ARAP BAHARI SONRASI AB’NİN GÜVENLİK ODAKLI GÖÇ POLİTİKALARININ YANSIMALARI

upa-admin 09 Ağustos 2019 1.914 Okunma 0
ARAP BAHARI SONRASI AB’NİN GÜVENLİK ODAKLI GÖÇ POLİTİKALARININ YANSIMALARI

2011 yılında patlak veren ve ilk başlarda AB tarafından fazla ciddiye alınmayan Arap Baharı, olayların Tunus, Yemen, Libya ve özellikle Suriye gibi ülkelerde domino etkisi yaratarak iç savaş boyutuna ulaşmasıyla birlikte, AB tarafından ciddi bir güvenlik tehdidi olarak görülmüştür. Bu bağlamda, özellikle Avrupa’da artan terör faaliyetleri ve göç sorunu, Avrupa  Birliği’nin dış politika gündemini belirleyen yüksek öncelikli konular haline gelmiştir. 2016 senesinde Eurobarometer tarafından yayımlanan bir rapora göre; Avrupa vatandaşları tarafından AB’nin karşılaştığı en önemli güvenlik sorunlarının başında göç (% 45) ve terörizm  (% 32) gelmektedir. Bu duruma istinaden, Avrupa’da son yıllarda radikal (aşırı) sağ partilerin göç karşıtı politika ve söylemlerinde artış görülmüş  ve sınır güvenliğinin altı çizilerek, sığınmacılara karşı dışlayıcı bir tutum sergilenmiştir.  2

2004 yılında faaliyete geçen ve AB dış politikasının önemli ayaklarından birisi olan Avrupa Komşuluk Politikası (ENP), özellikle Birlik dışında yer alan ülkelerle ikili ilişkileri geliştirmeyi amaçlasa da, bu politika bağlamında geliştirilen söylemlerin Arap Baharı sürecinde farklı bir seyir aldığı görülmektedir. Bu doğrultuda, 2011 yılında, “Demokrasi ve Refah Paylaşımı için Ortaklık” bildirgesi çerçevesinde, “farklılaştırılmış yaklaşım” kararı alınmış ve bölgedeki ülkelerin her birinin farklı olduğu ve bu ülkelere kendi özellikleri doğrultusunda davranılması gerektiği vurgulanmıştır. Söz konusu belgede; terörizm ve düzensiz göçle mücadele, insan kaçakçılığı ile mücadele, öğrenci, araştırmacı ve işadamı değişimi gibi programlar çerçevesinde yasal göçün teşvik edilmesi gibi konular da yer almıştır.

Farklılaştırılmış yaklaşım çerçevesinde her ülkenin farklı özelliklerinin olması itibariyle, sığınmacılar konusunda da AB içindeki ülkeler farklı adımlar atma kararı almıştır. Dış sınırların güvence altına alınması ve üçüncü ülkelerle işbirliği yapılması konularında önemli adımlar atılsa da, AB, ortak bir sığınma politikası oluşturmak konusunda kendi arasında konsensüs sağlayamamıştır. Örneğin, 2017 yılında Macaristan’ın, Arap ve Afrika ülkelerinden gelen sığınmacı dalgasını önlemek için, Sırbistan sınırına 155 km uzunluğunda tel örgü çekme girişimleri, bazı Avrupa ülkelerinin göç sorununa karşı rijit ve mesafeli bir politika izlediğini göstermektedir. Yine son dönemlerde, özellikle eski Doğu Bloku ülkeleri olarak bilinen Çekya (Çek Cumhuriyeti) ve Slovakya gibi üye ülkelerin, AB İçişleri Bakanlığı Konseyi tarafından sığınmacılara yönelik düşünülen kota sistemini ve adil mülteci paylaşımı fikrini reddetmeleri, AB içinde sığınmacılar konusunda ortak bir politika olmadığını ve ülkelerin bu konuda bireysel olarak hareket ettiğini göstermektedir. 

Oxford Üniversitesi’nde yayımlanan bir rapora göre, AB’nin mülteci krizine kalıcı bir çözüm bulma yolundaki çabaları sonuçsuz kalmakta ve Brüksel insani ve ahlaki değerleri bir tarafa bırakarak ,yalnızca nicelik olarak göçmen sayısını düşürmeye odaklanmaktadır.  Birleşmiş Milletler Yüksek Mülteciler Komiserliği (BMKMK) ile Uluslararası Göç Örgütü’nün verdiği rakamların analizinin yapıldığı raporda, sivil toplum kuruluşları ve insani yardım gemilerinin göçmenlere karşı kurtarma çalışmalarının engellendiği Haziran ve Temmuz ayında Avrupa’ya kaçmaya çalışırken denizde boğularak yaşamını yitirenlerin sayısında ciddi bir artışın olduğu vurgulanmıştır.

AB, yapılan anlaşmaların ve güvenlik odaklı atılan adımların her ne kadar dış sınırlardan terörist geçişlerin önlemek ve içeride olası bir saldırıyı engellemek üzere planlandığını belirtse de, bu durum, Ortadoğu’dan gelen çok sayıda masum sivil göçmenin de geçişini önemli ölçüde etkilemiştir. Bu bağlamda, AB sınır yönetim kurallarının değiştirilmesi, Avrupa Sınır ve Sahil Güvenlik Ajansı’nın güçlendirilmesi ve Schengen vize bilgi sistemlerindeki yapılan değişiklikler gibi uygulamalar, göçmenlerin Avrupa’ya girişini ciddi anlamda azaltmıştır. Türkiye gibi ülkelerle yapılan Geri Kabul Anlaşmaları da, 1951 Cenevre Sözleşmesi’nde vurgulanan “geri göndermeme (non-refoulement)” ilkesi ile çelişmekte ve AB sığınmacı yükünü üzerinden atarak başka ülkelere sorumluluk yüklemektedir.

Sığınmacılara yönelik geliştirilen bu dışlayıcı tutum, Avrupa’nın vicdani ve insani değerleri ikinci plana attığını, kuruluş ilkelerinden olan “demokrasi, etik, insan haklarına saygı” gibi değerlerle bağdaşmayan bir politika izlediğini, dış sınırlarını korumak için kaleler inşa eden izole bir kıta haline geldiğini, ayrıca bütünleşmeden uzak bir görüntü çizdiğini göstermektedir. Dolayısıyla, AB üye devletleri, göçmenlere elini uzatmak ve onları korumak yerine, göçmenleri dışlayıcı, içe dönük ve güvenlik odaklı bir politika izlemişlerdir. Bu, AB’nin insan hakları ve uluslararası sistem ve istikrara katkı konusunda eksikliklerini göstermektedir.

 

Dr. Eren Alper YILMAZ

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.