1923’te Türkiye Cumhuriyeti’nin ilan edilmesinin ardından gerçekleşen devrim ve inkılaplar ile Batı’yı kendine hayran bırakan Atatürk Türkiyesi’nin bir başka takipçisi, İran’da Pehlevi Hanedanlığı’nın başında bulunan Rıza Şah Pehlevi idi. Rıza Şah, Atatürk’ün gerçekleştirdiği reformların benzerini kendi ülkesinde hayata geçirmek istiyordu. Şah tıpkı Mustafa Kemal gibi başarısını öncelikle askerlik alanında göstermiş, ardından Batı’nın yeniliklerini kendi ülkesine getirmeye çalışmıştı. Nitekim İran’ı modern devlet haline getirebilmek için Rıza Şah reformlara hız vermişti, fakat diktatöryal yönetim anlayışından vazgeçmemesi başarılarını taçlandırmasına engel oldu. Ayrıca İran toplumsal ve kültürel olarak bu denli kapsamlı reformlara hazırlıklı değilken, ülkenin ırk ve mezheplere ayrılmış olması da devrimin vücud bulmasına engel teşkil etmişti. Dolayısıyla, Atatürk’e halk tarafından duyulan hayranlık, Rıza Şah örneğinde gerçekleşmedi.
İran, erken Cumhuriyet döneminde de Türkiye’ye yönelik kışkırtma peşindeydi.
Erken Cumhuriyet döneminde İran, Türkiye ile bir taraftan ekonomik ve siyasi ilişkiler geliştirmek isterken, diğer taraftan topraklarındaki bazı aşiret gruplarını Türkiye’ye karşı kışkırtıp saldırtmaya çalışıyordu. Bunun altında yatan sebeplerden biri, İran’da nüfus çoğunluğunu Türklerin teşkil etmesi ve milliyetçilik duygusunun Tahran yönetimini tehdit etmesinden duyduğu çekinceydi.
İran’ın birliği sağlayamaması Türkiye için ulusal tehditti.
İran, yapısı itibariyle etnik birliği sağlanması güç bir ülke olmasından dolayı ülke çeşitli aşiret gruplarına bölünmüştü. Türkiye’de o dönemde bunun oluşturacağı riski göz önünde bulundurarak, grupların Türkiye’ye tehdit oluşturmaması için İran ile iyi ilişkiler kurmaya çalışıyordu. Görülüyor ki, o dönemde de komşu ülkelerin toprak bütünlüğü Türkiye’nin dış politika önceliklerinden biriydi. Bugün İran’a nüfusun yüzde 7’sine tekabül eden oranda yaklaşık 8 milyon Kürt yaşamaktadır. Kürtlerin çoğunluğu “İran Kürdistanı” olarak tabir edilen, daha önce de kısa süreli Kürt Cumhuriyeti kurulmuş olan Mahabad bölgesinde yaşamaktadır.
İran’ın boşalttığı karakollara PKK’lı militanları yerleştiriyor.
Yeni Şafak yazarı Abdülkadir Selvi’ye göre İran, Suriye sınırına yakın karakolları kış şartları nedeniyle boşaltıyor. Fakat boşalan karakolları da PKK’nın kullanımına vermektedir. Bunun yanı sıra, İran’ın Şehidan bölgesinde 500 kadar PKK’lının da bulunduğu da iddia edilmektedir. Tüm bu gelişmeler yaşanırken, İranlı yetkililer Suriye konusunda Türkiye’yi suçlamaya devam ediyor. İran Genel Kurmay Başkanı’nın açıklamalarından sonra Dış İşleri eski Bakanı Mutteki de Türkiye’yi Amerika’nın planlarını Suriye’de uygulayan “taşeron” ülke olarak suçlamaktadır.
Sürekli oynanan “Kürt Kartı” esasen “terör kartıdır”
İran, Türkiye’ye karşı ithamlarını sertleştirirken Kürt Kartı’nı oynamayı ihmal etmemektedir. Türkiye için “hassas karın” olan görülen Kürt Kartı’nı esasen “terör kartı” olarak isimlendirmek yanlış olmayacaktır. Geçmiş dönemlerde de güney sınır komşusu olan ülkeler, Türkiye’yi köşeye sıkıştmak için teröre destek verir nitelikte hamleler yapıyorlardı. Bunun bir benzerini de Esad rejimi sonrası yalnızlaşma paranoyası içinde olan İran, füze kalkanı sonrası gerilen ilişkiler üzerine Suriye meselesi de eklenince başvurmak zorunda kalmıştır. Halbuki İran Türkiye’yi tedirgin ve tehdit etme peşine düşerken, Suriye’de oluşacak olası Kürt idaresinin Kuzey Irak Kürt yönetimi ile birleşerek, İran’ın Kürt bölgesini de içine alan bir oluşum içine gireceğinin farkında değildir. İran can havli ile hareket ederken kendi ipini de çektiğinin bilincinde olmalıdır.
Türkiye ile İran’ın tehdit algısı ortaktır.
Türkiye ne kadar tehdit altındaysa İran da aynı ölçüde bu tehlikeye ortaktır. Suriye, Kuzey Irak ve İran’da oluşacak Kürt bölgesi için bölücü gruplar, Türkiye’nin Güney Doğu bölgesini de içine alacak cazibe merkezi oluşturma çabalarına hız verecektir. Dolayısıyla Türkiye ve İran konjonktürel olarak beraber hareket etmek zorundadır. 1639 Kasr-ı Şirin Antlaşması’ndan bu yana sınır komşusu olan Türkiye ve İran’ın birbirlerine tehditkar tavırlar içinde bulunması, coğrafyadaki tansiyonu yükseltirken, bölge dengelerinin uzun vadede toparlanamayacak şekilde bozulmasına neden olacaktır. Toparlamak gerekirse, Ankara Tahran’ın Suriye üzerindeki etkisini biliyor. Aynı zamanda Tahran da Ankara’nın Arap Baharı üzerindeki rolünün bilincinde. Dolayısıyla iki ülke de ipler ne kadar gerilirse gerilsin diyalog kapısını kapamayacaklardır.
Son olarak terör örgütünün Foça’da askeri araca düzenlediği saldırı ile örgüt sadece Doğu’da değil, Türkiye’nin Batı’sında da hakimiyet alanı olduğu mesajı vermiştir. Örgüt kendisini siyasal muhatab görene kadar eylemlere devam etmesi, bundan sonraki aşamada metropollerde sivil hedeflere yönelmesi muhtemeldir. Şehitlerimize Allah’tan rahmet, aileleri ve sevenlerine sabırlar diliyorum.
Furkan KAYA