KİTAP İNCELEMESİ: TUNCAY ÖZKAN’DAN ‘MİT’İN GİZLİ TARİHİ’

upa-admin 10 Haziran 2018 5.402 Okunma 0
KİTAP İNCELEMESİ: TUNCAY ÖZKAN’DAN ‘MİT’İN GİZLİ TARİHİ’

Türk istihbaratının geçmişine ışık tutan ve 1996 yılında ilk basımı yapılan Tuncay Özkan imzalı bu kitap, MİT (Milli İstihbarat Teşkilatı) hakkında daha önce yazılmış kitaplar arasında özel bir konuma sahiptir. Çünkü tarihte ilk kez, Milli İstihbarat Teşkilatı bir kitap için demeç vermiş, görüşlerini açıklamış ve sorulan sorulara yanıtlar vermiştir. Bununla birlikte, yine ilk kez olmak suretiyle, emekli bir mensubunun kitap için mülakat vermesine MİT tarafından izin verilmiştir. Ayrıca yine sanıyorum ki bir ilk olarak, MİT’in arşivini kitap için kullanım izni de alınmıştır. Gazeteci-televizyonu ve şimdinin CHP (Cumhuriyet Halk Partisi) milletvekili Tuncay Özkan tarafından yazılan ve bu yazıda özetini vereceğim kitabın baskısı şu an piyasada bulunmuyor.  Kitabı daha ilgi çekici hale getiren şey ise, geçtiğimiz yıl Sol Haber’e verdiği mülakat sırasında Yalçın Küçük’ün kitap hakkındaki yorumu oldu. Popüler yazar Yalçın Küçük, Mahir Kaynak’ın da aynı fikirde olduğunu söyleyerek, kitabın ‘‘devletin kitabı’’ olarak bilindiğini söylemiştir.[1] Kitabın incelemesine geçmeden önce, kişisel kanaatimi peşinen söyleyeyim: Kitap, yıllardır tartışılan konulara her yönüyle MİT perspektifinden bakan bir kitap görüntüsü arz etmektedir. Kitap boyunca her tartışmalı olayda, MİT, adeta kendi savunmasını vermektedir. Ana hatlarıyla inceleyecek olsak bile, sahaflardan temin edilmesi mümkün olan bu kitabın sadece istihbarat ile değil, Türk Siyasal Hayatı ile de ilgilenen herkesin okumasını tavsiye ederim.[2]

MİT’in Gizli Tarihi

Tuncay Özkan

Özet

Kitap, Osmanlı’da istihbarat yapılarının anlatıldığı ilk bölüm ile başlamaktadır. Osmanlı Devleti’nin 19. yüzyılın ortalarına kadar bir istihbarat teşkilatına sahip olmadığı, fakat Avrupa ülkelerinin bu konuda oldukça ileri olduğu ifade edilmektedir. 16. yüzyıldan itibaren İstanbul’da daimi temsilcilikler bulunduran Avrupa ülkeleri, istihbarat yapılarını bu süreçte hızla kurumsallaştırırken, Osmanlı’da istihbaratın öneminin kavranılmasında oldukça geç kalınmıştır. İstihbaratını kurumsallaştıran Avrupa ülkeleri, Saray’a sızma konusunda da herhangi bir zorluk çekmemiştir. Kitapta, Mustafa Reşit Paşa’nın konu hakkındaki şu sözleri yer almaktadır: ‘‘Bir vezir memleketin iyiliği için çalıştığı vakit, yabancı ajanlar ustalıkla onun rakiplerinin etrafını sarıyor. Bir yandan kıskançlıklarını tahrik ederek, öte yandan da Sultan nezdinde bir sürü entrika ile ruhunda bin türlü şüphe yaratıyorlardı.’’ (s. 17)

Osmanlı istihbaratına yaygın şekilde hakim olan bir hastalık ise, Saray-içi istihbarat olmuştur. IV. Murat, Köprülü Mehmet Paşa, II. Mahmud ve nihayetinde II. Abdülhamit bu istihbarat türünü sıklıkla kullanmıştır. Öyle ki, II. Abdülhamit döneminde “jurnalcilik” olarak tabir edilen faaliyet ayyuka çıkmış durumdaydı. Uzun süre Fransız ekolünün etkisinde kalan Osmanlı istihbaratına, zamanla Alman ekolü hakim olmaya başlamıştır. Birinci Dünya Savaşı sırasında da Osmanlı ordusu ile birlikte çalışan ve hatta ‘‘Goltz Paşa’’ olarak da bilinen Prusyalı asker Colmar von der Goltz, konu hakkında şöyle demektedir: ‘‘…Hafiyelik Abdülhamit döneminde son noktasına ulaşmıştır. Bu düşünüş ta Bizans’tan kalma bir zandır. Bütün yüksek memurların yanında yaver, muavin, katip gibi gözcüler bulunurdu. Abdülhamit, kendi ailesinin arasına bile casuslar ve hafiyeler sokmuştu. Devletin en yüksek memuru, adi bir hafiyenin vereceği jurnalden korkardı. Abdülhamit’in bu hafiye veya casus teşkilatı sadece kendi halkı aleyhine işliyor, Türkiye ile harp edecek devletlerin sınırlarında çalışmak akla bile gelmiyordu…’’ (s. 17)

Teşkilat-ı Mahsusa Efsanesi

İşte İttihat ve Terakki, böyle bir istihbarat mirası devralmıştı. Eğer bugün Teşkilat-ı Mahsusa’dan bahsedilecekse, bu, en çok Enver Paşa’nın eseridir. Teşkilat-ı Mahsusa, ilk kez 1909 yılında temelleri atılmış bir istihbarat organizasyonudur. Faaliyet olarak 1909 yılı itibariyle sahneye çıktığı söylense de, Teşkilat-ı Mahsusa 1903-1907 yılları ordu içinde gizlice filizlenmiştir. Bingazi’de İtalyanlara karşı Enver Paşa komutasında yoğun bir savaşın yürütücüsü olan Teşkilat-ı Mahsusa, Balkan Savaşı’ndaki yenilginin ardından Çatalca Savaşı’nda başarılı operasyonlar yürütmüştür. Bulgarların İstanbul kapılarına dayandığı bu savaş, Teşkilat-ı Mahsusa ve Enver Paşa’nın yükselişinde önemli bir köşe taşı olmuştur. Elbette Enver Paşa ile birlikte ismi anılması gereken en önemli kahraman Süleyman Askeri Bey’dir. (ss. 22-24) Irak cephesinde önemli başarılar sağlayan Süleyman Askeri Bey, 20 Aralık 1914’te Irak ve Havalisi Genel Komutanlığına atanmış, bugün bir dizi vasıtasıyla popüler olan Osmancık Taburu adlı gönüllüler birliğini bölgeye getirmiştir. Şuaybiye Meydan Savaşı sırasında yaralanan Süleyman Askeri Bey, savaşın kaybedilmesini onuruna yedirememiş ve burada intihar etmiştir. (s. 5)

Mustafa Kemal Teşkilat Saflarında

Mustafa Kemal Atatürk de bir dönem Teşkilat-ı Mahsusa içinde faaliyet göstermiştir. Ünlü istihbaratçı Kuşçubaşı Eşref’in anılarında ve Phillip H. Stoddard’ın “Teşkilatı Mahsusa” isimli doktora tezinde, Mustafa Kemal’in teşkilat kadroları içerisinde olduğu belirtilmektedir. Mustafa Kemal, İttihat ve Terakki’ye 29 Ekim 1907’de üye olmuştur. Mustafa Kemal’in teşkilat için üstlendiği ilk görev ise, Avustuya-Macaristan’ın Bosna Hersek sınırına yaptığı askeri yığınak hakkında bilgi toplamak olmuştur. Mustafa Kemal, 1908 yılında bu amaçla Bosna’ya gönderilmiştir. Daha sonra, herkesin bildiği gibi, Eylül 1908’de, Mustafa Kemal, yine teşkilatın emriyle Trablusgarp’a geçmiş ve buradaki gerilla savaşının örgütlenmesi faaliyetlerine katılmıştır. (ss. 28-29) İttihat Terakki ve dolayısıyla Teşkilat-ı Mahsusa, görülmektedir ki herşeyden önce iyi bir ihtilalci ocağı olarak tarihteki yerini almıştır.

Teşkilat-ı Mahsusa, Balkanlarda sağladığı başarıyı Arap yarımadasına da taşımak istemiş ve burada İngiliz istihbaratı ile amansız bir istihbarat savaşına tutuşmuştur. O sırada İngiliz istihbaratı hem parasal, hem teknik, hem de personel bakımında son derece üstün niteliklere sahip durumdaydı. Kadroda Gertrude Bell, Thomas Edward Lawrence (T.E. Lawrence-Arabistanlı Lawrence) ve Captain Shakespeare gibi ünlü istihbaratçılar bulunmaktaydı. Teşkilat-ı Mahsusa ise bunların karşısına Süleyman Askeri, Kuşçubaşı Eşref ve Nuri Paşa gibi isimlerle çıkmıştı.(s. 42) Fakat İngiliz propagandası baskın çıktı ve Osmanlı uzun yıllar hakimiyet kurduğu topraklardan geri çekildi. Orta Doğu’da yaşanan istihbarat savaşı, Teşkilat-ı Mahsusa’yı güçlendirmişti. Savaştan geriye deneyimli, iyi eğitimli 40.000’den fazla istihbaratçı ve organizasyon mirası kalmıştı. (ss. 45-46)

Fakat İttihat ve Terakki için aynısı olmadı ve yenilgiden doğrudan Enver, Cemal ve Talat Paşalar sorumlu tutuldu. Bu andan sonra, Enver Paşa, teşkilatın lağvedilmesini ve başka bir ad altında yeniden teşkilatlanması emrini Teşkilat-ı Mahsusa’nın son reisi Hüsamettin Ertürk’e emreder. Buna göre teşkilatın yeni ismi Umum Alem İslam İhtilal Teşkilatı olacaktır. Bu emirden sonra Enver, Cemal ve Talat Paşalar memleketi terk eder. İttihat ve Terakki hükümeti düşürülür. Harbiye Nazırı Ahmet İzzet Paşa, Teşkilat-ı Mahsusa’nın dağıtılması için Hüsamettin Ertürk’e emir vermiştir. Bu tarihten itibaren memlekette “İttihatçı avı” başlamış olur. (s. 52)

Karakol Örgütü

Teşkilatın dağılmasının ardından yeni bir yapı kurulmuştur. Kara Vasıf önderliğinde kurulan bu yapı, Kurtuluş Savaşı’na da büyük yararları dokunacak olan Karakol Örgütü’dür (Karakol Cemiyeti). Mütareke döneminde Mustafa Kemal’in memleketin kurtuluşu için çareler aradığı ve sürecin sonunda Samsun’a çıktığı meşhur bir 6 aylık süre bulunmaktadır. Tarihi, ideolojik amaçlarla ters yüz etme uğraşında olanların manasız çabalarını bir kere daha boşa çıkarmak için, burada İngiliz istihbarat raporlarında Mustafa Kemal hakkında yazılanları aktarmakta fayda var. Nitekim İstanbul’da görevli İngiliz gizli servisi subayı Yüzbaşı Hoyland’ın İstanbul istihbarat merkezine verdiği raporda, Mustafa Kemal, Fevzi Çakmak, Kazım Karabekir, Halil Kut ve İsmet İnönü’nün İstanbul’dan uzaklaştırılması tavsiye edilmiştir. Yine Damat Ferit de Mustafa Kemal’i iktidar rakibi olarak görmüş ve İstanbul’dan çıkışına destek vermiştir. (s. 54)

Karakol Örgütü ile ilgili müthiş bir ayrıntı da kitapta yerini almış durumdadır. Teşkilatın görevi mutlak gizlilik içerdiği için, teşkilata girecek kişiler bir yemin ile göreve başlamaktadır. Bu yemin, siyah renkteki bir Türk bayrağına sarılı Kuran’ın üzerine el basmak suretiyle yapılırdı. Bu gelenek, MİT içinde hala devam etmektedir. MİT mensupları bir yıllık eğitimlerini tamamlayıp göreve başlayacakları zaman, bir elleri silahta ve bir elleri de bayrakta olacak şekilde yemin tekrarlanır. Bu seremoni esnasında odada üç kişi daha bulunur. Bunlar, “yemin şahidi” olarak adlandırılır. Hala bu şekilde midir emin olamamakla birlikte, yeminin içeriği Atatürk ilke ve devrimlerine bağlılık, yemine sadakat ve gerekirse ölmek olarak özetlenebilir. (ss. 56-57)

Karakol Örgütü, Kurtuluş Savaşı’nda hayli yararlı olmuşsa da, zamanla Mustafa Kemal ile ters düşmüşlerdir. Atatürk’e yakın olması ile bilinen Kuvayi Milliye komutanı Yahya Kaptan’ın Karakol örgütünce öldürülmesi sonrası, Atatürk, yeni bir teşkilat kurmak için hazırlıklara başlamıştır. Mim Mim grubu olarak bilinen bu teşkilatın tam adı Müsellah Müdafaai Milliye’dir. 3 Haziran 1921’de, teşkilat, TBMM tarafından da resmen tanınır. (ss. 69-70)

Cumhuriyet Dönemi İstihbaratı

Nihayet 1927 yılına gelindiğinde, genç Cumhuriyet gerçek bir istihbarat teşkilatına kavuşmuştur. Milli Amele Hizmeti (MAH) ya da Milli Emniyet Hizmetleri (MEH) olarak bilinen bu teşkilat hakkında 1943 yılına kadar Başbakanlık arşivinde belge bulunamamıştır. Çünkü teşkilatın kuruluşu, ‘‘çok gizli’’ ibareli belge ile TBMM üyelerine duyurulmuştur. 1943 itibariyle Başbakanlık kadro cetvelinde Milli Emniyet Hizmetleri kadrosu eklenmiştir. (ss. 100-101)

İkinci Dünya Savaşı sırasında İstanbul ve Ankara görülmemiş bir istihbarat savaşına sahne olacaktır. Bu dönemde MAH’ın yaptığı önemli hizmetler olmuştur. Bunlardan en çarpıcı olanı, Çiçero kod Alman casusu Elyasa Bazna olayında yaşanmıştır. Hayli karmaşık bir istihbarat meselesi olan olay, kısaca dönemin İngiliz Büyükelçisi Hughe Knatchbull-Hugessen’in oda hizmetçiliği yapan Elyasa Bazna’nın nüttefik devletlere ait gizli yazışma ve şifreleri Alman istihbaratına aktarması olayıdır. Elyasa Bazna, Normandiya Çıkarması’nın planlarından, Trakya’da müttefik güçlerin konuşlandırılmasına, Roosevelt, Churchill ve İnönü arasındaki görüşmelerin tutanaklarına kadar birçok çok gizli belgeyi Almanlara ulaştırmıştır. Fakat daha sonra, Bazna’nın çok taraflı bir ajan olduğu ve Almanlara verdiği bilgilerin MAH kontrolünden geçtikten sonra sızdırıldığı MİT yetkilileri tarafından doğrulanmış bir gerçektir. Bazna, Ankara Emniyeti’ne bağlı tarcüman olarak çalışmıştır. Hatta kimliği Ankara Emniyeti tarafından verilmiştir. (ss. 108-112) Bunlar, kimilerince o dönem Almanya ve Türkiye arasındaki yakınlaşmanın bir delili olarak kabul edilirken, diğer yandan sızdırılan bilgilerin MAH kontrolünde olmasının yalnızca istenen bilgilerin Almanlara verildiği düşüncesini de ortaya çıkarmaktadır. Bizce ikinci tez daha doğru bir yaklaşımdır.

Eski MİT Mensubu Neşet Güriş Anlatıyor

O döneme şahitlik eden ve 1931 ile 1967 yılları arasında görev yapan eski MİT mensubu Neşet Güriş ile yapılan bir mülakat da kitapta yerini alıyor. Güriş, o dönemde MAH’ın çok faal çalıştığını ve yurtdışına espiyonaj faaliyetleri için istihbaratçılar gönderildiğini aktarıyor. Güriş, o dönem Alman istihbaratı ile irtibat kuran Tekin Saygın isimli istihbaratçının Hitler’in Türkiye’ye saldırılmayacağına dair emirlerine ulaşmıştır. Güriş, yine Demokrat Parti iktidarının MAH’ı CHP’lileri takip ettirmek için kullandığını, İsmet Paşa döneminde ise asla böyle bir şeyin yaşanmadığını da aktarıyor. Amerikan ve Türk istihbaratı arasındaki ilişkilere de değinen Güriş, DP iktidarında Beyoğlu’ndaki dinleme merkezinin tamamen Amerikalıların kontrolüne geçtiğini ve bazı Türk istihbaratçılarının maaşını Amerikalıların ödediğini söylüyor ve bu konudaki Yassıada tutanaklarını doğruluyor. Fakat Güriş, 27 Mayıs’tan sonra MAH’ta bir takım sıkıntılar olduğunu ve buraya atanan subaylarla istihbaratçıların sorun yaşadığını aktarıyor. (ss. 113-131) 27 Mayıs ihtilalinin, ihtilalden tam üç yıl önce Amerikalılar tarafından Emniyet birimlerine bildirildiği de kitapta yer almaktadır. Buna göre, Samet Kuşçu adlı bir Türk yüzbaşısı dönemin CIA İstanbul Şefi Laysırsın’a giderek ihtilali planlayan tüm kadroyu sızdırmıştır. Bu bilgi CIA tarafından Emniyet’e bildirilmiş ve Samet Kuşçu Emniyet tarafından sorguya alınmıştır. Kuşçu’nun verdiği bilgiler, dönemin İç İşleri Bakanı Namık Gedik ve Adnan Menderes’e aktarılmıştır. (s. 149) Bu bilgi, aslında 27 Mayıs’ta CIA parmağı var diyenlere bir cevap niteliğindedir. CIA, kendi örgütlediği bir ihtilali hükümet kaynaklarına ihbar etmeyeceğine göre, bu tarihi tartışmanın yersizliği ortadadır.

MAH’tan MİT’e

1965 yılında MAH’ın yapısı değiştirilmiş ve yeni bir kanunla Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) kurulmuştur. İnönü’nün girişimiyle yapılan bu değişikliğin temel amacı, istihbaratın sivilleştirilmesidir. (ss. 154-155) İstihbaratın askeri mantıktan arındırılması oldukça önemli bir meseledir. Ve bu, geçmişte modern istihbarat servislerini oluşturan tüm ülkelerde tartışılmıştır. MİT’in siyasal çekişmelerin odağı haline getirilmek istenmesi ve asker-sivil ayrışması nedeniyle, MİT, yıllar yılı tam olarak işlevli bir hale getirilememiştir. Örneğin MİT’in darbelerle ilgili hükümete bilgi vermediği ileri sürülmektedir. Fakat bu bilgi doğru değildir. 1969 yılında dönemin MİT Müsteşarı Fuat Doğu, Başbakan Süleyman Demirel’e giderek Genelkurmay Başkanı Cemal Tural’ın bir darbe hazırlığı içerisinde olduğunu bildirmiştir. Hatta Cemal Tural’ın o dönem kendisi hakkında haberler yapan Milliyet Gazetesi Ankara Temsilcisi İlhami Soysal’ı dövdürmesi olayı da MİT’in üzerine yıkılmıştır. Oysa bu işi daha sonra askeri istihbaratın yaptığı, yine MİT’in ilk kez kamuoyu açıklaması yapmasıyla duyuruldu. MİT, önce İlhami Sosyal’ın eşine şifahen ve sonra da kamuoyu açıklaması yaparak olayla bir ilişkileri olmadığını duyurdu. (ss. 186-187)

Kitapta Mahir Kaynak’la ilgili de çarpıcı bilgiler yer alıyor. Doğrudan MİT tarafından yetiştirilmeyen, fakat daha sonra MİT’e angaje edilen Mahir Kaynak, 12 Mart öncesi sol eğilimli cuntalardan ‘‘Madanoğlu Cuntası’’ olarak bilinen, eski Milli Birlik Komitesi üyesi ve 27 Mayıs ihtilalinin asıl Mimarı Cemal Madanoğlu ve ordu içindeki bir grup subay ile Doğan Avcıoğlu önderliğindeki sol aydın ve yazarların oluşturuduğu ihtilalciler grubundan MİT’e bilgi aktarmakla görevlendirilmiştir. Kaynak, cunta içerisinde öylesine inandırıcı bir şekilde yer almıştır ki, bir cunta toplantısında yaşanan dinlenme şüphesi üzerine toplantı salonunu arama görevi Mahir Kaynak’a verilmiştir. Mahir Kaynak, mahkemede deşifre edilmiş ve resmi olarak MİT’e alınmıştır. Fakat daha sonra MİT içinde dışlanan Kaynak istifa etmiş ve Gazi Üniversitesi İİBF’de dersler vermeye başlamıştır. MİT’ten dışlandıktan sonra hayli sert şekilde MİT’i eleştiren yazılar ve kitaplar yazan Mahir Kaynak, kendi durumunu ‘‘hayli zor’’ olarak nitelendirmiştir. (s. 189)

MİT’in iç siyasal kavgaların merkezinde olduğu, MİT’in bu tartışmalara girmediği ve sessiz kaldığı tezi kitabın hemen her yerinde işlenmektedir. 12 Mart 1971’den bir müddet sonra, MİT Müsteşarı Fuat Doğu görevden alınmıştır. Fuat Doğu’nun görevden alınmasına yol açan kişi, Nihat Erim kabinesinde Başbakan Yardımcılığını üstlenen Sadi Koçaş’tır. Emekli Albay olan Sadi Koçaş, MİT’in kendisine bağlanmasını istemiştir. Mayıs 1971’deki MGK toplantısında Koçaş, MİT’in kendi görevini yapamadığını, MİT’in asli görevinin nitelikli personel yetiştirip istihbarat elde etmek ve bu istihbaratın stratejik istihbarata dönüştürülmesi olduğunu, fakat bunun yerine MİT’in siyasal işler peşinde koştuğunu, tertipler düzenlediği ve siyasal akıl hocalığına soyunduğunu dile getirmiştir. Bu toplantıdan sonra, Fuat Doğu, Lizbon’daki Büyükelçiliğe atanmıştır. Fakat Doğu’nun MİT ile irtibatı hiçbir zaman kopmamıştır. (s. 191)

MİT’te İki Casusluk Olayı: Savaşman ve Çağlar

Kitapta Amerikalara bilgi satarken suçüstü yakalanan Sabahattin Savaşman’a ilişkin bilgiler de yer almaktadır. MİT İstihbarat Daire Başkanlığı görevini üstlenen Kurmay Albay Sabahattin Savaşman’ın izlenmesi emri, Mehmet Eymür ve ekibine verilmiştir. MİT içinde bu tarz izlemeler sıradandır. Eymür de, bunun sıradan bir izleme olduğu düşünmüştür. Zaten MİT içinde o dönem Nuri Gündeş ve ekibi ile Mehmet Eymür ve Hiram Abas’ın öncülüğündeki ekip bir kurum içi mücadele halindedir. Netice itibariyle, Savaşman takip edilir. Birkaç kez İngiliz ve Amerikalı yetkililerin evlerine gittiği tespit edilen Savaşman’a suçüstü yapılması kararı alınır. 10 Aralık 1977 günü Savaşman’a düzmece istihbarat raporları verilir. Savaşman, bu evrakları Amerikalıların evine götürür. Bu sırada içeriye baskın veren MİT Ankara Bölge Başkanı Süleyman Yenilmez ile Ankara Takip Şubesi Müdürü Mehmet Eymür suçüstü yapmıştır. İçeride bir şok yaşanır. Bir süre önce görevi ünlü CIA İstasyon Şefi Paul Henze’den devralan yeni CIA Şefi William Philips de oradadır. Ortadaki sehpada ise Savaşman’a verilen düzmece raporlar bulunur. Savaşman gözaltına alınır ve odasında yapılan aramada çok kritik belgeler bulunur. Bunlar Ege Ordusu’nun kuruluş şeması, Kıbrıs savunma işgal planı, Deniz Kuvvetleri’nin çıkarma kuvvetleriyle ilgili bilgiler ve Kıbrıs’taki Türk personele ilişkin bilgilerdir. Savaşman, savunmasında CIA’in zaten MİT ve Ordu hakkında herşeyi bildiğini, dolayısıyla kendisinin bu bilgileri satma gibi bir durumunun olamayacağını söylemiştir. Savaşman’ın savunması adeta MİT-CIA ilişkisi hesaplaşmasına dönüşür. Savaşman, görüşme yaptığı Amerikalılar ile kendisi dışında görüşen birçok MİT mensubu olduğunu ve aralarındaki yakın ilişkilerden bahseder. (ss. 195-198)

MİT’teki ikinci casusluk vakası ise 1983 yılında patlak vermiştir. 12 Eylül’ün güçlü isimlerinden Kurmay Albay Turan Çağlar’ın da Amerikalılardan para aldığı ortaya çıkarılmıştır. Çağlar, yaptığı işe ideolojik bir kılıf bulmuş ve yine teşkilatın ve teşkilatın üst düzel isimlerinin CIA ile sıkı fıkı olmasına atıf yaparak böyle bir şeyin suç olamayacağını iddia etmiştir. Çağlar’ın daha enteresan yanı ise Aydınlık Gazetesi ile olan ilişkileridir. 1978 yılında MİT’te ‘‘görüş lideri’’[3] olarak görev yapan Çağlar, aynı zamanda Aydınlık Gazetesi‘nde yazılar yazmakta ve bazı MİT mensuplarını deşifre etmektedir. Telefon dinlemesine takılarak yakalanan Çağlar, Amerikalılara Ege Ordusu ile ilgili kritik bilgileri verdiğini itiraf etmiştir. Savaşman ve Çağlar’ın Amerikan casusluğundan yakalanması teşkilat için ilktir. Çünkü Soğuk Savaş döneminde ağırlıklı olarak Komünist Blok’a karşı girişilen kontr-espiyonaj faaliyetlerine alışılmıştır. Fakat ABD ile ilk kez karşı karşıya gelinmiştir. (ss. 198-200)

12 Eylül’ün gelişini Süleyman Demirel’e bildiren isim tanıdıktır. Bu kişi Hiram Abas’tır. Aslında MİT, darbeyi bildirmiştir. Elbette bunu resmi yollarla yapma ihtimali bulunmadığı için, şifahen bu bilgiler siyasi iktidara verilmiştir. (s. 205) MİT’in 12 Eylül’e giden süreçte etkili olamadığı, Kahramanmaraş, Çorum ve Kanlı 1 Mayıs’ın engellenmesi için gerekli çalışmaları yapmadığı da kitapta yer almaktadır. Konu hakkında Bülent Ecevit 1977 yılında şunları söylüyor: ‘‘Türkiye’de demokrasinin olmamasını ya da sınırlı olmasını isteyenler var. İş çevreleri ve MHP. Demirel’in adı liberale çıkmış ama liberal diyemiyorum. O da kendisini iktidara getirmeyecek bir demokratik rejim istemiyor. Ayrıca MİT’in dışında olan çevrelerin etkisi olduğu kuşkusu duyuyorum. Yabancı sermaye, çok-uluslu şirketler, CIA Amerikan hükümetinin denetiminin dışında kalabiliyor. Kim kimdir belli değil. Kim milliyetçi, kim feodal. CIA ajanları ile KGB ajanları birbirine karışıyor. Joseph Conrad’ın Rus ihtilalinden önceki durumu anlatan romanı çok ilginçtir (The Secret Agent).’’ İşte dönemin Başbakanının durum hakkındaki yorumu. Takdiri okuyucuya bırakıyoruz.

ASALA Operasyonları ve Çatlı Ekibi

Kitapta MİT’in organize ettiği ASALA terör örgütüne yönelik gizli operasyonlardan da bahsedilmektedir. Kenan Evren’in damadı Erkan Gürvit’in başında olduğu bir ekip, ASALA ile baş edebilecek bir operasyon ekibi kurmak niyetindedir. Bu iş için düşünülen isimler ise tanıdıktır: Abdullah Çatlı ve Oral Çelik. Operasyonlar MİT’le resmi olarak bağlantısızdır, ama MİT işin tam göbeğindedir. Yurt dışı bağlantılarını Metin G.[4] isimli bir emekli istihbaratçı yürütmüştür. Çatlı ve ekibi Fransa’da Taşnak Partisi binasının bombalanması, Yunanistan’da ASALA’nın lider kadrosundan Agop Agopyan’ın 1986 yılında öldürülmesi gibi operasyonları yapar. Bu olaylar sonucu savaşın kendisine sıçradığını gören Avrupa ülkeleri, ASALA’dan desteklerini çekmiştir. Bu operasyonlardan sonra Çatlı ve arkadaşlara operasyonun ödülü olarak serbestçe Türkiye’ye girmiş ve aranmalarına rağmen serbestçe dolaşmışlardır. MİT, açıktır ki, böyle bir olayda geçmişi şaibeli kimseleri kullanarak kendisini de zan altında bırakmıştır. Nitekim Mehmet Ali Ağca’nın düzenlediği Papa suikastinin de bir MİT operasyonu olup olmadığı tartışılmakta ve kurum imajı zedelenmektedir. (ss. 213-216)

Kitapta aktarmak istediğimiz enteresan ve oldukça çarpıcı bir detay bulunuyor. Papa suikastı davası görülürken, Abdullah Çatlı, o dönem Fransa’da bulunan sol örgüt lideri Sarp Kuray’a haber yollamıştır. Çatlı, Kuray’dan kendilerine Papa suikastinde Bulgar bağlantısı olduğuna dair yalan ifade vermeleri yönünde baskı yapan bir CIA ajanın kaçırılmasını istemiştir. Esasen durumun ne kadar trajik olduğunu Çatlı’nın arkadaşlarına anlattığı şu sözlerden anlamaktayız: ‘‘Yurt dışında hepimiz bir gizli servisin avı haline gelmiştik. Biz baktık ki yabancı gizli servisler başımıza üşüşüyor, bari Türk gizli servisi ile bir irtibatımız olsun, diğerlerine kendimizi kullandırtmayalım dedik.’’ Bu sözler, durumu net şekilde ortaya koyuyor. (ss. 217-218)

Son

Kitapta daha Azerbaycan’daki darbe girişimine katılan MİT mensuplarından JİTEM’e, ünlü MİT raporundan PKK ile mücadeleye, istihbarat kurumları arasındaki koordinasyonsuzluktan MİT’in personel politikasına kadar son derece eşsiz bilgiler yer almaktadır. Okuyucuya kitabın okunmasını tavsiye ederiz. Son olarak, kitap için MİT’e yazılı olarak sorular sorulmuş ve MİT bu sorulara yanıt vermiştir. Bu da, yine MİT için bir ilktir. Bu sorular ve cevaplardan kritik olan birkaç tanesini aktaracağız. Şunu söylemekten de kendimi alamayacağım ki, sorulara verilen yanıtlardan 1990’lı yıllardaki devlet ciddiyeti ve kurum kimliği net olarak anlaşılmaktadır.

 

MİT SORULARI YANITLIYOR

Soru: MİT’in sivilleşmesi kavramını nasıl yorumluyorsunuz? Bu kavram size neyi ifade ediyor? Ya da bunun eksiklikleri nelerdir?

Yanıt: MİT’in sivilleşmesi kavramının yanlış şekilde kullanıldığını görebiliyoruz. Sivilleşmeye, asker-sivil kimlikleriyle bakılmaması gerekir. Sivilleşme beyinlerde, demokratik sisteme olan inançta, kültürel birikimde aranmalıdır. Bugün personelimizde yetiştirmeye çalıştığımız kimlik de budur. O itibarla böyle bir kavramın yanlış kullanıldığı kanaatindeyiz.

Soru: Türkiye özellikle de Güneydoğu illerimiz gerçekten casuslar için bir eğitim alanı gibi kullanılmakta mıdır? Türkiye’yi bu alanda eğitim için pilot ülke gibi gören istihbaratçıların görüşleri ve açıklamaları konusuda ne düşünüyorsunuz?

Yanıt: Türkiye’nin özellikle Güneydoğu’nun bulunduğu coğrafyadaki önemi değerlendirildiğinde sorunun cevabı kendiliğinden ortaya çıkar. Ancak ‘‘eğitim alanı gibi kullanma’’ ifadesinin yanlış kelime seçimi ve önyargılı değerlendirme sonucu olduğunu özellikle vurgulamak gerekir. Zaman zaman medyada da benzer haberler işlenebiliyor. Söz konusu bölgeyle ilgili olan her ülkenin istihbarat elde etme gayretleri olacaktır. Bizim görevimiz de bu çalışmaları tespit ve imkanlar çerçevesinde önleyebilmektir.

Soru: PKK ile mücadelede MİT’in başarısız olduğu ve istihbarat toplayamadığı eleştirilerini nasıl karşılıyorsunuz? Bu eleştirilerde hiç mi haklılık payı yok, ya da MİT eleştirilirken kantarın topuzu fazla mı kaçıyor? PKK konusunda MİT istihbaratta zorlanıyorsa veya zorlandıysa bunun nedenleri nelerdir? MİT istihbarat veriyor da bunun gereği yerine getirilmiyorsa bu konuda sorunun kaynağı olarak neleri görüyorsunuz, ne düşünüyorsunuz?

Yanıt: PKK ile mücadelede devlet topyekün mücadele vermektedir. MİT de bu mücadelede istihbarat yönüyle katkılarını sürekli geliştirme gayreti içindedir. MİT’e yönelik her eleştiriye yapıcı sonuçlar çıkarılabilmesi yönüyle yaklaşıyoruz. Ancak, ifade edildiği gibi bazen kantarın topuzu fazla kaçabiliyor.

Bir terör örgütüne yönelik mücadelenin çeşitli güçlükleri mevcuttur. Karşınızda etnik kimlikle haklarını savunduğunu iddia ettiği insanları, çocukları, kadınları acımasızca öldüren bir cinayet organizasyonu var. Mücadele alanının coğrafik durumu, teröristlere uygun şartlar yaratıyor. Bölgesel ve uluslararası etkiler ile bünyesel bazı sorunlar tehdidi artırıyor.

PKK terörü ile mücadelede, devletin diğer kuruluşlarından daha geride olduğumuzu söylemek mümkün değildir. Her şeyin arzulanan seviyede olmadığını da biliyoruz. Ancak tehditin her safhasındaki gelişiminin, önceden tespit edilip, ilgililerin uyarılmasındaki fonksiyonumuzun kullanılmasında başarılı olduğumuz söyleyebiliriz.

Terör ile mücadelede; her ülkenin istihbaratın temininde ve güvenlik kuvvetlerince kullanımında güçlüklerle karşılaştığı bir gerçektir. Edinilen tecrübeler, eğitim ve teknolojik gelişmelerle, ortaya çıkan eksiklikler kapatılmaktadır.

Soru: Türkiye’de istihbarat açısından yaşanan sorunlar nelerdir? Bu sorunların aşılmasında öncelikle yapılmasını istediğiniz şeyler konusunda bilgi verir misiniz?

Yanıt: Türkiye’de istihbarat açısından yaşanan en büyük sorun, devlet çapında istihbarat üretmekle yasal olarak sorumlu olan MİT’e, ilgili kuruluşların kanuni sorumlulukları olan bilgi akışını, yeterince yerine getirememeleridir. Bu durum MİT’i sadece kendi imkanları ile istihbarat üretmeye zorlarken, çeşitli yönlerden güçlükler yaratabilmektedir. Keza; tarihi süreç içinde, ülkemizde ortaya çıkan siyasi sorunlar sebebiyle çeşitli kesimlerde MİT’e karşı ortaya çıkan tepkiler, olması gereken kamuoyu desteğinde zaafiyetler yaratabilmektedir. Zaman zaman siyasi destek konusunda dahi yetersizlikler veya belirsizlikler olduğunu ifade edebiliriz. Gerçekte MİT milli bir kuruluş olarak, tüm ülkeyi, tüm halkımızı kucaklamakta olup, her kesimin desteğine ihtiyaç duymaktadır.

Soru: Son dönemde MİT’e yönelik eleştirilerin büyük bir kısmı İslami kesimden geliyor. Bunun analizini nasıl yapıyorsunuz?

Yanıt: Yukarıda ifade edildiği gibi, MİT insanların inançlarına ve özgür düşüncelerine saygı gösterilmesini prensip olarak benimsemiştir. Ancak inançların ve özgür düşüncenin, anayasa düzenini hedef alan siyasi amaçlar için, terörizmin hedefleri için, yasal yollar dışında istismar edilmesine yönelik faaliyetleri izlemek de başlıca görevleri arasındadır.

MİT kuruluşundan bu yana, Atatürk ilkelerine, çağdaş düşünceye laikliğe sıkı sıkıya bağlı kalmıştır. Bu durumun bazı kesimlerde rahatsızlık yarattığı, kendilerine yönelik çalışma içinde olduğumuz endişesini yarattığını müşahade ediyoruz. Ancak İslami kesimden gelen eleştirilerin büyük çoğunluğunun yanlış bilgilenmeden kaynaklandığı söylenebilir.

Soru: Türkiye’de istihbarat alanında gözlenen en büyük eksikliklerden biri koordinasyonsuzluk ve dağınık istihbarat yapısı. Örneği yasada yer almasına karşın MİT’in başkanlığında ve koordinasyonu altında toplanması gereken koordinasyon kurulu toplanamıyor, çalıştırılamıyor. Bunun yerine küçük ve yetersiz toplantılar yapılıyor. Bu kurul neden çalıştırılamıyor? Bunun ortaya çıkardığı eksiklikler nelerdir?

Yanıt: Milli İstihbarat Koordinasyon Kurulu’nun yasada öngörülen amaçlar çerçevesinde çalıştırılamadığı doğrudur. Belki de ortaya çıkan yeni durumlar da rol oynamış olabilir. Ancak MİT’in istihbarat üretiminde ve koordinasyonunda, merkezi rolünün zaman içinde daha da iyi anlaşılacağını zannediyoruz.

Soru: MİT neden her tartışmanın ortasında günah keçisi gibi kalıyor, kendini anlatma ve savunma anlamında eksiklik neden kaynaklanıyor?

Yanıt: Dünyada tartışılmayan istihbarat örgütü yoktur. Sadece otoriter rejimlere sahip ülkelerde tartışma gündemine girmez. MİT’in tartışma ortamında sık sık ‘‘günah keçisi’’ tabirinizde de ifadesini bulan bir konuma sokulmak istediği muhakkaktır. Bu durum bir yönüyle bilgilendirme ve bilgilenme eksikliğinden ortaya çıkabilmektedir. Ancak MİT’in ilgi alanına giren hedeflerin yönlendirmelerinin de bu tür kampanyalarda önemli rol oynadığını biliyoruz. Bu alanda bu tartışma ortamına girmekten kaçınmamız konumumuzdan ve ilgi alanlarımızın özelliğinden kaynaklanmaktadır.

Onur BİGAÇ

 

[1] “Yalçın Küçük: Duruşmada MİT’çi Eymür, Tuncay Özkan’a ‘Sen bizdensin’ dedi”, Sol Haber, 26.08.2017, http://haber.sol.org.tr/toplum/yalcin-kucuk-durusmada-mitci-eymur-tuncay-ozkana-sen-bizdensin-dedi-207517,

[2] Kitabın Künyesi: Tuncay Özkan (1996), Bir Gizli Servisin Tarihi: Milli İstihbarat Teşkilatı, 1.bs., İstanbul.

[3] Kurum içinde deneyimi nedeniyle görüşüne başvurulan bir nevi danışmanlık kadrosu.

[4] Güvenlik gerekçesi ile kitapta ilgili kişinin soyadına yer verilmemiştir.

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.