ATATÜRK’ÜN VE LATİN AMERİKALI LİDERLERİN KALKINMA MODELLERİ

upa-admin 21 Nisan 2014 3.879 Okunma 0
ATATÜRK’ÜN VE LATİN AMERİKALI LİDERLERİN KALKINMA MODELLERİ

Latin Amerika’da 1998 yılından beri sol partilerin iktidara gelmesi ve küreselleşen dünyada isimlerinden daha çok söz ettirmeleri, bu ülkelerin kalkınma modelleri ve ekonomi politikalarının tartışılmasına neden olmuştur. Özellikle 1980’lerden itibaren bölgede uygulanmaya çalışılan neoliberal politikalar ve Washington Uzlaşması (Uzlaşısı)[1] çerçevesinde katı liberal politikaların halkta olumsuz tepkiler uyandırması sonucunda, Latin Amerika ülkelerinde sol partiler popülist söylemlerle iktidara gelmişlerdir.[2]

Latin Amerika’da iktidara gelen sol partilerin izlediği ekonomi politikaları ile Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün izlediği ekonomi politikaları arasındaki benzerlikler ve farklılıklar sürekli tartışılmıştır. Bu tartışma sürecinde aktif olarak tartışmalara katılan gruplar; sol diye tanımlanan sosyalist kesim ile Atatürkçü/ Kemalist/ Ulusalcı olarak tanımlanan devletçilerdir. Solcular Atatürk’ün milli burjuva devrimcisi olduğunu iddia ederek, Atatürk ile Latin Amerika liderleri arasında bağlantı kurulmasına karşı çıkmaktadırlar. Atatürkçüler ise Atatürk’ün anti-emperyalist politikaları ile Latin Amerika liderleri arasında bağ kurmaya çalışmaktadırlar. Bu çalışmada Atatürk ile Latin Amerika’daki sol yönetimlerin izlediği ekonomik politikalar arasındaki benzerlikler ve farklılıklar incelenecektir.

Mustafa Kemal Atatürk’ün Ekonomi Anlayışı

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan Mustafa Kemal Atatürk, Lozan görüşmelerine İsmet İnönü’yü gönderdiğinde aklındaki tek düşünce yeni kurulan cumhuriyetin tam bağımsız yapısını o dönemin dünya liderlerine kabul ettirmekti. Bir taraftan yeni cumhuriyeti dünyaya kabul ettirmeye çalışırken, diğer taraftan ise savaştan yeni çıkmış olan ülkenin kalkınması için gerekli çalışmaları yapmaya başlamıştı. Atatürk, ilk süreçte ülkede Lozan Antlaşması’nın getirmiş olduğu yükümlülükler nedeniyle 5 yıl boyunca kısmi liberal politikalar uygulamıştı.[3] Ancak özel sektörün yatırım yapmadığı ve bir devlet için hayati önem taşıyan kurumların temelini atmak için çalışmalarda bulunmuştu. Örnek olarak, ilk Türk bankası ile birlikte üç adet yeni banka daha kurulmuş ve demiryollarının yapılmasına önem verilmiştir.[4]

1929 ekonomik krizi (Büyük Buhran) ile birlikte Keynesçi ekonomik anlayışın, yani devletin ekonomide özel sektör gibi etkin olması gerektiğini savunan görüşün hakim olmasıyla beraber Atatürk, artık kafasındaki ekonomi modelini uygulamak için uluslararası alanında elverişli olduğuna karar vermiştir. Bu sayede ülkenin kalkınması için planlı ekonomi modelini uygulamaya koymuştur. Artık Türkiye Cumhuriyeti süratle sanayileşebilirdi.

Atatürk’ün kafasındaki modelin ismi “Devletçilik” ilkesiydi. Bu ilkeyi Mahmut Esat Bozkurt şöyle açıklamaktadır; “Atatürk devletçiliği, insanın insan tarafından sömürülmesini önleyecek tüm tedbirlerin devletçe alınmasından ibarettir.”[5] Ayrıca Bozkurt’un İzmir İktisat Kongresi’nde yaptığı şu konuşma önem arz etmektedir; “Biz iktisat meslekleri tarihinde mevcut mekteplerden hiç birine mensub değiliz. Ne (Bırakınız, geçsinler, bırakınız yapsınlar) mektebine, ne de sosyalist komünist, etatist veya himaye mekteblerinden değiliz… Zikrettiğim mekteplerden hiç birine mensup olmamakla beraber memleketimizin ihtiyacına göre bunlardan istifade etmeyi de ihmal etmeyeceğiz. Yeni Türkiye muhtelit bir iktisat sistemi tatbik etmelidir. İktisadi teşebbüs kısmen devlet ve kısmen teşebbüs-i şahsi tarafından deruhte edilmelidir.”[6] 1935 CHP parti programında ise Devletçilik ilkesi şöyle ele alınmaktadır: “Özel kınav ve çalışma esas olmakla beraber, imkan olduğu kadar az zaman içinde ulusumuz genliğe ve yurdu bayındırlığa eriştirmek için, genel ve yüksek asığların gerektirdiği işlerde, hele ekonomik alanda, devleti filiğ surette ilgilendirmek başlıca esaslarımızdandır. Devletin ekonomi işleri ile ilgisi filiğ surette yapıcılık olduğu kadar, özel girişimlere ön vermek ve yapılmakta olan işleri düzenlemek ve kontrol da etmektir.”[7]

Ahmet Taner Kışlalı, devletçilik ilkesini liberalizm karşıtlığı olarak sınıflandırmaktadır. Bu tezini devletin bir müteşebbis, müdahaleci ve denetleyici özelliği ile açıklamaya çalışmaktadır. Ekonomik olarak sıfır olan bir millete sahip olan devletin, devletçi politikalar izlemesini desteklemektedir. 1929 ekonomik krizine kadar özel sermayenin etkili olamadığını ve Lozan Anlaşması gereğince liberal politikalar izlendiğini belirtmektedir. Ancak kriz sonrası devletin ekonomiye müdahil olduğunu dile getirmektedir. Amaç kıt kaynakların verimli bir şekilde kullanılması ve hızlı bir kalkınmanın sağlanmasıdır.[8] Anıl Çeçen ise Atatürk’ün devletçilik ilkesini, silahlı zaferlerden siyasi zaferlere, siyasi zaferlerden ekonomik zaferlere, ekonomik zaferlerden ise bilim ve kültür alanındaki zaferlere geçiş sürecinde ekonomik bir araç olarak görmektedir. Kemalist devletçiliği, kamu ile özel sektör arasındaki dengeli bir karma ekonomik model olarak gören Çeçen, halkın kalkınması sürecinde devletin varlığının bir zorunluluk olarak görmektedir.[9]

Latin Amerika Liderlerinin Ekonomi Anlayışı

Latin Amerika’da sol olarak tanımlanan gruplar dar bir çerçeve içine sokulmayacak kadar geniştir. “Sol partiler” ya da “sol” kavramı; sosyalist, merkez sol, sosyal demokrat ve halkçı politikaları savunan partileri ve grupları içermektedir.[10] Bu grupların ülkede bulundukları süreç içinde izlemiş oldukları ekonomik politikalarda aynı şekilde çeşitlilik arz etmektedir. Soğuk Savaş ile beraber dünyada artık sosyalizmin ya da komünizmin bittiğine dair yapılan propagandaların yaklaşık sekiz yıl gibi kısa bir süreçte asılsız olduğu ortaya çıkmıştır. Latin Amerika’da yaşanan ekonomik krizler ile dönemin şartları içinde tekrar uygun ortam bulan sol düşünce, ekonomik kalkınma için bir seçenek olmaya başlamıştır. Aynı zamanda sol düşünce, yeni koşullara uygun yeni stratejiler belirlemeye yönelmiştir. Özellikle liberal demokrasi içinde evrimleşmesi ya da liberal demokrasiye adapte olması solun daha da güçlenmesine, ulusal ve uluslararası alanda gördüğü baskının azalmasını sağlamıştır.[11] Latin Amerika solunun yeni ekonomi stratejilerini Steve Ellner şöyle açıklamaktadır: “Neoliberalizmin iflası, anti- neoliberalleri kendilerine özgü politik stratejiler geliştirmeye yöneltmiştir. Bu bağlamda üç öneri ortaya çıkmıştır: Meksikalı akademisyen-politikacı Jorge Castañeda’nın öncülüğünde gelişen ve “merkez”deki politik güçleri neoliberalizme alternatif bir program temelinde sağdan kopararak sola kazandırmaya çalışan merkez-sol yaklaşım; Şilili Marksist kuramcı Marta Harnecker’le özdeşleştirilen ve anti-neoliberalizme öncelik veren, bu bağlamda da hem daha sol taleplerden, hem de merkezcilerle anti-neoliberalizmin özünü zedeleyebilecek ittifaklardan uzak duran strateji; ve son olarak James Petras tarafından savunulan ve anti-neoliberal taleplerin anti-emperyalist ya da anti-kapitalist mücadeleleri gölgelemeksizin ortaya konmasını öneren daha sol bir strateji.”[12]

Ellner’in analizi incelendiğinde ilk önce kapitalizme karşı olmayan, ancak neoliberal politikalara karşı olan bir grup karşımıza çıkmaktadır. İkinci olarak anti-neoliberal politikalar ile hem merkez sola, hem de kapitalizm sorgulayan sol karşımıza çıkmaktadır. Son olarak üçüncü grup ise sosyalist olarak tanımlayabileceğimiz sınıf karşımıza çıkmaktadır. Latin Amerika’da yönetimde olan partiler temel olarak bu üç çerçeve içindedir. Örnek olarak Venezuela eski devlet başkanı Hugo Chavez sosyalist olarak bilinmekteydi ve Venezuela’da 21. Yüzyıl Sosyalizmi’ni kurmak için çalışmalar yürüten bir liderdi.[13] Bu düşünceleri çerçevesinde üçüncü grupta gösterilebilir. Ancak Chavez’in bölgedeki en yakın dostlarından biri olan Bolivya devlet başkanı Evo Morales ise birinci kategoriye girmektedir. Morales’in yardımcılarından Álvaro García Linera 2007’de yaptığı bir konuşmada “Devletin varlığının arttığı bir kapitalizm istiyoruz.” demiştir.[14] Bu durum Morales’in nasıl bir ekonomi politikası izlediğini açıklar niteliktedir.

presidente-evo-morales

Evo Morales

Sonuç

Yukarıdaki veriler çerçevesinden bakıldığında Atatürk ile Latin Amerika liderleri arasında benzerlikler olduğu gibi farklılıklar olduğu da kesindir. Atatürk’ün ekonomi politikası Ellner’in analizi çerçevesinde incelendiğinde birinci grup ile ikinci grup arasında kalmaktadır. Sosyalistler ile arasında farklılıklar bulunmasına rağmen Atatürk ve Latin Amerika liderlerinin en büyük ortak özellikleri anti-emperyalist olmalarıdır.

Emrah KAYA


[1] Washington Uzlaşması, ABD, IMF ve Dünya Bankası merkezli bir politikadır. Toplam on maddeden oluşmaktadır. Temel amaç neoliberal politikaya hazır bir ülke yaratmaktır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Ali Şen, “Washington Konsensüs ve Gelişmekte Olan Ülkeler Sorunları: Eleştirel Bir Değerlendirme”, Süleyman Demirel Üniversitesi İİBF Dergisi, Cilt: 10, Sayı: 2, Yıl: 2005, ss. 181- 200; Ed. Pedro-Pablo Kuczynski- John Williamson, After the Washington Consensus: Restarting Growth and Reform in Latin America, Washington: Institute for International Economics, 2003.

[2] Kenneth M. Roberts, “Populism, Political Conflict, and Grass-Roots Organization in Latin America”, Comparative Politics, Vol. 38, No. 2 (Jan., 2006), ss. 127-148.

[3] Özer Özçelik & Güner Tuncer, “Atatürk Dönemi Ekonomi Politikaları”, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt IX, Sayı 1, Haziran 2007, ss. 254- 257.

[4] Lord Kinross, Atatürk: Bir Milletin Yeniden Doğuşu, Çev. Necdet Sander, Altın Kitaplar, 2011, ss. 517-518.

[5] M. İskender Öztunalı, “Devrimci ve Atatürkçü Mahmut Esat Bozkurt”, Mahmut Esat Bozkurt Anısına Armağan (1892- 1943), İstanbul Barosu Yayınları, İstanbul, 2008, s. 25.

[6] Zeki Hafızoğulları, “İzmir İktisat Kongresi Görüşler ve Değerlendirmeler”, http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-46/izmir-iktisat-kongresi-gorusler-ve-degerlendirmeler.

[7] C. H. P. Programı, TBMM Kütüphanesi, Ulus Basımevi, Ankara, Mayıs 1935, ss. 9-10.

[8] Ahmet Taner Kışlalı, Kemalizm, Laiklik ve Demokrasi, İmge Kitapevi, 6. Baskı, Ankara, Ekim 1999, ss. 46-49.

[9] Anıl Çeçen, Kemalizm, Fark Yayınları, 7. Baskı, Ankara, 2007, ss. 131-132.

[10] Sonay Bayramoğlu Özuğurlu, “Latin Amerika’da Solun Yükselişinin Siyasal Sisteme Etkileri”, Mülkiye Dergisi, Cilt: 36, Sayı: 274, 2012, s. 15.

[11] Çiğdem Çidamlı, “Latin Amerika’da Ezilenler ve Siyaset: Yeni Bir Tarihin Başlangıcında”, Praksis Dergisi, Sayı: 14, Kış-Bahar, 2006, ss. 19- 20.

[12] Steve Ellner, “Solun Hedefleri ve Latin Amerika’da Neoliberalizme Karşı Strateji Tartışmaları”, Çev. Şebnem Oğuz, Praksis Dergisi, Sayı: 14, Kış- Bahar, 2006, s. 29.

[13] Marta Harnecker, 21. Yüzyıl Sosyalizmi ve Latin Amerika, Kalkedon, İstanbul, Ağustos 2010, ss. 55- 63.

[14] Jeffery R. Webber, “Duraklayan Radikal Geçiş: Evo Morales, Yerli Popülizmi ve Bolivya’da Gericiliğin ve Umudun Güçleri”, Çev. Burak Gürel, Ed. Aylin Topal, Latin Amerika’yı Anlamak Neoliberalizm, Direniş ve Sol, Yordam Kitap, İstanbul, 2007, s. 66.

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.