ALİYA İZZETBEGOVİÇ’İN (BİLGE KRAL) ÜLKESİ BOSNA-HERSEK VE AVRUPA BİRLİĞİ PERSPEKTİFİ

upa-admin 11 Haziran 2018 3.508 Okunma 0
ALİYA İZZETBEGOVİÇ’İN (BİLGE KRAL) ÜLKESİ BOSNA-HERSEK VE AVRUPA BİRLİĞİ PERSPEKTİFİ

Bosna-Hersek denince, geçmişten günümüze aklımıza ve kalbimize hitap eden birçok şey mevcuttur. Ancak hiçbir şeyin Aliya İzzetbegoviç ve Srebrenica Katliamı kavramları kadar bizlere hitap etmediği de muhakkaktır. Kıta Avrupa’sı ve Balkan coğrafyasında Müslüman çoğunluğa sahip olmak ve aynı şekilde birçok etnik grup ve ırkları (Boşnak, Sırp, Hırvat) barındıran kozmopolit (Müslüman, Ortodoks, Katolik) bir ülke olması, Bosna-Hersek’in kaderinin örgüsüdür. İkinci Dünya Savaşında büyük güçler tarafından kurulan Yugoslavya Sosyalist Federal Devleti’nin ömrü elli yılı geçmeden yıkıldı. Çünkü Müslüman, Sırp ve Hırvatların bir arada yaşadığı Bosna-Hersek’te, milliyetçi­lik, Tito’nun ölümüne kadar zayıf kalmış, ancak 1980’li yıllarda üç etnik grup arasında ayrışmalar başlamıştır. 1990 yılında Yugoslavya’da çok partili hayata geçilmesiy­le bu ayrışmalar resmen siyasi boyuta taşınmış ve ülkede güçlü nüfuza sahip birden çok milliyetçi partiler kurulmuştur.

Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti’nin dağılma sürecinde Hırva­tistan ve Slovenya meclislerinin ardından Ekim 1991’de Bosna-Hersek Mecli­si bağımsızlığa yönelik karar aldı. Aksi yönde oy kullanan Sırp milletvekilleri meclisi terk ederek, Bosna-Hersek Sırp Halk Meclisi adı altında yeni bir meclis kurdular. Bu meclis, 9 Ocak 1992 tarihinde Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’nin bir parçası olarak Bosna-Hersek Sırp Halk Cumhuriyeti’ni ilan etti. Bu sırada ülkede yaşayan Hırvatlar da Bosna-Hersek Hırvat Topluluğu adı altında örgütlenerek Hırvatların yaşadığı yerlerin Hırvatistan ile birleşmesine zemin oluşturmak için çalıştılar. Bosna-Hersek parlamentosunun vermiş olduğu karar uyarınca, 29 Şubat-1 Mart 1992 tarihinde ülkede bağımsızlık referandumu düzenlendi. Referandumda %90’ın üzerinde bağımsızlık yönünde oy kullanılması sonucu, 3 Mart 1992’de Bosna-Hersek parlamentosu bağımsızlığı resmen ilan etti. Bağımsızlık ilanını ta­nımayan Sırp Halk Meclisi, Bosna Hersek’ten resmen ayrıldığını açıklayarak dev­letinin adını Sırp Cumhuriyeti olarak değiştirdi.

Sırpların Bosna-Hersek’ten ayrıldığını açıklaması, Balkan jeopolitiğini “barut fıçısı”na döndürmüştü bile… Ve bunun ateşlenmesi yeterliydi! Ne yazık ki, kısa sürede de öyle oldu. Bu çetrefilli coğrafyada yaşananların ardından toprak ve güç paylaşımı konusunda anlaşmazlığa düşen Bosnalı Sırp, Hırvat ve Müslümanlar (Boşnaklar) arasında savaş başladı. Ülkenin tamamına yayılan ve 100.000’den fazla insanın hayatını kaybettiği çatış­malarda, başta Müslümanlar olmak üzere siviller büyük insan hakkı ihlallerine maruz kaldılar. Özellikle Yugoslavya Halk Ordusu’nun imkânlarını kullanan Sırp güçleri tarafından birçok şehirde sivillere yönelik toplama kampları kuruldu ve toplu katliam ve göç ettirme gibi eylemler gerçekleştirildi. BM’nin savaşın başla­masından itibaren aldığı koruma önlemleri ve NATO’nun düzenlediği hava mü­dahaleleri, sivillere yönelik eylemleri durdurmaya yetmedi.

Boşnaklar ile Hırvatlar arasında Şubat 1994’te yapılan ateşkesin ardından 18 Mart 1994’te imzalanan Washington Antlaşması ile iki etnik grubun kantonlar al­tında yaşayacağı Bosna-Hersek Federasyonu kuruldu. Daha sonra Aralık 1994’te Sırplar ve Boşnaklar arasında, Ocak 1995’te ise Sırplar ve Hırvatlar ara­sında ateşkes imzalandı. Fakat Saraybosna (başkent) üzerindeki Sırp işgalinin devam etmesi üzerine, Boşnak kuvvetleri 16 Haziran 1995’te Sırplar üzerine yeniden saldırıya geçti. Sırp kuvvetleri ise, Birleşmiş Milletler (BM) güvenli bölgelerindeki sivil Boşnaklara saldırarak karşılık verdi. Temmuz 1995’te Srebrenica’daki BM güvenli bölgesine saldıran Sırplar, binlerce Müslüman sivili katletti. NATO (Kuzey Atlantik Savunma Paktı) kuvvetleri Sırp saldırılarını dur­durmak amacıyla hava bombardımanları düzenledi. Dönemin ABD Dış İşleri Bakanı Richard Holbrooke tarafından kaleme alınan Bir Savaşı Bitirmek adlı eserde, Yugoslavya krizi için şu yazılmıştır: “Yugoslavya krizi NATO tarafından ele alınmalıydı. NATO, Atlantik kuruluşlarının en ağırlık taşıyanıydı, ABD de orada kilit üyeydi. Savaşı önleme­nin en iyi yolu, Yugoslavlara açık seçik bir uyarıda bulunmak, ülkelerin­deki etnik gerilimle ilgili olarak kuvvet kullanacak taraflara karşı NATO hava gücünün kullanılacağını belirtmek olurdu”. Ne var ki, bu seçeneğin siyasette ki diplomasi diline dönüşmesi için ABD’nin kararlı olmasının ya­nında, daha fazla diplomatik desteğin oluşmasına ihtiyacın var olduğunu göstermekteydi. Bunun neticesinde, Dayton Barış Antlaşması 21 Kasım 1995 tarihinde ABD’nin Ohio eyaletindeki Dayton kentinde taslağı hazırlanan ana metin ve on bir ek’ten oluşturulmuş oldu. Böylelikle 14 Aralık 1995 tarihinde Paris’te Bosna-Hersek adına Aliya İzzetbegoviç, Hırvatistan adına Franko Tudjman ve Yugoslavya Federal Cumhuriyeti adına Slobodan Miloseviç tarafından imzalanmıştır.

Balkanları elde edebilmek ve tutabilmek mü­cadelesi, geçmişten günümüze kadar daima var olmuş ve var olmaya devam edecektir. Bunun içindir ki, 20. yüzyılın başından itibaren yaşanan savaşların en uzun olanları ve şiddetli ağır kayıpların ve­rildiği dönemler bu topraklarda sürmüş, sürekli olarak iş­gale ve baskıya dayalı bir mücadele var olmuştur. John Mackinder’in Kara Hâkimiyet Teorisi’nde belirttiği gibi, Balkanlara (Doğu Avrupa) sahip olan dünyaya hâkim olur. Aslında bu algılamanın, yani Mackinder’in teorisinin doğruluğu veya yanlışlığından ziyade, bugün Balkanlarda yer alan Bosna-Hersek’in (Müslüman çoğunluklu bir ülke) bu coğrafyada bulunmasının önemidir. Bu önemin yanında, Avrupa Birliği (AB) üyelik yolundaki perspektifi ve Birlik çatısı altında üye olarak bulunacak olması da Bosna-Hersek’i çok önemli bir ülke yapmaktadır. Bu perspektiften baktığımızda ise, hem Balkanlar, hem de Bosna-Hersek, 21. yüzyılın başından itibaren yeniden güç mücade­lelerinin yaşandığı jeopolitik açıdan stratejik bir bölgeye dönüşmüştür. Özellikle son yıllarda Rusya, Çin, Hindistan ve Türkiye’nin Balkan ülkeleriyle gerçekleştirdiği siyasi ve ekonomik ilişkiler AB’yi rahatsız etmektedir. AB için Balkanlar bir zamanlar Avrupa’nın arka bahçesi durumunda iken, günümüzde ise göç ve mülteci hareketlerini engellemek, önemli bir enerji (boru hatları) koridoru olması ve Avrupa’nın sınır güvenliği gibi jeostratejik ve jeopolitik konumuyla değeri daha iyi anlaşılmaktadır. Bunun içindir ki, Bosna-Hersek’in Müslüman çoğunluğu olan bir ülke olarak bu coğrafyada yer alması önemlidir. Aslında daha önemli olan, Bosna-Hersek’in önümüzdeki yıllar AB üyeliğine kabul edilecek olması ile AB hakkında var olan önyargıların da kırılacak olmasıdır. Tabii ki, hem Bosna-Hersek’in, hem de diğer Balkan ülkelerinin (Arnavutluk, Sırbistan, Karadağ, Makedonya, Kosova) Birlik çatısı altında bulunmaları için, AB’nin siyasi, ekonomik ve hukuki kriterlerini (ev ödevleri) yerine getirmeleri elzemdir.

Bosna-Hersek’in AB süreci 2003 yılında yapılan Selanik Zirvesi’nde “potansiyel aday” olarak kabul edilmesiyle başladı. Bu tarihten günümüze dek, AB tarafından her yıl yayınlanan ilerleme raporlarında Bosna-Hersek’in önemli bir yol kat ettiğini belirtmek lazım. Zira bu kapsamda; siyasi uzlaşma kültürünün oluşması, yapısal reformların düzenlenmesi, mali ve ekonomik kriterlerde ilerleme sağlaması, yargı konusundaki karmaşıklıkların giderilmesi, sosyo-kültürel reformların sağlanması, kamu sektöründeki yolsuzlukları azaltma gibi alanlarda birçok reform gerçekleştirildi. Böylelikle, uzun bir süreçten sonra, Bosna-Hersek, 15 Şubat 2016’da resmi olarak AB üyeliği için başvurusunu yapmış oldu. Başvuru, AB Komisyonu (Bakanlar Kurulu) tarafından kabul edildi. AB ülkeleri ise, AB Komisyonu’na Bosna-Hersek’in aday statüsü kazanıp kazanmadığını belirlemek için bir yıllık süreç verilmesini talep etti. Muhakkak ki, olumlu ilerlemelerin yanında yapılması gereken birçok ev ödevi Bosna-Hersek’i bekliyor. Bunlar; yoksullukla mücadele, genç işsizlik oranının düşürülmesi, kamu maliyesinin iyileştirilmesi, enerji piyasasının serbestleştirilmesi vb. birçok reformları içeriyor. Ayrıca, hukukun üstünlüğü ve kamu yönetiminin AB standartlarına uyumlu hale getirilmesi ve önümüzdeki Ekim ayında gerçekleştirilmesi düşünülen seçimlerden önce siyasi parti ve seçim yasasının değiştirilmesi gerekiyor. Birden çok entitenin ülkede bulunması ise hükümetin kurulmasını zorluyor. Bu da, ister istemez, siyasal kurumları yıpratarak siyasal istikrarsızlığa ve siyasal bilinmezliklere götürüyor.

Sonuç olarak; Bosna-Hersek, hem Türkiye, hem de Müslüman dünyası için büyük bir önem arz etmektedir. Bu önemin altında birçok paradigma bulunmaktadır. Özellikle Kıta Avrupa’sı içerisinde yer alan ve modern Avrupa kültürünün (Batı Uygarlığı) içindeki Müslüman bir ülke olması, Bosna-Hersek’i eşsiz bir ülke kılmaktadır. Ayrıca, ülkemiz açısından Boşnakların derin bağları ve soydaşlarımızın olması da önemlidir. Türkiye ve dünyada birçok otorite, uzman, akademisyen ve analist tarafından her ne kadar (Batı) Balkan ülkelerinin 2025 yılından önce Birlik çatısı altında olamayacağı söylenip yazılmış olsa da, 2016 yılında yayımlanan AB’nin Doğu Sınırı Balkanlar (Prof. Dr. Uğur Özgöker ve tarafımdan tarafından yazılan) adlı eserde, aynı şekilde 2018 Şubat’ında Uluslararası Politika Akademisi’nde kaleme aldığım makalede (“2003 Selanik Zirvesinden, 2018 Varna Zirvesine: AB’nin Batı Balkanlar Genişlemesi Stratejisi”), 2025 yılından önce Bosna-Hersek ve diğer ülkelerin (Arnavutluk, Sırbistan, Karadağ, Makedonya, Kosova) Birlik çatısı altında yerlerini alacağı ifade edilmiştir. Çünkü AB’nin 2004 yılında en büyük Genişleme Politikası (Beşinci Dalga) sürecinde; Çekya (Çek Cumhuriyeti), Estonya, Macaristan, Malta, Polonya, Slovakya, Slovenya, Letonya, Litvanya ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (Kıbrıs Cumhuriyeti adıyla) olmak üzere tam 10 ülkeyi Birlik çatısı altına alması, bu konudaki siyasi insiyatifi göstermektedir. Zira bu ülkelerin birçoğu da o dönemde AB’nin olmasa olmazı olan siyasi, ekonomik ve hukuki kriterleri yerine getirmemiş olmalarına rağmen üyeliğe kabul edilmişlerdi. Bugün dünyamızdaki tehditler, fırsatlar ve gelecek için beklentiler göz önüne alınarak gerçekçi bir analiz yapıldığında, Bosna-Hersek ve diğer Balkan ülkelerinin AB’ye üye olması Birliğe ekonomik bir yük getirmeyecektir. Toplamda bu 6 ülkenin tamamının nüfusunun boyutu, tek başına Polonya’nın nüfusundan küçüktür! AB’nin Rusya’dan gelen tehditler nedeniyle (özellikle Doğu Ukrayna ve Kırım ilhakı ile Rusya’nın Avrupa kapılarına dayanması ve aynı zamanda şu anda Baltık ülkeleri ve Moldova jeopolitiğinde -Transdinyester- hinterlandını genişletmesi gibi birçok tehdit) Bosna-Hersek ile diğer ülkelerin AB içerisinde olmasını zorunlu kılıyor. Bu zorunluluk, kanımca 2025 tarihinden daha erken de olabilir. Bunun içindir ki, Bosna-Hersek ve diğer Balkan ülkelerinin Birlik içerisinde yer alması, AB’nin sınırlarını tehditlerden arındırıp güvenliğini de sağlayacaktır. Aliya İzzetbegoviç’in, “Ben olsam Müslüman Doğudaki tüm mekteplere ‘eleştirel düşünme’ dersleri koyardım. Batı’nın aksine, Doğu bu acımasız mektepten geçmemiştir ve birçok zaafın kaynağı budur.” sözü, bu bağlamda anlamlı ve önemlidir.

 

Güney Ferhat BATI

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.