ABD’NİN UZAK ASYA POLİTİKASI: JAPONYA, TAYVAN, VİETNAM VE FİLİPİNLER’LE İLİŞKİLER

upa-admin 18 Temmuz 2020 6.017 Okunma 0
ABD’NİN UZAK ASYA POLİTİKASI: JAPONYA, TAYVAN, VİETNAM VE FİLİPİNLER’LE İLİŞKİLER

Giriş

İlk olarak uluslararası politikayı kısaca tanımlamak gerekirse, bunu, “devletlerin birbiriyle olan ilişkilerinde izleyici yol ve yöntemler” olarak tanımlayabiliriz. Bu yazımızda, Amerika Birleşik Devletleri’nin Uzak Asya politikası çerçevesinde Japonya, Filipinler, Tayvan ve Vietnam ile ilişkileri incelenecektir.

ABD, Asya devletleri ile ilişkilerini genel olarak Dünya Savaşları sırasında kurmuştur. ABD, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Asya kıtasına yönelik ayrı ve hususi bir politika da oluşturmuştur. ABD, bu politika vasıtasıyla, Asya’da siyasal ve ideolojik etkisini arttıracak politikaları benimsemiştir. Böylece, ABD, Asya’nın hammadde kaynaklarını ve jeostratejik önemini kendi lehine kullanmaya başlamıştır. ABD’nin bu tutumu, kendi çıkarları çerçevesinde doğru bir politika olarak gözlemlese de, bölgedeki diğer güç sahibi olan büyük devletler Çin ve Rusya tarafından bu politikalar hoş karşılanmamıştır. Zira ABD’nin Asya devletleriyle ilişkiler kurmasının bir diğer sebebi de, bilhassa Çin ve Rusya’ya karşı kendi bölgelerinde avantaj elde etmektir. ABD’nin, bunu da, Uzak Asya’da bulunan Japonya, Filipinler, Tayvan ve Vietnam ile güvenlik ve askeri işbirlikleri kurarak daha sağlamlaştırdığını söyleyebiliriz.

I. Amerika Birleşik Devletleri-Japonya İlişkileri

1. İkinci Dünya Savaşı’nda Amerika Birleşik Devletleri-Japonya İlişkileri

A-) Pearl Harbor Baskını (7 Aralık 1941)

İkinci Dünya Savaşı’na yaklaşıldığı dönemde, Japonya, en az Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri kadar dünya ekonomisinde söz sahibi olmak istediğini izlediği yayılmacı ve agresif siyaset itibariyle açıkça ortaya koymuştur. Japonya’nı hedefi, dünyanın önemli topraklarını ve doğal kaynaklarını ele geçirmek ve dünyanın yeni süper gücü olmaktır. Bu dönem faşizan bir yönetim benimseyene Japonya’nın güçleri, bu amaçla çıktığı yolda, 19. yüzyılın sonlarına doğru Çin ile büyük bir mücadele başlatmış ve 20. yüzyılın başında da, kendisini, Rusya ile büyük bir savaşın ortasında bulmuştur. Bu tarihten itibaren, 1930’lara kadar ise, Japonya, askeri anlamda büyük bir güç ve donanıma sahip olmuştur.

Dönemin süper gücü olma yolunda ilerleyen ABD’ye alternatif bir güç olarak yükselme eğiliminde olan Japonya, 1937’de Çin ile büyük bir savaşın içine girmiş ve agresif tutumu ile ilgili Milletler Cemiyeti’nden de uyarı almıştır. Bu uyarıya karşılık olarak ise, Japonya, Milletler Cemiyeti’nden ayrıldığını açıklamıştır. Japonya’nın hırslı tavırları, Japon yönetimini, Birinci Dünya Savaşı’ndan aradığını bulamayan, fakat dünyanın en güçlüleri arasında yer almak için hazırda bekleyen diğer “revizyonist” devletler Almanya ve İtalya ile müttefik olmaya itmiştir. Böylece, Mihver Devletleri ortaya çıkmış ve İkinci Dünya Savaşı koşulları oluşmuştur. Mihver Devletleri oluşumuna ABD’nin tepkisi ise gecikmedi; ABD, vakit geçirmeden Japonya’ya akaryakıt ambargosu uyguladı ve Panama Kanalı’nı Japon gemilerine kapattı. Bu akaryakıtlar Japon askeri gücünün bel kemiğini oluşturduğundan, bu yakıtların yokluğu Japonya’ya büyük bir darbe olacaktı. Ayrıca Japonya, Pasifik’te kendisine karşı gelebilecek olası bir Amerikan saldırısını önlemek istiyordu. Bu yüzden, buradaki ABD gücüne darbe vurulmalıydı.[1]

Bu çerçevede, Pearl Harbor baskını olarak tarihe geçen olayda, Japon Hava Kuvvetleri, 9 Aralık 1941 tarihinde ABD’nin Pasifik’teki Pearl Harbor Limanı’na şok bir saldırı düzenlemiştir.[2] Sabah saat 8.00’de başlayan ve 6 uçak gemisinden kalkan 360 uçakla iki saat kadar süren saldırıda, ABD’nin irili ufaklı 14 savaş gemisi batırılmış, 350 savaş uçağı yok edilmiş ve 3.600 askerle birlikte 100 sivil öldürülmüştür. Japonya’nın kayıpları 29 uçaktan ibarettir. Öyle ki, 7 Aralık 1941 tarihinde saat 10.00’da ABD’nin Pasifik donanmasıyla hava filosunun büyük bir bölümü yok olmuş ve saldırı ilk bakışta büyük bir başarıyla uygulanmıştır.[3] Japonların ABD’ye karşı gerçekleştirdiği Pearl Harbor saldırısının ana amacı, değişen dünya dengelerinde kendisine yer açabilmek ve ABD ile Asya-Pasifik’teki rekabette öne çıkmaktır. Japonya, yeni süpergüç olmak amacıyla ABD’ye karşı Pearl Harbor saldırısını düzenlemiştir. Aynı zamanda, Japonya, Pearl Harbor saldırısı ile dünyanın önemli topraklarını ve yeraltı kaynaklarını ele geçirme amacı güdüyordu. Çin ile yapmış olduğu mücadele neticesinde başarılı olan Japonya, süpergüç olmak için ABD’ye karşı da Pearl Harbor saldırısını organize etmiş ve uygulamıştır.[4] Sonuç olarak, Amerika Birleşik Devletleri; Japonya’ya savaş ilan etmiş ve İkinci Dünya Savaşı’na dâhil olmuştur.[5] Pearl Harbor baskınının Japonlar açısından beklenmedik sonuçları ise; ABD’nin muazzam nüfus ve ekonomik kapasitesiyle kısa sürede toparlanması, Japonya’dan intikam almaya ant içmesi ve ABD’nin askeri gücünün Pearl Harbor Limanı ile sınırlı olmaması sebebiyle kısa sürede karşı saldırılara başlayabilmesidir.

B-) Nagazaki ve Hiroşima’ya Atılan Atom Bombaları (6-9 Ağustos 1945)

17 Temmuz 1945 tarihinde, Sovyetler Birliği, ABD ve İngiltere’nin liderleri, Berlin’in banliyösü olan Potsdam’da toplandı. 26 Temmuz’da da Japonya’ya “Potsdam Bildirisi” olarak bilinen son ültimatomu gönderdiler. Bildiride, “Japonya direnişini durduruncaya kadar Müttefikler saldırılarını sürdürecektir; Japonya hükümeti derhal tüm silahlı güçlerinin şartsız bir şekilde teslim olacağını ilân etmelidir.” maddeleri yer aldı.[6] Japonya sonradan kabul etse de, başta anlaşmayı kabul etmemiştir. 12 Nisan 1945’te Franklin Delano Roosevelt’in ölmesiyle Başkanlığa yerine geçen Harry S. Truman, Amerika Birleşik Devletleri’nin Pasifik’teki çatışmaları sonlandırmak ve dünya savaşını bitirmek için atom bombasını kullanma kararını almıştır. Bomba atılmadan önce, Hedef Tetkik Komitesi’nde alınan kararla 17 bölge incelenmeye başlandı. Çeşitli müzakereler sonucunda Nagazaki ve Hiroşima’ya atom bombasının atılmasına karar verilmiştir. Hiroşima’ya atom bombası saldırısı, İkinci Dünya Savaşı’nın son aşamasında 6 Ağustos 1945 Pazartesi, saat 08.15’te Amerika Birleşik Devletleri’nin Uranyum-235 tipi atom bombası “Little Boy” (Küçük Oğlan) ile gerçekleştirdiği saldırıdır.[7] Yaklaşık 13 bin TNT kuvvetindeki uranyum katkılı bomba, merkezinde 3 bin santigrat derece ısı oluşturarak Hiroşima’nın yüzde 70’ini yok etti. 1,5 kilometre çapındaki alanda her yeri dümdüz eden atom bombası, ilk aşamada 80 bin ve 1945 sonuna dek ise 140 bin kişinin ölümüne yol açtı.[8] İkinci atom bombası ise, 9 Ağustos 1945’te, ABD Hava Kuvvetleri’nin B-29 tipi bombardıman uçağı Bockscar, Tinian Adası’ndan havalandı ve 5 tonluk atom bombasını taşıyabilmesi için Bockscar bombardıman uçağının tüm zırhı ve mühimmatı sökülmüştü. Kalkıştan tam 13 dakika sonra, uçağın mürettebatı “Şişman adam” lakaplı bombanın üzerindeki yeşil kabloları kırmızı kablolarla değiştirdi. Bockstar saat 11.50’de, yaklaşık 8 saatlik uçuşun ardından Nagasaki semalarına ulaştı. Pilot hedefi gördüğünü söyledikten 45 saniye sonra “Şişman adam” Bockscar’dan atıldı.[9] Nagazaki’ye ise yerin 500 metre üzerinden atılan ve 22 bin TNT gücündeki bombanın yıkım gücünü şehrin etrafını çevreleyen tepeler sınırlarken ilk aşamada 70 bine yakın kişi öldü ve Nagazaki’nin yarısı yok oldu.[10] Sonuç olarak, Japonya’nın bu korkunç yıkım karşısında daha fazla dayanacağını anlayan İmparator Hirohito, Potsdam Bildirisini kabul ettiğini açıkladı.

C-) Okinawa Muhaberesi (1945)

1945’te Japonya ile Amerika arasında meydana gelen ve 82 gün süren Okinawa Muharebesi, İkinci Dünya Savaşı’nın son aşamasında yaşanan Okinawa Savaşı’nda yaklaşık 200 bin kişinin öldüğü bir savaştır.  Okinawa Kuşatması, İkinci Dünya Savaşı’nın en son ve en kanlı kara muharebesi olarak tarihe geçti.[11]

2. İkinci Dünya Savaşı Sonrası Amerika Birleşik Devletleri-Japonya İlişkileri

İkinci Dünya Savaşı sonrası Japon dış politikasının, büyük ölçüde Amerikan merkezli küresel statükonun korunması üzerine inşa edildiğini ifade etmek yanlış olmayacaktır.[12] Bu bağlamda, Japonya, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD’nin bölgedeki en önemli müttefiki haline gelmiştir. Amerika ve Japonya arasında 8 Eylül 1951 tarihinde San Francisco’da, karşılıklı askeri işbirliğine dayanan ikili güvenlik anlaşması imzalanmıştır. 1951 San Francisco Anlaşması, Japonya ve ABD’nin stratejik çıkarları açısından hayati öneme sahiptir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Japonya’nın çoklu savunma sistemini kullanamıyor olması göz önüne alındığında, ABD’nin askeri korumasına ihtiyaç duyduğu söylenebilir. ABD açısından ise, Soğuk Savaş stratejisinin gereği olarak Japonya’da askeri varlığının bulunması önemlidir. Anlaşmayla birlikte, Amerika’nın Japonya’nın güvenliğini korumasına karşılık olarak, Japonya da Amerika’nın ülkedeki askeri varlığını devam ettirmiştir. 1950’li yıllar, Japonya’nın ekonomik olarak yükselişine (yeniden yapılanmasına ki burada Marshall Yardımları da başarılı olmuştur), Birleşmiş Milletler’e üyeliğine ve Sovyetler Birliği ile diplomatik ilişkilerini yenilemesine tanıklık etmiştir. 19 Ekim 1956 tarihinde Japonya ve Sovyetler Birliği savaş durumunun sona ermesi ve iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin yenilenmesi adına ortak bir bildiri imzalamışlardır. Taraflar, barış anlaşması için müzakerelerin devam etmesi konusunda anlaşmışlar ve bu ortak bildiri iki ülke arasında ticari ilişkilerin geliştirilmesi protokolüyle pekiştirilmiştir. Bu gelişmeler, Amerika açısından Sovyet tehdidi göz önüne alındığında, Japonya ile ilişkilerini daha dengeli ve eşit şartlara getirmesinin gerekçesini hazırlamıştır. Bu sebeple, iki ülke resmi olarak Ekim 1958 tarihinde güvenlik anlaşmasını yenilemek için müzakerelere başlamıştır. Ocak 1960 tarihinde Washington’da Birleşik Devletler ve Japonya arasında ikili işbirliği ve güvenlik anlaşması imzalanmıştır. 1996’da Başbakan Ryutaro Hashimoto ve Başkan Bill Clinton, “ABD ve Japonya ittifakının, ortak güvenlik hedefleri açısından, dengeli ve başarılı bir Asya Pasifik bölgesi için bir köşe taşı oluşturduğunu” ilan etmişlerdir. Böylelikle, Washington ve Tokyo arasında 1997 yılında ikili dengeleri gözden geçiren yeni bir savunma anlaşması imzalanmıştır.

8 Eylül 2001 tarihinde Japonya ve ABD ittifakının 50. yıl dönümü kutlanmıştır. Kutlamaların üç gün sonrasında ise, Amerika’da 11 Eylül saldırıları (9/11) yaşanmıştır. 11 Eylül saldırıları sonrasında, Japonya, Amerika’nın teröre karşı küresel savaş doktrinini desteklemiştir. 19 Eylül tarihinde, Başbakan Koizumi, Amerikan güçlerine lojistik desteği de içeren 7 maddelik bir programı açıklamıştır. Böylelikle, Japonya’nın Amerikan ittifakının gerekliliklerini yerine getirdiği öne sürülebilir. Aynı şekilde, Japonya ABD’nin Irak’ı işgalini desteklemiş ve İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemden itibaren ilk defa askeri güçlerini göndermiştir. Bu bağlamda iki ülke arasındaki ilişkilerin, Japonya’nın Amerika’nın teröre karşı küresel savaş doktrinini desteklemesiyle daha da güçlendiğini söylemek mümkündür. 2006 yılında “Yeni Yüzyılda Japonya ABD İttifakı” isimli yeni bir güvenlik anlaşması imzalanmıştır. Anlaşmaya göre, iki ülkenin ortak güvenlik alanları göz önünde bulundurularak stratejik ortaklıkları yeniden yapılandırılmıştır.[13] Aynı zamanda, Japonya, ABD ile askeri işbirliğine hâlâ büyük önem vermektedir. Bugün ABD’nin Doğu Asya’da Güney Kore ve Japonya’daki üslerinin dışında bir üssü bulunmamaktadır ve Okinawa’daki Kadena hava üssü ABD’nin Asya’daki en büyük hava üssüdür. 2009 yılında Başkan Obama’nın Japonya ziyareti sırasında Okinawa adasındaki Amerikan üssünün taşınması konusu gündeme gelmiştir. Son olarak, 2009 yılında yayımlanan White Paper’da ABD ile ilişkilerin güçlendirilmesi konusu ayrı bir başlık altında incelenmiş ve ABD-Japonya güvenlik antlaşmaları, Japon ulusal savunmasının temel direği olarak nitelendirilmiştir. Bu ittifakın öneminin sürekli arttığı ve Japonya’nın da tereddütsüz olarak bu işbirliğini koruyup güçlendireceğinin altı çizilmiştir.[14]

3. Günümüzde Amerika Birleşik Devletleri-Japonya İlişkileri

ABD ile diğer pek çok alanda olduğu gibi güvenlik alanında da kurulan yakın işbirliği çerçevesinde, iki ülke arasında askeri teknoloji transferi, balistik füzeler ve füze savunma sistemleri konularında ortak araştırmalar yapıldı. 2011 yılına gelindiğinde, Başbakan Yoshihiko Noda, Japon silah üreticilerinin yabancı üreticilerle AR-GE projelerine girmelerinin ve ihracat temelli savunma ekipmanı üretmelerinin önündeki yasal engeli kaldırdı. 2013’ün Aralık ayında, Japonya, uluslararası kamuoyuna açıkladığı ilk Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde, silah ihracatı üzerindeki söz konusu yasağın gözden geçirileceği sözünü verdi. Bu değişime paralel olarak, Japon hükümeti, savunma bütçesini yüzde 3’lük bir artırımla 48,97 milyar dolara çıkardı. Japonya’nın politika değişiminin ilk sonuçları çok kısa sürede ABD ile ilişkilerine yansıdı. Temmuz 2014 tarihinde Japonya ABD’ye Patriot Advanced Capability-2 (PAC-2) füze önleme üniteleri sattı. Başbakan Şinzo Abe’nin kararının arkasında sadece siyasi değil, ekonomik ve stratejik sebepler de yatıyor. Stratejik sebeplerin ilki, Japonya’nın kendi bölgesinde daha etkin ve belirleyici bir güç olma gayreti. İkinci stratejik gerekçe ise, Japonya’nın 18 Aralık 2018’de onaylanan 10 yıllık savunma programının öngördüğü hedeflerde yatıyor.[15] ABD Savunma ve Güvenlik İşbirliği Ajansı’nın yaptığı açıklamalara göre, Bakanlık, Japonya’ya 3 milyar 295 milyon dolar değerinde 73 Standard Missile-3 (SM-3) Block IIA tipi füzenin satışına onay verdi. Söz konusu satışa SM-3 sistemlerinin destek elemanları ile MK-29 fırlatıcıların da dâhil olduğu kaydedildi.[16]

Sonuç olarak, ABD ve Japonya ilişkilerine bakacak olursak, ikili ilişkilerin İkinci Dünya Savaşı sıralarında düşman devletler olarak birbirini görmeleri ve savaş sonunda Japonya’nın mağlubiyeti kabul edip Amerika’ya karşı bağımlı olduğunu göstermiştir. Savaş sonrası ilişkilerin iyi bir noktaya gelmesinin özellikle Japonya açısından yararını görebiliriz. Japonya’nın ABD ile ekonomik ve güvenlik anlaşmaları yapması sayesinde, bölgedeki önemli iki devlet arasında müttefiklik ilişkilerinin geliştiğini söyleyebiliriz. Artık günümüzde Japonya, dünyanın en büyük ekonomilerinden birine sahip olması (Japonya dünyadaki 3. en büyük ekonomidir) sayesinde, bölgedeki politik gücünü gösterme ve uluslararası siyasette kendisine yer edinme imkânına sahip olmuştur. Son dönemdeki ilişkilerde ise, ABD’nin Asya bölgesindeki etkisini kaybetmemek için Japonya ile dostluk ilişkilerini sürdürmeye çalıştığı görülmektedir. ABD, özellikle Çin ile girdiği ticaret savaşlarında galip gelebilmek için Japonya’yı müttefik olarak kaybetmemelidir. Son yıla bakacak olursak, ABD ve Japonya ilişkilerinde iyi yönlü ortaklık anlaşmaları devam etmektedir. Örnek olarak, pandemi sürecinde Donald Trump ve Abe’nin Covid-19 virüsüne karşı ortak bir aşı geliştirme ve ekonomilerini toparlama işbirliği içerisinde oldukları söyleyebiliriz. ABD dış politikasında Çin’e yönelik artan rekabet algısı da düşünüldüğünde, Japonya-ABD ilişkilerinin geleceği oldukça parlak gözükmektedir.

II. Amerika Birleşik Devletleri-Tayvan İlişkileri

ABD’nin Asya-Pasifik bölgesiyle ilgili belirleyici politikalarından birini de Tayvan’la ilişkiler oluşturmaktadır.[17] 1949’da Şan Kay Şek önderliğindeki Çinli milliyetçiler (Kuomintang partisi) Mao önderliğindeki Çinli komünistler karşısında iç savaşı kaybedince, Tayvan adasına kaçtılar ve hükümeti burada devam ettirdiler. Amaçları, burada güçlerini yeniden toplayarak Çinli komünistlere saldırmak ve Çin’i tekrar ele geçirmekti. Ancak durum beklenildiği gibi olmadı. Mao’nun kurmuş olduğu güçlü Çin Komünist Partisi (ÇKP) iktidarı karşısında, Çinli milliyetçiler Tayvan’dan hiçbir şey yapamadılar ve nihayetinde kendi sürgündeki hükümetlerini kurmak zorunda kaldılar. Dünyada da ABD’nin başını çektiği bir grup ülke Çin’in meşru hükümeti olarak komünistleri değil de, Tayvan’daki bu sürgün hükümetini kabul ettiler. Böylece, 1971 yılına kadar Çin halkı, Birleşmiş Milletler ’de ve BM Güvenlik Konseyi’nde Tayvan tarafından temsil edildi. Komünist Çin ise, tüm bu süreç boyunca Tayvan adasının Çin’in parçası olduğu konusunda ısrar ederek, Batı’nın bu durumunu kınadı. Nihayet 1971 yılında, Çin, Birleşmiş Milletler’e üye oldu ve Tayvan, Birleşmiş Milletler üyeliğinden çıkarılarak devlet olma statüsü de elinden alındı. Zamanla, ABD, Çin’i daha fazla göz ardı edemeyeceğinin farkına vardı ve 1972 yılında Başkan Richard Nixon’ın Çin’i ziyaret etmesiyle ilişkiler normalleşti.[18] Diğer taraftan, 1979 yılında ABD Kongresi tarafından onaylanan “The Taiwan Relations Act” belgesi çerçevesinde, Amerika, Tayvan’ı ayrı bir devlet olarak tanımama kararı almış olsa bile Tayvan yönetimiyle resmi olmayan ilişkiler kurmanın hukuki zeminini hazırlamıştır. Ayrıca 1978 yılında, ABD, 1954 yılında imzalanan karşılıklı savunma antlaşmasını tek taraflı bir şekilde son verse de, adaya silah satışına ve ekonomik yatırımlara devam etmiştir. Tüm bunlara ek olarak, ABD’nin Tayvan’a yönelik takip ettiği politikasında belirleyici olan temel faktör, Çin’in adayı ilhak etmesine engel olmak ve mevcut durumu korumak olmuştur. Soğuk Savaş yıllarından günümüze kadar geçen sürede, ABD dış politikasının Asya-Pasifik bölgesinde de yürütülmesi ve sürdürülmesi açısından Tayvan Sorunu önem arz etmektedir.

Tayvan’da 1986 yılında muhalefet partilerine izin verilmesiyle sürece dâhil olan ve Tayvan’ın bağımsızlığını isteyen Demokratik İlerleme Partisi’nin (DPP) 2000 ve 2004 yıllarında seçimi kazanmasıyla 2000-2008 yılları arasındaki 8 yıllık süreç iki ülke açısından özellikle Çin’in “bir ülke, iki sistem” politikası çerçevesinde gerilimli geçmiştir. Nitekim Çin, ya “iktisadi bütünleşme yoluyla ya da Tayvan’ın bağımsızlık ilanı ile çıkan savaş” doğrultusunda birleşmenin olması hususunda yaklaşım sergilemiştir. Bununla beraber, Tayvan’daki yönetimin bağımsızlık yanlısı tutumu ile gerginleşen ilişkiler açısından bir diğer dönüm noktası Tayvan ile Çin’i savaşın eşiğine getiren 1995-1996 Tayvan Boğaz Krizi olmuştur. 1995 yılında, ABD’nin Tayvan liderine vize vererek Amerika’ya girişine olanak vermesi, Çin’in bu duruma yönelik son derece sert bir tutum takınmasına sebep olmuştur. 1996 yılındaki krizde, Tayvan’ı önemli bir müttefiki olarak gören ABD, Tayvan’ı Çin tehdidine karşı koruma altına almıştır. Bununla beraber, 11 Eylül saldırıları çerçevesinde ortaya çıkan küresel terör tehdidi, ABD’nin Afganistan ve Irak müdahaleleri, Kuzey Kore ile nükleer kriz gibi sorunlar nedeniyle ABD-Çin ve Tayvan arasındaki problemler ABD için birincil öneme sahip konular arasında olmamıştır. Ancak 2003-2004 yılında ABD’nin bu üçlü denkleme yönelik politika değişikliğine gittiği görülmektedir. Her ne kadar Tayvan Sorunu teröre karşı mücadele ile doğrudan bağlantılı bir sorunu teşkil etmese de, sonraki dönemlerde ABD, bu soruna özel bir ilgi göstermeye devam etmiştir.[19] Tayvan-ABD ilişkilerinde son döneme bakacak olursak, Başkan Donald Trump’ın iktidara gelmesiyle ikili ilişkilerin daha olumlu bir tutum geliştirdiğini söyleyebiliriz. Bu iki ülke arasındaki işbirliği daha çok askeri ve güvenlik alanında görülmektedir. Ayrıca Amerika Birleşik Devletleri için, Tayvan, savunma sanayi alanında önemli bir pazar olarak görülmektedir.

Sonuç olarak, ABD bir taraftan Çin’i siyasi ve ekonomik mekanizmalar içine entegre etmeyi amaçlarken, diğer taraftan Tayvan Boğazındaki statükoyu destekleyerek ve bölgesel ittifakları güçlendirerek Çin’i dengede tutmaya çalışmıştır.  Çin’e yönelik takip edilen bu politikanın benzer şekilde Obama ve Trump dönemlerinde de devam ettiği görülmektedir. Her ne kadar ABD’nin Tayvan’a silah satışı, Trump’ın Tayvan lideriyle yaptığı görüşme ve Tayvan’ın savunma kapasitesinin geliştirilmesini de içeren 2019 Mali Yılı Ulusal Savunma Yetki Yasasının onaylanması ABD-ÇHC ilişkilerini gerginleştirse de ikili ilişkiler bağlamında ortaya çıkan en önemli unsur “stratejik rekabet” ve “stratejik ortaklık” arasında kurulmaya çalışılan dengedir. Bu bağlamda Çin’in Asya Pasifik coğrafyasında etkin bir aktör olması çerçevesinde bölge ülkeleriyle kurmuş olduğu yakın ilişkiler, ABD’nin de bu coğrafyada takip ettiği politikalara hizmet etmektedir.[20]

III. Amerika Birleşik Devletleri-Vietnam İlişkileri

1. Vietnam Savaşı (1955-1975)

Vietnam mücadelesinin başlangıcı 1940’a kadar uzanır. Japonlar, 1940 yılında Vietnam’a girmişlerdir. Fransızlardan sonra bir de Japonların Vietnam’a yerleşmesi, Vietnam’da bağımsızlık için çalışan bütün grupları birleştirmiştir. Bu birleşimden oluşan örgütün adı “Viet-Minh” olarak adlandırılmıştır. Japonya’nın 1945 yılında teslim olması üzerine komünist lider Ho Şi Minh, Vietnam’ın kuzey bölümünde bir cumhuriyet kurmuştur. Ho Şi Minh kuvvetleri ile Fransız birlikleri arasında çok şiddetli çarpışmalar olmuş ve nihayetinde Viet-Minh savaşçıları, 1954 yılında Fransızları Dien Bien Phu’yu geri alarak büyük bir yenilgiye uğratmış ve Vietnam’dan çıkmalarını sağlamışlardır. 1954 yılı Temmuz’unda 14 ulusun katıldığı bir konferans toplanmış ve Vietnam’ın ikiye bölünmesi kabul edilmiştir. Kuzey’de Ho Şi Minh önderliğinde ve Çin desteğinde bir komünist yönetim kurulmuştur. Güney’de kurulan devleti ise İngiltere ve ABD desteklemiştir. Bunun dışında 1954 Cenevre Antlaşması ile Vietnam ile birlikte, Çin Hindi’ndeki öteki devletler, Laos ve Kamboçya da bağımsızlıklarına kavuşmuşlardır. Anlaşma gereğince 1956’da uluslararası bir komisyon gözetiminde yapılacak seçimler sonucunda birleşik bir hükümet kurulması kararlaştırılmıştır. Ancak anlaşmayı onaylamayı geciktiren Güney Vietnam, ABD desteğine dayanarak seçimlere karşı çıkmaya başlamış ve birleşmeyi imkânsız hale getirmiştir. Anlaşma sonrasında Kuzey Vietnam, Çin, SSCB ve öteki sosyalist devletlerin büyük yardım ve desteğini görmüştür. Güney Vietnam’da ise devlet başkanlığını üstlenen Ngo Dinh Diem, komünizmin Asya’da yayılmasından korkan ABD’nin ekonomik ve askeri yardımına güvenerek otoriter bir düzen kurmaya çalışmıştır. Bu arada ABD Başkanı John F. Kennedy Dallas’ta 22 Kasım 1963’te uğradığı bir suikastla öldürülmüş, Kennedy’in “Vietnam Politikası” el değiştirmek zorunda kalmıştır. Kennedy’nin yerine Başkan Yardımcısı olan Lyndon B. Johnson geçmiştir.

Başkan Johnson, 1964 yılı Ağustos’unda Kuzey Vietnam devriye botlarının Tonkin Körfezi’nde seyreden ABD destroyeri Maddox’a ateş açtığı iddiasıyla ABD Deniz Kuvvetleri uçaklarına Kuzey Vietnam’ı bombalama emri vermiştir. Bu arada Kuzey Vietnam ve Vietkong birliklerinin Şubat 1968’de 30 il merkezine karşı başlattığı “Tet Saldırısı”, Güney Vietnam ve ABD’li birliklere büyük kayıplar verdirmiştir. Tet Saldırısından sonra ABD kamuoyunun resmen savaş ilan edilmeden sürdürülen Vietnam Savaşı’na karşı tepkisi yükselmeye başlamıştır. Bu arada, ABD Başkanı Johnson, televizyonda yaptığı konuşmada Başkanlık seçimlerinde yeniden aday olmayacağını açıklayarak herkesi şaşırtmıştır. Yapılan seçimlerde Cumhuriyetçi parti adayı Richard Nixon ABD Başkanı seçilmiştir ve böylece ABD’nin Vietnam politikası bir kez daha yön değiştirmiştir. Nixon yönetimi, Güney Vietnam ordusunun kendi başına savaşı sürdürmesini sağlayacak önlemleri alarak kendi askerini yavaş yavaş oradan çekme politikasını benimsemiştir. Bu politikası “Vietnamlılaştırma” politikası olarak adlandırılmıştır. Nixon’un amacı Kuzey Vietnamlıları barış görüşmeleri için masaya oturmaya zorlamak olmuştur. ABD birlikleri, bu plan çerçevesinde yavaş yavaş Vietnam’dan çekilmeye başlamıştır.[21] 1955 yılında başlayan Vietnam Savaşı, 27 Ocak 1973 Paris Anlaşması ile son buldu. Savaşta 58 bin ABD askeri öldü ve yaklaşık 2 bin 400 ABD askeri de kayboldu. Savaşın ABD’ye ekonomik maliyeti 140 milyar doları buldu.[22]

Sonuç olarak, Kuzey Vietnam’ın Güney bölgesini kontrol altına almasıyla birlikte bütün Vietnam komünizm ile yönetilmeye başlanmıştır. Amerika’nın komünizmi engellemek için giriştiği savaş bitmişti ve Amerikalılar istedikleri başarıları elde edememiştir. Komünizmi bataklığında kurutmak, yayılmasını engellemek için Vietnam’da savaşan Amerika, zafer elde edememenin yanında “Vietnam Sendromu” ile baş etmek durumunda kalmıştır. Amerikan prestiji yara almış, halkın özgüveni sarsılmıştır. Dünyanın süper gücü olarak nitelendirilen Amerika, topyekûn var olma savaşı veren 17 milyonluk az gelişmiş bir Asya devleti tarafından durdurulmuştur.[23]

2. Günümüzde Amerika Birleşik Devletleri-Vietnam İlişkileri

Barack Obama, on yılı aşkın süre devam edip 1975 yılında sonlanan Amerika-Vietnam savaşı sonrası, halefleri Bill Clinton ve George W. Bush’un 2000 ve 2006 yıllarında yaptıkları ziyaretten sonra Vietnam’ı ziyaret eden üçüncü Başkan olmuştur. İki ülke arasındaki ticari ilişkiler de, mevcut ticaret ambargosunun kaldırılmasıyla Clinton’ın ziyareti ile başlamıştır. İlişkilerin geliştirilmesindeki kilometre taşlarından biri de, daha önceki çeşitli kez bu ülkeyi ziyaret etmiş olan ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin 13 Aralık 2013 tarihli ziyareti olmuştur. Ancak gelişmelerin seyri bu şekilde olsa da, silah satışı konusundaki Amerikan ambargosu, Obama’nın son ziyaretine kadar (yaklaşık 40 yıl) sürmüştür. Karşılıklı ziyaretlerle başlayıp, savunma işbirliği anlaşması ve Amerikan silah satış ambargosunun kaldırılması ile sonuçlanan ABD-Vietnam ilişkilerindeki bu yakınlaşma, taraflar ve bölge için önemsenecek bir gelişmedir. İki ülke arasında giderek artan sıcak ilişkiler, Obama’nın son ziyaretiyle oldukça yol almış görünmektedir.[24] İki ülke arasındaki ekonomik ilişkilere bakacak olursak, 2001’de imzalanan İkili Ticaret Anlaşması’nın ardından gelişmeye ve ABD’nin Vietnam’daki yatırımları artmaya başladı. ABD ve Vietnam, ticaret ve yatırım çerçeve anlaşmasının yanı sıra tekstil, hava taşımacılığı ve denizcilik alanlarında da anlaşma imzalamışlardır. ABD ve Vietnam arasında 1995’te 451 milyon dolar olan ticaret hacmi, geçen yıl(2016) 45 milyar dolara yükseldi. 2015’te ABD’nin Vietnam’a ihracatı 7 milyar dolar, ithalatı da 38 milyar dolar olmuştur.[25]

Sonuç olarak, 21. yüzyıl boyunca Güneydoğu Asya bölgesinde “eksen” olma hedefini öncelemiş ve bunu 2011 yılında ilân etmiş olan ABD’nin, bölge ülkeleriyle mevcut ilişkilerini güçlendirme faaliyetleri, 2000’lerin başından bu yana hız kazanmıştır. ABD için Vietnam, Washington’un Asya’ya yönelik “yeniden dengeleme” politikası içinde, ekonomi ve güvenlik boyutları ile hayli önemli bir ülke olarak durmaktadır. ABD’de, Japonya, Avustralya, Yeni Zelanda, Singapur, Güney Kore gibi mevcut stratejik ortakların ve Çin’in yanında, Endonezya, Myanmar ve Vietnam ile ilişkilerini geliştirmeye öncelik ve önem vermektedir. Washington ve Hanoi arasındaki ilişkiler, stratejik işbirliği zemininde giderek sağlamlaşmakta ve sürdürülebilir niteliğe dönüşmektedir.[26]

IV. Amerika Birleşik Devletleri-Filipinler İlişkileri

1. ABD’nin Filipinleri İşgali: 1898-1910 Müdahalesi

1890’ların sonundaki İspanya-Amerikan Savaşı esnasında ABD Amirali George Dewey’in gemileri Filipin kıyılarına yaslanmış ve Manila Körfezi’nde İspanyol donanmasını imha etmişti. Amerika’nın Filipinler’i işgal etmekte birkaç amacı vardı. Birincisi, Çin pazarına giriş için askeri varlık bulundurabileceği bir yer olarak kullanılabilirdi. İkinci amaç, ABD sanayii için gerekli olan Filipin ham maddelerine el koymaktı. ABD Başkanı William McKinley’e göre ise, üçüncü amaç Filipinler’e medeniyet götürmek ve halkı Hıristiyanlaştırmaktı. ABD’nin emperyal amaçlarla Filipinler’e işgal saldırısı, 4 Şubat 1899’da iki Filipinli askerin öldürülmesi ile başladı. 5 Şubat 1899’da Filipin Başkanı Emilio Aguinaldo, halkını işgale karşı savaşmaya çağırdı. Filipinlileri harekete geçiren kahramanlık ve bağımsızlık için savaşma arzusu idi. Filipinli askerler kadar siviller de acımasızca öldürüldü. Böylece, ABD tarihindeki en büyük katliamlardan biri başladı. Ayaklanmayı bastırmak için Amerikalılar ekinleri yaktı. Amerikalı askerler sadece bir bölgede ‘300 bin kişiden 100 bininin açlıktan öldüğünü’ yazmıştı. Amerikalılar kimi buldularsa öldürdüler, parola “Öldür ve Yak” idi. Köyler, ekinler ve evler yakıldı veya yok edildi.

Filipinler-ABD Savaşı yaklaşık 17 yıl sürdü ama ABD, 1902 yılında resmen sömürge yönetimi kurduğunu ilan etti. Üç yıl içinde 4.234 Amerikan askeri ölmüş, 2.779’u yaralanmıştı. ABD, Filipinlere büyük bir savaş makinesi getirmiş, 1898 yılında 216.029 Amerikan askeri, 639 üsse yerleştirilmişti. Amerika için bu savaş bir ayaklanma ile mücadele idi. Filipinliler, kanun dışı kişiler ya da haydutlardı. Filipinli güçler büyük ölçüde işçiler ve köylülerden meydana gelmiş ve ellerine ne geçti ise ilkel aletlerle savaşmışlardı. ABD askerleri ise, modern tüfekler, makinalı tüfekler, patlayıcılar, kara ve deniz kuvvetlerinin toplarını kullanıyorlardı. Mayıs 1901’de yani henüz savaş ikinci yılında iken ABD’li General James Franklin Bell, Luzon şehrinde öldürülen 600.000 Filipinlinin ancak 20.000’inin asker olduğunu söylüyordu ve 8 milyonluk Filipin nüfusunun % 10-15’i olan 800.000-1.000.000 kişiyi öldürmüştü. 1901 Nisan’ında Aguinaldo yakalandığında, Amerikalılar savaşın biteceğini umdular ama kitlesel direniş devam etti. Katipunan grubunun bağımsızlık savaşı 1913’e kadar devam etti. ABD, kendi sömürgeci yönetimine yardım etmek ve isyancıları bastırmak için bir ordu kurmaya ve eğitmeye de başlamıştı. Bugünkü Filipinler Silahlı Kuvvetleri ve Filipin Ulusal Polisi’nin kökleri bu dönemde yani 1901’de atılmıştır. Amerikalılar kendilerine hizmet etmesi için Filipin Polis Kuvveti’ni ve ordusunu kurdular. Böylece Amerikalılar “düşük yoğunluklu çatışma” stratejisi ile kanlı işleri paralı Filipinli askerlere yaptırmaya başladılar. Sonuç olarak, Filipin-ABD Savaşı ve devamındaki sömürgeci idare dönemi egemen bir Filipin devletinin ortaya çıkmasını engellemeyi ve onun bir vasal ülke olarak kalmasını hedeflemiştir.

2. 20. Yüzyılda Filipinler ve ABD

1898 yılındaki İspanya ile savaşın kazanılmasının ardından ABD üç yeni toprak kazanmıştı; Porto Riko, Guam ve Filipinler. Filipinler 1899-1902 yılları arasındaki savaşta ABD tarafından işgal edildikten sonra, Filipinli elit bir tabaka bu işgalden hep faydalanırken Filipin halkı hakaret, şiddet, aşırı yoksulluk, ırkçılığa maruz kaldı, halkın istediği reformlar yapılmadı. ABD’nin 1901 sonrasında Filipinler’de başlattığı düşük yoğunluklu savaş 20. yüzyıl boyunca Vietnam, Angola, Nikaragua, El Salvador, Kolombiya ve pek çok ülkede devam etti. ABD, 20. yüzyıl boyunca kendi güçlerini Filipin halkına karşı kullanmama konusunda dikkatli oldu. ABD’nin kurduğu Filipin Ordusu ise dış güçlere karşı değil, içeride 1930’larda köylü ayaklanmasına, 1940 ve 50’lerde Hukbong Bayan ayaklanmasına ve 1960’larda Yeni Halkın Ordusu’na, 1970’lerden beri de Moro Halk Ordusu’na karşı savaşmaktadır.

Filipinliler, İkinci Dünya Savaşı’nda Japon ve Amerikan işgaline uğradıysa da, 1946′da yeniden bağımsızlığına kavuştu. 4 Temmuz 1946’da Filipinlere bayrak bağımsızlığı verildi. Bu tarihe kadar Amerikan emperyalizmi ülkeye iyice nüfuz etmişti. İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD’nin Filipinlere müdahaleleri 1949-1952 ve 1985-1988 yılları arasında devam etti. Son 60 yıldır Filipinlerin iç işlerine ABD müdahalesi geçmişin silahlı müdahalelerinden farklı olmadı. Sömürge sonrası dönemde de 1947 yılındaki Filipinler-ABD Askeri Üs Anlaşması ve 1951 yılındaki Karşılıklı Savunma Anlaşması kapsamında Amerikan askerleri askeri üslerde kalmaya devam etti. Kore ve Vietnam savaşları esnasında ABD, Filipinlerdeki üslerini ana konuşlanma bölgesi olarak kullandı. Bu üsler, Irak gibi Ortadoğu’ya yönelik askeri operasyonların anahtar geçiş noktası oldu. Yakın zamanda bu üsler Afgan halkına karşı savaşta kullanıldı. 1992 yılında ABD kuvvetlerinin çekilmesinden sonra ABD ile onun desteklediği hükümetlerin bağları ve tatbikatları devam etti. En son Nisan 2012’de Güney Çin Denizi’nde geniş çaplı ortak bir tatbikat yapıldı.[27]

Sonuç olarak, günümüzde ABD’nin Filipinler politikasına bakacak olursak, ABD ile Filipinler arasında imzalanan savunma işbirliği anlaşması, ABD’nin bölgedeki diğer işbirliği yaptığı ülkeler arasına Filipinler’i de dâhil etmiştir. ABD’nin Filipinler ile yakın ilişkileri kurması, bölgedeki edindiği askeri ve stratejik alt yapısının kullanımı için çok önemlidir. Filipinler’in askeri yapısı ile uyumlu olması, ABD’nin Çin’e karşı stratejik anlamda ciddi bir avantaj sağlayacağı gayet açıktır. Aynı zamanda Filipinler’in stratejik konumu ABD’nin Asya’da özellikle Çin’e karşı birçok konuda avantaj sağlayacağı da açıktır. ABD’nin Asya bölgesinde izleyeceği politikada daha fazla söz sahibi olabilmesi için, Filipinler gibi önemli bir konuma sahip olan bir ülkeyi her zaman kendi tarafında tutmaya çalışması akıllıca olacaktır. Bu ilişkileri güncel ve daim tutabilmek için de, Washington, askeri ve güvenlik politikalarına önem vermektedir.

Sonuç

İlk olarak, ABD’nin Asya bölgesine yönelik olan dış politikasını yıllar içerisinde değişiklik gösterdiği söyleyebiliriz. Bu değişiklik ilk olarak, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Asya bölgesinde hâkimiyet ve yayılmacı bir politika çerçevesinde askeri güçlerini bölgeye gönderdiğini görebiliriz. Özellikle Soğuk Savaş sonrasında saldırgan ve yayılımcı dış politikasını askeri güçleri değil, ekonomik, ticari ve stratejik ortaklıklar çerçevesinde gerçekleştirmeyi hedeflemiştir. Dünya savaşında ilişkilerini başlattığı bazı kilit ülkelerle bu amacını gerçekleştirebilmek için ilişkilerini daha üst seviyeye taşımıştır. ABD,  dünya ekonomisinin Asya’ya yani Doğu Bloku’na kaydığının bir göstergesi olarak günümüzde de bu politikasının devam ettiğini söyleyebiliriz. Günümüz ilişkilerinde Asya bölgesindeki politikasının önündeki en büyük rakip olarak Çin Halk Cumhuriyetini görmektedir. Bu bağlamda Çin’in uluslararası arena da ABD’yi gelecek yıllar içerisinde geride bırakacağını söyleyebiliriz. ABD, Çin’e karşı bu açığını kapatabilmek için Çin’in komşularından biri olan Filipinler gibi yüksek öneme sahip bir ülke ile stratejik ortaklıklar kurmaktadır. Son olarak Amerika Birleşik Devletlerinin bu tutumu sürdürmelidir. Çünkü kendi ekonomik ve ticari çıkarları için Asya devletleri ile iyi ilişkiler kurmaya zorunludur.

Eren ÇÖLÜKOĞLU

 

KAYNAKÇA

DİPNOTLAR

[1] Tarihi Olaylar, “Pearl Harbor Saldırısı”, Erişim Tarihi: 04.07.2020, Erişim Adresi: https://www.tarihiolaylar.com/tarihi-olaylar/pearl-harbor-saldirisi-92.

[2] Serkan Kızılcı & Tamer Kavuran (2019), “İkinci Dünya Savaşı’nda Japonya Karşıtı ABD Propaganda Posterlerinin Korku Çekiciliği Bağlamında İncelenmesi”, Anadolu Akademi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı: Ek Sayı, s. 66.

[3] Oral Sander (2011), Siyasi Tarih 1918-1994, Ankara: İmge Kitabevi, s. 165.

[4] Hürriyet (2020), “Pearl Harbor Saldırısı Nedir, Pearl Harbor Baskını Sonuçları Neler”, Şubat 2020, Erişim Tarihi: 04.07.2020, Erişim Adresi: https://www.hurriyet.com.tr/gundem/pearl-harbor-saldirisi-nedir-pearl-harbor-baskini-sonuclari-neler-41456114.

[5] Sabah (2018), “Pearl Harbor Saldırı Nedir, Sonuçları Nelerdir”, Aralık 2018, Erişim Tarihi: 04.07.2020, Erişim Adresi: https://www.sabah.com.tr/kultur-sanat/2018/12/27/pearl-harbor-saldirisi-nedir-sonuclari-nelerdir.

[6] China.org (2017), “Potsdam Bildirisi”, Mart 2017, Erişim Tarihi: 05.07.2020, Erişim Adresi: http://turkish.china.org.cn/china_key_words/2017-03/30/content_40528194.htm.

[7] Milliyet (2017), “Tarihin En Büyük 10 Patlaması”, Erişim Tarihi: 05.07.2020, Erişim Adresi: https://www.milliyet.com.tr/tarihin-en-buyuk-10-patlamasi-molatik-2681/.

[8] Ahmet Furkan Mercan (2019), “Hiroşima ve Nagazaki’nin Üzerinden 74 Yıl Geçti”, Anadolu Ajansı, Ağustos 2019, Erişim Tarihi: 05.07.2020, Erişim Adresi: https://www.aa.com.tr/tr/dunya/hirosima-ve-nagazakinin-uzerinden-74-yil-gecti/1549776.

[9] BBC Türkçe (2019), “Nagazaki: Savaşta Kullanılan Son Atom Bombasının Hikayesi”, Ağustos 2019, Erişim Tarihi: 04.07.2020, Erişim Adresi: https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-40871418.

[10] Ahmet Furkan Mercan (2019), “Hiroşima ve Nagazaki’nin Üzerinden 74 Yıl Geçti”, Anadolu Ajansı, Ağustos 2019, Erişim Tarihi: 05.07.2020, Erişim Adresi: https://www.aa.com.tr/tr/dunya/hirosima-ve-nagazakinin-uzerinden-74-yil-gecti/1549776.

[11] Amerika’nın Sesi (2015), “Okinawa Savaşı’nda Ölenler Anılıyor”, Ağustos 2015, Erişim Tarihi: 04.07.2020, Erişim Adresi: https://www.amerikaninsesi.com/a/okinawa-savasinda-olenler-aniliyor/2918375.html.

[12] Hamit Emrah Beriş (2017), “Dünya Siyasetinde Muhafazakârlık”, Muhafazakâr Düşünce Dergisi, Sayı: 51, s. 112.

[13] Murat Koç (2014), “21. Yüzyılda Yükselen Çin’e Karşı ABD –Japonya İttifakı”, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, Ocak 2017, Erişim Tarihi: 05.07.2020, Erişim Adresi: https://21yyte.org/tr/merkezler/bolgesel-arastirma-merkezleri/amerika-arastirmalari-merkezi/21-yuzyilda-yukselen-cine-karsi-abd-japonya-ittifaki.

[14] Emine Akçadağ (2010), “Yumuşak Güç Japonya’nın Sert Güç Arayışları”, Bilgi Stratejisi, Sayı: 3, ss. 18-19.

[15] Gürol Baba (2019), “Japonya’nın Savunma Politikasındaki Dönüşüm”, Anadolu Ajansı, Mart 2019, Erişim Tarihi: 06.07.2020, Erişim Adresi: https://www.aa.com.tr/tr/analiz/japonya-nin-savunma-politikasindaki-donusum/1423671.

[16] Sabah (2019), “ABD’den 4 Milyar Dolarlık Askeri Satışa Onay”, Ağustos 2019, Erişim Tarihi: 06.07.2020, Erişim Adresi: https://www.sabah.com.tr/amerika/2019/08/27/abdden-4-milyar-dolarlik-askeri-satisa-onay.

[17] Mehmet Özay (2018), “Asya-Pasifik’te Tayvan Sorunu”, Güneydoğu Asya Çalışmaları, Ekim 2018, Erişim Tarihi: 11.07.2020, Erişim Adresi: https://guneydoguasyacalismalari.com/2018/10/31/asya-pasifikte-tayvan-sorunu-taiwan-issue-in-asia-pasific/.

[18] Barış Adıbelli, “Çin-ABD Gerginliği”, Doğu Türkistan Kültür ve Dayanışma Derneği, Erişim Tarihi: 11.07.2020, Erişim Adresi: http://www.gokbayrak.com/sayfa/cin-abd-gerginligi.

[19] Fulya Köksoy (2019), “Çin Halk Cumhuriyeti Merkezli Tayvan, Tibet Ve Doğu Türkistan Sorununun Amerika-Çin İlişkilerine Yansıması”, Ege Stratejik Araştırmalar Dergisi, Sayı: 2.

[20] Fulya Köksoy, a.g.e., ss. 88-89.

[21] Mehtap Şimşek (2008), “Türk Basınında Vietnam Savaşı: Ulus Gazetesi Örneği”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, Sayı: 42. ss. 312-314.

[22] Stratejik Ortak (2016), “ABD-Vietnam İlişkilerinin Kronolojik Tarihi”, Haziran 2016, Erişim Tarihi: 11.07.2020, Erişim Adresi: https://www.stratejikortak.com/2016/06/abd-vietnam-iliskileri.html.

[23] İsa Özcan (2018), “Hollywood Sinemasında Kahraman Yaratma ve Algı Yönetimi: Bir Örnek Vietnam Savaşı ve Rambo Filmleri”, Maltepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, s. 69.

[24] Ersin Kocadede (2016), “ABD-Vietnam: Ekopolitik Gerçekler ve Dengeleme Politikasının Getirdiği İşbirliği”, Anka Enstitüsü, Ağustos 2016, Erişim Tarihi: 13.07.2020, Erişim Adresi: http://ankaenstitusu.com/abd-vietnam-ekopolitik-gercekler-ve-dengeleme-politikasinin-getirdigi-isbirligi/#_ftn7.

[25] Umur Koçak Semiz (2016), “ABD-Vietnam İlişkilerinde Yeni Dönem”, Anadolu Ajansı, Mayıs 2016, Erişim Tarihi: 13.07.2020, Erişim Adresi: https://www.aa.com.tr/tr/dunya/abd-vietnam-iliskilerinde-yeni-donem-/577122.

[26] Ersin Kocadede, a.g.e.

[27] Sait Yılmaz, “Amerika’nın Filipinler’e Askeri Müdahaleleri”, Erişim Tarihi: 14.07.2020, Erişim Adresi: https://acikarsiv.aydin.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/11547/500/sait24.pdf?sequence=1.

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.