BÜYÜK SATRANÇ TAHTASINDA SON HAMLELER

upa-admin 05 Eylül 2012 2.841 Okunma 0
BÜYÜK SATRANÇ TAHTASINDA SON HAMLELER

1980 İran-Irak savaşı ile baş gösteren etnik ve mezhepsel sorunlar, 1991’de Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesi nedeniyle Amerika’nın başlattığı Birinci Körfez Savaşı ile çözülür hale gelmişti. Neticede de Irak’ın kuzeyinde uçuşa yasak bölge oluşturan ABD, Kuzey Irak’ta yeni bir Kürt oluşumuna vesile olmuş oluyordu. ABD’nin 2003 Irak müdahalesi ise Kuzey Irak Kürt yönetiminin resmen ilanına zemin hazırlar nitelikteydi. Geriye kalan görüntü ise, etnik ve mezhepsel çatışmaların zirve yaptığı ve emperyalist güçlerin kucağına düşmüş bir Irak idi. Amerika’nın nihai hedefi, İsrail’in bölgede güvenliğini sağlamak, İsrail’in amacı ise ulusal menfaatleri doğrultusunda kendisine güvenlik çemberi oluşturabilmektir. Bunun için gerekirse her dilden her renkten örgüt veya devletle işbirliği yapabilir, onlara ucu açık vaatlerde bulunabilir.

Arap Baharı Kürt Baharı’na dönüştürülmek isteniyor.

İşte böyle bir ortamda başlayan “Arap Baharı” süreci hem İsrail için, hem de ayrılıkçı Kürt grupları için stratejilerini hayata geçirebilmek için büyük bir fırsat veriyordu. Yapılan hesaplara göre “Arap Baharı”, “Kürt Baharı’na” dönüştürülecek ve Türkiye’nin de dahil olduğu dört ülkede Kürt idaresi kurulacaktı. Türkiye’nin milli egemenliği üzerinde hesapları olan bazı devletler ise kayıtsız şekilde maddi manevi teröre destek vererek “Büyük Orta Doğu Projesi’nin” hayata geçmesi için çaba sarf ediyorlar.

Güvenlik uzmanı Prof. Sedat Laçiner’e göre, PKK’nın hareket alanı Suriye, İran ve Irak’tır. Hatta İran ve Suriye PKK militanlarına eğitim vererek operasyon desteği sağlamaktadır. Bu desteğin istihbarat ayağını da İsrail başta olmak üzere birkaç devlet üstlenmiştir. Görülen o ki, PKK ulusal bir terör örgütü olmasından çok, uluslararası terör yapılanması şekliyle faaliyetlerini sürdürmektedir.

Petraeus’un ziyareti sonrası PKK’nın saldırısı manidar.

2 Eylül günü Amerika Merkez Haber Alma Teşkilatı CIA’in bir numaralı ismi David Petraeus İstanbula gelmişti. Çantasında  Suriye ve terörle mücadele dosyaları yer alan Petraeus’un bu iki büyük soruna yönelik önereceği çözüm yolları merak konusuydu. Enteresandır ki, ziyaretin gerçekleştiği günün hemen ardından Şırnak’ın Beytüşşebap ilçesinde teröristler tarafından düzenlenen saldırıda on asker şehit oldu. Ziyaret ve saldırının zamanlaması dikkate alındığında iki ihtimal akla gelmektedir. Ya örgüt, ABD bölgede düzen kurucu olmak istiyorsa PKK ile işbirliği yapmalı mesajı vermek istedi, ya da örgüt ABD eline Türkiye’nin PKK’yı Kürt halkının temsilcisi olarak tanıması için koz verme amacındaydı.

Arap Baharı süreci belki de Büyük Orta Doğu Projesi’nin son adımlarından biri. Sanki devrimin gerçekleştiği ülke topraklarına yerleştirilen mayınlar zamanı geldikçe ardı ardına patlatılıyor, ülke idareleri “halkın uyanışı” adı altında bir bir değiştiriliyor. Şimdi ise Orta Doğu gittikçe büyüyen Suriye krizi ve belirsizliği ile karşı karşıya. Esad güçleri ile Hür Suriye Ordusu’nun karşı karşıya gelmesi durumu ulusal konumdan uluslararası boyuta taşımıştır. Bir tarafta dış kaynaklardan, özellikle Batılı güçler tarafından desteklenen Özgür Suriye Ordusu, diğer tarafta başta İran olmak üzere, Rusya ve Çin tarafından desteklenen Esad rejimi. Madalyanın görünen yüzünde Orta Doğu halkı için demokrasi, insan hakları gibi sloganlar yer alsa da, diğer yüzünde sınırların yeniden çizileceği, İsrail’in güvenlik kalkanının yer alacağı, Türkiye ve İran’ı bölecek stratejiler yer almaktadır.

“Güvenli Bölge” oluşturulması gerekiyor.

Böyle bir ortamda Türkiye ateşin topraklarına sıçramaması, etnik ve mezhepsel farklılaşmaların iç çatışmalara sebep olmaması adına rasyonel ve soğukkanlı kararlar almalıdır. Bu doğrultuda Türkiye, en uzun sınır şeridine sahip olduğu Suriye’nin kaos ortamına sürüklenmesiyle sınır güvenliğini koruma adına birtakım önlemler almaktadır. Bunların başında Türkiye-Suriye sınırının ötesinde “güvenli bölgenin” tesis edilmesi gelmektedir. Alınacak askeri önlemlerin uzun vadede daha büyük huzursuzluk ortamına zemin hazırlayacak olmasından dolayı “güvenli bölge” oluşturma fikri kabul edilir niteliktedir. Suriye’de çatışmaların başladığı günden bu yana Türkiye’ye sığınan Suriyelilerin sayısı seksen bini bulurken, sayının iki yüz binlere kadar çıkabileceği iddia edilmektedir.

İltica, yani sığınma sorunu Türkiye’nin masasında gelecekte daha da kronikleşecek bir problem olarak yer alacaktır. Uluslararası hukuk uzmanı Prof. Dr. Hüseyin Pazarcı’ya göre, bir devletin sığınma hakkı tanıması, herhangi bir hukuksal görev duygusu tarafından kabul ettirilen bir karar olmayıp, uygun düşen düşüncelerin belirlenmesinden kaynaklanmaktadır. Ayrıca bir ülke sığınma arayan yabancıları topraklarına kabul için uluslararası hukukun durumuna göre sığınmacılara statü tanıyıp tanımamakta serbesttir. Türkiye ise uluslararası hukuktan doğan haklarından faydalanarak Suriye’den kaçan ve Türk topraklarına sığınan ilticacıları geri çevirmemiş, onlara sınır bölgesinde yaşam alanı oluşturmuştur. Bugün onlarca grup insanın sığındığı kamplarda nüfus her geçen gün artmaktadır. Haliyle de nüfusun kontrolsüz artışı bölgede güvenlik problemlerine neden olmaya devam ediyor.

Dolayısıyla Başbakan Erdoğan, göç oranının artması nedeniyle ve güvenlik zaafiyetini en aza indirmek adına Suriye sınırının içinde sığınmacılar için “güvenli bölgenin” oluşturulabileceğini söylemiştir. Elbette böyle özel bir bölge oluşturulurken, Suriye’nin kuzeyindeki etnik ve mezhepsel düzenin de hesaba katılması gerekiyor. Suriye’de yaşayan ayrılıkçı Kürtler; ülkenin kuzeyinde bağımsız bir Kürt yönetiminin planını yaparken, Türkiye’nin oluşturacağı “güvenli bölgenin” akıbetini de düşünmelidir. Tüm bunların yanında, ilerleyen zamanlarda “güvenli bölgede” yaşayan halkın Türkiye’ye karşı koz veya tehdit olarak kullanılıp kullanılmama problemi bölgede güven kaybına neden olacaktır. Dikkat edilmesi gereken husus, yaklaşık 910 km’lik hatta sahip olana Türkiye-Suriye sınırının hangi aralık ve derinliğinin güvenli olduğudur. Bu son derece hassas ve iyi düşünülmesi gereken bir karardır.

“El-Kaideleşen” PKK

Türkiye, Suriye meselesinde yalnızca Esad ile değil aynı zamanda İran ve Rusya ile de muhataptır. Türkiye, Suriye halkına kucak açarken, İran ve Suriye terör örgütüne manevra alanı sağlamaya devam etmektedir. “Bir zamanlar PKK, PJAK yapılanması ile İran’da eylemler yaparken bir anda ne oldu da İran’da örgütün faaliyetleri kesildi” sorusunun cevabı aranmalıdır. Belki de “El-Kaideleşen” örgütü coğrafyadaki hesaplara hizmet eden taşeron bir hal alarak Orta Doğu’yu bölgen ve kaosa zemin hazırlayan örgüt oldu. İran’ın PKK’yı evcilleştirmeye çalışmasının altında “bahar havasının” kendi topraklarında esmesinden korkması olamaz mı? Kaddafi’nin ölmeden önce verdiği röportajdaki “El-Kaide, El-Kaide” sözlerini tekrar hatırlayalım.

Haftanın Sözü: “Kurtlar için tam özgürlük, koyunlar için tam özgürlük ile birleştirilemez.”

Furkan KAYA

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.