TÜRK DIŞ POLİTİKASININ SÖYLEMSEL DÖNÜŞÜMÜ: SORUNLAR, SÜREÇLER VE KRİZLER ÜZERİNE KONSTRÜKTİVİST BİR YAKLAŞIM

upa-admin 21 Haziran 2020 4.929 Okunma 0
TÜRK DIŞ POLİTİKASININ SÖYLEMSEL DÖNÜŞÜMÜ: SORUNLAR, SÜREÇLER VE KRİZLER ÜZERİNE KONSTRÜKTİVİST BİR YAKLAŞIM

Genelde dış politikanın, özelde ise bölgesel politikaların oluşturulması süreci her ne kadar kapalı kapılar ardında gerçekleşen bürokratik ve stratejik bir iş ya da eylem görüntüsü verse de, özellikle Soğuk Savaş sonrası dönemde küreselleşme hareketlerinin hız kazanması dünyayı daha entegre hale getirmiş; bu da, diyaspora, medya, kamuoyu ve STK’ları dış politika yapım sürecinde daha etkili ve önemli aktörler olarak ön plana çıkarmıştır. Bu perspektiften yola çıkarak, “Batıcılık” ve “statükoculuk” olarak ifade edilen temel prensipler üzerine bina edilerek yürütülen Türk Dış Politikası’nın özellikle 1991’den sonra ideolojik savaşın sona ermesiyle birlikte söylemsel temelde nasıl bir dönüşüm geçirdiğini ve bu dönüşümün ikili ve çok taraflı ilişkilerde nasıl yankı bulduğunu sosyal inşacı/konstrüktivist teori temeliyle irdelemek bizce yerinde olacaktır.

Özellikle mevcut uluslararası ilişkiler teorilerinin Soğuk Savaş’ın sona ermesi, Berlin Duvarı’nın yıkılması, İkiz Kuleler’e yapılan terör saldırıları gibi global ölçekte sonuçlar doğuran gelişmeleri öngörememesi ve açıklayamaması üzerine yükselişe geçen bir teori olarak Konstrüktivizm/İnşacılık, dünya politikasında etkili ve belirleyici olan maddi olmayan faktörlere ve bunların değişimdeki rolüne vurgu yaparak dikkatleri çekmiş ve Soğuk Savaş sonrası dönemin hâkim uluslararası ilişkiler paradigmalarından biri olmuştur.[i] Pozitivist ve post-pozitivist teoriler arasında yer alan Konstrüktivizm, uluslararası ilişkilerin sosyal yönüne vurgu yapar ki, zaten sosyolojiye ve özellikle de sosyolojik kurumsalcılığa dayanan bir teoridir. Bu yönüyle, sosyolojik gerçekliğin inşasında rol oynayan ve uluslararası ilişkiler disiplininde göz ardı edilmiş kimlik (identity), değer (values), kültür (culture) ve söylem (discourse) gibi konuların uluslararası ilişkilere dahil edilmesini sağlamıştır. Konstrüktivist teoriye göre, uluslararası arenada aktörlerin kimlik ve çıkarları toplumsal olarak inşa edilmekte ve bu durum da çıkarları ve dış politikayı belirlemektedir. Yine yapı ve yapan/aktör (structure-agent) arasında bir etkileşimin bulunduğu ve bunların birbirini var ettiği, maddi olmayan öğelerin (toplumsal ve kültürel kurumlar) devletlerin kimliklerini belirlemede önemli olduğu ve uluslararası politikanın toplumsal olarak inşa edilmiş bir süreç olarak görüldüğü de konstrüktivizmin diğer önemli varsayımları arasındadır.[ii]

Soğuk Savaş’ın bitimiyle Samuel P. Huntigton’un “Medeniyetler Çatışması” tezi bağlamında kimlik, kültür ve değerler gibi sosyal unsurlar ile dış politika arasında doğrudan ilişki kuran çalışmaların sayıca artması, Konstrüktivist teorinin bu alanda revaçta bir teori olarak ilgi görmesini sağlamıştır. Tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye’nin de dahil olduğu Ortadoğu bölgesinde ve yakın çevreleri olan Kafkasya, Balkanlar ve Orta Asya da özellikle 1990’lı yıllardan sonra açlık, yoksulluk, göç, terörizm, etnik milliyetçilik gibi sosyal dinamiklere dayanan gelişmelerin cereyan etmesi devletlerarası ilişkilerde ve diplomaside sosyal ve kültürel öğelerin daha sık ve yoğun olarak kullanılması sonucunu doğurmuştur. Bu çerçevede, Türk Dış Politikası’nda özellikle Soğuk Savaş sonrası dönemde dış politkanın yönlendirilmesinde sosyo-kültürel ve tarihsel unsurların geniş yer tuttuğu gözlenmiştir. Hatta sosyal konstrüktivist temelli dış politika uygulamalarının Turgut Özal dönemi ile başlatıldığı, bu meyanda Özal’ın Ortadoğu ve Türk Dünyası politikalarının da sosyal olarak inşa edilmiş konstrüktivist temelli kimlik, etnik, dini, tarihsel vb. öğeler içerdiği argümanını savunan çalışmalar da bulunmaktadır.[iii] Ancak özellikle Soğuk Savaş sonrası döneme baktığımızda, sosyal konstrüktivizmin Türk Dış Politikası’nın bazen krizleri de içeren dönemsel seyrinde ve pratikte kendisine yer bulduğunu sıklıkla görmekteyiz. Yine bu sorun ve süreçlerin çoğunda konstrüktivist teorinin hâkim ilkeleri olan söylem, kimlik, sosyal ve kültürel kurumların birer dış politika enstrümanı olarak bariz bir biçimde kullanıldığı da söylenebilir. Aslında Türk Dış Politikası’nda Sosyal Konstrüktivizmi çağrıştıran söylemlerin Soğuk Savaş sonrası dönemdeki ilk kullanımı Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in “vizyoner” ve “bölge merkezli dış politika” ifadesi ile olmuştur.[iv]

2007 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AK Parti) siyasal iktidara gelmesiyle birlikte dış politikada konstrüktivizm teorik-temelli inşa edilmiş yeni dış politika anlayışı ortaya çıkmaya başlamış, bu bağlamda kamu diplomasisi, kamuoyu, sivil toplum ve tarihsel ve sosyo-kültürel öğelerden beslenen yumuşak güç/soft power belirgin dış politika kavramları olarak yer almışlardır. Özellikle Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun mimarı olduğu ve biraz da Özal dönemi dış politikasını anımsatırcasına Neo-Osmanlı motiflerin kullanıldığı ve tarihsel, sosyo-kültürel kimliklere vurgu yapan dış politika konsepti 1 Mart Tezkeresi’nin mecliste reddedilmesi, bir Türk’ün (Ekmeleddin İhsanoğlu) İslâm Konferansı Örgütü başkanlığına seçilmesi, Davos süreci, Mavi Marmara Krizi gibi gelişmelerle kendini gösterirken, “komşularla sıfır sorun” politikası bilhassa Ortadoğu’ya yönelik politikalarda ve Suriye, Irak gibi ülekelerle ilişkilerin düzeltilmesinde ve yine Ermenistan’la normalleşme girişimlerinde model oluşturabilmiştir. Bunun yanında, İspanya ile başlatılan “Medeniyetler İttifakı” projesi, Türk kamu diplomasisinin en büyük faaliyet alanlarından biri olarak adından söz ettirmiştir. Sosyal olarak inşa edilmiş yapılara önem veren ve bunların dış politikayı belirlediğini savunan konstrüktivist teorinin kavramsal çerçevesi içerisinde yine AK Parti iktidarları öncülünde Yunus Emre Enstitüsü’nün ve Başbakanlığa bağlı Yurtdışı Türkler ve Akraba Toplulukları Başkanlığı’nın (YTB) kurulması, dahası Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı’nın (TİKA) insani diplomasi anlayışına uygun olarak yapılandırılması sosyal ve kültürel kurumsalcılığa örnek teşkil etmektedir.[v]

Türkiye’nin yumuşak güç kavramından hareketle son yıllarda yakın çevresindeki ve özellikle Ortadoğu ve Kuzey Afrika coğrafyasındaki ülkelerle ilişkilerini geliştirmede tarihsel ve sosyo-kültürel hatıraları canlandırması, Osmanlı geçmişine sık sık atıfta bulunarak din ve inanç temelli kimlik kavramını vurgulaması, toplumsal ve kültürel olarak inşa edilmiş yapıları öne çıkarması da konstrüktivist temelde verilebilecek diğer değerli örneklerdir. Bunun yanında, Türk Dış Politikası’nın bu dönüşümünü, dış politikada yaşanan zihniyet ve paradigma değişimi yanında, özellikle Soğuk Savaş sonrası dönemde teknolojik gelişmelerin ve küreselleşme hareketlerinin artmasına paralel olarak devlet-dışı aktörler, sivil toplum ve medya başta olmak üzere dış politika yapım ve diplomasi süreçlerinin devletin diğer aktörlerle kollektif bir biçimde belirlediği bir eylem alanı olarak ön plana çıktığı, dolayısıyla dış politikanın artık devletin tekelinde olan bir alan olmaktan kurtulduğu yönündeki küresel politik trendle de bağdaştırabiliriz. Söylem aşamasında ise, bizzat en üst siyasi irade tarafından dış politikanın çeşitli kalıplara bağlı olmadan ve “sıfır toplamlı bir oyun olarak” görülmeden çok yönlü bakış açısı çerçevesinde yürütüldüğü bu sayede Türkiye’nin bölgesinde “oyun kurucu” niteliğe haiz güçlü ve etkin bir aktör haline geldiği, temel olarak karşılıklı saygı ve menfaat çerçevesinde dünyadaki bütün ülkelerle siyasal, ekonomik ve kültürel ilişkileri geliştirme hedefinin güdüldüğü ve bir ülke ya da bölgeyle kurulan bir ilişkinin asla diğerlerine yahut üçüncü kişilere karşı olmadığı aksine tüm dünyanın barış ve istikrarı için gayret edildiğine dair açıklamalar yapılmıştır.[vi]

Sonuç olarak Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” şiarıyla hareket ederek, Hatay’ın anavatana katılması istisnası dışında, statükocu bir karakter gösteren Türk Dış Politikası, II. Dünya Savaşı sonrası beliren iki kutuplu sistemde Soğuk Savaş döneminin şartlarına uygun olarak ve tıpkı halefi Osmanlı Devleti’nin son yıllarında büyük güçler arasındaki çekişmelere göre adımlarını attığı “denge siyaseti”nin bir benzeri olarak konjonktürel tepkiler vermiş ancak Sovyetler Birliğinden gelen  büyük güvenlik tehditleri ve Sovyetler’in  Kafkaslar, Karadeniz ve Balkanlar’daki yayılımının arz ettiği tehlikeler karşısında kesin olarak seçimini Batı blokundan yana kullanarak bu meyanda 1947’de Truman Doktrini, 1948’de Marshall Planı bağlamında Batı dünyasının ekonomik yardımlarından faydalanmış, 1949’da Avrupa Konseyi ne ve 1952’de NATO’ya üye olmuştur.[vii] Soğuk Savaş dönemi boyunca realist teorinin penceresinden dünya politkasına bakan Türkiye’nin, “Washington ve Brüksel eksenli Batıcılık” temel prensibiyle de örtüşen bu seçimi Aron pradigmasının da bir gereği olarak kendini göstermiştir.[viii] Ancak Soğuk Savaşın bitimi ve eleştirel teori adı altında dünya politikasındaki büyük çaplı gelişeme ve değişimleri açıklama iddiasında olan yeni uluslararası ilişkiler teorilerinin doğuşu, dahası artan küreselleşme ve entegrasyon hareketleri global politikayı olduğu gibi Türk Dış Politikası’nın teorik temellerini de değiştirmiş, bu teorik değişim çerçevesinde konstrüktivist teoriyle örtüşen davranış kalıpları da dış politikada kendini göstermiştir.[ix]

 

Mehmet BABACAN

 

[i] Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler Teorileri, 9. Baskı, Aktüel Yayınları, Bursa, 2019, s. 503.

[ii] Tayyar Arı, a.g.e., s. 501.

[iii] Kübra Deren Ekinci, Sosyal Konstrüktivizme Göre Turgut Özal Dönemi Türk Dış Politikası (1983-1993), Yayımlanmamış Doktora Tezi, Kocaeli Üniversitesi SBE, Kocaeli, 2018.

[iv] Cem’in Türkiye için önerdiği ve yaşama geçirmeye çalıştığı, “kendisinden korkmayan aksine komşularına, bölgesine ve dünyaya katkı verme potansiyeli olan aktif ve yapıcı dış politika vizyonu” nun bir ürünüdür. Bu dış politika vizyonu ile Türkiye-Yunanistan ilişkilerine bakmak ve düşmanlık/güvensizlik yerine dostluk/yapıcılık ilkesini bu ilişkilerin kurucu niteliği yapmak, İsmail Cem’e, o dönemin Yunanistan Dişişleri Bakanı Yorgo Papendreu’yla birlikte, merkezi New York’ta bulunan Doğu-Batı Enstitüsü tarafından  “2000 yılının Devlet Adamı Ödülü” kazandırmıştır. Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde “dostluk ilkesi ve iyileştirme dönem”, bugüne kadar ağırlıklı olarak söylem düzeyinde kalan ve uygulamada hâlâ sorunların yaşandığı bir girişimi içerse de, Türkiye’nin son dönemde yaşadığı dış politika, kimlik ve vizyon arayışında önemli bir dönüm noktası oluşturmaktadır. E. Fuat Keyman, “İsmail Cem ve Türkiye’nin Dış Politika Vizyonu“, Radikal, 02.02.2007 02:00 http://www.radikal.com.tr/kitap/ismail-cem-ve-turkiyenin-dis-politika-vizyonu-859065/ (Erişim Tarihi: 20.06.2020  21:30)

[v] Mustafa Kaan Saygılı, “Kamu Diplomasisi ve AK Parti Dönemi Türk Dış Politikası” Kitap Tahlili, Akademik Paradigma”, 20.06.2019, https://www.akademikparadigma.com/kamu-diplomasisi-ve-ak-parti-donemi-turk-dis-politikasi-kitap-tahlili/?doing_wp_cron=1592673490.6680181026458740234375 (Erişim Tarihi: 20.06.2020).

[vi] “Cumhurbaşkanı Erdoğan Tacikistan Dönüşünde Gazetecilerin Sorularını Yanıtladı”, T.C. Cumhurbaşkanlığı-İletişim Başkanlığı, 16.06.2019. https://www.iletisim.gov.tr/turkce/haberler/detay/cumhurbaskani-erdogan-tacikistan-donusunde-gazetecelerin-sorularini-yanitladi (Erişim Tarihi: 08.11.2019).

[vii] Ömer Göksal İşyar, Türk Dış Politikası: Sorunlar ve Süreçler, Dora Yayınları, Bursa, 2017, s. 122.

[viii] Realizmin temsilcilerinden Fransız Raymond Aron tarafından ortaya atılan “Aron Paradigması”na göre;  çok katı bir iki kutuplu sistemde ülkelerin kendi başlarına bloklardan bağımsız politikalar geliştirmesi çok riskli olur ve neticede yapılması gereken iki büyük güçten birinin kanatları altına girmektir. bkz: Ozan Örmeci (2017), “Türk Dış Politikasının Kuramsal Çerçevesi ve OBD (Orta Büyüklükte Devlet) Kavramı”, Uluslararası Politika Akademisi (UPA), http://politikaakademisi.org/2017/02/16/prof-dr-baskin-orana-gore-turk-dis-politikasinin-kuramsal-cercevesi-ve-obd-kavrami/, Erişim Tarihi: 20.06.2020.

[ix] Soğuk Savaş sonrası dönemdeki Türk Dış Politikası’nın teorik çerçevesi ile ilgili bugüne kadar birçok çalışma yapılmıştır ve yapılmaya da devam etmektedir. Bunlardan en güncel olan ve Prof. Dr. Tayyar Arı tarafından sunulan bir bildiride Türk Dış Politikası’nın yeni kavramsal çerçevesi “İdealist Realizm ve Gücün Akıllı Kullanımı” olarak betimlenmiştir. bkz: Tayyar Arı, “Türk Dış Politikasının Kavramsal ve Kuramsal Temellerini Yeniden Tartışmak”, 11. Uluslararası Uludağ Uluslararası İlişkiler Kongresi Tam Metin Kitabı, Bursa, 2019, s. 2-7.

Leave A Response »

Cevabı iptal etmek için tıklayın.

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.