Rusya-Suriye ilişkilerinin tarihsel bir derinliği bulunmaktadır. Bu münasebetler iki tarafın karşılıklı çıkarları bakımından süreklilik göstermektedir. Sovyetler Birliği’nin dağılmasına kadar olan süreçte Şam Moskova’ya sadakat göstermiştir.[1] Kremlin’in Putin yönetiminde gücünü tekrar kazanmasının ertesinde Ortadoğu’da ilk adım attığı yer yine Şam olmuştur. Bu bağlamda Moskova’nın Şam söz konusu olduğu zaman sert bir tutum takınması ve Batı’ya güç göstermesi doğal bir durumdur. Çünkü Suriye, Sovyetler Birliği döneminden itibaren Moskova’nın bölgedeki en kayda değer müttefiki olmuştur. İki başkent arasındaki münasebetler, Suriye’nin bir önceki devlet başkanı olan ve mevcut devlet başkanı Beşar Esad’ın babası Hafız Esad zamanında en üst seviyede olmuştur. İki başkent arasındaki ilişkilerin birtakım önemli boyutları bulunmaktadır.
Suriye, Rusya’nın silah sattığı en kayda değer pazarlardan birisini oluşturmaktadır. Rusya-Suriye münasebetlerinin sadece Moskova’nın Şam’a silah satışı ve bu satışlar sonucu oluşan Suriye’nin borcu çerçevesinde meydana gelen askeri boyutu değil, her iki ülkenin de ABD’nin hâkimiyet iddiasına karşı ortak duruşları sebebiyle siyasi yönü de bulunmaktadır.[2] Rusya-Suriye ticari ilişkileri 2008 yılına dek gelişme kaydetmiş ve iki ülke arasında ticaret hacmi 2 milyar doları geçmiştir. Rus basınında yer alan rakamlara göre iki başkent arasında 4 milyar doları bulan askeri anlaşmalar ve ticari bağlantılar bulunmaktadır. Moskova, Şam’ın 5. büyük ticaret ortağıdır. Aralık 2011’de Dünya Ticaret Örgütü’nün bir üyesi olan Moskova ile Şam arasındaki ticaret hacmi 2010 senesinde 1,1 milyar dolar civarında gerçekleşmiştir. Suriye’deki Rus yatırımlarının 2009 sonu itibariyle 20 milyar dolara ulaştığı bir gerçektir. Şam’ın “Arap Gaz Kemeri” projesindeki önemli durumu ve bu durumun Moskova’ya dolaylı da olsa projeye katılma olanağı sunması, Kremlin’in bölgesel enerji çıkarları çerçevesinde Şam’ın önemini bir kat daha artırmaktadır. Özellikle 2005 yılından itibaren iki ülke ilişkileri ivme kaydetmiştir. Bu dönemde Rusya, Suriye’nin SSCB döneminden kalan 14 milyar dolarlık borcunun 10 milyar dolarını Tartus’taki deniz üssünün genişletilmesi ve Suriye’nin yeni silahlar temin edebilmesi için silmiştir. Putin döneminde Rusya-Suriye ilişkileri silah alışverişi ile sınırlı kalmamış, boru hatları ve enerji projeleri de mevcut ticaret ilişkilerine ilave edilmiştir. ABD karşıtlığı ortak paydasında buluşan Rusya ve Suriye ikili ilişkileri, Batı’nın Suriye’ye yönelik izolasyon politikaları sonucunda yoğunlaşmıştır. Şam’ın Rus silah endüstrisi bakımından kayda değer bir pazar olduğu akıldan çıkarılmamalıdır. Moskova, Şam’ın askeri silahlarını halen temin eden tek devlet olma özelliğini uzun yıllardır devam ettirmektedir.[3] Gerçekten de, beynelmilel kamuoyunun tüm endişelerine karşın Moskova, Şam’ın biricik silah sağlayıcısı olmayı sürdürmektedir. Rusya Askeri ve Teknolojik İşbirliği Federal Servisi Başkan Yardımcısı Aleksandır Denisov, ilk başta ulusal çıkarlarını göz önünde bulundurmak zorunda olduklarını, Şam’ın Moskova bakımından kayda değer bir pazar olduğunu belirtirken, Şam’ın elindeki silahların % 80’inin SSCB üretimi olduğu gerçeğinin altını çizmiştir. Öte yandan Şam’ın ABD ve Avrupalı ülkeler tarafından artan bir biçimde izole edilmesi durumu Moskova’ya daha geniş bir hareket sahası sağlamıştır. Bu izole edilme durumu Kremlin ile münasebetlerinin geliştirilmesi hususunda Şam’ın adeta motive olmasına yardımcı olmuştur. Soğuk Savaş sonrası dönemde Şam, Moskova’yı en kayda değer ve güvenilir ortak olarak görmüştür. Bundan ötürü Şam’ın askeri alanda yaptığı harcamalar daha çok Rusya menşeli silahlara yönelik olmuştur.[4] Kremlin de silah ihracatında Şam’ı kayda değer bir pazar olarak değerlendirmiş, yatırımlarını bu çerçevede gerçekleştirmiştir. Bu işbirliği boyunca Şam’a yönelik yapılan Rus askeri yatırımlarının tutarı 26 milyar doları aşmıştır. Mevcut durumda Suriye ordusunun askeri kapasitesi % 90 oranında Sovyet/Rus üretimi silahlarla teçhiz edilmiş olmasına rağmen, bu kapasitenin % 80’ninin modernize edilmesi gerekmektedir. 2010-2013 senelerini içeren 4 yıllık dönem için yapılan anlaşmalara göre Moskova’dan alınacak silahların toplam tutarı 600 milyon dolar civarındadır. İran ve Libya’ya yönelik ambargoların ertesinde Suriye, Rusya’nın silah ihracatı bakımından daha kayda değer bir konuma sahip olmuştur. Suriye ordusunun envanterinde Rus üretimi 5 bin tank, 500’den fazla uçak, 41 gemi bulunmaktadır. Buna ilaveten Kremlin, Şam’a savaş gemilerine yönelik kullanılan “Yakhont” kruvazör füze sistemi de vermektedir. Şam’la füze teknolojilerini, kitle imha silahlarını ve savaş uçaklarını da kapsayan kayda değer bir silah ticareti bulunan Kremlin’in Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkeleriyle uzun dönemli silah anlaşmalarının toplam tutarı 12 milyar doları aşmıştır. Rusya’nın Suriye’ye ihraç ettiği S-300 füzeleri ile MİG 31 askeri uçakları Tel-Aviv ve Washington’un ciddi şekilde rahatsızlık duymasına yol açmaktadır. Fakat Moskova, beynelmilel yasaların Şam’a silah satmasına olanak sağladığını ve bu satışların süreceğini ifade etmiştir. Şam’a satışı yapılan füzeler, 200 kilogram savaşa başlığı taşıma kapasitesine sahip olup, 300 kilometre menzile sahip bulunmaktadır ve ülkenin tüm kıyılarını koruyabilecek özelliktedir. Karadan, havadan, denizden ve denizaltılardan ateşlenebilme kabiliyetine haizdir. Moskova’nın Şam’a kaç adet füze sattığı bilinememektedir.
Moskova’nın Sivastopol Limanı’nı kiralama süresinin 2017’de dolması ve Kiev’in onayı olmadan uzatmanın gerçekleştirilememesi koşulu Moskova’yı birtakım arayışlara yöneltmiştir. Sivastopol, Rusya’nın en büyük ikinci donanma üssü konumunda bulunan ve Karadeniz, Çanakkale ve Akdeniz’den geçerek açık denizlerde yüzen bir donanmanın muhafazası için bir cankurtaran simidi işlevi görmektedir.[5] Rusya eğer bu üssü kaybederse karayla çevrili bir ülke haline gelecektir. Uzmanlar Kaliningrad’ın ise donanmanın faydalanacağı bir duruma getirilmesinin kolay bir iş olmadığını iddia etmektedirler. Rusya’nın uzak doğusunda yer alan Sibirya sahilleri ise levazım-ikmal bakımından uygun olmamasından ötürü jeostratejik bir avantaj getirmemektedir. Kiev’in 2017’de AB ve NATO üyesi olabilme olasılığı söz konusudur. Bu çerçevede bu ülke bir NATO üyesi ülke olarak en büyük Rus askeri üssüne ev sahipliği yapmak zorunda olacaktır ki bu hem NATO, hem de Rusya tarafından halledilmesi gereken önemli bir problem olacaktır. Bundan ötürü Kremlin son on yıldır Sivastopol’a alternatif arayışlarında bulunmuş ve nihayetinde Rus stratejistler bunu Suriye’nin Akdeniz kıyılarında bulduklarını düşünmüştür. Suriye’nin Lazkiye’den sonraki 2. büyük limanı olan Tartus Limanı, Şam’ın kuzeybatısında 220 km uzaklıkta stratejik bir bölgede 1971’den beri Sovyet/Rus deniz üssüne ev sahipliği yapmaktadır. Sovyetler Birliği döneminde limandan daha çok Sovyet donanmasına maddi-teknik ikmal/donanım ve gemi onarımı bakımından faydalanılmış ve üsse olan yatırım kısıtlı olsa da 2008’deki Rusya-Gürcistan Savaşı ertesinde üsteki Rus donanmasının durumu iyileştirilmiş ve Akdeniz’deki tek Rus askeri deniz üssü olarak önemini artırmıştır. Rusya ve Suriye 2002 senesinde bu hususta hazırlık görüşmeleri gerçekleştirmiştir. Başlangıçtaki düşünce Suriye’nin Tartus Limanı’nı her iki ülkenin faydalanacağı bir hava/deniz üssü haline getirmekti. Fakat AB tarafından yapılan yatırım Tartus’u yıllar içerisinde Lazkiye Limanı’nın da önüne geçen bir ticari liman durumuna getirmiştir. Sivastopol üssünün kira süresinin her ne kadar 2042’ye kadar uzatılmış olsa da Moskova bu kararından vazgeçmemiştir. Eylül 2008’de Rus donanma komutanı Amiral Vladimir Vyotsky ve Suriyeli meslektaşı Amiral Talib El Berri tarafından imza konulan anlaşma ile Rusya’nın toprakları dışındaki en gelişmiş donanma üssüne sahip olmuştur. 2009 senesinde takriben 10 geminin bu üsse konuşlandırılması ve Rusya’nın Karadeniz filosunun komutasının bu andan itibaren “ Karadeniz ve Akdeniz Komutanlığı” olarak faaliyette bulunması kararı verilmiştir. Rusya’nın bu üsten, Atlantik ve Hint okyanusları ile Akdeniz ve Kızıldeniz’deki operasyonların ana karargâhı olarak faydalanacağı ifade edilmiştir. Rusya’nın meşhur Severomorsk savaş gemisinin 27 Eylül 2011 tarihinde Kızıldeniz ve Afrika Boynuzundaki deniz korsanlarına karşı olan görevini bitirdikten sonra Tartus Limanı’ndaki Rusya Deniz Kuvvetleri Lojistik ve Teknik Merkezine geldiği belirtilmiştir.[6] İran İslam Cumhuriyeti, Esad rejiminin en önde gelen destekçisi olarak kendi donanması için de bir tesis talebinde bulunmaktadır. Bir İran filosu tarihte ilk kez Şubat 2011’de Şam’a ziyarette bulunmuş ve kalıcı bir varlık ortaya koymak amacıyla demirleme sahaları inşa edileceği haberleri alınmıştır. Bununla ilgili en son gelişme ise Rusya Deniz Kuvvetleri Oramiral Viktor Cirkov yaptığı bir açıklamada Suriye’nin Tartus Limanı’nda bulunan askeri deniz üssünü ellerinde bulundurmayı sürdüreceklerini ifade etti. Rus deniz kuvvetlerinin tedarik merkezi olarak Suriye’de bulunan Tartus deniz üssünün muhafaza edileceğini belirten komutan Aden Körfezi’nde korsanlara karşı mücadelede etmekte olan gemilerinin teknik ve lojistik açıdan bu üsse gereksinim duyduğunu ifade etti.
Esad rejiminin hükümet karşıtlarına uyguladığı şiddete son vermemesi ve reformları pratiğe geçirmemesi durumunda Suriye’ye uluslararası yaptırımlar uygulanmasını öngören BM Güvenlik Konseyi karar tasarısı, Rusya ve Çin tarafından veto edilmiştir.[7] Oylamada Lübnan, Brezilya, Hindistan ve Güney Afrika ise çekimser kaldı. Rusya’nın BM Güvenlik Konseyi’nde kullandığı veto yetkisini açıklarken birkaç faktörün göz önünde tutulması gerekmektedir. Birincisi, Rusya’nın dış politikası genel bir uygulama olarak halk ayaklanmalarını devletlerin iç meselesi olarak görme eğilimindedir. Moskova, halk ayaklanmalarına karşı devletin kuvvet kullanma yetkisine sahip tek yasal otorite olduğu düşüncesinden hareket ederek Esed rejimine destek vermektedir. Rusya ile Çin, ülkelerin iç meselelerinde dış müdahalenin desteklenmemesi ortak paydasında ve BM Güvenlik Konseyi platformunda biraraya gelmektedirler. Bu vesileyle Rusya bir yandan ‘kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi başkasına yapmamak’ gibi bir tercihte bulunarak ayakları yere basan bir politika izlemekte, diğer yandan da Ortadoğu’da Rus imajını güçlendirmeye çalışmaktadır. İkincisi, Suriye Rusya’nın Ortadoğu’daki en önemli ortağı durumundadır. Rusya açısından Suriye’ye yapılan ihracat kadar önemli diğer unsurlar, Moskova’nın Tartus’ta bulunan deniz üssü ve Şam’ın son olarak Gürcistan Savaşı’nda örneği görülen açıktan desteğidir. Ortadoğu’da son aylarda yaşanan gelişmeler de Rusya için Tartus üssünün önemini ortaya koymaktadır. Üçüncüsü, New York Times’ta Neil MacFarquhar’ın da ifade ettiği üzere Rusya’da bazı kesimlerin, başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin Suriye’de kendilerine yakın grupları desteklediklerini ve Esed sonrası dönemde Batı yanlısı bir rejimin iktidara gelmesini amaçladıklarını düşünmesi de, Kremlin’in politikalarında etkili olmaktadır. Moskova’nın bu endişelerden ötürü de Batı’nın yaptırımlar ve ekonomik önlemler alarak yeni bir rejim kurmasına olanak vermek istemediği düşünülebilir. Bu konuyla ilgili en son gelişmelerden biri ise, uzun bir süre Rus İç İstihbarat Servisi FSB’nin başkanlığını yapan ve şu anda Rusya Güvenlik Konseyi Başkanı olan Nikolay Patruşev’in Rus İnterfaks ajansına yaptığı açıklamada, bazı NATO üyesi ülkelerin Suriye’ye askeri müdahale hazırlığı yaptığına dair bilgiler elde ettiklerini belirtti. Patruşev, ABD ve Türkiye’nin Suriyeli isyancıları korumak için Suriye içinde uçuşa yasak bölge oluşturulması olasılığı üzerinde çalıştığını belirterek, “Bize bazı NATO üyesi ve Körfez ülkelerinin dolaylı müdahaleden doğrudan askeri müdahaleye geçmek için Libya benzeri senaryo üzerinde çalıştıklarına dair bilgi geliyor” ifadesini kullandı.[8]
Yukarıdaki anlatılanların ışığında Rusya’nın Suriye politikasını anlamak mümkündür. Bu politika Rusya açısından mantıklı bir politikadır. Moskova, yukarıdaki belirtilen politik, ekonomik, askeri, jeopolitik ve stratejik nedenlerden dolayı Şam’dan desteğini esirgememek zorundadır. Buna ilaveten iki başkent arasındaki tarihi ve kültürel bağlar da göz önünde bulundurulmalıdır. Mesela Suriye, Orta Doğu Ortodoksluğunun en kayda değer merkezidir. Kremlin, küresel kutup lideri refleksi ile Orta Doğu’daki müttefikini el verdiğince koruma konusunda kararlı bir tutum sergilemektedir. Moskova’nın hem Şam ile olan tarihsel bağları, hem Şam’ın Akdeniz ve Ortadoğu jeopolitiğindeki kritik konumu, hem de Kremlin’in yeniden temel bir küresel aktör olma doğrultusundaki girişimleri bunu Moskova için adeta zorunlu kılmaktadır. Buna ek olarak Moskova, gerek bölgede gerekse Washington’a mesafeli bağlamındaki ağırlığını, inandırıcılığını ve itibarını kaybetmemek için Şam’ın hamisi olmakla mükelleftir. Arap Baharı olarak nitelendirilen süreçte Şam’daki rejimin de devrilmesine Rusya’nın tolerans göstermesi beklenemez. Libya’da Muammer Kaddafi’nin devrilmesiyle sonuçlanan süreç esnasında Moskova’nın görece olarak çekimser tutumu, aktif biçimde taraf olmama yönünde bir politika izleyen bununla birlikte askeri müdahaleye karşı olan tutumu, Suriye bahse konu olduğu zaman yerini aktif, müdahaleci ve gerektiği takdirde silah göstermekten çekinmeyen bir tavır halini almıştır. Rusya’nın Suriye’deki Tartus Limanı’nda bulunan deniz üssünü modernize etmesi, buraya savaş gemilerini göndermesi, Suriye’ye askeri teçhizat yardımı yapması, Moskova’nın Şam’a verdiği desteği göstermesi açısından önemli işaretlerdir. Bunun en önemli sebebi bu üssün Moskova’nın Arap dünyası ve Doğu Akdeniz’deki varlığı hayati derecede önemli olmasıdır. Bunun yanı sıra 16 aydan fazladır devam eden Suriye’deki isyan ile ilgili olarak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne getirilen ve Suriye’ye yönelik yaptırımları içeren karar tasarıları Rusya ve Çin’in vetolarından ötürü geçmemektedir. Bu durum, Rusya’nın Suriye’yi diplomatik açıdan da koruduğunun en güzel ve somut örneğidir. Rusya, Beşar Esad yönetimine reformları gerçekleştirmesi ya da iktidarı bırakması yönünde çağrılarda bulunmaktadır. Rusya, Esad iktidardan düşerse Akdeniz’de hayati derecede stratejik bir üssü kaybedeceğinin de farkındadır. Öte yandan Moskova, Esad yönetiminin başarısızlığa mahkûm olduğunu kabul etmekle beraber Esat sonrası dönemde Moskova’nın söz sahibi olmasını garanti altına almak istemektedir. Şu anda 600 Rus denizcisinin görev ifa ettiği Tartus’taki bulunan üs sembolik bir öneme sahip bulunsa da modernizasyon projesi kapsamında limanın genişletilerek büyük gemilerin ve hatta uçak gemilerinin kullanımına açılması öngörülmektedir. Buna yönelik olarak Rus diplomatlar şimdilerde hem Esad rejimiyle hem de muhalefetten isimlerle Tartus’taki askeri deniz üssünün geleceği hakkında görüşmeler gerçekleştirmektedir. Rusya’nın buradaki bir diğer amacı ise çevresinde artan NATO hâkimiyetine karşılık Doğu Akdeniz gibi stratejik bir yerde üs bulundurmak suretiyle artan bu hâkimiyeti kısmen de olsa dengelemektir.
Rusya, Suriye’deki krizin uluslararası bir askeri müdahale ile sona erdirilmesine karşıdır. Çünkü bu durumda zaten karmakarışık olan Ortadoğu’da durum iyice içinden çıkılmaz bir hal alacaktır. Hele ki bir de Suriye’nin en büyük müttefiklerinden birisi olan İran bu karmaşaya dâhil olursa işlerin iyice sarpa sarması olasılık dahilindedir. Birleşmiş Milletler ve Arap Birliği’nin Suriye Özel Temsilcisi olan BM eski genel sekreteri Kofi Annan’ın geçen hafta başarısız olduğu açıklamasında bulunarak görevinden istifa etmesi durumu daha kritik bir hale getirmiştir. Rusya’nın Suriye’ye yönelik düzenlenecek bir askeri müdahale durumunda savaşa girmesi ve Batı’nın Rusya’ya rağmen Suriye’ye yönelik bir askeri müdahalede bulunması her bakımdan çok olumsuz neticeler yaratacağından sorunun tarafları olan ülkeler çok dikkatli ve hassasiyetleri dikkate alan politikalar takip etmelidirler.
Sina KISACIK
[1] Barış Doster, “Arap Baharı Özelinde Rusya’nın Suriye Politikası”, içinde Barış Adıbelli (ed.), Emperyalizm Oyununda İkinci Perde: Arap Baharı ve Suriye, İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2012, s. 56.
[2] Kerim Has, “Rusya’nın Suriye Denklemindeki Yeri: İkili ve Bölgesel Çıkarlar”, Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu, 6 Eylül 2011, http://www.usak.org.tr/haber.asp?id=989, Erişim Tarihi: 29 Aralık 2011.
[3] Habibe Özdal “ Rusya’nın Putin Dönemi Ortadoğu Politikası”, içinde Sedat Laçiner, Arzu Celalifer Ekinci (ed.), 11 Eylül Sonrası Ortadoğu, Ankara: USAK Yayınları, 2011, ss. 442-443.
[4] Barış Doster, “Arap Baharı Özelinde Rusya’nın Suriye Politikası”, ss. 60-61.
[5] Dursun Yıldız, Doğan Yaşar, Doğu Akdeniz’de Küresel Satranç, İstanbul: Truva Yayınları, 2012, ss. 84-85.
[6] “Rusya: Suriye’deki üssümüzü bırakmayız.”, Son Dakika, 26 Temmuz 2012, http://www.sondakika.com/haber/haber-rusya-suriye-deki-ussumuzu-birakmayiz-3814916/, Erişim Tarihi: 07 Ağustos 2012.
[7] Habibe Özdal, “Rusya’nın Sürpriz Olmayan Suriye Vetosu”, Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu, 8 Kasım 2011, http://www.usak.org.tr/makale.asp?id=2371, Erişim Tarihi: 12 Kasım 2011.
[8] “Rusya: NATO ve bazı Körfez ülkeleri Suriye’ye müdahale hazırlığında”, Radikal, 12 Ocak 2012, http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1075388&CategoryID=81, Erişim Tarihi: 14 Ocak 2012.