BALKAN SAVAŞLARI’NDA GÖRSEL PROPAGANDA

upa-admin 16 Ağustos 2017 6.133 Okunma 0
BALKAN SAVAŞLARI’NDA GÖRSEL PROPAGANDA

Giriş

Balkan Savaşları ve Rumeli’nin kaybı Osmanlı Devleti için sonun başlangıcı olmuştur. Sadece savaş kaybedilmemiş, çok fazla kan dökülmüş ve yüzbinlerce Osmanlı vatandaşı yerinden yurdundan olarak göç etmek zorunda kalmıştır. Toprak kaybının yanında bu göç Osmanlı Devleti’nin bütün sosyo-ekonomik dengesini sarsmış, zaten kırılgan olan durumunu daha da hassas bir konuma getirmiştir.

Bir Balkan devleti olan Osmanlı Devleti, Rumeli topraklarının kaybı ile baş edememiştir. Hazırlıksız yakalandığı Balkan Savaşları yanlış politikalarla birlikte Osmanlı Devleti için bir bataklık haline dönüşmüştür. Savaş başladıktan sonra dahi açık bir şekilde Osmanlı Devleti’nin hala imparatorluk sınırlarını koruyabileceği umudu görülmektedir. Bu umudun yıkılması acı kayıp ile baş etmeyi zorlaştırmıştır.

Balkan Savaşları, devletin bütün unsurları ile birlikte yürüttüğü bir topyekun savaştır. Etkileri Osmanlı Devleti’nin bütün coğrafyasında ve devletin her kademesinde hissedilmiştir.  Bundan dolayı kötü gidişatı durdurmak amacıyla sadece ordu ve hükümet değil, halk da meydanlara inmiştir. Çeşitli yöntemlerle savaş ve yaşanan mezalimler hakkında halkı bilgilendirmek, halktan yardım toplamak ve böylece savaşan askerlerin ihtiyaçlarını gidermek veya daha politik bir sebeple, milliyetçi düşünce çatısı altında birleşmek meydanlara inen halkın temel amacıdır. Adı geçen bütün faaliyetler “propaganda” olarak anılmaktadır. Bu çalışmada, görsel propagandanın bir türü olan propaganda afişleri incelenecektir. Bu amaçla ilk bölümde Balkan Savaşları hakkında tarihsel bilgiler verildikten sonra, ikinci bölümde propaganda ve 1912-1913 döneminde Osmanlı Devleti’ndeki propaganda faaliyetleri hakkında bilgi verilecektir.

Balkan Savaşları

1800’lerin başında Sırp İsyanı ile başlayan isyan yüzyılı, 1900’lerin ilk yıllarında da devam etmiştir. 1903 Makedonya ayaklanması bir son değil, yeni bir sürecin başlangıcı olmuştur. Balkan devletlerinin Osmanlı Devleti’nden bağımsızlıklarını, hiç olmazsa özerkliklerini istedikleri dönem geride kalmış, bölge artık Avrupalı büyük güçlerin sahnesi haline gelmiş ve Osmanlı etkisini kaybetmiştir. Ayaklanma devri ise Makedonya ile nihayete ermiş ve artık savaş devri başlamıştır.

1911 yılında İtalya’nın Trablusgarp’a asker çıkarması Osmanlı’dan toprak elde etmenin ne kadar kolaylaştığını göstermiştir. Nitekim İtalya da bunu fark etmiş ve bir sonraki rotayı Arnavutluk’a çevirmiştir. Arnavutlar, Osmanlı’nın güçsüzlüğünden dolayı kendi başlarının çaresine bakma gereği duymuş ve Osmanlı Devleti’nin ayak bağı olmaması için merkezi yönetime karşı isyan çıkarmışlardır. Trablusgarp Savaşı bu şartlar altında kimi akademisyenlerce Balkan Savaşları’nın başlangıcı olarak görülmüştür. Balkan devletleri parçalanmayı beklemektense, parçalanan Osmanlı Devleti’nden kendi paylarını almak için harekete geçmişlerdir. 1912 yılında artık mirastan pay almak isteyen devletlerin planları somutlaşmaya başlamıştır. 13 Ekim 1912’de Sırbistan ve Bulgaristan Osmanlı Devleti’ne nota göndermiş, Osmanlı Devleti’nin notaları kabul etmemesi üzerine 17 Ekim’de bu devletler, 19 Ekim’de de Yunanistan Osmanlı Devleti’ne karşı savaş ilan etmiştir (Okur, 2013: 596-597).

Balkan Savaşları iki parçalıdır. İlk kısmında Balkan devletleri Osmanlı Devleti’ne karşı savaşmıştır. İkinci kısımda ise Balkan devletleri Makedonya’yı paylaşamayarak kendi aralarında savaşmışlardır. Osmanlı Devleti, süreci lehine çevirebilmek umuduyla savaşın ikinci kısmına da katılmıştır.

Balkan Savaşları, Osmanlı Devleti’nin ağır yenilgisiyle sonuçlanmıştır. En büyük kazanç ise Yunanistan ve Sırbistan’ın olmuştur. İkisi de çok geniş topraklar elde etmiştir. Arnavutların bağımsızlığı Avrupalı devletlerce tanınmış ve diğer Balkan devletlerine karşı bu ülke koruma altına almıştır. Bulgaristan ise I. Balkan Savaşı sonrası, savaştan önceki durumundan daha kötü bir hale düşmüştür. Bulgarların bu düşüşü 1913’te II. Balkan Savaşı’na neden olacaktır (Mazower, 2014: 152).

I. Balkan Savaşı sonrası yapılan görüşmelerde Balkan devletleri bütün Rumeli’nin kendilerine verilmesi talebinde bulunmuştur. Osmanlı Devleti’nin bunu kabul etmemesi üzerine görüşmeler uzamıştır. Aynı zamanda Osmanlı Devleti kendi içerisinde siyasal karışıklarla mücadele etmeye çalışmıştır. Karışıklıktan ve devletin zayıflığından yararlanan Enver Bey ve arkadaşları, hükümeti basarak idareyi ele geçirmiştir. Uzayan bu süreç içerisinde yeniden toparlanan Balkan devletleri, 3 Şubat 1913’te savaşı yeniden başlatmış ve Osmanlı Devleti’nin Avrupa topraklarındaki son üç kalesi olan Edirne, Yanya ve İşkodra’yı ele geçirmiştir. Edirne’nin işgali iç siyasal karışıklığı arttırmış, Edirne’yi düşmana bırakmama iddiasıyla darbe yapıp idareyi ele alan İttihat ve Terakki, 30 Mayıs 1913’te Londra’da Balkan devletleri ile barış imzalamıştır. İttihat ve Terakki amacına ulaşamamış, Osmanlı Devleti Gelibolu Yarımadası hariç, Edirne dahil tüm Trakya’yı Bulgaristan’a bırakmak zorunda kalmıştır. Böylece Bulgaristan, büyük ölçüde Ayastefanos Bulgaristan’ı sınırlarına ulaşmıştır. Makedonya, Yunanistan ve Sırbistan arasında paylaşılmış, Arnavutluk ve Ege adaları ise büyük devletlerin kararına bırakılmıştır (Okur, 2013: 598-599).

Osmanlı Devleti tehdidini aradan çıkaran Balkan devletleri, bu sefer kendi aralarındaki çekişmelere odaklanmışlardır. Hepsi Makedonya’ya tek başına sahip olmak istemektedir. Bulgaristan’ın niyetlerini bilen Sırbistan ve Yunanistan, Bulgaristan ile ayrı ayrı anlaşma yapmayacakları ve sınırlarını koruyacakları konusunda kendi aralarında anlaşmıştır. Aksi takdirde ortak bir askeri harekât yapacaklarının sözünü vermişlerdir. Bu pazarlıkları öğrenen Bulgaristan, 29 Haziran 1913’te Yunanistan ve Sırbistan’a saldırmıştır. Aynı anda I. Balkan Savaşı’na katılmayan Romanya Bulgaristan’a savaş ilan etmiş ve 300.000 kişilik orduyla Plevne ve Silistre’yi işgal etmiştir. Osmanlı Devleti de karmaşadan yararlanıp eski başkent Edirne’yi geri almak için harekete geçmiş, 18 Temmuz 1913’te Bulgaristan’a savaş ilan etmiştir.  Kurmay Albay Enver Bey komutasındaki Türk birlikleri Edirne’yi geri almış, ancak Avrupalı devletlerin tepkisinden çekindikleri için daha fazla ilerlememişlerdir. II. Balkan Savaşı, Bulgaristan’ın amaçladığı gibi olmamış, hemen her cephede yenilgiye uğrayarak, Balkan devletleri ile 10 Ağustos 1913’te Bükreş, 29 Eylül 1913’te ise Osmanlı ile de İstanbul anlaşmalarını yapmak zorunda kalmıştır (Okur, 2013: 600).

Balkan Savaşları gibi Balkan Savaşları’nı sona erdiren anlaşmalar da iki kısımlıdır. İlk kısımda Balkan devletleri kendi aralarında anlaşma yapmışlar, ikinci kısımda da Osmanlı Devleti ile anlaşmışlardır. Bükreş Anlaşması Bulgaristan’ın Balkan devletleri ile imzaladığı ilk anlaşmadır. Anlaşmaya göre; Bulgaristan; Silistre, Tutrakan ve Güney Dobruca’nın büyük kısmını Romanya’ya vermiştir. Yunanistan; Epir, Selanik, Drama, Kavala ve Güney Makedonya’nın büyük kısmını almıştır. Sırbistan; Manastır, İstip, Üsküp ve Priştine’yi alırken, Karadağ; Plevne ve Cakova’yı almıştır. Anlaşma sonunda Bulgaristan’a ise Makedonya’nın küçük bir bölümü ile Dedeağaç bölgesi kalmıştır. Bulgaristan’ın Osmanlı ile imzaladığı İstanbul Anlaşması’na göre ise, Osmanlı Devleti Edirne ve Kırklareli’ni geri almıştır. Türk-Bulgar sınırı Meriç nehri ile çizilmiş, Bulgaristan’daki Türklerin 4 yıl içerisinde Osmanlı Devleti’ne göç etmesi hakkı tanınmıştır. Göç etmeyen vatandaşlar için ise Bulgaristan, her türlü mezhep ve din hürriyetinden faydalanmalarına dair garanti vermiştir (Okur, 2013: 602).

Osmanlı Devleti’nin Yunanistan ile barışı Bulgaristan kadar hızlı sonuçlanmamıştır. Hatta işler o kadar karışmıştır ki, Ege adaları yüzünden yeni bir savaşın çıkmasına ramak kalmıştır. Adalar konusu büyük devletlerin kararına bırakarak, 14 Kasım 1914’te Osmanlı Devleti ve Yunanistan masaya oturabilmiştir. İmzalanan Atina Anlaşması, Yunanistan’da kalan Türklerin durumları ile ilgili hükümler de içermektedir. Anlaşmada kararlaştırılan başlıca maddeler; Müslüman cemaatin tüzel kişiliğinin hak ve hürriyetlerinin tanınması, hürriyetler konusunda Yunan vatandaşlarından ayrı tutulamayacaklarının temini, Halife olarak padişahın adının hutbelerde okunmaya devam edileceği ve Sultan II. Murad’ın Kosova’da bulunan türbesinin ve türbe mülklerinin hiçbir şekilde kamulaştırılamayacağıdır. Adalar hakkındaki karar ilgili devletlere bir nota ile bildirilmiştir. Bu notayla Meis Adası hariç 12 ada İtalya’ya, Gökçeada ve Bozcaada hariç bütün adalar da Yunanistan’a bırakılmıştır. Osmanlı Devleti buna itiraz etse de, herhangi bir sonuca ulaşamamıştır (Okur, 2013: 604).

Balkan Savaşları’nın konumuz açısından en büyük önemi, bir topyekun savaş örneği olmasıdır. Topyekun savaşta, savaş sadece cephelerde ordular arasında gerçekleşmez, halk bizzat savaşı kendi evinde yaşar, şiddete, zulüme, açlığa ve göçe maruz kalır. Bu nedenle, Balkan Savaşları dönemi ile propaganda daha da önem kazanmıştır. Çünkü propaganda ile karşı devletin halka yaptıkları dünya kamuoyuna gösterilerek dikkat çekilmeye ve taraf ülkeye uluslararası desteğin azalması amaçlanmaktadır. Aynı zamanda yurt içinde de savaşın etkilerinden uzak vatandaşların yaşanan savaş hakkındaki duyarlılıklarını arttırmak amaçlanmaktadır. Balkan Savaşları ve savaşlar sırasında yaşanan mezalimler, Osmanlı Devleti içerisindeki milliyetçi düşüncenin yükselmesine sebep olmuştur. “Tezahürat-ı milliye” veya “müzaheret” mitingleri olarak anılan mitingler başta olmak üzere çeşitli yollarla savaşa karşı kamuoyu oluşturmak, halkı savaş yönünde etkilemek istenmiştir.

Balkan Savaşları’nda Propaganda ve Propaganda Afişleri

Propaganda en genel anlamıyla kitlenin düşüncesini daha önceden belirlenen düşünce lehine değiştirmek için yapılan çalışmaların bütünüdür. Propaganda bir yumuşak güç örneğidir ve modern dünyanın olmazsa olmazıdır. Noam Chomsky’e göre, propaganda çok fazla yalan içerir ve bu propagandanın gerçekle en uzak mesafede durmasına neden olur (Özturan, 2016: 15-18). Harold Lasswell’e göre ise, propaganda, düşüncelerin önemli semboller, hikayeler, anlatılar resimler, raporlar vs. ile yönlendirilmesidir (Yolcu, 2014: 44-58). Günümüzde ise propaganda hayatın her alanında fark edilmeden dahi yapılabilmektedir.

Propaganda, bugünkü anlamıyla ilk defa 16. yüzyılın sonlarında Papa 13. George’un “de Propaganda Fide” adıyla bir komisyon kurarak, Protestan inancın yarattığı tehlikeye karşı Katolik inancı yaymaya çalışması ile kullanılmaya başlanmıştır. Buradan çıkarıldığı sonuç itibariyle, propagandanın ilk kullanımı dini amaçladır. Propaganda yapabilmek için önce kitle psikolojisini iyi bilmek ve onu yönlendirebilmek gerekmektedir. Kitleleri oluşturan bireyler kendi düşüncelerini kitlenin düşüncesine feda etmiştir. En kolay yönlendirilebilecek topluluktur. Kitleleri yönlendirirken abartı ve coşkuya sıkça başvurulur. Geçmişteki milli kahramanlar tekrar gündeme getirilir, yeni kahramanlar yaratılır. Kitle kendisini kahramanla özdeşleştirir (Tekinsoy, 2015: 1006). Dini kahramanlar ve azizlerle başlayan propaganda süreci, milliyetçiliğin yükselmesiyle birlikte milli kahramanları ve destansı milli olayları bünyesine alarak gelişmeye devam etmiştir.

İlgiyi çoğaltmak adına türlü propaganda yöntemlerine başvurulmuştur. Bunlardan biri de görsel propaganda yoludur. Yazılı basının hedeflediği okuma yazma bilen kitleden daha büyük bir kitleye hitap etmektedir. Fotoğraflar ve resimler aracılığı ile yaşanan gözler önüne daha net serilebilir ve insanların empati kurması kolaylaşır. Aynı zamanda resim veya fotoğrafın akılda kalıcılık oranı da okunan veya dinlenen uyarıcıya göre çok daha fazladır. Görsel propaganda aracı, yazılarla desteklenerek de yönlendirilme kolaylaşır.

Basın fotoğraflarının propaganda işlevleri açısından temel hedefleri şunlardır; dikkatin fotoğrafa çekilmesi, okuyucuya iletilen fotoğrafın kabul görmesi, fotoğrafın okuyucu üzerindeki etkisinin korunması, fotoğrafın zaman içinde belge niteliği kazanması, toplumsal denetimde gazete, fotoğraf ve kamuoyu ilişkisinin sağlanması. (Tekinsoy, 2015: 1013). Sadece fotoğraflar değil, karikatürler de aynı amaçla kullanılmıştır.

Batı literatürü propagandanın İngilizler tarafından I. Dünya Savaşı’nda icat edildiğini savunsa da, Zafer Toprak’ın ifade ettiğine göre, propaganda Balkan Savaşları sırasında Balkan devletleri tarafından icat edilmiştir. Balkan Savaşları sırasında Osmanlı Devleti’nin devlet politikası olarak yürüttüğü bir propaganda yoktur. Propaganda tamamen sivil inisiyatifler eli ile oluşturulmuştur. Çünkü Osmanlı Devleti bu şekilde çoklu cephelerde savaşılacak çok uluslu bir savaş beklememiştir ve ona göre hazırlanmamıştır. Başka bir neden ise, sadece Osmanlı Devleti değil, büyük güçler de Balkan devletlerinin zaferini beklememiştir ve bu nedenle statükonun değişmesine hazırlıklı olamamışlardır. Bu nedenle, sivil topluluklar yardımıyla yapılan propaganda çalışmaları bile savaşın başlangıcında değil, ilerleyen savaşın zamanlarında yapılmıştır. Propaganda deneyimleri, yapan kurum veya kişilerin görüşüne göre değişiklik göstermiştir. Ya Osmanlı Devleti’ni bütün milletleri ile bir arada tutup yıkılmayı önlemeye çalışan Osmanlıcılık görüşü ya da birer birer bağımsızlıklarını ilan eden milletlere karşı Türklerin tek çatı altında toplanmasını savunan Türkçülük görüşüdür (Toprak, 2014: 43-55). Savunulan ideale göre propaganda yön değiştirmektedir. Örneğin, Balkan Savaşları sırasında Bulgar komitalarının yaptığı mezalime karşı Türkleri bir araya gelmeye çağıran propaganda afişi, diğer bakış açısında Bulgar komitalarına karşı, komitalardan zulüm gören bütün milletlerin Osmanlı Devleti bayrağı altında toplama düşüncesi haline gelmiştir.

Harp Mecmuası” gazetesi, Osmanlı Devleti’nde yapılan en iyi görsel propagandalardan biri olarak sayılmaktadır. Bunun dışında “Resimli Kitap” 1908 ve 1914 yılları arasında yayınlanmış ve Balkan Savaşları sırasında  “Haftalık Savaş Panoraması” başlığı altında propaganda amaçlı fotoğraf yayını yapmıştır. “Alam-ı İslam: Bulgar Vahşetleri”, “Alam-ı İslam: Rumeli Mezalimi ve Bulgar Mezalimi” ve “Rumeli Muhacirin-i İslamiye Cemiyet-i Hayriyesi” propaganda faaliyetlerinde bulunan diğer sivil topluluklar ve yayınlardır (Yolcu, 2014: 44-59).

Abdülhamit döneminde(1876-1909), Abdülhamit Osmanlı milletleri arasında ayrılığa neden olacağını düşündüğü için basının Müslümanların gördüğü zulüm hakkında Müslümanlar lehine propaganda yapmasını yasaklamıştır (Çetinkaya, 2014: 763). İkinci Meşrutiyet’in ilanı ile yönetimi eline alan İttihat ve Terakki Cemiyeti, o yıllarda sivil topluma inip, halkı yönlendirme çalışmaları yapmıştır. Fakat bunu kurumsal olarak yapmamış ve beklenen etkiyi yaratmamıştır. Beklenen etkiyi yaratmaması üzerine, I. Balkan Savaşı’nda yaşanan yenilgilerden sonra Londra Barış Görüşmeleri’nin yapıldığı sırada, 1912 yılında, propaganda işini devralması amacıyla çoğunluğu gazetecilerden oluşan Neşr-i Vesaik (Vesikaların Yayınlanması Cemiyeti) kurulmuştur. Farklı politik ideallere sahip yazarlar, bu cemiyetin çatısı altında Osmanlıcılık fikri ile buluşmuşlardır. Hükümetin cemiyetin kurulmasında bire bir etkisinin olup olmadığı henüz belirsizken, İttihatçıların cemiyete ilgisi olduğu bilinen bir gerçektir. Cemiyet genel olarak Osmanlı hükümetinin Balkanlar’da yaşananlara kayıtsızlığından şikâyet etmektedir. Bu durumu düzeltmek için cemiyet iki farklı misyon edinmiştir. İlki, Müslümanların maruz kaldığı zulümlere ilişkin belgelerin toplanması, ikinci görev ise bu belgelerin amaca uygun şekilde kamuoyu ile paylaşılmasıdır. Bu amaçla cemiyet, halktan bilgi toplamış, elinde mezalime ilişkin belge veya fotoğraf olanların cemiyete ulaşmasını istemiş, bağış ve gönüllü çalışan talebinde bulunmuştur. Toplanan belgeleri İngilizce, Fransızca ve Almanca yayınlayıp Avrupa’ya dağıtarak Avrupa’nın da ilgisini çekmek istemişlerdir. Bu amaçla “Kırmızı Siyah Kitap” adlı yayını yayınlamıştır. Cemiyet Fransızca ve İngilizce broşürler hazırlayarak bunları Avrupa’nın başkentlerine göndermiştir (Kerimoğlu, 2014: 541-545).

Kerimoğlu, çalışmasında Kırmızı Siyah Kitap’tan şu şekilde bahsetmiştir; “Gravür, resim, fotoğraf gibi çok sayıda görsel malzemenin kullanıldığı Kırmızı Siyah Kitap, yüz altmış sayfadan oluşmaktadır. Kitapta daha önce Fransızca yayımlanan broşürlerde kullanılmış olan bazı haber ve yorumlara yer verildiği gibi yeni metinler de eklenmiştir. Özellikle kitapta yer alan şiir ve resimlerde, Balkan uluslarının yaptıklarına karşılık Müslüman-Türk Osmanlı vatandaşlarına intikam çağrıları yapılması dikkat çekicidir. Neşr-i Vesaik Cemiyeti’nin yurtdışına yönelik yayınlarında görülmeyen bu özellik, Balkan uluslarına yönelik bir tepkinin ifadesi olduğu gibi savaşlarla birlikte devlet politikasında görülmeye başlanan Türkçü ve İslamcı söyleme de uygun düşmektedir.” (Kerimoğlu, 2014: 551) Bu çabalara rağmen, cemiyet istediği etkiyi hiçbir zaman yaratamamıştır.

Meşrutiyet’in ilanından sonra, Türkçe konuşan Anadolu’daki Ortodokslara seslenmek amacıyla Yunan harfleri ile Türkçe basılan “Aktis” gazetesi yayın hayatına başlamıştır. İlk baskısı, 10 Ağustos 1910’da “Anadolu Rumlarının Tercüman-ı Efkarı” sloganıyla dağıtılmıştır. İlk üç yıl günlük olarak basılan gazete, 1913 sonrası mali sıkıntılar nedeniyle haftalık olarak basılmaya başlanmıştır. Gazete, savaşın çıkmasından İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin politikaları sorumlu tutmuştur. Savaşın genel sorumlusu olarak da Bulgaristan’ı görmüştür. Hatta gazete, “insan şeklinde canavar Bulgarlar” ve Bulgarların “Allah’ın emri ile Allah’ın belasına uğradıkları” şeklinde radikal ifadelerle bu durumu belirtmiştir. Genelde Sırbistan ve Yunanistan lehine yayın yapmıştır. Gazetenin amacı Osmanlı cemaati tarafından sadakatsizlikle suçlanan Osmanlı Rumlarına yönelen tepkileri Bulgarlara yönlendirmek olmuştur (Benlisoy, 2014: 1-21). Gazete, bu doğrultuda propaganda yapmış ve yayınladığı karikatürler ile kamuoyunu Bulgarlar aleyhine yönlendirmek istemiştir.

Balkan Savaşları sırasında orduyu desteklemek için yapılan en sık ve en işlevsel propaganda aracı mitingler olmuştur. Mitingler sadece meydanlarda değil, kahvehanelerde ve ibadethanelerde yapılmış, basın aracılığı ile kitlelere ulaşılmaya çalışılmıştır. Bu sayede ordu için bağış ve gönüllü asker toplanabilmiştir. Fakat yine de kamuoyunun tamamının dikkatini çekememiştir (Tekinsoy, 2015: 1006).

Mitingler, gazeteler ve cemiyetler Balkan Savaşı’nda propaganda denilince akla gelen en etkili kanallardır. Osmanlı Devleti lehine olan propagandaların büyük bir kısmı bu yollar ile yapılmıştır. Osmanlı Devleti Balkan Savaşları’nda kitlesel propagandanın önemini fark etmiştir. Sadece ülke içinden destek sağlamak için değil, savaşa uluslararası farkındalığı  ve savunulan davaya desteği arttırmak amacıyla da propaganda önemlidir. Balkan Savaşları’nda cephe savaşında olduğu gibi propaganda savaşında da karşılıklı suçlamalar genellikle şiddet uygulandığı üzerinden olmuştur.

Balkan Savaşları sırasında Osmanlı Devleti lehine yayınlanan klasik bir afiş türünde Müslüman halka saldırı, yanan evler, okullar, camiler ve göçe zorlanan vatandaşlar temel öğelerdir. Aynı zamanda bu tür afişler ile Balkan Savaşları’nın bir topyekun savaş olduğunun altı çizilir. Savaş artık cephelerde değil, halkın kapısının önündedir.

Sonuç

Balkan Savaşları sırasında ve sonrasında Osmanlı Devleti’nde ve savaşa taraf diğer devletlerde çok çeşitli propaganda yöntemleri uygulansa da en çok dikkat çeken ve kabul gören yöntem afişler, karikatürler, fotoğraflar vs. ile yapılan görsel propaganda yöntemleridir. Tasvirlerde tarafların ortak kullandığı iddia şiddetin gördüğü ve masum tarafın kendi olduğu iddiasıdır. Karşı tarafı şiddet yanlısı göstererek o ülkenin hem içte hem de dışta yalnız kalması amaçlanmıştır. Balkan devletleri propaganda yöntemini Osmanlı Devleti’ne göre daha etkin kullanmıştır. Fakat propaganda savaşında kazanan taraf Avrupa devletleri olmuştur. Avrupa basını savaşta büyük oranda belirleyicidir.

Osmanlı Devleti’nde propaganda genel olarak sivil toplum eliyle yapılmıştır. Cemiyetler ve gazeteler aracılığı ile halka dağıtılmaya çalışılmıştır. Propaganda faaliyetlerinin tek bir elden olmaması da etkisi azaltmıştır. Çünkü kimi cemiyet orduya maddi yardım toplamak amacındayken kimi cemiyet halkta savaşa karşı politik duyarlılığı arttırma peşindedir. Aktis gazetesi gibi kimi gazeteler ise savaş suçunun kendilerine ait olmadığını kanıtlamak isteyerek toplumda dışlanmadan veya şiddet görmeden daha rahat yaşamak peşindedir.

Sonuç olarak haklı haksız bir kenara bırakıldığında Balkan Savaşları savaşa taraf bütün milletler için büyük yıkın, ölüm ve şiddete sahne olmuştur. Osmanlı Devleti hazırlıksız yakalandığı bu savaş ile birlikte acı bir şekilde öğrenmiştir ki, artık savaş sadece cephelerde ordular arasında olmayacaktır. Ordular kadar toplumun da savaşa hazırlanması ve savaştan korunması ama aynı zamanda savaşa da duyarlılık göstermesi sağlanmalıdır. Dünya siyasi tarihinin 1912-1913 yıllarından sonrası iki büyük dünya savaşı olmak üzere pek çok savaş görmüştür. Propagandanın milliyetçi ve politik amaçlarla kullanımı Balkan Savaşları’nda yapılan pratik üzerine oldukça ilerlemiştir.

 

Özge KOBAK

 

KAYNAKÇA

  • Cengiz Yolcu, “Depiction of the Enemy Ottoman Propaganda Books In the Balkan Wars of 1912-1913”, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi, 2014.
  • Fulya Özturan, “Ottoman Home Front Mobilization and Propaganda During the Balkan Wars of 1912-1913”, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Bilkent Üniversitesi, 2016.
  • Hasan Taner Kerimoğlu, “Balkan Savaşları’nda Osmanlı Propagandası: Neşr-i Vesaik Cemiyeti”, ss. 539-561,  Tarih İncelemeleri Dergisi, XXIX / 2, 2014.
  • Mark Mazower, Bizans’ın Çöküşünden Günümüze Balkanlar, (Çev. Ayşe Ozil), İstanbul: Alfa Basım Yayım, 2014.
  • Mehmet Okur,  “Balkan Savaşları”, Balkanlar El Kitabı 1. Cilt: Tarih ss.595-607, (Der. Bilgehan A. Gökdağ, Osman Karatay), Ankara: Akçağ Yayınları, 2013.
  • Mesut Yaşar Tufan & İzeddin Çalışlar, Yüzyıl Sonra Balkan Savaşları, İstanbul: Türkiye iş Bankası Yayınları, 2014.
  • Stefo Benlisoy, “Karamanlıca Aktis Gazetesi Örneğinde Balkan Savaşı’nda Osmanlı Rum Basınında Mezalim Propagandası”, ss. 1-25, Tarih ve Toplum Yeni Yaklaşımlar, Kış (17),  2014.
  • Doğan Çetinkaya, “Atrocity Propaganda and the Nationalization of the Masses In the Ottoman Empire During the Balkan Wars (1912-13)”, ss. 759-778, Int. J. Middle East Studies, (46), 2014.
  • Yunus Emre Tekinsoy, “Balkan Savaşları’nda Propaganda Unsuru Olarak Kadın ve Kadın Fotoğrafları”, ss. 1005-1020, Şehir ve Kadın V. Uluslararası Canik Sempozyumu, (Edt: Osman Köse), Samsun 2016.

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.