SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ: İKİ YENİ DÜNYA

upa-admin 22 Temmuz 2012 10.237 Okunma 0
SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ:  İKİ YENİ DÜNYA

Ortadoğu bütün Soğuk Savaş dönemi boyunca iki kutup halinde nüfuz alanlarına ayrılmıştı. Bölgedeki ülkelerin Amerika ve Sovyetler Birliği’nden bağımsız bir politika izlemeleri mümkün değildi.

Aslına bakılırsa Türkiye’nin durumu da pek farklı değildi. Hatta kimi zaman kendi tarihine kimliğine uygun olmasa da Batı politikalarını desteklemek zorunda kaldı. Türkiye gerek Süveyş Kanalı politikasında, gerekse Cezayir’in bağımsızlığı sürecinde takınmış olduğu Batı yanlısı tavır dolayısıyla Arap ülkelerinin gözünde prestij kaybına uğramıştı. Türkiye, Kıbrıs gibi istisnalar bir kenara bırakılırsa bütün Soğuk Savaş yılları boyunca Sovyet tehdidine karşı Batı ittifakının ‘kanat ülkesi’, İngiltere ve ABD’nin Ortadoğu stratejisinde bir ‘mihenk taşı’ durumundaydı. Türkiye başkalarının menfaatlerinde bir taşeron olarak kullanılırken, kendi menfaati söz konusu olduğunda ise bu ‘çift kutuplu’ dünyanın menfaat ilişkisi yüzünden kıpırdayamaz hale geliyordu. Bunun ise en somut örneği PKK’ya açık desteğine rağmen Türkiye’nin Suriye’ye karşı 14 yıl boyunca hareketsiz kalmasıdır. Bunun nedeni ise çok basitti. Soğuk Savaş şartlarında Sovyetler Birliği’nin koruması altındaki bir ülkeyi açıkça tehdit etmek mümkün değildi. Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkartılabilmesi Soğuk Savaş sonrası konjonktürün Türkiye’ye bahşettiği imkanlar açısından bir sembol niteliğindeydi. Şam yönetimi Sovyet desteğini kaybedince Türkiye’ye karşı direnemedi.[1]

Soğuk Savaş sonrası yapılanan yenidünya düzeninde ideolojinin önemi azalmıştır. Doğu-Batı mücadelesi ortadan kalkmıştır, buna paralel olarak da uluslararası istikrar ve işbirliği potansiyeli de artmıştır. Günümüzde hala Çin Halk Cumhuriyeti, Vietnam, Küba, Moğolistan gibi ülkelerde komünist, sosyalist gibi rejimler bulunmaktadır. Sovyetlerin dağılmasıyla birlikte komünizm bir siyasal sistem olarak model olma özelliğini yitirmiştir.[2] Soğuk Savaş dönemi sonrasında güçlü devletlerin genel arzusu mevcut statükonun devamından yanadır. Çünkü mevcut statüko bu gruba giren ülkelerin genel yararınadır. Soğuk Savaş ortamında azalmış olan işbirliğinden kaynaklanan potansiyel kayıplar, artan karşılıklı bağımlılık gibi etkenler, Soğuk Savaşın bitimiyle güçlü devletleri belirgin biçimde işbirliğine yönlendirmiştir. Özellikle Soğuk Savaş sonrası dönemde bölgesel barışı tehdit eden etnik, dinsel ve diğer türden “sınır aşan” çatışmalar karşısında güçlü devletlerin işbirliği yaptığı bir gerçektir. Örnek vermek gerekirse; Soğuk Savaş dönemi boyunca Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi gündemine taşınan çatışmalar için 13 barış gücü tesis edebilmiştir. Bu sayı 1988-93 arası dönemde 20’yi bulmuştur.[3]

ABD belirgin bir biçimde Latin Amerika, Orta Doğu ve Uzak Doğu’da etki alanını genişletmiştir. Rusya’nın engelleme çabalarına rağmen Kafkasya ve Güney Asya’ya kadar ilerlemiştir. Özellikle enerji kaynaklarının üzerine, Rusya, İran ve Ermenistan üçlüsüne karşı, ABD, Türkiye, Azerbaycan, Gürcistan ve Ukrayna’nın bir saf oluşturması dikkat çekmiştir.[4] Bu iki kutuplu sistemde güç dengesi; blok liderlerinin kapasite ve güçlerini artırma yolu ile gerçekleşmiş olup bu amaçla, Doğu ve Batı blokları birbirine karşı her alanda dengeleme politikaları uygulamışlardır. Doğu bloğu lideri SSCB’nin Türkiye ile komşu olması ve yine SSCB’nin “sıcak denizlere açılma” politikası doğrultusunda Türk boğazları üzerindeki tehdidi gibi nedenler Türkiye’yi Batı bloğuna itmiştir.[5]

Soğuk Savaşın Sona Ermesi: 1990-2001 Arası Dönemde Uluslararası Yapı

SSCB’nin dağılması bir bakıma iki süper güçten biri olan ABD’nin gücünü simgelemiş olup Soğuk Savaş dönemimin iki kutuplu olan yapısının sonu olmuştur. ABD’nin “yenidünya düzeni” söylemi uluslararası sistemde değişim sürecini anlatmaktadır. SSCB’nin parçalanmasından sonra uluslararası politikada yerini alan Rusya, 1991-2000 yılları arasında Gorbaçov’un başlatmış olduğu açıklık, şeffaflık ve yeniden yapılanma politikaları doğrultusunda gerek liberal-demokratik siyasi yapıya geçiş gerekse de serbest piyasa ekonomisi sistemine entegre olma yolunda hızlı bir reform sürecine girmiş bulunmaktaydı.[6] 1991-2000 yılları arasında Rusya Soğuk Savaş dönemi boyunca çekim alanında tutmuş olduğu Avrasya ve diğer jeopolitik bölgelerdeki gücünü kaybetmiştir. Rusya’nın bu durumu Doğu Avrupa, Orta Asya ve Balkanlarda güç boşluğunun doğmasına neden olmuştur. Bu boşluk Atlantikçi-Anglosakson deniz gücü ABD tarafından doldurulmaya çalışılmıştır.[7]

SSCB’nin parçalanması ve Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte Rusya’nın iç politikaya odaklanması sonucu dış politikada etkin olamaması 1990-2000 arası dönemde ABD’nin dünya jeopolitiğindeki hareket serbestisini arttırmıştır. ABD’nin bu jeopolitik ve jeostratejik hedef ve uygulamaları ABD liderliğindeki uluslararası sistemin tek kutuplu olduğu biçimindeki düşüncelerin de ortaya çıkmasına neden olmuştur.[8] Türkiye’ye bakacak olursak 10 yıllık kayıp bir zamana rağmen bölgesindeki konumu kendisine büyük imkanlar vermekteydi. Türkiye Ortadoğu-Balkanlar- Kafkaslar üçgeninde en büyük ekonomidir. Batı oryantasyonu, demokratik, laik, hukuk devleti yapısı da Türkiye’ye bölgesinde yumuşak güç imkânı sağlamaktaydı. Türkiye, bu haliyle Ortadoğu dengelerine aktif olarak müdahalede bulunmaya başlamıştır. Bu politikanın altında ise ‘biz Ortadoğu’da etkili olamazsak Ortadoğu bizim içimizde etkili olur’ görüşü yatmaktaydı. Gerek Kürt sorunu gerek El Kaide saldırıları, gerekse de vaktiyle rejim ihracı tartışmaları ve bunun iç siyasetteki yankıları nedeniyle bu etkiler yıllardan beri zaten görülmekteydi. Bu nedenle de Ortadoğu’daki gelişmeleri yönlendirmek Türk dış politikasının temel hedeflerinden biriydi. ‘Irak’a Komşu Ülkeler Zirvesi’ başlığı altında geliştirilmiş olan inisiyatif, 1 Mart tezkeresinin reddi, Suriye-İsrail dolaylı görüşmelerine aracılık etme gibi somut adımlar Ortadoğu’da ‘Türk Faktörü’nü belirgin hale getirmiştir. Türkiye bir bakıma Irak içi dengelerde İran’dan sonra ‘ikinci büyük aktör’ olmuştur.[9]

Tülin AVCU/Uşak Üniversitesi Kamu Yönetimi bölümü lisans öğrencisi

 

 

KAYNAKÇA

[1] Zengin, Gürkan (2010), HOCA-Türk Dış Politikasında “Davutoğlu Etkisi”, İnkılap Kitabevi, ss. 218-219.

[2] Faruk Sönmezoğlu, Türk Dış Politikası, İstanbul: Der Yayınları, 2006, s. 463.

[3] “Soğuk Savaş Sonrasında Yeni Dünya Düzeni”, Akademik Bakış Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler E-Dergisi, Sayı: 17, Temmuz-Ağustos-Eylül, 2009.

[4] Faruk Sönmezoğlu, Türk Dış Politikası (İstanbul, Der Yayınları, 2006), ss. 708-709.

[5] Emeklier, Bilgehan, “Soğuk Savaş Sonrası Uluslararası Sistemin Analizi”, BİLGESAM, (3 Mayıs 2010), Erişim Tarihi: 21.06.2012.

[6] Emeklier, Bilgehan, “Soğuk Savaş Sonrası Uluslararası Sistemin Analizi”, BİLGESAM, (3 Mayıs 2010), Erişim Tarihi: 21.06.2012.

[7] Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik, İstanbul, Küre Yayınları, 2001, s. 110.

[8] Faruk Sönmezoğlu, a.g.e, s. 63.

[9] Zengin, Gürkan (2010), HOCA-Türk Dış Politikasında “Davutoğlu Etkisi”, İnkılap Kitabevi, ss. 218-219.

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.