MISIR’DA SİVİL-ASKER İTTİFAKI MI?

upa-admin 08 Temmuz 2012 2.078 Okunma 0
MISIR’DA SİVİL-ASKER İTTİFAKI MI?

Mübarek sonrası İslami hassasiyetleri ön planda olan çeşitli toplumsal grupların siyaset sahnesindeki yükselişlerine tanıklık eden Mısır, geçtiğimiz günlerde gerçekleştirilen devlet başkanlığı seçimlerinin ardından yeni bir döneme girmiştir. Müslüman Kardeşler ile Selefilerin toplum nezdinde artan etkinliklerine karşın ordunun hala en güçlü ve örgütlü kurum olarak varlığını koruduğu ülkede önümüzdeki dönem asker-sivil ilişkilerinde çatışma sürekliliğinin içselleştirilebileceği bir sürece işaret etmektedir. Ancak devlet başkanlığı koltuğuna oturan Müslüman Kardeşler Örgütü’ne mensup Muhammed Mursi’nin yaptığı açıklamalar ve dengeyi gözetmeye çalışan tutumu, başta Müslüman Kardeşler olmak üzere Mübarek muhalifi bazı kesimlerin ordunun ülke içerisindeki konumunu kabullendiğini ve ortak bir yönetim anlayışına hayır demeyeceklerini kanıtlar gibidir.

Mısır’da 30 yıla yaklaşan Hüsnü Mübarek yönetiminin ardından gerçekleştirilen ilk demokratik devlet başkanlığı seçimlerini Müslüman Kardeşler’e yakın duran Hürriyet ve Adalet Partisi’nin ABD’de mühendislik eğitimi almış bir akademisyen olan lideri Muhammed Mursi kazanmıştır. Katılım oranının % 51,8 ile oldukça düşük bir düzeyde kaldığı seçimler sonrasında Mursi oyların % 51,3’ünü alırken, Hüsnü Mübarek döneminin son başbakanı ve eski bir asker olan Ahmed Şefik % 48,7 ile ciddi bir oy patlaması yaşamış olmasına karşın Mursi’nin galibiyetini kutlamak zorunda kalmıştır. Bu sonuçla Muhammed Mursi, krallığın yıkılmasının ardından Mısır Devlet Başkanlığı koltuğuna oturan ilk sivil olmuştur. 1928 yılında kurulan Müslüman Kardeşler ise, Mursi eliyle ilk kez iktidara gelmiş ve devlet başkanlığı koltuğunu eline geçirmiştir. Muhammed Mursi’nin seçimlerin ardından yaptığı ilk açıklamada Mısır Ordusu ile Anayasa Mahkemesi’ne teşekkür etmesi ve onları devrimin ardında durdukları için kutlaması oldukça ilginçtir. Zira Mısır Ordusu’nu kontrolünde tutan ve Mübarek sonrası geçiş sürecini koordine eden Mareşal Hüseyin Tantavi önderliğindeki Yüksek Askeri Konsey ile bu konseyin etkisi altında bulunan Mısır Anayasa Mahkemesi ve Yüksek Seçim Kurulu, seçim sürecinde içerisinde Müslüman Kardeşler ve Selefilerin adaylarının da bulunduğu birçok Mübarek muhalifinin seçimlerde aday olmalarını engellemiş ve Mısır Anayasa Mahkemesi’nin aldığı bir son dakika kararı ile de Müslüman Kardeşler’in çoğunluğu oluşturduğu Mısır Parlamentosu’nu, seçimlerin anayasaya aykırı bir şekilde gerçekleştirildiği gerekçesiyle feshetmişti. Fesih gerekçesi ise, Mısır Parlamentosu’nda bağımsızlara ayrılması gereken üçte birlik kontenjana siyasi partilerin de aday göstermesi olmuştur. Yüksek Askeri Konsey de Anayasa Mahkemesi tarafından alınan kararları aynen uygulamaya koyup birçok adayın başkanlık seçimlerinde yarışmasına izin vermezken, parlamentonun da feshedildiğini açıklamıştır. Tüm bu gelişmelerin yanı sıra, Mısır Anayasa Mahkemesi’nin Mübarek döneminin son başbakanı Ahmed Şefik’in seçimlerde yarışamayacağı gerekçesiyle, başta seçimlerde yarışmasına izin verilmeyen adaylar olmak üzere muhalefetin kendisine yaptığı başvuruya da olumsuz bir yanıt vermesi ve Şefik’in adaylığını onaylaması da Mursi’nin işini zorlaştıran ve ordunun gücünü ve baskısını gösteren eylemler olarak dikkat çekmiştir. İşte bu nedenle, Mursi’nin seçimleri kazandıktan sonra yaptığı açıklamada öncelikle ordu ve yargıya teşekkür etmesi yadırganan bir gelişme olmuştur ve Mursi’ye destek veren Selefiler ile bir kısım liberaller tarafından da tepkiyle karşılanmıştır. Bu açıklama, Müslüman Kardeşler’in ordunun oldukça hassas olduğu bir dönemde onunla çatışmama ve gerekirse iktidarı paylaşma yönünde bir karar aldığını göstermektedir. Zira Müslüman Kardeşler’in iktidara gelmesi, Mısır Ordusu için oldukça travmatik bir gelişme olarak addedilebilir. Çünkü Mısır’da devlet başkanlarının ordu içerisinden çıkması adeta bir gelenek haline gelmiştir. Üstelik daha düne kadar yasadışı olarak görülen bir siyasal fraksiyonun iktidara gelmesi de Mübarek’in en önemli müttefiki olan Mısır Ordusu için kolaylıkla hazmedilebilecek bir gelişme değildir.

Mısır’da ordu her zaman siyasal süreci şekillendiren ve kendi bünyesinden çıkardığı liderler ile Ortadoğu’daki gelişmelere yön veren bir aktör olmuştur. Cemal Abdülnasır’ın Pan-Arabizmi ile Enver Sedat’ın İsrail’e yönelik tutumu ve imzaladığı Camp David Antlaşması bu durumun en açık göstergeleridir. Bunun yanı sıra, Mısır Ordusu’nun ABD ile çok yakın bağları da bulunmaktadır. İsrail’in varlığı ve güvenliği için hayati önemdeki Camp David Antlaşması’nın sürdürülebilmesi için Mısır Ordusu’na her yıl 2 milyar dolar tutarında askeri yardımda bulunan ve bugüne kadar Mısır Ordusu’nun siyaset ve ekonominin işleyişine müdahil olmasına herhangi bir itirazda bulunmayan ABD, Arap Baharı sonrası bu tutumunda bir değişikliğe gitmiş ve Mısır’da halkın önemli bir bölümünün desteğini arkasına almış ılımlı bir İslami hareket olan Müslüman Kardeşler ile Mısır Ordusu arasında kurulacak bir siyasi ortaklığa sıcak bakmaya başlamıştır. Zira böylece hem Mısır Ordusu ile kurulmuş olan müttefiklik bağı korunabilecek hem de halkın desteğine sahip ve kontrolden çıktığı anda ordu tarafından derhal alaşağı edilebilecek bir hükümet yapısı oluşturulabilecektir.

Kuşkusuz Muhammed Mursi ve Müslüman Kardeşler de ABD’nin bu politikasının farkındadır. Ne var ki, mevcut konjonktürde ABD’ye ve Mısır Ordusu’na karşı koyabilecek bir siyasal-toplumsal etkinliğe sahip olmadıkları için yönetimi ordu ile paylaşabileceklerini ortaya koymakta ve ılımlı bir yaklaşım sergilemektedirler. Ancak bu tutum Müslüman Kardeşler içerisinde dahi tepkiye yol açmaktadır. Bunun yanı sıra, Selefiler, milliyetçiler ve komünistler de siyasal sistemin ordu ile ortak olarak yapılandırılmasına karşı çıkmakta ve sürecin devrim karşıtlığına doğru ilerlediğini kaydetmektedirler. Başkanlık yarışına giren ancak ikinci tura kalamayan Abdulmunim Ebu’l Fütuh, ordunun parlamentoyu feshetmesi ve anayasaya koymayı planladığı maddeler ile aslında bir darbenin gerçekleştirildiğini savunmaktadır. Nitekim parlamentonun feshedilmesi sonrası, meclis tarafından oluşturulan Anayasa Komisyonu da kadük hale geldiği için, Yüksek Askeri Konsey anayasa yapım sürecini de kendi uhdesine almıştır. Yüksek Askeri Konsey’den yapılan açıklama ile seçilecek cumhurbaşkanının Mısır Ordusu’nun içişlerine müdahale edemeyeceği, askeri atamaları yapamayacağı ve başkomutanlık yetkisinin de yeni anayasa yapılıncaya kadar Tantavi’nin şahsında Yüksek Askeri Konsey’de kalacağının açıklanması büyük bir tepki dalgasına yol açmıştır.

Yasaklı bir siyasal hareket iken iktidara gelen ve toplum tabanındaki desteğini koruyan Müslüman Kardeşler, yeniden yapılacak olan parlamento seçimlerinden zaferle ayrılacağını düşünerek ve izleyeceği politikaya dair şüpheleri olan halkın önemli bir bölümü ile başta ABD ve İsrail olmak üzere dış güçlerin tepkisini çekmemek için şimdilik kaydıyla askeri vesayeti kabullenmekte ve Mursi’yi de bu düşünce ekseninde yönlendirmektedir. Muhammed Mursi’nin ilk yurtdışı gezisini Suudi Arabistan’a gerçekleştireceğini açıklaması ve Mısır’ın taraf olduğu tüm uluslararası antlaşmalara sadık kalacağını belirtmesi de önemlidir. Zira Suudi Arabistan, ABD’nin Ortadoğu’daki en önemli müttefiklerinden biridir ve Hüsnü Mübarek’in de en önemli destekçilerinden biri olarak bilinmekteydi. Antlaşmalara sadık kalınacağının açıklanması ise tamamıyla Camp David Antlaşması ve İsrail ile ilişkiler ile alakalıdır. Mursi, yaptığı açıklama ile Mısır’ın İsrail ile olan barışı sorgulamayacağını ortaya koymuş ve İsrail’in güvenlik endişelerini gidermiştir.

Uluslararası aktörlerin Suriye’ye odaklandığı bir dönemde, Ortadoğu’da değişim ve dönüşümün kalbi olarak adlandırılacak Mısır’da çok önemli gelişmeler yaşanmaktadır. Buna göre Mısır’da, şimdilik kaydıyla devrimciler ile statükocular arasında bir ortaklığın oluşturulduğunu ve siyasal-yönetimsel istikrarın demokrasiye üstün tutulduğunu söyleyebiliriz. Zaten başta ABD olmak üzere bölgeyle ilgili olan aktörlerin büyük bir bölümünün hedefi de statükocu güçler ile geniş halk yığınlarının desteğine sahip muhalefet arasında kurgulanabilecek bir siyasal işbirliği ve ittifakın Ortadoğu geneline yaygınlaştırılabilmesidir.

Dr.  Göktürk TÜYSÜZOĞLU

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.