DOĞU AKDENİZ’DE DEĞİŞEN DENGELER: TÜRKİYE-LİBYA MUTABAKATI

upa-admin 01 Ocak 2020 2.834 Okunma 0
DOĞU AKDENİZ’DE DEĞİŞEN DENGELER: TÜRKİYE-LİBYA MUTABAKATI

Doğu Akdeniz’deki doğalgaz rezervlerinin varlığı uzun süredir konuşulmasına rağmen, bu kaynakların fiili olarak kesinleşmesi İsrail’in 2009’da yılındaki keşfi ile gerçekleşti. İlginç bir tesadüf, Arap Baharı da 17 Aralık 2010 tarihinde Tunus’ta bir seyyar satıcının kendini yakması ile başladı. Çok zaman geçmeden, 15 Şubat 2011’de Libya’ya sıçrayan gösteriler, Cezayir, Mısır, Suriye ve Yemen’e de sıçradı. Bölgedeki birçok başka ülkede irili ufaklı protestolar yaşanmakla birlikte (Doğan & Durgun, 2012: 62), karışıklıkların iç savaşa vardığı ülkelerin coğrafyası ve zamanlaması göz önüne alınırsa, bunun ilginç bir tesadüf olduğu kabul edilmelidir. Türkiye ve Libya arasında imzalanan deniz yetki alanlarını sınırlandıran mutabakata geçmeden önce, Arap Baharı döneminde Libya’da yaşananları hatırlamakta fayda var.

Arap Baharı’nın sebepleri arasında; hem enerji kaynakları ve enerji yollarının “güvenliği” için yapılan dış müdahaleler, hem de içeride baskıcı rejimlere karşı halkların biriken öfkesinin patlaması gibi sebepler sayılabilir. Türk akademisyen Prof. Dr. Tarık Oğuzlu, güçlü bir halk meşruiyetine ve devlet geleneğine sahip olan Türkiye, İran, İsrail gibi ülkelerin bu süreçte karışıklıklardan fazla etkilenmediğini, ancak halk nazarında meşruiyeti zayıf olan devletlerin bu dönemde halk isyanlarından fazlasıyla etkilendiğini düşünmektedir. Ayrıca, Oğuzlu, Arap Baharı öncesinde ABD’nin bölgeye ilişkin çıkarları arasında, genel olarak, İsrail’in güvenliği ve bölgesel meşruiyetinin sağlanması ve enerji kaynaklarının Batı’ya en güvenli ve makul fiyatlarla aktarılması olduğunu ileri sürer (Oğuzlu, 2011: 9-10). Öte yandan, bir diğer önemli Türk Profesör Mustafa Kibaroğlu da, 2011’de yazdığı makalesinde, Arap Baharı’nın toplumların otoriter rejimlere karşı sabırlarının kalmaması ve artık direnişe geçmeleriyle gerçekleştiğini yazmıştır (Kibaroğlu, 2011: 26).

1969 darbesi sonrasında Albay Muammer Kaddafi

Uzun yıllar Libya’yı tek başına yöneten Muammer Kaddafi, 1 Eylül 1969 tarihinde emrindeki askerlerle birlikte Libya Kralı Muhammed İdris es-Senûsî’yi bir darbe ile iktidardan indirmiştir. 1959 yılından itibaren petrol ve doğalgaz kaynaklarının keşfi ve Batılı devletler tarafından çıkarılması ile ekonomisi güçlenen Libya, Muammer Kaddafi’nin iktidara geçmesi ile bu enerji kaynaklarını millileştirmiştir. Bu politikaya ek olarak, bazı terör örgütleri ile bağlantılı olduğu iddiası ve bazı terör eylemlerinin bizzat Libyalı kişiler tarafından gerçekleştirilmesi, zamanla Batı dünyasının Kaddafi rejimini bir tehdit olarak görmesine yol açmıştır (Akgül, 2011: 52-54).

15 Şubat 2011’de Bingazi’de başlayan isyan konusunda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi oldukça hızlı bir şekilde harekete geçti. Batı dünyasında son yıllarda gelişen “Koruma Sorumluluğu” doktrini, Libya’da pratiğe döküldü. Olayların üzerinden yalnızca 11 gün geçtikten sonra, 26 Şubat 2011 tarihinde, BMGK’de, 1970 sayılı karar ile silahlı müdahaleyi kapsamayan bir karar alındı. Fakat bu önlem yeterli görülmeyip, 17 Mart 2011 tarihinde askeri müdahaleyi de kapsayan 1973 sayılı karar BMGK’da onaylandı. Bu kararın detayları henüz belli olmadan, kararın alındığı tarihten yalnızca iki gün sonra 19 Mart 2011’de Fransa, İngiltere ve ABD müşterek hava kuvvetleri Libya’ya girdi (Kelleci & Ün, 2017: 97).

Yıldıray Sak, bu müdahaleyi iki noktadan eleştirmektedir. Birincisi, olayların başlaması ile askeri müdahale kararının alınması ve dahi uygulanması arasındaki yaklaşık bir aylık süre, ateşkes kararlarına uyulup uyulmadığının tespiti için yeterli bir süre değildir. Dolayısıyla, Sak, Türkiye’nin hazırladığı çözüm önerisinin hem Kaddafi hükümeti, hem de isyancılar tarafından olumlu karşılanmasına rağmen Fransa’nın önderliğinde gerçekleşen acele müdahalenin, bu gibi barışçı çözüm önerilerin önünü tıkadığını savunmaktadır. İkinci olarak ise, yazar, alınan kararların uygulanış biçimlerinin uluslararası hukuka aykırı olduğunu öne sürmektedir (Sak, 2015: 142-146).

Libya’da tüm bunlar olurken, Doğu Akdeniz’de İsrail’in bulduğu doğalgaz çıkarılmaya başlanmıştır. Bu doğalgazın hangi güzergâhtan Avrupa Pazarı’na götürüleceği ise hâlâ netleşmemiştir. Ekonomik ve siyasi açıdan en makul seçenek, bu kaynakların Ceyhan’daki entegre tesise getirilmesi ve buradan halihazırda kurulu olan altyapı üzerinden Avrupa’ya iletilmesidir. Fakat Türkiye-İsrail ilişkilerindeki siyasi belirsizlik, bu anlaşmanın önündeki engellerden biri olarak kabul edilmektedir.

Arap Baharı’nda Tunus’tan sonra ve Libya’dan önce 25 Ocak 2011’de sokak hareketlerinin başladığı Mısır’da, Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek, 11 Şubat 2011 tarihinde yönetimden ayrıldığını açıklamıştır. Akabinde, askeri yönetimin bir süre ülkeye hükümet etmesinden sonra, Haziran 2011’de yapılan seçim ile Muhammed Mursi iktidara gelmiştir. Fakat 3 Temmuz 2013’te bir askeri darbe ile Mursi hükümeti düşmüş, yerine Mısır Silahlı Kuvvetleri’n2in Genelkurmay Başkanı Abdülfettah es-Sisi geçmiştir (Bekaroğlu & Kurt, 2015: 23, 27). Mehmet Can Demirci, 2 Aralık 2019 tarihinde Euronews’deki yazısında, Muhammed Mursi iktidarıyla birlikte Mısır-Türkiye ilişkilerinin geliştiğinden ve Akdeniz’de Türkiye’yi dâhil etmeyen bir planın gerçekleşemeyeceği mesajının verildiğinden bahseder. Ancak 2013’te Sisi darbe ile iktidara gelince, iki ülke arasındaki ilişkilerin bozulduğunu yazmıştır (Euronews, Erişim Tarihi: 30.12.2019).

Güney Kıbrıs ve Yunanistan, 2000’li yılların başından itibaren Mısır ve İsrail gibi ülkelerle Akdeniz’de yetki alanları sınırlandırması için çalışmalar yapmaktadırlar. Fakat Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın tezleri, Türkiye için kabul edilebilir değildir. Yunanistan, adalara da ana karaya tanınan hakların tanınması konusuna ısrarcıdır. Bu noktada, Meis adası, Türkiye’nin deniz yetki alanını kabul edilemeyecek bir şekilde sınırlandırmaktadır. Aşağıda Yunanistan’ın Birleşmiş Milletler’e ilan etmeyi planladığı haritada 7 numaralı bölge Türkiye’nin deniz yetki alanı olarak gösterilmektedir.

Kaynak: Milliyet (Erişim Tarihi: 30.12.2019)

Ek olarak, Güney Kıbrıs’ın Akdeniz’deki tartışmalı parsellerde Kıbrıs adasının tamamı adına çeşitli şirketlere petrol arama ve çıkarma ruhsatı vermesi, Türkiye’nin hoşlanmadığı bir diğer gelişme olarak karşımıza çıkmıştır.

Kaynak: BBC Türkçe (Erişim Tarihi: 30.12.2019)

Güney Kıbrıs’ın bu tartışmalı alanlarda petrol ve doğalgaz arama faaliyetlerini icra etmek üzere ruhsat verdiği şirketlere ait toplam 7 gemi, bugüne kadar Türk Donanması tarafından bölgeden uzaklaştırıldı (Akşam, Erişim Tarihi: 31.12.2019). Özellikle Arap Baharı döneminde Türk Dış Politikası’na getirilen çeşitli eleştirilerden sonra yapılan bu hamle, Türkiye’nin çıkarları için son derece önemli ve başarılı bir adım olarak görülmüştür. Cem Gürdeniz’in geliştirdiği “Mavi Vatan Doktrini” (Gürdeniz, 2018: 1-528) ve bu doğrultuda Şubat-Mart 2019’da gerçekleştirilen Mavi Vatan Askeri Tatbikatı, bölgedeki diğer ülkelere sahada güçlü bir ülke olunduğu mesajını vererek, Türkiye’ye diplomatik hamleler için bir ölçüde zaman kazandırmıştır.

Bu sırada, Türkiye, Libya’da Birleşmiş Milletler’in de tanıdığı Ulusal Mutabakat Hükümeti veya Sarraj Hükümeti ile Türkiye ile Libya arasındaki deniz yetki alanı sınırını belirleyen bir mutabakat imzaladığını duyurmıştur. 27 Kasım 2019 tarihinde Türkiye ve Libya Dışişleri Bakanları tarafından imzalanan mutabakatla, iki ülkenin deniz sınırları belirlenmiştir. Ayrıca, mutabakatta bir ülkenin deniz sınırlarından başlayıp, diğer ülke sınırlarına uzanan kaynakların kullanımı konusunda işbirliği yapılabileceğine dair bir madde de bulunmaktadır. Yücel Acer’e göre, bu mutabakat ile, Türkiye, Doğu Akdeniz’de Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın yaptığı antlaşmalara “itiraz eden” ve bu antlaşmaları geçersiz kılmak için çabalayan bir pozisyondan çıkıp, uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarını kullanarak yapıcı bir pozisyona geçmiştir. Ayrıca belirlenen sınırlar, Yunanistan’ın Türk deniz sınırlarını ihlal etmeden bölge ülkeleri ile “eşit uzaklık çizgisine dayanan” sınır antlaşmaları yapmasının mümkün olamayacağını ve bu durumun da bölgede ciddi gerginliklere yol açabileceğini ortaya koymaktadır. (Acer 2019, 11-13).

Dışişleri Bakanlığı İkili Siyasi İşler ve Denizcilik-Havacılık-Hudut Genel Müdürü Büyükelçi Çağatay Erciyes, kişisel Twitter hesabında Türkiye-Libya deniz sınırını gösteren bir harita paylaşmıştır (https://twitter.com/CErciyes, Erişim Tarihi: 31.12.2019). Haritaya göre, E ve F noktaları 30 kilometrelik Türkiye-Libya sınırını oluşturmaktadır. Mutabakat metninin orijinali ve koordinat bilgilerini de içeren orijinal harita, yazının sonundaki “Ekler” bölümünde görülebilir. Böylelikle, Türkiye, Yunanistan’nın iddia ettiği deniz sınırlarına göre 41 bin kilometre karelik bir alana sahip olacakken, 189 bin kilometre kare alana sahip olmuştur (Habertürk, Erişim Tarihi: 31.12.2019).

Bu gelişmelerin üzerine, Türkiye, Libya ile askeri bir işbirliği de yapılabileceğini açıklamıştır. Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Tunus ziyareti sırasında yaptığı basın toplantısında, eğer Libya hükümetinden bir davet gelirse, bu ülkeye asker gönderilebileceğini ifade etmiştir (BloombergHT, Erişim Tarihi: 31.12.2019). Bu durum, hem iç, hem de dış siyasette tartışma yaratmıştır. Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti, Libya’da egemenlik hakkının kendisinde olduğunu savunurken ve bu durum Birleşmiş Milletler tarafından da tanınırken, General Halife Hafter, emrindeki askeri kuvvetlerle birlikte UMH’yi tanımamaktadır ve bu ülkedeki iç savaş halen devam etmektedir. General Halife Hafter, Kral İdris’i devirirken Kaddafi ile birlikte hareket eden bir subaydır. Kaddafi iktidarı ele geçirdiğinde de en güvendiği isimlerden biri olmuştur. Ancak Fransa’nın desteklediği Çad ile girilen savaşta görevlendirilen Hafter, bu savaşı kaybedip 300 Libya askeri ile birlikte esir düşünce, vatana ihanetle suçlanmış ve mahkûm edilmiştir. 1990’da CIA ile anlaşma yapıp serbest kalan ve sürgün edilen Hafter, bir süre ABD’nin Virginia eyaletinde ikamet etmiş ve Kaddafi devrildikten sonra Libya’ya geri dönmüştür (Cumhuriyet, Erişim Tarihi: 31.12.2019).

General Halife Hafter

2011’de Kaddafi devrildikten sonra kurulan Ulusal Geçiş Konseyi (Yılmaz, 2012: 6) ve ülkedeki diğer aşiret ve kabilelerin kurmuş oldukları çeşitli örgütler, bu dönemden itiberen IŞİD’e karşı mücadeleye başlamışlardır. 2015’te IŞİD ile mücadelenin kazanılmasının akabinde ise, ülkede iki hükümet sorunu ortaya çıkmıştır. Bir yanda Ulusal Mutabakat Hükümeti, diğer yanda da General Halife Hafter kontrolündeki Libya Ulusal Ordusu ya da Tobruk Temsilciler Meclisi. UMH, BM, Türkiye, Katar, ve bazı AB ülkeleri tarafından desteklenirken, Temsilciler Meclisi de Fransa, Mısır, BAE ve Rusya tarafından destekleniyor. UMH içerisinde düzensiz birçok grup boy gösterirken, Libya Ulusal Ordusu da 30 bin civarında askeri kontrol etmektedir ve oldukça fazla miktarda askeri malzemeye sahiptir.

Türkiye, Libya’nın daveti ile, bölgede halihazırda sürdürdüğü insani yardım, askeri eğitim ve danışmanlık faaliyetlerine ek olarak, bölgede fiilen muharip unsur bulundurma kararı da almıştır. Bu karara ilişkin tezkere, 30.12.2019 tarihinde meclise sunulmuştur (Sputnik Türkiye, Erişim Tarihi: 31.12.2019). Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, tezkere konusunda bilgilendirme amacıyla muhalefet partilerine ziyaretlerde bulunmuştur (AA, Erişim Tarihi: 31.12.2019). Milliyetçi Hareket Partisi (MHP), tezkereye açıkça destek olmaktadır. Cumhuriyet Halk Partisi, (CHP) ise, Türkiye’nin Libya’da herhangi bir çıkarının olmadığını savunmaktadır ve özellikle sözü edilen karmaşık kabile ve aşiret yapısına da vurgu yaparak, bu tezkereyi onaylamayacaklarını açıklamıştır. UMH’nin düşmesi ve Halife Hafter’in iktidarı ele geçirmesinin Libya-Türkiye Mutabakatını ortadan kaldırmayacağı görüşünü benimseyenler de mevcuttur. Ayrıca Türkiye’nin Libya’da, Suriye’dekine benzer bir vesayet savaşının tarafı olmaması gerektiğini savunanlar da bulunmaktadır (Timetürk, Erişim Tarihi: 31.12.2019). Ek olarak, Rusya’nın özel paralı asker şirketi Wagner ile Türk Ordusu’nun karşı karşıya gelmesi tehlikesine de dikkat çekilmektedir (CNNTürk, Erişim Tarihi: 31.12.2019). Saadet Partisi tezkereyi onaylayabileceklerini söylerken, İYİ Parti’nin ne yönde oy kullanacağı ise henüz net değildir.

İktidar partisi AK Parti-AKP (Adalet ve Kalkınma Partisi) ise, Libya ile yapılan mutabakatın korunabilmesi için UMH’nin iktidarda kalması gerektiğini savunmaktadır. Hükümet çevrelerinde Halife Hafter’in iktidarı ele geçirmesi durumunda, tıpkı Mısır’da Sisi’nin yaptığı gibi, Türkiye ile ilişkileri keseceği ve yapılan mutabakatı sona erdireceği düşüncesi hâkimdir. Bu argümana bir başka örnek; Türkiye’nin Sevakin Adası’nda Türk Askerî Üssü kurulmasına dair Sudan ile imzaladığı anlaşmanın El-Beşir devrildikten sonra iktidarı ele geçiren askeri yönetim tarafından iptal edilmesidir. İktidarlarını zayıf bir meşruiyet ile ya da tamamen gayrimeşru bir güçle elde eden egemenlerin, kişisel çıkarlarını, devletin ve toplumun ortak çıkarına tercih ettiğine tarihte defalarca rastlamak mümkündür. Dolayısıyla, Halife Hafter’in Türkiye ile yapılan mutabakatı ortadan kaldırıp, bölgedeki başka bir devletle daha dezavantajlı bir anlaşma imzalaması mümkündür. Özellikle Fransa destekli Hafter’in iktidara gelmesi ile Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki tezleri yerine Yunanistan’ın tezlerinin kabul görmesi durumunda, Rusya’nın Avrupa pazarı üzerindeki enerji tekelinin kırılması ise çok yüksek bir olasılıktır. Kuzey Akım Projesi’nde Türkiye ile birlikte hareket eden Rusya’ya bunun diplomatik yollardan kabul ettirilmesi, bana kalırsa sorunun çözümüne kritik bir katkı sunabilir. Her ne kadar İdlib’de Soçi Mutabakatı’na uyulmasa da, farklı bölgelerdeki bazı farklı meselelerde karşılıklı çıkarların uyumlu olduğunun değerlendirilmesi gerekir. Bu, stratejik düşüncenin daima ağır bastığı Rusya’nın kolaylıkla fark edebileceği bir durumdur.

Libya Tezkeresi, 2 Ocak Perşembe günü Meclis’te oylamaya sunulacaktır. Fakat hâlâ tezkerenin içeriğinin açıklanmadığını da hatırlamakta fayda var. Dış politikada pasif bir konumdan aktif bir konuma, oyun bozucudan oyun kurucuya gelen bir Türkiye mi, yoksa Orta Doğu’daki bitmek bilmez iç karışıklıkların bir parçası haline gelen, Orta Doğu bataklığına saplanan bir Türkiye mi göreceğiz? Bu sorunun cevabını elbette zaman içerisinde göreceğiz. Ama şurası kesin ki, hareketsiz kalmak hiçbir zaman doğru bir strateji değildir; keza büyük riskler almak da…

 

Hasan Ebrar ALARÇİN

 

Kapak Fotoğrafı: Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti Başkanlık Konseyi Başkanı Sayın Fayiz es-Serrac (Fayez al-Sarraj) ve Türkiye Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan

 

EKLER

EK I: Türkiye-Libya Mutabakatı

EK II: TBMM’ye sunulan Libya Tezkeresi

 

KAYNAKÇA

Akademik Kitap ve Makaleler

  • ACER, Yücel, “Doğu Akdeniz’de Deniz Yetki Alanları ve Türkiye-Libya Mutabakatı”, Seta Analiz, Aralık 2019, 301, ss. 1-18.
  • AKGÜL, Öner, “Libya’da İç Savaşa Dış Müdahale: Avrupa Birliği Devrimin Neresinde”, Ortadoğu Analiz Dergisi, Aralık 2011/3, 36, ss. 51-59.
  • DOĞAN, Gürkan & DURGUN, Bülent, “Arap Baharı ve Libya: Tarihsel Süreç ve Demokratikleşme Kavramı Çerçevesinde Bir Değerlendirme”, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2015/1, 15, ss. 61-90.
  • GÜRDENİZ, Cem, Mavi Vatan Yazıları, -İstanbul: Kırmızı Kedi Yayınları, 2018.
  • KİBAROĞLU, Mustafa, “Arap Baharı ve Türkiye”, Adam Akademi, 2011/2, ss. 26-36.
  • KELLECİ, Tuğçe & BODUR ÜN, Marella, “TWAIL ve Yeni Bir Hakimiyet Aracı Olarak Koruma Sorumluluğu (R2P): Libya Örneği”, Uluslararası İlişkiler, 2017/14, 56, ss. 89-104.
  • OĞUZLU, Tarık, “Arap Baharı ve Yansımaları”, Ortadoğu Analiz Dergisi, Aralık 2011/3, 36, ss. 8-16.
  • SAK, Yıldıray, “Uluslararası Hukukta İnsancıl Müdahale ve Libya Örneği: Suriye’de Yaşanan ya da Yaşanacaklar için Dersler”, Uluslararası İlişkiler, Kış 2015/11, 44, ss. 121-153.
  • YILMAZ, Muzaffer Ercan, “Kaddafi Sonrası Libya’da Siyasal Dönüşüm”, Akademik Orta Doğu, 2012/7, 1, ss. 1-13.

İnternet Kaynakları

 

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.