Askeri üniformasıyla yedi düvele karşı mücadele eden, jakertay ve fraklı görünümüyle diplomasi yürüten bir devlet adamı olan Mustafa Kemal Atatürk, kısa ömrüne büyük bir tarih sığdırmıştır. Bunun yanı sıra pek bilinmeyen ama onu tanımamızda bir hayli fayda sağlayacak tarihi olayların ortaya çıkması birçok gizli kalmış sorulara cevap niteliğinde olmuştur.
Söz gelimi toplumda şöyle bir kanı oluşmuştur; Osmanlı Devleti’nin son padişahı Vahdettin vatanperver biri olmayan, aslında ülkeyi zahmetsizce işgalci güçlere teslim eden ve Atatürk’ün hiç sevmediği bir padişahtı. Tüm bu tür ortaya konulan iddialara zemin hazırlayan Sultan Vahdettin ateşten bir tahta oturan, belki cesaretsiz, belki de bir ülkeyi yönetecek vasıflara sahip olmayan bir padişahtı. Lakin asla vatan haini değildi.
Sanılanın aksine Sultan Vahdettin’in Mustafa Kemal’e karşı ayrı bir sempatisi bulunmaktaydı. Bu iddiaya örnek vermek gerekirse Tevfik Paşa’nın oğlu İsmail Hakkı Okday, Vahdettin’in Mustafa Kemal’e olan sevgisini “Benim namağlup kumandanım” sözü ile ifade etmesi bir hayli manidardır. Son Osmanlı padişahı, Kurtuluş mücadelesinin İstanbul’dan başlatılamayacağının farkındaydı ve bu hareketi Anadolu’da örgütleyecek, liderliğini üstlenebilecek bir komutana ihtiyacı olduğunun bilincindeydi. Mustafa Kemal Sultan Vahdettin’in tam da aradığı bir liderdi.
Kurtuluş Savaşı mücadelesinde üzerinde durulması gereken önemli noktalardan biri Atatürk’ün Samsun’a hareket etmesinde Sultan Vahdettin’in oynadığı roldür. Dokuzuncu Ordu Müfettişi olarak göreve atanmasını onaylaması, Atatürk’ün Vahdettin’in gözünde milli mücadeleyi örgütleyecek yegâne komutan olduğunun açık bir delilidir. Sultanın ülkeyi Lozan görüşmeleri öncesi terk etmesi Cumhuriyet tarihi boyunca hep tartışma konusu olmuştur. Burada Sultan’ın amacı Lozan’da Ankara’nın yaşayacağı olası diplomatik krizlerin önüne geçilebilmesiydi. Nitekim Vahdettin’in İstanbul’dan ayrılışıyla Ankara’nın eli rahatlamıştır.
Bilinenin aksine Sultan ülkeden ayrılırken Osmanlı hazinesinden tek bir kuruş almayarak maddi zorluk içerisinde Şam’da hayata veda etmiştir. Murat Bardakçı’nın ‘Şahbaba’ adlı eserine göre Atatürk; “Çok namuslu bir adam öldü. İsteseydi Topkapı Sarayı’nın bütün ganimetlerini götürür ve öyle bir ordu kurup geri dönerdi ki…” demiştir.
Mustafa Kemal gençlerle muhabbete ayrı önem verirdi. Onların fikirlerini dikkatle dinlerdi. Bir ağabey, bir arkadaş gibi gençliğe yaklaşan devlet adamıydı. Gazi Paşa son derece merhametli ve içi insan sevgisi ile doluydu. Bir gün Dolmabahçe Sarayı önünde fırtına ile alabora olan tekneden kurtardığı vatandaşını derhal saraya aldırtmış, hamamda yıkatmış ve üzerine temiz elbiseler tedarik ettirerek özel doktoru ile birlikte derhal Cerrahpaşa Hastanesine sevk ettirmiştir.
Atatürk’ün bilinmesi gereken bir diğer önemli özelliği de kendisinin tam bir okuma aşığı olmasıdır. Fırsat bulduğu her vakit kitap okur, adeta kendinden geçerdi. Hatta cephede bile elinden tarih ve siyaset bilimi kitaplarını düşürmezdi. Kütüphanesinde askeri, tarihi, edebi, hukuk kitapları bulunurdu. Fakat en çok tarih kitaplarına ilgi duyardı. Tahminen beş bine yakın kitap okuduğu belirtilmektedir.
Mustafa Kemal yalnız tarih, askeri ve bilimle ilgili kitapları değil, gençliğinden itibaren ara sıra roman da okurdu. Özellikle Reşat Nuri Güntekin’in “Çalıkuşu” ile Aka Gündüz’ün “Dikmen Kızı” romanlarını çok severdi. Kitaplar, kâğıtlar, kara tahta, not defteri, kalemler kendisinin meşhur sofrasının da vazgeçilmezlerindendi. Atatürk o kadar okumayı severdi ki, çoğu geceyi hiç uyumadan geçirirdi. Bir keresinde iki gün boyunca aralıksız kitap okuduğu bilgisi hayatına dair yazılmış bazı eserlerde görülmektedir. Engin tarih bilgisi Atatürk’ü ayrıcalıklı ve nitelikli kılardı. Yabancı kaynaklardaki Türk aleyhtarlığını gördükçe üzülür, ülkesindeki gençliğin yüksek tarih bilgisine sahip olması gerektiğine inanırdı. Bu düşüncelerle Mustafa Kemal Batılı yazarlara güvenmeyerek Sovyet bilim adamlarını Türkiye’ye davet etmiş, tarih çalışmaları yapmıştır. Ertesinde Gazi Paşa hazırladığı çalışmaları akşam sofrasına taşırdı. O sofralar içki sofrası değil, ilim irfan yeri, adeta bir okuldu.
Bir gün Atatürk dalgın dalgın kitap okurken Moskova elçisi Vasıf Çınar paşa görür ve dayanamayarak “Paşam, bu denli tarih okuma, kafanızı yoruyorsunuz, siz Samsun’a, Anadolu’ya çıkarken böyle kitap okuyarak mı çıktınız?” dedi. Bunun üzerine Mustafa Kemal gülümseyerek “Vasıf Bey, bizim çocukluğumuz fakirlikle geçti, elime üç beş kuruş para geçince bunun yarısını kitaba verirdim. Eğer aksinin yapsaydım ben Atatürk olamazdım, Türkiye’yi bu hale getiremezdim” demiştir. Atatürk tarihte Türklerin ilk defa batan “Mu Kıtasından” Orta Asya’ya geldiğini savunuyordu. Bu konuda geniş çaplı çalışmaları vardı fakat ömrü bunu tamamlamaya izin vermememiştir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün din konusundaki duruşu da çoğu kez tartışma konusu olmuştur. Bu konuda da Atatürk’ün sürekli yanında bulunan kişilerin hatıralarından faydalanmak yerinde olacaktır. Yardımcısı Nuri Uluslu’nun hatıralarına göre, dönemin ünlü hafızı Hafız Yaşar’ı çok sever, bazı zamanlarda hafızı çağırın derdi. Ya içki içmeden sofrada veya salonda Hafız Yaşar’ın makamı ile okuduğu Kuran-ı Kerim surelerini büyük zevkle dinlediği ve gözyaşlarını ceketindeki ince mendille sildiği görülmüştür. Bunun yanı sıra Mustafa Kemal okuduğu tefsirlerin etkisinde kalırdı ve “Allah’ın Kuranına nasıl inanamazlar, bize nasıl yol gösteriyor. Bunları dünyaya okutmalıyız” diye söylenirdi. Bu hususta din ve vicdan hürriyetine son derece inanırken dini devlet işlerine karıştırtmayacağını sürekli vurgulardı.
Atatürk, bir gün Çankaya’da sofradayken misafirlerine dönerek: “Bana Allah’ın büyüklüğünü kısaca anlatabilir misiniz?” sorusunu sordu. Herkes kendince bir şeyler ifade etti. En sonunda kendisi: “Görüyorum ki Allah’ı hepiniz çok değişik şekilde görüyorsunuz. Tamam, Allah çok büyük, ama gerçek olan, Allahın büyüklüğünün herkesin kafasının içi kadar olduğudur” demiştir.
Mustafa Kemal her sabah uyandıktan sonra önce bir fincan şekerli Türk kahvesini içer, günlük gazetelerini okuduktan sonra banyosunu alır, tıraşını olurdu. En sevdiği yemek askerlik günlerini hatırlatan kuru fasulye ve pilavdı. Sofrasına herkesi bir amaç için davet eder ve önemli kararların alınacağı akşamlar içki içmezdi. Yalova Termal’i çok severdi. Burada sıkça banyo alır ve masaj yaptırırdı.
Bilindiği üzere Atatürk’ün nüfus kâğıdında doğum tarihi tam olarak yazmamaktadır. Bunun sebebi olarak da Gazi Paşa şöyle demiştir: “Beni öldüğüm günle hatırlasınlar, doğduğum günü, ayı bilirlerse doğum günü falan yaparlar, beni padişaha benzetirler, istemem” demiştir.
On yedinci büyük Türk devletinin kurulması yolunda kılavuzluk etmiş olan Mustafa Kemal Atatürk, şüphesiz dünya durdukça var olacak olan Türkiye Cumhuriyeti’ne ışık olmaya devam edecektir. Burada dikkat edilmesi gereken en önemli husus, Mustafa Kemal’in putlaştırılmaması ve fikirlerinin siyasi malzeme haline getirilmemesidir. Günümüzde bazı kesimler “Atatürkçüyüm” zırhı altında, aslında tamamen Atatürk’ün görüşlerine ters işler yürüterek “Atatürkçülük” zırhı altında korunmaktadır. Buna müsaade edilmemelidir.
“Ben Atatürkçüyüm” diyerek veya rozetçilik yaparak Türkiye’nin ulusal menfaatleri koruduğunu zanneden kimi kesimler esasında kendi çıkarları uğruna hareket etmektedir. Gerçek Atatürkçülük ancak Mustafa Kemal’in fikirlerini anlayıp benimserken geleceğe ışık tutmasını sağlamak ve hiçbir kesimin siyasi malzeme yapmasına izin verilmeyerek hak ettiği anlamına kavuşacaktır.
Furkan KAYA