il, Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin’e ziyarette bulunmuştur. Bu ziyaret sırasında Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Aleksander Losyukov, Pyongyang’ın iki büyük komşusu olan Çin ve Rusya ile hem iktisadi hem de ticari münasebetlerini güçlendirme niyetinde olduğunu ifade etmiştir. Başkan Putin, Batı ve Pyongyang arasındaki sorunların çözümünde dikkat çekici roller oynamıştır. Ayrıca Putin, bu ziyaretin iki ülke arasındaki münasebetlerin sağlamlaştırılmasında olumlu katkıları olacağına ilaveten Asya’da güvenlik ve barışı da kuvvetlendireceğine işaret etmiştir. Kim Jong-il, Başkan Putin ile gerçekleştirdiği görüşmeler esnasında Vladivostok savunma endüstrisi, endüstriyel ve kimyasal tesislerine de ziyarette bulunmuştur. Söz konusu ziyarette ayrıca Kim Jong-il, Komsolonsk Amur’daki Sukhoi uçak fabrikası ve ileri teknoloji bilgisayar tesislerine de gitmiştir.[10] 2011 senesinde dönemin Rusya Devlet Başkanı Dimitriy Medvedev, Kuzey Kore’nin o dönemdeki Devlet Başkanı Kim Jong-il ile Rusya’nın Sibirya bölgesindeki askeri bir üste buluşarak Pyongyang’ın nükleer programını ve iktisadi münasebetler üzerinde görüş alışverişinde bulunmuşlardır. Görüşmenin ertesinde Kremlin tarafından paylaşılan bilgiye göre Pyongyang’ın nükleer çalışmaları hususunda Seul, Moskova, Çin, Tokyo ve Washington’ın içinde olduğu altılı müzakerelerin Pyongyang’ın 2008 senesinde görüşmelerden ayrılmasıyla bittiğinin altı çizilerek bu ziyaret esnasında Kore Yarımadası’ndaki nükleer meselenin çözümünü hedefleyen altılı müzakerelerin uygun olan en kısa zamanda nasıl tekrardan başlatılabileceği mevzusunun üzerinde durulacak ifadeleri kullanılmıştır. Ayrıca bu açıklamada Moskova, Pyongyang ve Seul arasında diyalogun yanı sıra işbirliğinin tekrardan kurulmasına dönük olarak bu meselenin barışçıl, politik ve diplomatik kanallardan çözümünü başından beri savunduğu vurgulanmıştır. Pyongyang ve kadim ortağı Pekin arasındaki münasebetlerde soğuk rüzgârlar eserken, Pyongyang yönünü Moskova’ya çevirmiştir. Bu esnada Moskova ve Pyongyang, 2015 senesini iki başkent arasında “dostluk yılı” olarak adlandırmışlardır. Buna ilaveten Moskova komşusu Pekin ile de ekonomik münasebetlerini çeşitlendirmek niyetini de beyan etmiştir.[11]

putin-russia-missiles-north-korea-606038

Kaynak: http://cdn.images.dailystar.co.uk/dynamic/1/photos/101000/620x/putin-russia-missiles-north-korea-606038.jpg

Öte yandan, 7 Haziran 2017’de USA Today adlı internet sitesinde Oren Dorell imzasıyla yayımlanan, Trump yönetiminin ve bazı ABD’li hukukçuların Washington’un Pyongyang’ın nükleer silah ve balistik füze programlarından geri adım atmasını talep ettiği bir ortamda, Rusya’nın Kuzey Kore ile ticaretini artırması konusunda endişelerini ifade ettikleri bir analiz yayımlanmıştır. USA Today tarafından geçen Pazartesi günü yayımlanan bir habere cevaben Birleşik Devletler Dışişleri Bakanlığı ve bazı ABD’li yetkililer, içinde bulunduğumuz yılın ilk iki ayında Moskova’nın Pyongyang ile ticaretinin yüzde yetmiş arttığını doğrulamışlardır.[12] Başkan Trump’ın Kuzey Kore üzerinde baskıda bulunulması çağrısının ertesinde Çin, Pyongyang ile ticaret ilişkilerini kesmesi üzerine bu boşluk Rusya tarafından doldurulmaktadır. Pekin, Pyongyang’ın en önemli siyasi ve ekonomik destekçisidir.[13] ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Heather Nauert, Rusya’nın Çin’in Kuzey Kore üzerindeki yaptırımlarını deldiğine dair raporların ellerinde olduğunu ve Moskova’dan Kuzey Kore’ye ekonomik açıdan refah dolu bir geleceğe giden tek yolun uluslararası barışı ve güvenliği tehlikeye sokan yasa dışı programlarını ortadan kaldırmak olduğunun gösterilmesi çabalarına iştirak etmesinin beklendiğinin altını çizmiştir. Ayrıca Nauert, Rusya’nın bu faaliyetinin Moskova tarafından desteklenen Kuzey Kore’ye yönelik yaptırımlar uygulanmasını içeren Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarına aykırılık teşkil edip etmediğinin belirsiz olduğunu çünkü bununla ilgili bilgilerin ellerine yeni ulaştığı için inceleme sürecine henüz başladıklarını sözlerine eklemiştir.[14]

maxresdefault

Kaynak: https://i.ytimg.com/vi/WexWRyKwJx8/maxresdefault.jpg

Yukarıdaki veriler doğrultusunda birtakım analizler yapılabilir. 1950-1953 arasındaki Kore Savaşı’na kadar tek bir ülke olan Kore, bu savaşın ertesinde Kuzey ve Güney olarak ikiye bölünmüştür. Güney Kore, Washington liderliğindeki Batı dünyasına dümen kırarken, Kuzey Kore, Moskova önderliğindeki Doğu Bloku’nun içerinde yer almıştır. Söz konusu savaşta yaşadıkları ve Güney Kore’nin ekonomik ve siyasi açıdan gittikçe gelişmesi üzerine Pyongyang, caydırıcılık amacıyla Pekin ve Moskova’nın yardımlarıyla nükleer program geliştirme çalışmalarına ağırlık vermiştir. Soğuk Savaş’ın bitimiyle beraber en büyük müttefiki olan SSCB’nin ortadan kalkmasıyla yalnız başına kalan Kuzey Kore, ilk zamanlarda Batı’nın baskısıyla Nükleer Silahların Yayılması’nın Önlenmesi Antlaşması’na taraf olmuştur. Ancak Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu ile arasında nükleer programının denetlenmesi konusunda ciddi anlaşmazlıklar yaşayan Kuzey Kore, bu antlaşmadan çekilmiş ve nükleer programı gittikçe güçlendiren çalışmalara yönelmiştir. Bunun neticesinde 1990ların başında Seul ile arasında yaşanan yumuşama süreci sona ermiş ve iki başkent arasında günümüzde de devam eden yüksek tansiyonlu bir dönem yaşanmaya başlamıştır.

Kore Yarımadası’nda o zamandan bugüne gerilim her geçen gün yükselmiş, Kuzey Kore ve Güney Kore arasında zaman zaman sıcak çatışmaya varan gerilimler görülmüştür. Pyongyang’ın nükleer silah elde etmesi ve sürekli olarak füze denemelerinde bulunması sadece Güney Kore’nin değil Asya-Pasifik’teki diğer ülkeler tarafından endişeyle takip edilmektedir. Bu denemelerin yarattığı risklere yönelik yapılan tüm uyarılar, Pyongyang tarafından kulak arkası edilmekte ve mevcut politikasından geri adım atılmayacağının altı sürekli olarak çizilmektedir. Dünyaya kapalı olarak yaşayan Kuzey Kore’nin nükleer programına yönelik Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarıyla yaptırımlar uygulanmasına karşın adı geçen ülke bunları dikkate almamaktadır. Öte yandan Washington liderliğinde bölge ülkeleri ve diğer ilgili ülkeler Pyongyang’a yönelik yaptırımları ısrarla sürdürürken Moskova’nın burayla olan ticaretini arttırması yeniden tüm dikkatleri buraya yoğunlaştırmaktadır.

Sonuçta, Asya-Pasifik bölgesinde Kuzey Kore’nin nükleer programı durdurmamasından kaynaklanan gerilim her geçen gün yükselmektedir. Meselenin taraflarının karşılıklı sert açıklamalarıyla temellenen tutumları, krizi içinden çıkılmaz bir noktaya götürmektedir. Krizin tüm taraflarının itidalli davranması ve krize diplomatik yollardan çözüm bulunması gerekmektedir. Aksi takdirde 21. yüzyılda Asya-Pasifik coğrafyasında Kuzey Kore’nin nükleer programından ötürü yaşanabilecek çok taraflı bir çatışma, “Karşılıklı Mahvolma” ile sonuçlanabilecektir.

Sina KISACIK

KAYNAKÇA

  • Brzezinski, Zbigniew, Stratejik Vizyon: Amerika ve Küresel Güç Buhranı, Sezen Yalçın ve Abdullah Taha Orhan (çev.), İstanbul: Timaş Yayınları, 2012.
  • Brzezinski, Zbigniew, Strategic Vision: America and the Crisis of Global Power, New York: Basic Books, 2012.
  • Caşın, Mesut Hakkı, Novgorod Knezliği’nden XXI. Yüzyıla Rus İmparatorluk Stratejisi, Ankara: Atlas Kitap, 2015.
  • Caşın, Mesut Hakkı, “Değişen Uluslararası Konjonktür ve Çin Ulusal Güvenlik Stratejilerinin Yeni Parametreleri”, içinde Geleceğin Süper Gücü Çin: Uzakdoğu’daki Entegrasyonlar ve Şanghay İşbirliği Örgütü, Atilla Sandıklı ve İlhan Güllü (ed.), İstanbul: TASAM Yayınları, 2005, ss. 65-101.
  • Chen, Qimao, “Çin’in Yeni Güvenlik Anlayışı ve Politikası”, Duygu Ergen (çev.), içinde Geleceğin Süper Gücü Çin: Uzakdoğu’daki Entegrasyonlar ve Şanghay İşbirliği Örgütü, Atilla Sandıklı ve İlhan Güllü (ed.), İstanbul: TASAM Yayınları, 2005, ss. 55-64.
  • Çolakoğlu, Selçuk, Uluslararası İlişkilerde Kuzeydoğu Asya, Ankara: USAK Yayınları, 2009.
  • Dorell, Oren, “Russia’s boost in trade with North Korea worries U.S.”, USA Today, 7 Haziran 2017, https://www.usatoday.com/story/news/world/2017/06/07/russia-north-korea-trade-china/102605222/, Erişim Tarihi: 8 Haziran 2017.
  • Kamalov, İlyas, Putin Dönemi Rus Dış Politikası: Moskova’nın Rövanşı, İstanbul: Yeditepe Yayınevi, 2008.
  • Tanaka, Takayuki ve Nagai, Oki, “North Korea sanctions don’t stop trade with China, Russia”, Nikkei Asian Review, 8 Haziran 2017, http://asia.nikkei.com/Spotlight/Pyongyang-provocation/North-Korea-sanctions-don-t-stop-trade-with-China-Russia, Erişim Tarihi: 8 Haziran 2017.
  • U.S. Department of State, “Heather Nauert Spokesperson Department Press Briefing Washington, DC June 6, 2017”, https://www.state.gov/r/pa/prs/dpb/2017/06/271605.htm#DPRK, Erişim Tarihi: 8 Haziran 2017.
  • Yavaş, Ahmet, “Kore Sorunu ve Uzakdoğu’da İstikrar Arayışı: Altılı Görüşmeler”, içinde Asya’da Güvenlik Sorunları ve Yansımaları, Ragıp Kutay Karaca (ed.), İstanbul: BİLGESAM Yayınları, 2013, ss. 197-224.

[1] Selçuk Çolakoğlu, Uluslararası İlişkilerde Kuzeydoğu Asya, Ankara: USAK Yayınları, 2009, ss. 203-204.

[2] Çolakoğlu, Uluslararası İlişkilerde Kuzeydoğu Asya, ss. 205-207.

[3] Ahmet Yavaş, “Kore Sorunu ve Uzakdoğu’da İstikrar Arayışı: Altılı Görüşmeler”, içinde Asya’da Güvenlik Sorunları ve Yansımaları, Ragıp Kutay Karaca (ed.), İstanbul: BİLGESAM Yayınları, 2013, ss. 199-201.

[4] Yavaş, “Kore Sorunu ve Uzakdoğu’da İstikrar Arayışı: Altılı Görüşmeler”, ss. 202-203.

[5] Qimao Chen, “Çin’in Yeni Güvenlik Anlayışı ve Politikası”, Duygu Ergen (çev.), içinde Geleceğin Süper Gücü Çin: Uzakdoğu’daki Entegrasyonlar ve Şanghay İşbirliği Örgütü, Atilla Sandıklı ve İlhan Güllü (ed.), İstanbul: TASAM Yayınları, 2005, ss. 62-63.

[6] Zbigniew Brzezinski, Stratejik Vizyon: Amerika ve Küresel Güç Buhranı, Sezen Yalçın ve Abdullah Taha Orhan (çev.), İstanbul: Timaş Yayınları, 2012, ss. 113-114. İngilizce orijinalinde ise 92. ve 93. sayfalar arasındadır.

[7] Zbigniew Brzezinski, Strategic Vision: America and the Crisis of Global Power, New York: Basic Books, 2012, ss. 175-176. Türkçe çevirisinde ise 207. ve 208. sayfalar arasındadır.

[8] İlyas Kamalov, Putin Dönemi Rus Dış Politikası: Moskova’nın Rövanşı, İstanbul: Yeditepe Yayınevi, 2008, ss. 211-213.

[9] Mesut Hakkı Caşın,  Novgorod Knezliği’nden XXI. Yüzyıla Rus İmparatorluk Stratejisi, Ankara: Atlas Kitap, 2015, s. 447.

[10] Mesut Hakkı Caşın, “Değişen Uluslararası Konjonktür ve Çin Ulusal Güvenlik Stratejilerinin Yeni Parametreleri”, içinde Geleceğin Süper Gücü Çin: Uzakdoğu’daki Entegrasyonlar ve Şanghay İşbirliği Örgütü, Atilla Sandıklı ve İlhan Güllü (ed.), İstanbul: TASAM Yayınları, 2005, s. 97.

[11] Caşın,  Novgorod Knezliği’nden XXI. Yüzyıla Rus İmparatorluk Stratejisi, s. 447.

[12] Oren Dorell, “Russia’s boost in trade with North Korea worries U.S.”, USA Today, 7 Haziran 2017, https://www.usatoday.com/story/news/world/2017/06/07/russia-north-korea-trade-china/102605222/, Erişim Tarihi: 8 Haziran 2017.

[13] Lütfen bakınız, Takayuki Tanaka ve Oki Nagai, “North Korea sanctions don’t stop trade with China, Russia”, Nikkei Asian Review, 8 Haziran 2017, http://asia.nikkei.com/Spotlight/Pyongyang-provocation/North-Korea-sanctions-don-t-stop-trade-with-China-Russia, Erişim Tarihi: 8 Haziran 2017.

[14] U.S. Department of State, “Heather Nauert Spokesperson Department Press Briefing Washington, DC June 6, 2017”, https://www.state.gov/r/pa/prs/dpb/2017/06/271605.htm#DPRK, Erişim Tarihi: 8 Haziran 2017.

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.