ULUSLARARASI TİCARET SAVAŞLARI: 20. YÜZYILDA KÖMÜR İLE DEMİR, 21. YÜZYILDA ÇELİK İLE ALÜMİNYUM

upa-admin 19 Nisan 2018 3.504 Okunma 0
ULUSLARARASI TİCARET SAVAŞLARI:  20. YÜZYILDA KÖMÜR İLE DEMİR, 21. YÜZYILDA ÇELİK İLE ALÜMİNYUM

Uluslararası ticaret, tarihin çok eski devirlerinden bu yana yapılmaktadır. Antik çağda Sofistler, insanlar arasındaki ilişkileri geliştirdiği için uluslararası ticareti savunuyorlardı. Roma İmparatorluğu döneminde Roma, büyük ticaret şirketlerinin kurulduğu, bütün Akdeniz ülkelerinin mallarını kapsayan bir piyasa konumundaydı. Keza Cengiz Han İmparatorluğu’nu ve kalıntılarını ayakta tutan ve süreklilik kazandıran etken yine uluslararası ticaret olmuştur. Aynı şekilde, diğer büyük imparatorluklarda da uluslararası ticaret milletleri kaynaştırma konusunda önemli bir işlev üstlenmekteydi.

Geçmişten günümüze kadar muhakkak ki birçok uluslararası ticaret (iktisat-ekonomi) teorisi farklı yüzyıllarda, farklı zamanlarda ve farklı devletler tarafından kullanılmış ve uygulanmıştır. Günümüz dünyasında ABD Başkanı Donald Trump gibi bir figür ortaya çıkınca, insan biran düşünmekten kendini alıkoyamıyor. Merkantilist, Fizyokrat, Klasik Okul, Keynesyen Okul ve Monetarist Okul teorilerini öne süren ünlü düşünürler (filozoflar) yaşamış olsalardı bizler gibi şaşırmakta güçlük çeker miydiler acaba! Herhalde bunlar içerisinde özellikle Fizyokratlar yaşamış olsaydı Trump için tehdit teşkil ederdi. Çünkü Fizyokratlar göre; ‘’İç ve dış ticaret serbest olmalı, uluslararası ticarette korumacılıktan kaçınmalıdır’’.

Birinci Dünya Savaşı’nın özel nedenlerinden biri de Fransa ile Almanya arasındaki Alsas-Loren sorunuydu (demir ve kömür havzası). Keza İkinci Dünya Savaşı’nın temelinde de yine madenler (demir ve kömür) vardır. Bu iki maden, dünyada her zaman stratejik bir öneme sahip olmak ile aynı zamanda çeliğin oluşturulmasında ana hammadde teşkil etmektedir. İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki dönemde de insanlar madenler için savaşmaya devam etmişler ve 2018 yılı itibarıyla halen devam etmektedirler.

Konumuz ile ilgili kısma gelince ise, 1 Mart 2018 tarihinde Trump’ın kamuoyu ile paylaştığı ve bir hafta sonra Beyaz Saray’da “bir seçenek değil, ulusal bir zorunluluk” açıklamasıyla imzaladığı düzenleme, ABD Ticaret Bakanlığı’nın 1962 Ticaret Genişleme Yasası’nın 232. maddesi kapsamında, Nisan 2017’den Ocak 2018’e kadar yürütülen soruşturmanın ardından geldi. İthal çeliğin ve alüminyumun ülkenin ulusal güveliğine etkilerinin değerlendirildiği soruşturmayı takiben, Trump’a üç öneri sunuldu. Bunlardan ilki Brezilya, Çin, Kosta Rika, Mısır, Hindistan, Malezya, Rusya, Güney Afrika, Güney Kore, Tayland, Türkiye ve Vietnam’dan oluşan on iki ülkeden yapılan çelik ithalatına en az % 53 vergi getirilmesi, ikincisi tüm ülkelere ihracat kotası uygulanması, üçüncüsü ise tüm ülkelerden alınan çeliğe % 25 vergi getirilmesiydi. Trump ise, bu seçeneklerden üçüncüsünü tercih etti.  Böylelikle, Trump için küreselleşmeye karşı korumacılık politikası geçerliliğini korumaya devam etti. Trump’ın gözünden kaçırdığı ise, Çin, Rusya, Hindistan, Japonya, Brezilya ve AB gibi küresel güçlerinde yaptırıma yaptırımı (kısasa kısas) gerçekleştireceklerini açıklamalarıyla dünyamız Trump’ın fitilini ateşlediği “uluslararası ticaret savaşları”na doğru evrilmeye başladı ve devam edecek gibi de görünüyor.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında harabeye dönen kıta Avrupa’sını ortak kömür ve çelik üretimi üzerinden bütünleştirilmek (entegrasyon) istendi. Bu doğrultuda Avrupalı devlet adamlarının Avrupa’da kalıcı bir barış oluşturma çabaları hız kazanmış oldu. Fransa Dış İşleri Bakanı Robert Schuman, Eski Milletler Cemiyeti Genel Sekreteri Jean Monnet’in tasarısına dayanarak, 9 Mayıs 1950’de, Avrupa Devletlerini kömür ve çelik üretiminde alınan kararları bağımsız ve “uluslarüstü” (supranational) bir kuruma devretmeye davet etti. Schuman Deklarasyonu’nun bir sonucu olarak, 1951’de, Belçika, Almanya, Lüksemburg, Fransa, İtalya ve Hollanda’dan oluşan altı üye ile Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (AKÇT) kuruldu. ABD’nin çelik ve alüminyuma ek gümrük vergisi getirmesi, hiç şüphesiz öncelikli hedefin Avrupa Birliği (AB) ve özellikle Almanya olduğunu gösteriyor. Neden AB ve neden Almanya? Trump, Almanya’nın NATO güvenlik giderleri çerçevesinde savunmaya az bütçe ayırmasına kafayı takmış durumda. ABD Başkanı, Almanya’yı adeta çarmıha geren açıklamasında “gerçek dostlara” esnek davranacaklarını kaydetti ve “Almanya AB’nin en büyük ekonomisi. Eğer NATO’ya bakacak olursanız, biz bütçemizin % 4,2’sini verirken, Almanya’nın sadece % 1 ayırdığını göreceksiniz, bu adil değil” ifadesini kullanmıştı. Trump, ABD’den “istifade eden” devletlere karşı önlemler alınacağının işaretini vermişti. ABD Başkanı’na göre, bazı dost ve düşmanlar hem ticarette, hem de askeri alanda yıllardır ABD’den yararlanıyor. Ticarette ABD’nin çıkarlarını gözetmeyen ülkelere karşı ABD de askeri alanda aynı muamelede bulunma hakkına sahip.

Trump’ın; “Örneğin belirli bir ülke ile ticareti 100 milyar dolar düşürürsek, tatlı olurlar. Hiç ticaret yapmazsak, çok kazanırız. Çok basit!’’ demesiyle birlikte Berlin’den Trump’a ticaret savaşı uyarısı yapıldı. Almanya (Eski) Dış İşleri Bakanı Sigmar Gabriel, Trump’ın yeni vergi planının Avrupa ile ticaret savaşına neden olabileceğini söyledi. Yeni vergilerin Avrupa’da binlerce kişinin işlerini kaybetme riskini doğuracağını belirten Gabriel, Trump’a planı gözden geçirme çağrısı yaptı. Ticaret alanında yaşanacak bir çekişmenin ne ABD’nin, ne de Avrupa’nın çıkarına olduğunu vurgulayan Gabriel, “İki tarafın birbiri ile kavgası, üçüncü tarafı memnun eder’’ dedi.  Almanya, AB ülkeleri arasında ABD’ye yapılan çelik ihracatından ilk sırada yer alıyor. Çin Ticaret Bakanlığı ise, ABD’nin gümrük vergisi kararından ‘’ciddi endişe’’ duyduklarını açıkladı. ABD’nin ticaret kurallarını ihlal etmekle suçladığı Pekin yönetimi, Çin’in ticari yükümlülüklerini karşıladığını ve Washington’la olan sorunları müzakerelerle çözmek istediklerini bildirdi. Trump’ın kararına AB yönetiminden de sert tepki var. Avrupa Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker, “Sanayimiz binlerce Avrupalının işini riske atan bu adaletsiz önlemlerle darbe alırken biz de boş boş oturmayacağız. Çıkarlarımızı savunmak için gereken ciddi tepkiyi vereceğiz” demişti.

Çelik, geçmişte olduğu gibi günümüzde de stratejik öneme sahip. Günümüzde, her yıl 1.300 milyon ton üretimiyle, çelik, dünyada en çok kullanılan ortak malzemelerden birisidir. Binalarda, altyapı üretiminde, aletlerde, gemilerde, otomobillerde, makinelerde, aksesuarlarda ve silahlarda ana malzemedir. Küresel çelik üretiminde günümüzde özellikle Asya ülkelerinin ağırlığı dikkat çekiyor. Dünya Çelik Birliği’nin sınıflandırmasına göre toplam üretimin % 69’unun gerçekleştirildiği Asya grubunda Çin, Japonya, Hindistan, Güney Kore ve Tayvan bulunuyor. Son yıllarda ham çelik üretiminde toplam kapasitenin Çin önderliğinde artması dikkatlerden kaçmıyor. Son 15 yıllık süreçte, Türkiye de demir-çelik sektöründe hızlı büyüyen ülkelerden biri. 2000 yılında 20 milyon ton civarında olan ham çelik üretim kapasitesi yassı ve yapısal çeliğe dönük yatırımların ivme kazanmasıyla birlikte 2015 sonunda 50 milyon ton seviyesini aşmıştır. 2000 yılında dünyanın en büyük 17. ham çelik üreticisi olan Türkiye 2016’da 8.’liğe kadar yükselmiştir.

Sonuç olarak, Trump’ın vergi indirimi ve harcama artışı ile hızla bütçe açığı getirecek politikayı raftan uygulamaya sokmaya başlaması dikkat çekici olmuştur. Bu sayede ABD’de enflasyonda beklenen yükselişin daha erken ve daha yüksek bir rampada olacağı düşünülürken, şimdi ise çelik ve alüminyum tarife ya da kotası ile yaygın bir üretim kesiminin, özellikle otomotiv ve içecek sektöründe maliyetlerin artışına neden olacaktır. Bir diğer konuda tarife artışı ve kota sınırı getirilecek olan ülkelerin (devletlerin) buna eş değer yollarla karşılık vermesidir. Bu da korktuğumuzun başımıza gelmesidir; yani “ticaret savaşları” demektir. Tesadüf mü, yoksa tevafuk mu olduğu bilinmez. Ama gerçek şudur ki; ABD Büyük Buhran’ı yaşarken de, Cumhuriyetçiler 1930’da meşhur “Smoot-Hawley Tarife Yasası”nı, Amerikan çiftçilerini ve fabrikalarını yabancı rekabetten soyutlamak için korumacılığı öne sürmüşlerdi. ABD’nin ticaret ortakları da kendi tarifeleri ile karşılık verdiler. Sonuçta ise ticaret çöktü ve depresyon derinleşti. Günümüzde 21. yüzyılda yine bir Cumhuriyetçi (Trump) tarafından aynı politika ve aynı argümanlar kullanılmaya devam etmektedir. Trump’ın “popülist” politikaları, büyük olasılıkla seçimler yaklaşırken giderek daha ciddi adımlarla hayata geçecek gibi görünüyor. Bu da, dünyamızın bir on yıl daha krizler ve çalkantılar geçireceği bir bilinmezliğe götürür.

 

Güney Ferhat BATI

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.