Uluslararası gündemin belki de en önemli konularından biri olan Arap Baharı veya bir diğer ismiyle “Arap Uyanışı”, aslında siyasi tarihe hiçte yabancı olmayan, geçmiş yüzyıllarda çeşitli coğrafyalarda yaşanmış bir süreç. Özellikle 1789 Fransız Devrimi ile güçlenmeye başlayan ulusçuluk fikri, Avrupa kıtasını derinden etkileyen 1830 ve 1848 olaylarını da beraberinde getirmiştir. Bugün yaşadığımız ve sanki ilk defa başımıza geldiğini sandığımız gelişmeler, aslında geçmiş yüzyıllarda çoğunlukla tecrübe edilen olayların bugüne yansımasından ibarettir. Tıpkı Arap Baharı ile 1830 ile 1848 dönemlerinde yaşanılanlar gibi.
1789 Fransız Devrimi sonrası krallıkların egemenliğinin sona ermesi, eşitlik, adalet ve özgürlük fikirlerinin yayılmaya ve kuvvetlenmeye başladığı bir dönemde Batı Avrupa’da makineleşmiş endüstri devrimi başlamış, bu ekonomik değişiklik ile birlikte toplumsal ve siyasal alanda, imalat, iş ve ticaretle uğraşanların sayısı ve zenginliklerinde gözle görülür ciddi artış görülmüştür. 1830 yılında Fransa tahtına oturan Louis Philippe, iktidarını 1848 yılına kadar zengin burjuvaziye dayayarak yürütmüştü. Ülkede 1848 Devrimi’nin patlak vermesinde kralın bu adaletsiz yönetim biçiminin payı büyüktü. Neticede toplumsal sorunların kronikleşmesi, gittikçe kötüleşen hayat şartları nedeniyle işçiler greve gidiyorlardı. Bunun karşılığında kral otoritesini zalimleştirerek her geçen gün özgürlükleri kısıtlıyordu.
Toplumsal gerilimin had safhaya ulaştığı yıllarda Fransa dışında bazı Avrupa devletlerinde de sıkıntılar görülüyordu. İspanya ve Portekiz’de başlayan ayaklanmalar neticesinde liberal anayasa hazırlanarak yürürlüğe konmuş, Avrupa’nın bir diğer önemli ülkesi olan İtalya’daki liberal ayaklanma ise Avusturya tarafından bastırılmıştır. Halk hareketlerinin dalga dalga kıta Avrupa’nın etkilediği bu süreçte olaylar adeta bir domino etkisiyle İngiltere’ye kadar ulaşmıştı. Görüldüğü üzere Avrupa’yı etkisi altına alan ve İtalya, Almanya, Avusturya ve Macaristan’da yaşanılan halk ayaklanmalarının temelinde ulusçuluk ve özgürlük fikirleri yatmaktaydı. Prof. Oral Sander’e göre, 1848 döneminde bilinçli toplumların kendi geleceklerini kendileri saptaması anlamındaki “ulusçuluk” Avrupa sahnesindeki en etkili güçtü. Bu dönemde “eski düzen” yerle bir olurken, feodal düzen Avrupa’nın özellikle doğu bölgelerinde büyük oranda ortadan kaldırılmıştı. Siyasal devrimler olarak sayılabilecek bu dönemde toplumsal ve siyasal taraflarıyla Avrupa’dan dünyaya yayılan dinamik bir güç ortaya çıktı. Bunun yanı sıra bireyin siyasal hayattaki önemi ispatlanarak, ülke geleceğine nasıl etki ettiğinin anlaşılmasına da yardımcı olunmuştur. Bu sayede artık yöneticiler istedikleri gibi halkın rızasını almadan iktidara gelmek yerine, toplum desteği ve gücü ile otoritelerini sağlamlaştırabileceklerinin farkına vardılar.
Görüldüğü üzere Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da yaşanılan dönüşüm süreci, dikta rejimlerinin yıkılmaya başlamasıyla “Arap Uyanışı” olarak adlandırılabilecek süreç, 19. yüzyıl Avrupa’sında yaşanmış olan sosyal taban hareketleriyle birçok benzerlikler içermektedir. Arap coğrafyasında yaşanılanların “bahar” olarak değerlendirmek yerine toplumsal dönüşüm ismiyle adlandırmak daha doğru olacaktır. Akıbeti öngörülmesi güç olan bu yeni dönemde küçük şehir devletleri ile etnik ve mezhepsel bağlamda bölünmelerin yaşanmasının uzun vadede yansımasının sancılı olacağını tahmin etmek zor değil. O halde gelecek hakkında somut öngörülerde bulunabilmek için siyasi tarihi doğru yorumlamak gerekmektedir.
Haftanın Sözü: “Yalnızlık birilerinden uzakta yaşamak değildir. Söylediğiniz şeyin insanlar tarafından anlaşılmamasıdır.”
Furkan KAYA