2011 yılı itibariyle ve özellikle de güney sınırımızda yaşanan son gelişmelere göre, Türk Dışişleri politika üretirken geleneksel çizgisi olan statükoculuğa göre mi hareket etmeli, yoksa iddia edildiği gibi bölgesel liderlik rolünü üstlenebilmek için izlediği politikalarda bir takım esneklikler mi uygulamalı?
Türk hükümetinin yaptığı son açıklamalara göre tercihimiz geleneksel çizgiden farklı bir yönde olmayacağını işaret ediyor. Suriye’nin kuzey bölgesinde yaşanan gelişmelerin Ankara tarafından nasıl algılandığını tespit etmek, Ankara’nın dilini anlamak için önemli ipuçları veriyor. Esad’ın güçlerini kuzey bölgesinden Humus ve Şam’a kaydırmasıyla birlikte, bölgede doğan boşluğu Kürt grupların doldurması ve konuşlandıkları bölgeyi savunma adına silahlandırmaları Ankara için beklenmedik bir gelişme oldu. Başbakan Erdoğan; bölge yapılanmasının PKK-PYD işbirliği çerçevesinde oluşmasını bölgede atılan yanlış bir adım olarak değerlendirdi. Yapılan bu ve benzeri açıklamalar eleştiri oklarını Türkiye’ye çevirdi. Günlerdir yazılıp çizilenler, Türkiye’nin 1990’lı yıllardaki çatışmacı politikasına geri döndüğünü, bölgede yaşanan gelişmelerin aslında Kürt halkının kendi kimliklerini yaşatma çabaları olduğu anlaşılmayarak göz ardı edilmesi şeklinde. Son gelişmelere yön verici adım aslında Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Mesud Barzani ile gerçekleştireceği görüşmede atılacak. Türkiye’nin Arap Baharı başlangıcından beri bölgesel güç iddialarıyla adı geçerken, Kürt nüfusunun bölgedeki geleceğine yön verme çabası içinde olduğunu göz ardı etmek doğru olmaz. Fakat yine de bu görüşmede gizli pazarlıkların olacağı ve bunların medyaya yansımayacağı aşikar. Suriye’nin kuzey bölgesindeki gelişmelere ABD’nin bugüne kadar sessiz kalması da, aslında bu görüşmelerde Türkiye ve Barzani’ye vereceği tavsiye/direktiflerle bozulacak.
Kürt siyasetinin bölgesel ve uluslararası arenada taşıdığı sakıncaları da göz önünde bulundurmak, Türk diplomasisinin ne denli karmaşık bir dönemeçte olduğunu anlamak için oldukça önemli. Geçtiğimiz hafta gerçekleşen Rusya ziyaretinde, Erdoğan’ın Putin ile Suriye konusunda anlaşma sağladığı tek husus ülkenin toprak bütünlüğü olurken, Barzani yönetimindeki Kuzey Irak ile Kuzey Suriye bölgesindeki Kürtlerin organik bağ kurmasına Türkiye’nin göz yumması/destek çıkması durumunda, Rusya’nın Türkiye’yi sözünde durmaması ile suçlayacağı kesin. Esad sonrası için planlarını elinde bulunduran Rusya’nın, Suriye’nin bölünmesi herhalde en son isteyeceği seçenek olur ve bugüne kadar Suriye konusunda gösterdikleri kararlılık kendi diplomasisinin başarısızlığını ortaya koyar. İkinci olarak; Türkiye’nin en başından beri Suriyeli muhaliflerle ortak hareket etmesi, Kürt nüfusunun atacağı adımlara Türkiye’nin göz yumması/desteklemesi noktasında son bulabilir. Suriyeli muhaliflerin Esad sonrası için kurguladıkları Suriye’de ülkenin bölünmesi veya Kuzey Suriye’de bölgesel Kürt yönetimi, kendileri için şimdilik söz konusu değil. Bu bağlamda Türk diplomasisi muhalif güçlerle ortak hareket etmek zorunluluğu hissedebilir.
Bütün bunlardan da önemlisi, Türkiye’nin iç siyasetinde bir Kürt sorunuyla karşı karşıya olması dış politika hesaplarında külfet olarak karşımıza çıkıyor. Kendi sınırları içerisinde anadilde eğitim ve özerklik tartışmaları yaşanırken, Suriye’de bir Kürt nüfusun siyasi serbestliğinin olması Türkiye’nin isteyeceği en son ihtimallerden birisi. Suriye ile olan sınırda Kürt nüfusun yerleşmesinin de güvenlik stratejisi bakımından PKK için büyük bir koz olabileceği hesaplanıyor. İç siyasetteki bu sorun barışçı yollarla çözülmedikçe, Türkiye’nin geleneksel politikası olan statükoculuktan vazgeçmesini mümkün kılmıyor. Bölgesel konjonktür, Kürt siyasetinde Türkiye diplomasisi için hala sıfır toplamlı oyunu ifade ediyor.
Özgür ÖZTÜRK/UPA Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Temsilcisi