Yaklaşık bir aydır Bolivya’da bulunmaktayım. Geçtiğimiz günlerde burada ilginç bir protestoya şahit olduk. Haziran ayında hükümetin onayladığı ve buna göre başkent La Paz yakınlarındaki Colquiri madenini devletleştiren bir kararnamenin iptal edilip kendilerine de pay bırakılmasını isteyen kooperatif üyesi yüzlerce madenci, başkent La Paz’ın değişik istikametlerden girişlerini kapatarak şehre dışarıdan gelen araç trafiğini kestiler. Ben de o sıralarda ülkenin doğusunda kalan Santa Cruz şehrinden La Paz’a geçmeye çalışıyordum. Yol kesintisinden dolayı otobüsler de La Paz seferlerini iptal etmişlerdi. Ancak birkaç gün aradan sonra madenciler yolları açtılar. Ben de sonunda rötarlı da olsa La Paz’a gidebildim. Bu olay tam da, hem Bolivya hem de İspanyol tarihi açısından son derece önemli olan, ülkenin güneyindeki Potosi madenlerine gerçekleştirdiğim ziyaretin ardından gerçekleşti. Türkiye’den Güney Amerika’ya seyahate gelen üniversite öğrencisi arkadaşım Enis Uçar’la gittiğimiz madenlerde bulunduğumuz süre içerisinde oradaki çalışma koşullarını yerinde inceleme şansımız oldu. Bu yazıda sevgili UPA okurlarına bu ziyaretin ayrıntılarını ve Potosi’nin kısa bir geçmişini aktaracağım. Bu sayede aynı zamanda Bolivya’nın doğalgazla birlikte en önemli gelir kaynağı olan madenleri de ele almış olacağız.
Sabah erken saatlerde tam 4,000 metre yükseklikteki Potosi’ye vardık. Burası dünyada nüfusu 100,000’in üzerinde olan şehirlerden en yükseği. Vakit kaybetmeden bir rehber eşliğinde madenlerin bulunduğu bölgeye doğru hareket ettik. Rehberimiz eski bir madenciydi. Madenlere doğru yol alırken Enis ve ben oldukça heyecanlıydık. İlk defa bir madeni ziyaret edecektik. Dahası, göreceğimiz madenler bir zamanlar İspanyolların Amerika kolonilerindeki en büyük iktisadi gelir kaynağı olan gümüşün çıkartıldığı, hatta bu sayede elde ettiği nüfusuyla uzun bir süre dünyanın en büyük şehirlerinden biri konumunda olan Potosi’deydi. Bugün Potosi’de gümüş, geçmişe kıyasla yok denecek kadar az, ancak bu tarihi şehir başta çinko, kalay ve kurşun olmak üzere çıkardığı madenlerle halen ülke ekonomisi için önemli bir yere sahip. Potosi’de madenler Cerro Rico, yani Zengin Tepe adı verilen, bugün 4,800 m yüksekliğe sahip bir tepeden çıkartılmakta. Bugün diyoruz çünkü İspanyollar gelip bu tepenin kaynaklarını sömürmeye başlamadan önce Cerro Rico birkaç yüz metre daha yüksekmiş. Bolivya bayrağının ortasında Cerro Rico’nun resminin bulunması, bu tepenin ülke tarihindeki önemini göstermesi açısından kayda değerdir.
Potosi’nin Geçmişi
Potosi’nin tarihi Cerro Rico’nun tarihiyle paralellik gösteriyor. Cerro Rico ise ilginç ve önemli bir geçmişe sahip. Efsaneye göre, İnkaların hüküm sürdüğü dönemde İmparator Huayna Kapak o zamanki adıyla Sumac Orcko, yani Güzel Tepe olan Cerro Rico’nun kaynaklarının çıkartılması için emir vermiş. Ancak işin başlangıcında insanlar tepeden büyük bir patlama sesi duymuş. Ardından bir de bu tepenin zenginliklerine sahip olmanın başkalarının kaderinde olduğunu söyleyen bir ses gelince işçiler kralın huzuruna dönerek olayı anlatmış ve bu esnada da Aymara dilinde patlama anlamına gelen “P’utuqsi” sözcüğünü kullanmışlar. Bu olaydan yıllar sonra 1545 yılında bir yerli bu tepenin eteklerinde gümüşe rastlar ve bu keşfini hemen İspanyollara bildirir. İspanyolların gönderdiği bir asker, yerlinin iddiasını doğrular ve kısa zaman sonra da tepenin altına bir kasaba kurulur. Tepenin zenginliğinin kısa sürede duyulmasının ardından kasabanın nüfusu hızla artmaya başlar ve büyük bir şehre dönüşür. 17. yüzyıla gelindiğinde 200,000’i aşan nüfusuyla dünyanın en kalabalık ve en zengin şehirlerinden biri olmuştur.
Cerro Rico’nun Avrupa’daki ilk tasviri (1553)
1572 yılında İspanyolların Amerika Genel Valisi Francisco Toledo, daha önce İnkaların kullandığı “mita” sistemini getirir. Mita sistemi İnkalarda her vatandaşın zorunlu olarak bazı devlet hizmetlerinde çalışmasını öngörüyordu. Buna göre vatandaşlar yılın 4 ayı madenlerde çalışıp daha sonra evlerine dönüyorlardı. İspanyollar da yine 4 aylık zorunlu çalışmayı öngören mita sistemini getirmişlerdi. Ancak çalışma koşulları İnkalarınkine göre çok daha ağırdı. Çalışma saatleri çok daha uzundu ve madeni çıkarmak için kullanılan cıva binlerce işçinin hayatını kaybetmesine yol açıyordu. Dahası, çalışanlara verilen ücretin çok düşük olması, onların yemek alabilmek ve vergilerini ödeyebilmek için borçlanmasına ve borçlarını ödeyebilmek için de daha fazla çalışmak zorunda kalmalarına, hatta borçlu öldükleri takdirde çocuklarının zorunlu olarak aynı işte çalıştırılmasına sebep oluyordu. Böylece aileleri nesiller boyu bir döngü halinde madenlere bağlayan mita sistemi bir anlamda kölelik sistemine dönüşmüş oluyordu. İspanyollar, yerel halktan sağlanan işgücü yetersiz kalınca 1600’lü yılların başlarında Afrika’dan yeni köleler getirme yoluna gittiler. İspanyol hükümranlığı süresince, yaşam beklentisinin 1 yılın altında olduğu Potosi madenlerinde cıva zehirlenmesi, kazalar, patlamalar ve akciğer hastalıkları sebebiyle hayatını kaybeden toplam yerli ve Afrikalı sayısının milyonları bulduğu iddia edilmektedir.
Potosi madenlerinde bir yanda yoksulluk ve sefalet kol gezerken bir yanda da zenginlik ve göz kamaştıran yapıtlar bu şehrin dünyaca tanınmasını sağlıyordu. Cerro Rico sayesinde Potosi’de küçük bir azınlık lüks içinde yaşamaktaydı. O dönemde altın ve gümüş kaplamalı olarak inşa edilen ve bugün halen şehrin merkezinde ayakta duran kiliseler, evler, devlet binaları şehrin tarihini bu anlamda bizlere yansıtıyor. Küresel ekonomide kilit bir şehir konumundaki Potosi’den çıkartılan gümüş öylesine zenginlik sağlıyordu ki İspanyollar bu sayede bir yandan Güney Amerika’daki hükümranlığını sürdürüyor bir yandan da Avrupa’daki bitmek bilmeyen savaşlara güç yetirebiliyordu. Cerro Rico tepesi İspanyolca’ya bugün hala kullanılan “bir Potosi değerinde olmak” deyimini kazandırmıştır. Hatta Potosi’nin zenginliğini Cervantes, ünlü klasiği Don Kişot’ta dahi ifade etmiştir.
Potosi’nin zengin olduğu zamanlarda bu şehirdeki darphanede basılan madeni paraların değeriyle beraber şanı da dünyaya yayılmıştır. Bu madeni paralarda yer alan, resimde de görüldüğü üzere üst üste geçmiş PTSI harflerinin bugünkü peso ve dolar işaretlerinin ($) kökeni olduğu güçlü bir teoridir.
Ancak daha sonra 1800’lü yılların başlarında gümüşün tükenerek yerini değersiz bir maden olan kalaya bırakmaya başlaması ve bununla eş zamanlı olarak da dünyada gümüş fiyatlarının düşmesi İspanyolların gelir kaynağını eritmiş, dahası ülkedeki bağımsızlık hareketiyle beraber İspanyollar Cerro Rico üzerindeki kontrollerini kaybetmişlerdi. 1820 yılında Potosi nüfusunun 8,000’lere kadar düşmesi şehrin kaderinin dramatikliğini ortaya koymakta. Bugün Potosi’nin nüfusu 170,000 civarında. Ancak modern zamanların Bolivya’sının İspanyolların elde ettiği zenginliği sağlayabilmesi artık mümkün değil.
Bolivya ve Potosi’de madenciliğin bugünkü durumu
Günümüzde Potosi’nin bir numaralı gelir kaynağı yine madencilik. Ülkedeki işsizlikten dolayı çevre illerden buraya çalışmak için göç edenlerin sayısı da kayda değer. Buna rağmen geçmişinde doğal kaynaklara bağımlı olup da bunlar büyük ölçüde tükenince birden fakirleşen her şehir ve ülke gibi Potosi de bugün Bolivya’nın en yoksul şehirlerinden birisi olarak duruyor. Bolivya bu konuda gerçekten şanssız bir ülke. Devlet, ülkedeki madenleri işçilerle bir araya gelerek 1952 yılında millileştirmiş. Ancak bu dönem tam da dünyada mineral fiyatlarının aşırı derecede düştüğü bir döneme denk geldiğinden Bolivya’ya pek bir kazanç sağlamamış. Değersizleşen madenleri Bolivyalılara bırakan yabancılar onun yerine ülkeden petrol götürmüşler. Daha sonra 80’li yılların ortasında baş gösteren aşırı enflasyon ülkeyi yeniden vurmuş. 1985 yılında Bolivya’da 4. kez başkan seçilen Victor Paz Estenssoro’nun enflasyona karşı aldığı önlemlerden madencilik sektörü ciddi derecede etkilenmiş. 25,000 civarında işçinin işten çıkarıldığı bu dönemde maden üretimi önemli bir düşüş göstererek işçiler daha büyük ekonomilerin olduğu şehirlere göç etmeye zorlanmış. İlginçtir, bu kararları alan hükümetin başındaki Victor Paz, 1952 yılında işçilerle birlikte madenleri millileştiren devlet başkanının da ta kendisiydi. Her ne kadar sonrasındaki bazı dönemlerde toparlanma gösterse de özellikle politika zaaflarından dolayı madencilik sektörü ülkeye kendisini refah seviyesine çıkartacak kazancı sağlayamamış. Bugün Bolivya’nın Latin Amerika’nın ikinci en büyük doğalgaz rezervlerine sahip olması (ancak üretimi çok düşük) ve dünyanın en büyük kalay üreticilerinden birisi olması ülkedeki yoksulluğu engellemeye yetmiyor. Devletçi politikalardan yana olan Başkan Evo Morales’in de bu konuda işi kolay görünmüyor.
Morales hükümetinin Colquiri madenini devletleşirme kararını iptali için La Paz’a girişleri bloke eden kooperatif üyesi işçiler
Potosi madenlerindeki çalışma koşulları
Ziyaretimize geri dönelim. Madenlere doğru ilerlerken işçilere hediye olarak koka yaprağı sigarası ve saf alkol (96º) satın aldık. Sosyal yaşamı neredeyse hiç olmayan işçilerin tek zaman geçirme şekli bunları içmek. Yanımızda ayrıca işçilerin kullanması için birkaç tane de dinamit götürdük. Madene giriş oldukça dar ve yüksek bir delikten her an düşecekmiş hissi veren bir merdivenle sağlanıyor. İçeri girer girmez başka bir dünyaya gelmiş gibi hissediyorsunuz. Yerden yaklaşık 15 metre kadar derine iniyoruz. Nefes almak oldukça zor. Zaten 4,500 metrenin üzerindeki bir rakımda kapalı bir ortama giriyorduk. İçeride oksijen boruları var ancak bunlar insanlar değil makineler için. Burada günlerce dışarı çıkmadan günde 20 saate kadar çalışan ve ancak koka içerek ayakta kalabilen işçiler var. Bunlardan bir tanesi de Santos’tu. Santos’un hikayesi maden çalışanlarının durumunu biraz özetliyor. Santos’un babası da aynı madende uzun yıllar işçi olarak çalışmış. Ancak kendisi çocukken babası 40 yaşında madenlere bağlı akciğer rahatsızlığı sebebiyle hayatını kaybetmiş. Bu madenlerde çalışanların ortalama ömrü 40 yaş. Rehberimizin söylediğine göre de her sene akciğer hastalığı, cıva zehirlenmesi, kazalar, çökmeler gibi sebeplerle hayatını kaybedenlerin sayısı ortalama 40. Santos 20 yaşında ve diğer bütün işçilerde olduğu gibi, hiç güldüğünü görmediğimiz çehresinde yerleşmiş gibi duran kalıcı bir sakinlik var. Kendisi bu madende 2 yıldır çalışıyormuş. Madenden başka kazanç yolu bulamaz mısın diye sorduğumuzda önceden fazla getirisi olmayan hayvancılıkla uğraştığını ancak şu an 4,000 metre üzerindeki bir yerde tarım yapmanın da zorluğundan dolayı tek fırsatlarının bu madenler olduğunu söylüyor. Ayrıca maden içerisinde güvenlik önlemlerini almak da sadece işçinin sorumluluğunda. Ancak bunun adına işçilerin baret haricinde kullandıkları herhangi bir ekipman yok.
Enis’le birlikte koka yaprağı ve sigara hediye ettiğimiz Santos
Bolivya’da madenler kooperatifler tarafından çıkartılıyor. Her işçi bağlı olduğu kooperatifteki arkadaşları veya akrabalarıyla kazma, el arabası, baret gibi malzemelerini kendisi alıp madenlerin içindeki mineralleri çıkartıyor ve daha sonra da bunları madenlerin hemen yanı başında duran özel sektöre ait büyük fabrikalara satıyor. Bu fabrikalar da gerekli işlemlerden geçirdikten sonra diğer şehirlere veya dış ülkelere ihraç ediyor. Yani bu madenlerde çalışan işçilerin ne kadar kazanacağı onların performansına ve çıkardığı madenin piyasa değerine göre değişiyor. Madenlerden bir kısmını da başta Japonlar olmak üzere bazı yabancılar işletiyor. Burada çalışan işçilerin geliriyse şirket politikasına bağlı ve son derece düşük.
Madendeki geçmişten gelen doğaüstü inanışlar
Madenin içinde dikkatimizi çeken bir şey oldu. Madenin bir yerinde bir şeytan figürü, biraz ilerisinde birer yerli ve siyahi işçi figürleri vardı. İşçi figürleri burada koloni döneminde çalışmış olanları temsil ediyor. Şu an orada çalışan bir siyahi kalmamış elbette. Ancak şeytan figürünün hikayesi çok ilginç. İspanyollar bu madeni işletirken bir süre sonra, göçük veya kazaya kurban gidecekleri korkusuyla, işçilerin çalışma performansını kontrol etmek için içeriye kendilerinden birilerini göndermekten vazgeçmişler. Onun yerine içeriye bu oturan şeytan heykelini koyup işçileri iyi çalışmadıkları takdirde cezalandıracağını anlatmışlar ve işçiler de buna inanmış. Fakat işçiler zamanla şeytanı sevmeye ve onunla iyi anlaştıkları takdirde kendilerini koruyacağına inanmaya bu yüzden de ona “Tio” yani “Amca” diye hitap etmeye başlamışlar. Bugün hala buraya her gelen işçi işe başlamadan önce önüne adak olarak bozuk para, koka ve alkol dökerek şeytana olan saygısını dile getiriyor. Bu madendeki ilginç bir hikaye de bu şeytanın İnka kültüründe önemli yeri olan Toprak Ana yani Pachamama’nın kocası olduğu. Bu madende kadınların çalışması ve hatta işçilerin karılarını madene sokmaları yasak. Sebebi de Pachamama’nın kıskançlığından dolayı kendilerini göçük yaşatma veya ürün vermeme gibi yollarla cezalandırabileceği korkusu. Bolivya kültüründe başta Pachamama olmak üzere doğaüstü güçlere inanış yüzyıllardır önemli yer tutuyor. Bunu günümüzde de ülkenin her yerinde görmek mümkün. Özellikle Pachamama’yla bağlar kurmalarını sağlayan koka bitkisiyle bu kültür bütünleşmiş durumda. Bu yüzden her ne kadar kokain yapımında da kullanılsa da kendisi de eski bir koka üreticisi olan Evo Morales devlet başkanı seçilene kadar olduğu gibi kokayı bu ülkede yasaklamak ülkenin kültürel dokusunu zedelemek anlamına geliyor. Biz de buna saygı duyarak şeytanın huzuruna koka yapraklarını bırakıp üzerine bir parça alkol döktükten sonra madenlerden ayrıldık.
Potosi madenleri bizim için çok güzel bir tecrübe oldu. Orada yaşamını sürdürenler, bu şartlarda çalışarak gelir kazanabilen tek insanlar değil elbette. Ancak dünyanın bir ucundaki insanların yaşamlarından kesitler görmenin de bizlere kazandıracağı çok şey vardır.
Potosi’nin 1715 yılındaki bir tasviri
Oruro şehrindeki karnavalda madenlerde çalışmış Afrika kökenlileri temsil eden Morenada dansı
Cerro Rico’ya doğru giderken
Potosi sakinleri
Enis eski bir maden işçisi olan rehberimizle Potosi şehri eşliğinde hatıra fotoğrafı çektiriyor
İşçilerle birlikte
Madendeki dar geçitler
Bolivya’da son yıllarda olduça popüler olan Maria Juana adlı grubun söyleyip video klibinin de Potosi’de çekildiği “Idilio” adlı parça Morenada türünde bir müziktir. İspanyolca’da “siyahi” anlamına gelen Morenada’nın kendine has bir müziği ve dansı vardır. Ülkedeki pek çok karnavalda geleneksel olarak dansı gerçekleştirilmektedir. Bu müzik, koloni döneminde o zamanki adıyla Alto Peru olan Bolivya’nın yerlisi Aymaraların Afrika’dan getirtilen siyahileri hiciv etmek amacıyla çıkarttıkları bir müziktir. Afrikalıların ailelerine saldırdığı, hırsızlık yaptığı ve kadınlarına tecavüz ettikleri gerekçesiyle Aymaralar böyle bir müzik ortaya çıkarmışlardır. Ancak bu aynı zamanda Afrika’dan gelenlerin çalışma koşullarının kendilerini bunları yapmaya zorlaması açısından onların da hayatlarının ne kadar dramatik olduğunu göstermekte. Bolivya’da çok meşhur bir şarkı olan Idilio’yu bugün ülkenin hemen her şehrinde duymak mümkün.
Kıvanç SAĞIR