DEĞİŞEN-GELİŞEN YEREL YÖNETİMLER VE AVRUPA BİRLİĞİ UYUM SÜRECİ

upa-admin 20 Ağustos 2012 3.813 Okunma 0
DEĞİŞEN-GELİŞEN YEREL YÖNETİMLER VE AVRUPA BİRLİĞİ UYUM SÜRECİ

İmparatorluktan Cumhuriyete Yerel Yönetim Anlayışı

Yüzyıllar süren imparatorluktan günümüze kadar uzanan bir süreçte incelenmesi gereken bir alan da idari alan yani yerel yönetimlerdir. Geniş yönetim yelpazesi ve sistematik yapısı bulunan Osmanlı Devleti’nin yüzyıllar süren hâkimiyetinin en önemli nedenlerinden birisi de merkez-i âlemdir. Günümüze merkeziyetçilik olarak geçen bu anlayışın Osmanlı Devleti’ndeki merkezi âlemden tek farkı, günümüz ihtiyaçlarını karşılamak için gelişen idari birimlerin yetki alanlarıdır. Gerek ilk Türk devletlerinde, gerekse Osmanlı Devleti’nde ülke hanedanın ortak malıdır. Bunu günümüze uyarladığımızda ise karşımıza “kabine” sistemi çıkmaktadır. Herkes bir aile ancak tek elden alınan kararlar idari birimlerde uygulanmaktadır.

Tanzimat döneminden günümüze kadar geçen süreyi inceleyecek olursak, karşımıza benimsenmek istenen devlet modelinde Fransa örneği çıkmaktadır. Fransa’nın model olarak alınması her ne kadar savunma mekanizması oluştursa da, yönetimin yerel bağlama indirilmesinden başka bir şey değildir. Yeni bir evrim hareketi beklenirken sığ bir yenileşme çabası olarak kalması da başarısız bir yöntem olduğunun göstergesi olmuştur. Batı Avrupa’daki yönetimin temellerini oluşturan çoğulcu demokrasi, özgürlük gibi kavramlar ülke yönetimine çok sonraları yansıması da bu başarısızlığın nedenidir. Cumhuriyet ile beraber yeni ümitler de, miras düşüncesiyle yerle bir olmuştur.

Yeni devlet anlayışına geçilirken, Osmanlı’dan  kalan idari yönetim mirası büyük ölçüde temel alınarak, oluşturulan yeni devleti etkilemiştir. Bu miras kavramından bahsederken Heper’in  “Bürokratik Yönetim Geleneği” anlayışına da hitap ettiğini söylemeden geçemeyeceğim. Tek partili hayattan çok partili hayata geçerken tarımda makineleşme ve sanayide yenileşme çabaları beraberinde idari birimlerde yeniliği de bir kez daha ihtiyaç olduğunu göstermiştir. Ancak Türk yönetim sistemiyle ilgili anlayış ve uygulamalarda merkeziyetçilik düşüncesiyle hareket edildiği aşikârdır. Bu bağlamda da 1945-1960 yılları arasında siyasi ve idari gelişmelere paralel bazı gelişmeler olsa da önemli kararların alınmadığı görülmektedir.

Türk yerel yönetiminde, esaslı değişimler üzerine bir değerlendirme yapabilmek için 1960 sonrasına göz atmak gerekmektedir. Eski merkeziyetçi zihniyet temelde devam etse de, gerek planlı düzenlemeler, gerekse alınan kararların önemli bir yeri vardır. 1961 anayasası ile köklü bir değişiklik yapılamasa da yerel yönetimler adına yeni düzenlemeler getirerek istenilene bir adım daha yaklaşılmıştır. Ancak bu yeni anayasa tek başına yeterli olamamış, dönem içinde anti-demokratik kararlara engel olmamıştır. Merkeziyetçilik anlayışını atmak için (belki de anayasalarımız içinde yerel yönetimler adına yapılan en köklü değişim 1961 anayasasındadır) yerinden yönetim ibaresi getirilmiştir.

Çok partili hayata geçişten itibaren planlı kalkınma döneminin başlangıcı olarak sayabileceğimiz 1960 yılından 1980 yılına kadar olan süreç, merkeziyetçilik ve idari-siyasi gelişmeler alanında ortaya çıkan uyuşmazlıkların giderek artması ve bir takım tartışmaların başladığını göstermektedir. Genellikle, yeniden düzenleme ya da reform odaklı bu tartışmalar birtakım gerçekçi nedenlere dayanmakla birlikte, zaman içinde önemli bir gelişme de sağlanamamıştır. Bunun baslıca nedeni ise ekonomik, sosyal, siyasal bazı faktörlerin ötesinde, merkeziyetçi ve devletçi zihniyetin değişmemesidir.

Türk yerel yönetiminde çıkan tartışma ve sorunlara çözüm arayışları bağlamında, yönetimin yeniden yapılandırılması son yıllarda yeniden Türkiye’nin gündemindedir. Hatta bazı kesimler tarafından merkezi-yerel ilişkileri açısından bu yeniden yapılanma “Bitmeyen Senfoni” olarak nitelendirilmektedir. 1980’lerde liberal dönemle hızlanan bu arayışlar, 1990’ların sonuna doğru olmazsa olmaz bir noktaya gelmiş ve artık sürdürülemez hale gelen kamu yönetimi hem iç, hem de dış dinamiklerin yönlendirdiği bir ortamda yeniden yapılandırılma yoluna girmiştir. Yönetsel yeniden yapılanma konusuna bütüncül bir bakış açısıyla eğilmek ve yönetim sisteminin diğer toplumsal sistemlerle etkileşimini dikkate almak doğru bir yaklaşım tarzı olacaktır.

Avrupa Birliği Uyum Sürecinde Yerel Yönetim Anlayışı

Bir imparatorluğun küllerinden yeni oluşan devleti kalkındırma çabaları sürerken yenilik adına önemli bir gelişme gerçekleşmiştir.1999 Aralık ayında Türkiye Cumhuriyeti’nin Avrupa Birliği’ne aday olması ile Avrupa Birliği’ne entegrasyonu sağlayacak önemli reformların hız kazanacağı açık hale gelmiştir. Söz konusu reformların önemli bir kısmını kamu ekonomisi ve kamu yönetimi reformları oluşturmaktadır. Yıllardır çözülemeyen sorunlar AB uyum süreci içinde çözüme kavuşacaktır (beklenen sonuç). 2000’li yıllarda, tehdit oluşturan dış ve iç dinamiklerin sonucunda yeniden yapılandırma çalışmaları sonuçlandırılmak zorunda kalınmıştır. Farklı dönemde yapılan çalışmalarında katkılarıyla, Türkiye son üç yılda kamu yönetiminde reform sürecine kesin bir şekilde girmiş ve karşımıza Yeni Kamu Yönetimi anlayışı çıkmıştır. Hükümetin bir paket halinde sunduğu tasarılara karşı ısrarlı tutumu gelecekte bu paket dâhilindekilerin tasarı olarak kalmayacağının sinyallerini vermektedir.

Türkiye’de yaşanan krizlerin içinde ülkemizi derinden etkileyen 2001 krizinin sadece bir ekonomik kriz olmadığının aslında siyasi alanda da bir kriz olduğu söylenmektedir. Hatta yeni kamu yönetimi reformunun da bu krizi atlatmada stratejik bir durum olduğu vurgulanmaktır. Türkiye’de kamu yönetimi sistemi için önerilen yeni model, devletin özelleştirmeler ve yerele geniş yetkiler aktarılması yollarıyla küçültülerek, yeni kanallar açılmasını bir yandan da yönetimi meşruiyet tartışmalarının içinden çıkarmaya yöneliktir. Kamu Yönetimi Temel Kanunu ile devletin ve kamu yönetiminin yetki, görev ve sorumluluklarının taşra birimlerine ve sivil topluma devri konusunda ciddi bir adım atılmıştır. Ancak bu adıma karşılık, kamu yönetimi reformunu ve yönetimi geliştirme stratejilerini eş güdümlü yönetebilecek bir yönetim birimi oluşturulmamıştır. Diğer bir yönden ele alırsak içinde bulunduğumuz Avrupa’nın bütünleşmesi ve küreselleşmesi çerçevesinde gerçekleştirilebilecek en önemli değişiklik, tüm alanların ve yeteneklerin arttırılmasıdır. Ancak pekte başarılı olamayan bu tutumun temel nedeni, yapılan tüm tasarıların ve kanunların tamamının 1982 Anayasasına göre yapılıyor olmasıdır. Yine yerel yönetim alanında olup, küçük idari birimlerin sorunlarının kendi içinde halledilmeye çalışılması da başarısızlığın bir diğer göstergesidir.

Türkiye’nin AB’ye girme sürecinde önemli konulardan biri, kamu yönetimi alanında kapsamlı bir reform yapılmasıydı. Nitekim Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılımına ilişkin 2003 Katılım Ortaklığı Belgesi çerçevesinde oluşturulan ve Ulusal Programlarda yer alan konulardan birisi de bununla ilgiliydi. Bu çerçevede “Kamu hizmetlerinin etkin, şeffaf ve katılımcı bir şekilde sunulması için gerekli yasal, kurumsal ortamın oluşturulmasına dönük olarak kapsamlı bir kamu yönetimi reformunun yapılması” istenmekteydi. Özellikle 2005 Ekim’inde Avrupa  Birliği’nde  müzakere sürecinin başlamasıyla bu konu daha somut hale gelmiştir. Bu süreçte başlayan reform çalışmalarının beklentileri karşılayıp karşılamayacağı bugün en çok tartışılan konular arasındadır. Tüm sayılan nedenlerle hem olumlu hem de olumsuz düşüncelerine hitap eden bir yaklaşımla ele alınması, akademik anlamda da arap saçına dönen yeni anlayışın sağlıklı temellere oturtulması açısından da büyük önem taşımaktadır. Belki de benimsenen yaklaşım; hükümetin tutumu ve olumlu seyir hali, adını sıkça söz ettirecek yeni kamu yönetimi anlayışında köklü değişikliklere yol açarak biz kamucuları biraz da olsa geleceğe umutla bakma yoluna iter.

 

Özge GÜVEN/UPA Aksaray Üniversitesi Temsilcisi

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.