HOMELAND DİZİSİ VE POPÜLER KÜLTÜRDE ‘GÜVENLİKLEŞTİRME’ SİYASETİ

upa-admin 18 Ağustos 2017 7.077 Okunma 0
HOMELAND DİZİSİ VE POPÜLER KÜLTÜRDE ‘GÜVENLİKLEŞTİRME’ SİYASETİ

Giriş

“Homeland” dizisi[1], 2011 yılından beri Showtime Networks kanalında yayınlanmakta olan popüler bir Amerikan televizyon dizisidir. İstihbarat-suç-aksiyon-gerilim tarzındaki dizi, Howard Gordon ve Alex Gansa tarafından İsrail TV dizisi Hatufim (Türkçesiyle “Savaş Esirleri”, İngilizcesiyle “Prisoners of War”) dizisi[2] temel alınarak geliştirilmiş ve Gideon Raff tarafından yaratılmıştır. Dizinin başrollerindeki oyuncular; CIA ajanı Carrie Mathison rolündeki Claire Danes, CIA şefi Saul Berenson rolündeki Mandy Patinkin, CIA tetikçisi Peter Quinn rolündeki Rupert Friend, bir diğer CIA şefi Dar Adal rolündeki F. Murray Abraham ve El Kaide tarafından tutsak alınıp radikal İslamcı bir teröriste dönüştürülen Amerikan askeri Nicholas Brody rolündeki Damian Lewis’tir. Dünya çapında büyük ilgi gören ve Altın Küre ödülleri de kazanarak kısa sürede fenomen haline gelen dizi, tartışmalı siyasi konulara girmesi ve güvenlikçi bir siyasi perspektif sunmasıyla benzerleri arasında hemen sivrilmiştir. Dizinin üst düzey kalitesinin yanında, konu seçimleri ve sunduğu güvenlikçi ve realist siyaset perspektifi de bu başarıda oldukça etkili olmuştur. Bu yazıda, bu fenomen dizi hakkında bilgi verilecek ve sonrasında dizinin ilk 4 sezonunda işlenen konular ve sunulan perspektif bağlamında popüler kültürdeki “güvenlikleştirme siyaseti” olgusu tartışmaya açılacaktır.

Homeland’in çekirdek kadrosu

Homeland Dizisi: Karakterler ve İlk Dört Sezonda İşlenen Konular

Homeland dizisi, temel itibariyle Amerikan istihbarat teşkilatı CIA’in dünyada güvenlik tehditleriyle mücadele etmesini konu almaktadır. İlk 3 sezonda dizideki ana oyuncular; bipolar bozukluk hastası yetenekli bir CIA ajanı olan Carrie Mathison (Claire Danes), deneyimli bir CIA şefi olan ve CIA’in güvenlik politikalarına yön verebilen kudretteki Saul Berenson (Mandy Patinkin) ve El Kaide tarafından kaçırılıp 7 sene işkence gördükten sonra kurtarılan ve ülkesine kahraman olarak dönen bir ABD askeri olan Nicholas Brody’dir (Damian Lewis). İlerleyen sezonlarda aldığı her emri sorgulamadan yerine getiren acımasız CIA tetikçisi Peter Quinn (Rupert Friend) ve Berenson’la rekabet içerisindeki bir diğer CIA şefi Dar Adal (F. Murray Abraham) karakterleri de dizinin ana oyuncuları haline gelecek, ayrıca 3. sezondan itibaren Brody karakteri (İran’da idam edilerek öldürülüyor) dizide yer almayacaktır. Dizide bu kişiler dışında onlarca ilginç yan karakter de yer almaktadır. Şimdiye kadar 6 sezon ve 72 bölüm olarak çekilen dizinin 7. sezonu daha yeni başlamış ve henüz 2 bölüm yayınlanmıştır. Dizinin 12 bölümlük 7. sezon ve 12 bölümlük 8. sezonunun ardından sona ermesi planlanmaktadır. Ülkemizde de ilgiyle takip edilen dizinin, yapımcı şirketin talebiyle, bir sezonu (4. sezon) Türkiye’de çekilmek istenmiş; ancak dizide yer alan İran’ın kara para aklama faaliyetlerinin Türkiye’yi de kötü göstereceği endişesiyle çekimlere Türk hükümetince izin verilmemiştir.[3] Bunun üzerine, senaryoya göre başta İstanbul’a atanan Carrie Mathison karakteri, daha sonraki gelişmeler neticesinde Pakistan’a atanmıştır.

Dizinin ilk sezonunda, El Kaide tarafından esir tutulduktan sonra ülkesine kahraman olarak dönen ve siyasette de hızla yükselmeye başlayan Nicholas Brody karakterine odaklanılmakta ve Brody’nin ABD’ye dönüşü sonrasında yaşadıkları anlatılmaktadır. CIA analisti Carrie Mathison, ilk günden itibaren Brody’nin esir tutulduğu dönemde maruz kaldığı işkence ve olaylar nedeniyle beyninin yıkanmış olabileceğini düşünmekte ve onun terörist olduğundan şüphe etmektedir. Bu nedenle Brody’i takip etmek için yasal ve yasadışı birçok yöntem kullanan Mathison, bu konuda şefi ve ustası Berenson’la ve onun amiri David Estes’le (David Harewood) sorunlar yaşamakta ve hatta sonunda işini kaybetmek zorunda kalmaktadır. Mathison-Saul ikilisi, ülke çapında büyük bir kahraman olarak görülen Brody’i teşkilatın resmi faaliyetleri dışında sürekli göz hapsinde tutmaktadırlar. Hakikaten de, Nicholas Brody, maruz kaldığı ağır işkenceler ve üzerinde uygulanan psikolojik teknikler neticesinde El Kaide sempatizanı bir Müslüman’a dönüşmüş, ama bunu çok iyi gizlemektedir. Sezon sonunda, Brody, ABD Başkan Yardımcısı’nı ve yanındaki önemli kişileri öldürme şansı yakalar; ama şans eseri üzerine giydiği suikast yeleğinin bomba mekanizması çalışmayınca operasyonu gerçekleştiremez. Ancak bu eylemi öncesinde herşeyi itiraf ettiği ve yaptıklarını izah ettiği bir video kaydeder ve bu video kaydı evinde sakladığı yerden çalınır.

İkinci sezon, ilk sezonun devamı niteliğinde Saul ve Carrie’nin Brody’i takip etmeleriyle devam eder. Kongre üyesi seçilen Brody, aşk yaşamaya başladığı Carrie’nin çabaları sayesinde ikili ajan haline gelir ve hem CIA’e, hem de El Kaide’ye bilgi vermeye başlar. CIA, özellikle birçok terör eylemini organize eden ve Brody’nin tutsak tutulduğu dönemde ABD’nin düzenlediği bir hava saldırısında oğlunu kaybeden Abu Nazir’le (Navid Negahban) yakından ilgilenmektedir. Nazir, Brody’nin iki taraflı oynadığını düşündüğü halde, onun siyasette iyi bir yere gelmesi durumunda örgüte yardım edebileceğini düşünmekte ve bu nedenle onunla irtibatı koparmamaktadır. Nitekim Brody, onun emirleri doğrultusunda Başkan Yardımcısı’nı öldürür. Artık kendisinin ABD Başkan Yardımcısı olma yolu açılmıştır ve buna en çok sevinen de Nazir’dir. Ancak Brody’nin verdiği bilgiler sayesinde ABD’ye gelen Nazir öldürülür. Sezon sonundaysa, Nazir’in intikamını almak isteyen El Kaide’nin düzenlediği bir eylem sonucunda, Langley’deki CIA merkezinde yaşanan büyük bir patlamada onlarca teşkilat çalışanı ölür. Brody’nin bu saldırıyla alakası olmadığı halde, önceki eylemi için kaydettiği video Nazir’in adamları tarafından medyaya sızdırılır. Böylelikle, herkesçe bu eylemi Brody’nin yaptığı düşünülür. Brody, Carrie’nin yardımıyla ülkeden kaçar.

Homeland jeneriği

Üçüncü sezonda, Brody, Venezulea’da Caracas’da saklanmaya çalışmakta, ama burada kendisini saklayan ve alıkoyan adamlar tarafından uyuşturucu bağımlısı yapılmaktadır. Patlamada David Estes’in ölümü sonrası CIA’in geçici direktörü olan Saul Berenson ise, Carrie ile beraber İran istihbaratına yönelik faaliyetlerini yoğunlaştırmaktadır. Bu noktada müthiş bir aldatmaca planı uygulayan Saul, Carrie’yi teşkilattan atılmış ve dışlanmış gibi göstermekte ve İran istihbaratının ona yakınlaşma çabalarını yakından takip etmektedir. Bu çalışmaların sonucunda, İran istihbaratının iki numaralı ismi olan Majid Javadi (Shaun Toub), Saul ve Carrie tarafından ABD’ye çalışması için ikna edilir. Plan basittir; Javadi İran istihbaratının başına geçirilecek ve olası ABD-İran Savaşı’nı önlemek için Saul’la koordineli hareket edecektir. Bunun karşılığında, Javadi’nin yaptığı yolsuzluklarla ilgili belgeleri, CIA, İran’a vermeyecektir. Bu amaçla Caracas’tan kurtarılan Nicolas Brody, gizlice ABD’ye geri getirilir ve operasyon için hazır hale getirilerek Irak sınırından geçer ve İran güvenlik güçlerine teslim olur. İran’da kahraman olarak karşılanan Brody, şartlar aleyhine olmasına karşın büyük bir cesaretle üzerine aldığı sorumluluğu yerine getirir ve İran istihbaratının bir numaralı ismi Danesh Akbari’yi öldürür. Ancak daha sonra Brody yakalanır ve İran’da asılarak idam edilir. Brody’nin ölümü nedeniyle bunalıma giren Carrie ise, yeniden resmi olarak teşkilata döner ve İstanbul’a şef olarak atanır. ABD ile İran arasında Saul ve Javadi’nin çalışmaları sayesinde nükleer anlaşma yapılır ve savaş riski ortadan kalkar.

Dördüncü sezonda, Carrie, bir görev değişikliği sonucu İstanbul yerine Pakistan’da çalışmaya başlar. Pakistan’da görev yapan CIA istasyon şefi Sandy Bachman’ın öldürülmesi nedeniyle bu ülke ile ABD arasındaki ilişkiler gergindir. Ayrıca Pakistan istihbaratı da CIA’e yönelik karşı operasyonlar düzenlemekte ve onları çok zor duruma düşürmektedirler. Özellikle Pakistan’da görev yapan ABD Büyükelçisi Dana Boyd’un akademisyen kocası Dennis Boyd’un Pakistan istihbaratına bilgi vermesi nedeniyle, CIA’in işleri çok kötü gitmektedir. Bir diğer önemli sorun ise, Usama Bin Ladin benzeri bir terörist lider olan Haissam Haqqani’nin (Numan Acar) faaliyetleridir. Haqqani, Saul’un kaçırılmasını organize eder ve onun karşılığında birçok El Kaide militanının serbest bırakılmasını sağlar. Pakistan istihbaratından bazı kişiler de ona yardımcı olmaktadır. Ancak Haqqani’nin planı bununla da sınırlı değildir; Dennis Boyd’dan alınan bilgiler sayesinde ABD Büyükelçiliği’ne büyük bir terör saldırısı düzenlenir. Burada birçok kişi öldürülür. Peter Quinn, intikam için Haqqani’yi kendi başına öldürmeye karar verir. Ancak Carrie’nin Dar Adal’ı Haqqani ile beraber görmesi herşeyi değiştirir. CIA, Haqqani ile bir anlaşma yapmıştır. Bu duruma sinirlenen Carrie teşkilattan ayrılır ve Almanya’da özel bir firmada görev yapmaya başlar. Peter Quinn ise Suriye’de tehlikeli görevler üstlenir.

Güvenlikleştirme Olgusu

Akademik literatüre ilk kez 1995 yılında Ole Waever’in yazdıklarıyla[4] giren “güvenlikleştirme” (securitization) kavramı, daha sonra Kopenhag Okulu’nun[5] çalışmaları sayesinde Uluslararası İlişkiler alanında önemli bir yaklaşım haline gelmiştir.[6] Kopenhag Okulu, en önemli temsilcileri Barry Buzan, Ole Waever and Jaap de Wilde olarak sayılabilecek realizm temelli ve güvenlik odaklı bir yaklaşıma sahiptir. Bu üçlünün yazmış olduğu Security: A New Framework for Analysis kitabı[7], bu ekolün başucu eseri durumundadır. Gözügüzelli’ye göre, çağdaş güvenlik çalışmalarına yeni bir güvenlik düşüncesi getirerek güvenliğin analizini sağlayan Kopenhag Okulu, 1980’lerden sonra ortaya çıksa da, esasen çalışmaları Soğuk Savaş’ın bitmesi ile ön plana çıkan ve güvenlik çalışmalarına ivme kazandıran bir ekoldür.[8]

Security: A New Framework for Analysis

Bu ekolü oluşturan Ole Waever’a göre, güvenlik, bir güvenlik tehdidinin varlığı ve buna karşı birtakım tedbirlerin alındığı durumu ifade etmektedir.[9] Güvenliksizlik ise, bir güvenlik probleminin olduğu, ancak buna karşı yeterli tedbirin alınmadığı veya cevabın verilmediği bir durumu anlatmaktadır. Baysal ve Lüleci’ye göre; “İnşaacı (constructivist) bir temele sahip olan güvenlikleştirme teorisi, güvenliği söz-edim (speech act) olarak görür. Teoriye göre; güvenlik konuları, söz-edimler sayesinde birer güvenlik tehdidi olarak inşa edilmektedir. Bu sayede, inşa edilmiş olan güvenlik tehditlerine karşı olağanüstü yollara başvurulması meşru hâle gelmektedir. İktidar sahipleri, olağanüstü tedbirler almak istedikleri konuları, hâlihazırda güvenlik tehdidi olarak sunmak suretiyle, uygulayacakları yaptırımları meşrulaştırma yolunu seçebilmektedir.”[10] Bu bağlamda, güvenlikleştirme siyaseti şöyle bir sıralama izler; önce politize edilmemiş ve devletin ilgi alanına girmeyen konular politikleştirilir ve söz-edimler yoluyla siyasi gündem maddesi haline getirilir. Daha sonra ise, politik hale getirilen konunun güvenlik riskleri içerdiği işlenerek, konu, devletin kural koyucu ve hatta tekel olduğu bir tehdit meselesi olarak lanse edilir. Bu sayede, bu alana devletin hükmetmesi ve kendisine karşıt ya da kendisinden bağımsız hareketler geliştirmesi engellenir. Bunu Başar Baysal ve Çağla Lüleci’nin makalelerinde kullandığı tablo ise göstermek gerekirse:

Güvenlikleştirme mantığı

Bunun tersi niteliğindeki “güvenlik dışılaştırma”-“güvenliksizleştirme” (desecuritization) ise, daha önce tehdit olarak kabul edilen bir olgu, hareket ya da kişinin artık tehdit olarak kabul edilmemeye başlamasıdır. Gözügüzelli’ye göre, sorun politikacıların uzun süre dikkatini çekmez ise, kendiliğinden hallolma yoluna girer.[11] Ya da güvenlikleştirme akışının tersine bir şekilde, bir konu güvenlik meselesi olmaktan çıkarılarak zamanla yalnızca bir siyasi mesele haline getirilebilir ve ilerleyen süreçte politik yönü de aşındırılarak sorun olmaktan çıkarılır.

Homeland Dizisi ve Güvenlikleştirme Siyaseti

Homeland dizisinin ilk 4 sezonunda yayınlanan bölümleri incelendiğinde, yapımın, Amerikan dış politikası ve güvenlik anlayışının ana çizgisiyle de uyumlu şekilde, bazı meseleleri ve olguları güvenlikleştirdiği kolaylıkla fark edilebilir. Öncelikle, Nicholas Brody karakteri ile El Kaide ve benzeri terör örgütlerinin eline esir düşen kişiler ciddi bir güvenlik riski olarak tanımlanmaktadır. Nitekim Brody, burada kendisine yapılanlar sonucunda önce Müslüman olmakta, sonra da El Kaide eylemcisi haline gelmektedir. Yine ABD’ye dönüşü sonrasında Brody’nin garajında namaz kılmaya başladığının fark edilmesi sonrasında kendisine aile bireyleri tarafından gösterilen tepkiler, İslam dininin ve İslam dinine uygun dini ritüel ve pratiklerin de yaygın Amerikan eğilimlerine uygun şekilde bir güvenlik meselesi olarak algılandığını göstermektedir. Elbette bu durum, Homeland dizisiyle başlamış bir şey değildir ve Batı dünyasında İslam dünyasının nasıl algılandığı ve ekonomik ve siyasi sorunlar nedeniyle Müslüman toplumların ne halde olduğuyla da yakından alakalıdır. Ancak dizi, bu gibi popüler imge ve söylemleri yeniden üreterek, bunları beslemekte ve daha da güçlü kılmaktadır. Her ne kadar dizide başörtülü CIA çalışanı muhasebeci gibi karakterlerle tüm Müslümanların kötü veya terörist olmadığı vurgulansa da, genel bakış açısının Müslümanlarla alakalı olarak son derece önyargılı olduğunu söylemek mümkündür. Bu durum, ABD Başkanı seçilen Donald Trump’ın siyasetiyle de gayet uyumludur.

Nicholas Brody karakteri namaz kılarken

Bu bağlamda dizide hedef olarak seçilen dış tehdit ülkeleri de oldukça önemlidir. El Kaide ve benzeri terör örgütlerine ev sahipliği yapan Müslüman coğrafyası ve özellikle Pakistan, Afganistan ve İran gibi ülkeler, dizide Amerikan istihbaratı açısından en riskli ve düşman durumundaki ülkeler olarak gösterilmektedir. Diziye göre, Araplar, terör örgütlerine doğal kaynak sağlayan bir millet durumunda ve Nazir karakterinin olduğu gibi kökten Batı karşıdırlar. Ayrıca Pakistan, ABD ile oldukça yakın ilişkileri olan bir ülke olmasına karşın, dizide oldukça olumsuz yansıtılmış ve Pakistan istihbaratı ile El Kaide’nin ortak çalıştığı vurgulanmıştır. İran da, ABD’ye karşıt terör eylemleri ve istihbarat operasyonlarını organize eden tehlikeli bir ülke olarak sunulmuş; fakat Barack Obama döneminde yapılan nükleer anlaşmayı anımsatır bir şekilde, bu ülke ile bir anlaşmanın daha faydalı olabileceği görüşü dizide yansıtılmıştır.

Yine dizide ABD’nin her konuda doğru, iyi ve güzeli temsil eden taraf olarak sunulması oldukça dikkat çekicidir. Elbette ABD, demokratik ve insan haklarına saygılı bir devlettir ve birçok açıdan dünyada yaşanması en rahat ülkelerden birisidir. Lakin hiçbir ülke, her konuda yüzde yüz haklı olamaz. ABD’nin de geçmişte ve günümüzde dış politika ve iç politikasında birçok yanlışlığı olmuştur ve olmaktadır. Şimdilerde bu ülkede devam eden ve bizzat Hıristiyan beyaz Amerikalıların organize ettiği ırkçı gösteriler, bunun en somut örneğidir. Bu nedenle, bu tarz yapımlarda daha dengeli bir anlatım dilinin kullanılması beklenebilir.

Sonuç

Homeland dizisi ve benzeri filmlerde yansıtılan bu görüşler ve stereotipiye dayalı kalıplar, dün İspanya’da ve son aylarda Avrupa’da yaşanan terör eylemleri de düşünüldüğünde, kesinlikle haksız ve nedensizdir denmeyebilir. Ancak burada kritik husus, neyin güvenlikleştirileceği meselesidir. Bir dinin toptan güvenlik meselesi yapılması, aslına bakılırsa daha büyük güvenlik risklerine de neden olabilecek olayların başlamasına neden olabilir. Zira milyarlarca inananı olan semavi dinler, yüzlerce yıldır ayakta kalabilmiş çok güçlü söylemlerdir. Bu nedenle, dinin kendisi ile dine dayalı siyaset yapanların ve hatta bu siyasette şiddet kullanımını meşru görenlerin ayrıştırılması, popüler kültürde güvenlikleştirme söylemi yaparken dikkat edilecek hususlardandır.

 

Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ

 

 

[1] Resmi web sitesi – http://www.sho.com/homeland.

Imdb.com – http://www.imdb.com/title/tt1796960/

Wikipedia – https://en.wikipedia.org/wiki/Homeland_(TV_series)

Vikipedi – https://tr.wikipedia.org/wiki/Homeland

[2] Bakınız; http://www.imdb.com/title/tt1676462/.

[3] http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/126813/Turkiye_Homeland_dizisinin_cekimlerine_izin_vermedi.html.

[4] Bakınız; Ole Waever, “Securitization and Desecuritization”, Ronnie D. Lipschutz (ed.), On Security, New York: Columbia University Press, 1995.

[5] https://en.wikipedia.org/wiki/Copenhagen_School_(international_relations).

[6] Temel bilgiler için bakınız; https://en.wikipedia.org/wiki/Securitization_(international_relations).

[7] https://www.amazon.com/Security-Framework-Analysis-Barry-Buzan/dp/1555877842.

[8] Emete Gözügüzelli (2016), “Belçika’da Güvenlikleştirilen Sözde Ermeni Soykırımı, İslamofobi ve Belçika Türkleri”, içinde Ozan Örmeci & Hüseyin Işıksal (eds.) Mavi Elma: Türkiye-Avrupa İlişkileri, s. 678.

[9] Ole Waever, “Securitization and Desecuritization”, Ronnie D. Lipschutz (ed.), On Security, New York: Columbia University Press, 1995, s. 7, Aktaran: Baysal, Başar & Lüleci, Çağla, “Kopenhag Okulu ve Güvenlikleştirme Teorisi”, Güvenlik Stratejileri Dergisi, Yıl: 11, Sayı: 22, Erişim Tarihi: 18.08.2017, Erişim Adresi: http://dergipark.ulakbim.gov.tr/guvenlikstrtj/article/view/5000148022.

[10] Baysal, Başar & Lüleci, Çağla, “Kopenhag Okulu ve Güvenlikleştirme Teorisi”, Güvenlik Stratejileri Dergisi, Yıl: 11, Sayı: 22, Erişim Tarihi: 18.08.2017, Erişim Adresi: http://dergipark.ulakbim.gov.tr/guvenlikstrtj/article/view/5000148022.

[11] Emete Gözügüzelli (2016), “Belçika’da Güvenlikleştirilen Sözde Ermeni Soykırımı, İslamofobi ve Belçika Türkleri”, içinde Ozan Örmeci & Hüseyin Işıksal (eds.) Mavi Elma: Türkiye-Avrupa İlişkileri, s. 681.

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.