TÜRKİYE VE RUSYA FEDERASYONU İLİŞKİLERİNDE BORU HATLARI DİPLOMASİSİ

upa-admin 13 Şubat 2013 3.452 Okunma 0
TÜRKİYE VE RUSYA FEDERASYONU İLİŞKİLERİNDE  BORU HATLARI DİPLOMASİSİ

Özet: Günümüzde gelişmiş ülkelerin ve milli ekonomilerin temel aktörü olan enerji kaynakları, yaşamsal faaliyetlerimizin ve kalkınmanın sürdürülmesi, refah seviyesinin yükselmesi için hayati öneme sahiptir.  Türkiye ve Rusya da enerji alanında hem bölgesel hem de global açıdan stratejik öneme sahip iki devlettir. Rusya, doğalgaz ve petrolde dünya için çok önemli bir kaynak ülke, Türkiye ise enerji kaynaklarının dünya pazarlarına ulaşmasında önemli bir köprüdür. Uluslararası sistemin bir çok değişkenden etkilendiği dünyamızda, devletlerin hedeflerine ulaşmak için kullandıkları en etkin araçlardan biri olan ve enerji alanında da boru hatları ile yeniden şekillenen diplomasi ile bu çalışmada Türkiye ve Rusya arasındaki ilişkiler analiz edilmiştir. Enerjinin ve boru hatlarının oldukça önem kazanması sonucunda, bu araştırma ile genel olarak, boru hatları diplomasisi kapsamında Rusya ve Türkiye arasında enerji nakil hatları kapsamında oluşan ilişkilerin incelenmesi ve Türkiye’nin konumunu güçlendirmek için uygulanabilir yeni stratejiler geliştirmek hedeflenmiştir.

Anahtar Kelimeler: Enerji, Boru Hatları, Türkiye, Rusya, Türkiye-Rusya İlişkileri.

            Giriş

Uluslararası ilişkilerde tarih boyunca birçok aktör önemli rol oynamış, devletler hedeflerine ulaşabilmek ve ulusal çıkarlarını koruyabilmek için büyük mücadeleler vermişlerdir. İnsanoğlunun ilk çağlardan bu yana ihtiyaç duyduğu ve yaşamsal faaliyetlerin sürdürülebilmesi açısından çok büyük önem taşıyan “enerji” günümüzde en büyük rekabet alanlarından biri haline gelerek; devletlerin politikalarını etkilemeye başlamıştır.

Özellikle Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistemde yaşanan köklü değişim, sistemin aktörlerini önemli değişikliklere zorlamıştır. Bu değişiklikler, hem yeni oluşan uluslararası sisteme dahil olurken; hem de değişim sürecinde iç politikanın kazandığı yeni dinamiklerin dış politikayı belirlemesi aşamasında gündeme gelmiştir. Devletler arasındaki ilişkilerde, dış politikala alanında ekonomik unsurların öne çıktığı yeni bir dönem şekillenmeye başlamış, devletler enerjiyi bir diplomasi aracı olarak kullanmış ve bu süreç son yıllarda artarak devam etmiştir.

Enerjinin bu denli önem kazanması, özellikle petrol ve doğalgazın nakli ile gelişen boru hatlarının da devletler için yeni bir diplomasi aracı haline gelmesine yol açmış, dünyanın en büyük doğalgaz ihracatçısı ve üçüncü en büyük petrol ihracatçısı olan Rusya ile Türkiye arasında enerji nakil hatları kapsamında oluşan ilişkiler analiz edilmesi gereken yeni bir boyut ortaya çıkartmıştır.

            Diplomasi Nedir?

Devletlerin dış politika araçlarından biri olan diplomasi en geniş anlamda bir devletin dış ilişkilerini gerçekleştirmede kullandığı araçken; en dar anlamda, devletin belirli konudaki düşünce ve kararlarını başka devlet veya devletlerin karar alıcılarına iletmesi sürecidir[1]. Teknolojinin hızla geliştiği ve küreselleşmenin bu denli arttığı çağımızda, diplomasi, devletlerin milli menfaatlerini gerçekleştirmek için kullandığı en etkili araçların da başında gelmektedir.

Diplomasinin ilk örnekleri vasallar, monark ya da hükümdarların aralarındaki ilişkilerde görülmüştür. Ancak, günümüzde kullanıldığı anlamı ile diplomasi ilk kez 17. ve 18. yy. Kuzey İtalyası’ndaki şehir devletleri arasındaki ilişkilerde gelişmiş ve özellikle çeşitli ülkeler ile ticari ilişkiler içinde bulunan Venedik Cumhuriyeti, gönderdiği ticari temsilciler ile elçiliklerin temellerini atmıştır [2].

17. yüzyılda temelleri atılan diplomasi anlayışının en belirgin özelliği, sınırlı sayıda egemen birimlerin mevcudiyeti olmuştur. Bu nedenle bu egemen güçlerin, çıkar çatışmaları da sınırlı olmuş ve dönem itibariyle oluşan diplomasi, “ikili ilişkiler” düzeyinde gelişmiştir. Ancak bu durum, Avrupa’daki birçok ülkenin siyasal birliğini tamamlaması ve egemen güçlerin sayısının artmasıyla beraber, nitelik değiştirmiştir. Egemen güç sayısındaki artış, bu güçlerin kendi aralarında siyasal, ekonomik ve askeri açıdan oluşan bağımlılıklardan dolayı çatışmalar doğmuştur[3]. Doğal olarak, bu durum da “çok taraflı diplomasi”nin oluşmasına zemin hazırlanmıştır.

Çok taraflı diplomasinin gelişmesi kendiliğinden olmamış ve uzun bir süreç sonunda gerçekleşebilmiştir. Uluslararası İlişkilerde kırılma noktalarından biri olan, dönemin en önemli ve “laik” konferansı olma özelliği taşıyan 1648 Westphalia Konferansı ile başlayan süreci 1815 Viyana Kongresi izlemiş ve çok taraflı diplomasi, yaygınlık kazanmaya başlamıştır[4]. Bu tarih sonrasında Avrupa’da özellikle savaş sonraları barış görüşmelerinde, çok taraflı diplomasi örnekleri verilmiştir.

1648 Westphalia Konferansı ile 1789 Fransız İhtilaline kadar olan dönem, Avrupa devletler sisteminin en türdeş özelliklere sahip olduğu bir dönem olmuş ve uluslararası ilişkiler “monarklar arasındaki satranç oyunu” görünümü taşımıştır [5]. 1713 Utrecht Antlaşması da, Avrupa devletler sistemini güçlendirerek, klasik güç dengesi siteminin Fransız İhtilaline kadar varlığını korumasını sağlamıştır. Bu dönem ayrıca, devletlerin dinsel temel yerine “ulusal egemenliğe dayalı” meşruluğa dayanmaya başladıkları bir süreci de başlatmıştır. Bunun yanısıra güç politikası izleyen devletlerin birincil amacı, kendi hareket serbestliklerini sağlamak ve en üst seviyede bağımsızlıklarını korumak olmuştur.

1789’da gerçekleşen Fransız İhtilali, sonuçları bakımından, uluslararası sistemi derinden etkileyen bir süreci başlatmıştır. Fransız İhtilali’nin dünya çapında yarattığı sonuçlar bir yana, Napolyon’un silahlı güç kullanarak milliyetçilik ve liberalizm akımlarını tüm Avrupa’da yayma girişimleri, sistemde başat güçler olan İngiltere ve Avusturya’nın birlikte hareket etmelerine neden olmuştur. Fransız İhtilali sonrasında uluslararası sistemde, Napolyon’un Avrupa işgaline yükselen tepkiler, bu ülkeye karşı Kutsal İttifak’ın oluşturulması ve sistemin tek bir hegemon gücün etkisi altına girmemesi üzerine odaklanmıştır.

İtalyan şehir devletlerinde başlayan diplomasi anlayışı, tam olarak 19. yüzyılda gelişmiş ve bu dönem “diplomasinin altın çağı” (golden age of diplomacy) olarak nitelendirilmiştir. 1815 Viyana Kongresi sonrasında, sistemde devletler arasında kesin bir denge ve istikrar hakim olmaya başlamıştır. Bu istikrarın kaynağı, Avusturyalı Prens Metternich’in diplomatik önderliğinde, Avrupa devletler sisteminin diğer temel öğelerince oluşturulan “Avrupa Ahengi” sistemi olmuştur. Ahenkten anlaşılan ise özellikle çok uluslu Avrupa monarşilerinin giderek güçlenen “milliyetçilik akımları karşısında korunmaları” olmuştur[6]. Napolyon Savaşları ardından gelen bir düzenleme olan Viyana Kongresi, Westphalia Barışı sonrası, Dünya Savaşları öncesi en geniş katılımlı ve etkili uluslararası diplomatik toplantı olmasına rağmen,  eski diplomatik geleneklere göre oluşturulduğu için, sistemde aksaklıkların doğmasına engel olamamıştır.

Milliyetçilik hareketleri, 19 yüzyıl içinde belirleyici olduğu gibi, 20. yüzyılda da ilişkilerin temelini şekillendirmiştir. İtalya ve Alman ulusal birliklerinin kuruluşu Avrupa dengesine yeni bir biçim vermekle birlikte, Balkanlardaki milliyetçilik akımlarının gelişmesine ve Balkanların 1870’den sonra Avrupa diplomasisinin başlıca müdahale alanı olmasına yol açmıştır. Birinci Dünya Savaşı sırasında gizli diplomasi yapılırken, sonraları gizli (kapalı) diplomasiye tepki olarak açık diplomasi gelişmiş ancak İkinci Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş ile birlikte gizli diplomasiye yeniden dönülmüştür.

Uluslararası sistemin değişik faktörlerden etkilenmesi ve çıkar çatışmaları nedeniyle, hedefe ulaşabilmek için bir çok diplomasi tekniği kullanılmış; 17. yüzyıldan beri günümüze kadar farklılık gösteren stratejiler geliştirilmiştir. Bugün pek çok konu uluslararası konjonktürün gelişimine göre diplomatik bir araç olarak tercih edilmekteyken; devletler diplomasiyi etkin bir şekilde kullanabildikleri ölçüde, başarılı stratejiler geliştirerek hedeflerine ulaşabilmektedirler. Bununla birlikte, devletlerin başarısı diplomasiyi etkin bir şekilde kullanmakla doğru orantılı olarak görülse de[7], devletlerin dış politika amaçları birbirleri ile çatışabileceği için, bir devlet kendi çıkarlarını maksimize ederken başka devletlerin çıkarları bundan zarar görebilmektedir.

Bazı devletler belirli bir dış politikaya sahiplerdir ve dışarıdan gelen tepki ve tutumlar değişse de daha önceden belirlemiş oldukları  politikaları esasında kararlar almaktadırlar. Fakat bazı devletler ise kendi çıkarlı doğrultusunda belirlenmiş bir dış politikadan yoksun oldukları için dışarıdan gelen “anlık” tutumlar, olaylar karşısında “anlık” tepki geliştirmektedirler[8]. Halbuki diplomasi sadece günlük veya anlık gelişebilen olaylarla değil, gelecekte oluşabilecek sorunları tahmin ederek, onlara çözüm bulmakla da ilgilenmektedir.

Diplomasi salt günlük veya anlık olayları hedef almadığı için teknik ve taktik geliştirilmesi bu alanda hayati önem taşımaktadır. Uluslararası konjonktür her zaman aynı kalmadığı ve sıklıkla değişiklik gösterdiği için devletlerin çıkarları ve hedefleri sürekli değişmekte, bu nedenle her devlet yeni diplomatik manevralar geliştirmektedir. İçinde bulunulan konjonktüre, tarafların dostça veya düşmanca tutumuna ve devletlerin amaçlarına göre bu taktikler şekil almaktadır.

Diplomasi yolu ile devletlerin dış politika amaçlarına ulaşmayı sağlayan, çıkarlarını koruyan uygulayıcılar, “diplomatlar” ve “devlet adamları”dır. O nedenle bu temsili gerçekleştiren kişilerin algıları da doğru sonuçlara varılmasında önemlidir. Çünkü bazen farklı çıkarımlar yapılarak yanlış hedefe yönelmeye neden olunabilir. Diplomasi dili de buna verilebilecek en güzel örnektir. Dışarıdan bakıldığında zarif sözcüklerden seçilmiş olan bu konuşmaların altında, çoğu zaman çok daha farklı anlamlar ve mesajlar gizlidir. Genel olarak, görüşme sonrasında temsilciler, “Çok açık ve samimi bir görüşme oldu” demişlerse ciddi görüş ayrılıklarının mevcut olduğunu, “Yararlı bir görüş alışverişinde bulunuldu” denmişlerse herkesin kendi görüşünü koruduğu, “Zamanı geldiğinde bu konuda tedbirler alınacaktır” demişlerse, o meselenin çok uzun süre çözülemeyeceği, “Görüşlerinizi çok ilginç buldum” demişlerse, bundan daha saçma bir fikir duymadım, şeklinde anlamak gerekir[9].

Hızla küreselleşen ve teknoloji sayesinde sınır ötesi etkileşimde bulunduğumuz dünyamızda, uluslararası sistem de bir çok etken nedeniyle sıklıkla değişmektedir. Devletlerin hedeflerine ulaşmak için kullandıkları en etkin araçlardan biri olan diplomasi ile birlikte ileri görüşlülük, hedefi doğru saptamak, geleceği doğru tahmin edebilmek, sabırlı ve kararlı olmak diplomaside başarıyı elde etmeyi sağlamaktayken; teknikler ne kadar iyi olursa olsun, yanış hedef belirlemek de başarısızlığa yol açmaktadır.

            “Enerji”nin Dış Politikadaki Yeri    

Kelime anlamı olarak ele alındığında enerji, herhangi bir hareketi yapabilme yeteneğine sahip olan, kısaca “iş yapma kabiliyeti” olarak tanımlanmaktadır[10]. Bu tanım, bugün enerjinin önemini açıklamakta yeterli olmamakta çünkü artık enerji kavramı, uluslararası sistemde, daha çok ekonomik ve politik gelişmelere yön veren stratejik bir araç olarak yer almaktadır. Enerji kaynakları, dünya coğrafyasında “eşit olmayan” bir dağılım tablosu sergilediği için, enerji rezervlerini ve nakil hatlarını kontrol ediyor konumda olmak, uluslararası sistemde de söz sahibi olmakla aynı anlama gelmektedir.

Birincil enerji kaynakları ve ikincil enerji kaynakları olarak ikiye ayrılan enerji kaynaklarından, fosil enerji kaynakları (kömür, ham petrol, doğalgaz, rüzgar, güneş, nükleer enerji kaynakları, jeotermal, hidrolik) birincil enerji kaynaklarını oluşturmaktadır. İkincil enerji kaynakları ise birincil enerji kaynaklarının kullanılması sonucunda ortaya çıkmaktadır. Yine birincil kaynaklar, “yenilenebilir” ve “yenilenemeyen” enerji kaynakları olarak da sınıflandırılabilir. Burada ise kömür, ham petrol ve doğalgaz yenilenemeyen kaynak olarak kabul edilirken; rüzgar, hidrolik, güneş ışığı, yenilenebilir olan kaynaklar içinde sınıflandırılmaktadır.

İnsanoğlu ilkel çağlardan günümüze kadar enerjiye ihtiyaç duymuştur. İlk dönemlerde insan gücü ile başlayan bu süreç toplumsallaşmanın artması ve endüstrileşmeye geçiş ile birlikte şekil değiştirmiştir. Enerji tüketiminin de giderek artması alternatiflerin geliştirilmesine yol açmış; su ve rüzgar gücü sonrasında buhar gücüden yararlanılmaya başlanmıştır. Sanayi devrimi ile kömür, yeni bir girdi olarak önem kazanmış ve teknolojinin gelişmesi enerji çeşitliliği ihtiyacını doğurmuş, petrol, elektrik, doğalgaz gibi kaynakların kullanımı hızla artmıştır.

Alternatif enerji kaynaklarının üretilememesi ve talebin hızla artması dünyada sınırlı miktarda bulunan fosil yakıtların hızla tükenmesine sebep olmaktadır. Özellikle petrol ve doğalgaz, birincil enerji kaynakları içerisinde büyük önem taşımakta ve yaygın olarak kullanılmaktadır. Dünya enerji ihtiyacının % 33.1’i petrolden, % 9.6’sı doğalgazdan karşılanmaktadır[11]. Teknolojinin gelişmesi ve enerji kaynaklarının tüketiminin artması gibi etkenler, petrol ve doğalgaza ekonomik değerin yanı sıra stratejik anlamda da değer kazandırmıştır.

Uluslararası ilişkiler ve dış politika birçok değişkenden farklı oranda etkilenmeye açık olmakla beraber, enerji de her dönemde dış politikayı etkileyen bir alan olmuştur. 19. yüzyılın başında, petrol alanlarında söz sahibi olma ve kontrolü elde tutma mücadelesi, uluslararası sistemi etkileyen en temel belirleyicilerden biri olmuştur. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ise enerji kaynaklarınca zengin, önemli bir bölge olan Orta Doğu üzerindeki çekişmeler, dünya politikası açısından dikkat çekmiştir. 1950’lerden sonra görülen ulusçuluk akımları, bu akımlar doğrultusunda devletlerin  kendi çıkarlarını maksimize etmek için geliştirdiği politikalar sonucunda petrol şirketlerinin millileştirilmesi ve OPEC’in kurulması gibi gelişmeler, yine İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde, devletler arası ilişkilere damgasını vuran gelişmeler arasında yer almıştır[12].

Dünyamızda enerji rezervleri homojen bir dağılım tablosu sergilemediği için,  gelişmiş ve gelişmekte olan bir çok ülke özellikle petrol ve doğalgaz kaynaklarında, bağımlılık yaşamaktadır. Fosil enerji kaynaklarından petrol ve doğalgazın yenilenemeyen kaynaklar olması da devletlerin bağımlılığını giderek artırmakta ve devletlerin bu yönde politikalar ve stratejiler geliştirmelerine neden olmaktadır. Ancak bağımsız bir dış politika izleyebilmek için petrol ve doğalgazda yaşanılan bağımlılığı ortadan kaldırmak veya en aza indirmek gerekmektedir.

Boru hatları ise petrol ve doğalgazın üretici ülkelerden tüketici ülkelere taşınmasında yaygın olarak kullanılan en önemli araçlardan biridir. Petrol ve doğalgaz, günümüzde dünyanın ekonomik ve siyasi olarak en önemli enerji kaynaklarından olduğu için, bu kaynakların naklinde kullandığımız boru hatlarının güzergahı ve bu hatlar üzerinde hakimiyet kurmak için yaşanan mücadele de dış politikada büyük önem taşımaktadır. Çünkü enerjinin kendisi kadar, arz güvenliği, çeşitliliği, kesintisiz, ucuz, güvenilir ve zamanında ulaşılabilirliği de büyük önem sergilemektedir[13]. Petrol ve doğalgazın üretici ülkelerden, tüketici ülkelere taşınması her iki tarafla birlikte, boru hatlarının bulunduğu güzergahtaki ülkelerin dış politikalarını da etkilemektedir. Gelinen nokta enerjinin dış politikada önemli bir etken olduğu ve devletlerin çıkarları ortak bir paydada buluşturulamadığı takdirde, uluslararası ilişkilerde krizlere bile yol açtığı gerçeğidir.

            Türkiye ve Rusya Arasındaki Enerji Temelli İlişkiler

Rus dış politikası, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’nin yıkılması ile Soğuk Savaş sonrasında önemli bir değişimden geçmiştir. Dönemin yarattığı koşullar içerisinde, bağımsızlığını yeni kazanan bir devlet olan Rusya, ilk etapta ulusal çıkarlarını belirleyememiş, batıya karşı ideolojik bir çıkış yerine, batı ile işbirliğine dayanan, istikrarlı ilişkiler kurma politikası izlemiştir. Özellikle Boris Yeltsin döneminde izlenen liberal politikalar, Rusya için yeterli olmamış; bilhassa derin bir ekonomik krizin yaşanması hem iç hem de dış politikayı etkilemiştir. Yeltsin sonrasında, Mart 2000’de yapılan Rusya Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanan Putin ile birlikte yeni bir dönem başlamış, iç ve dış politikada değişiklikler gözlenmiştir. Yeni oluşan dış politika ile özellikle Hazar Bölgesi enerji kaynaklarına önem verilmiş, ekonomik çıkarlar ilk sırada yer almış, enerji politikaları ile boru hatları stratejileri, merkezi karar alma organlarınca belirlenmiş ve dış politika aracına dönüştürülmüştür.

Rusya, Putin ile birlikte politik mirasını ve doğal kaynaklarca zengin olan bir coğrafyada olmayı stratejik bir avantaj olarak kullanmaktadır[14]. Rus ekonomisi, ağır bir şekilde enerji sektörüne bağlıdır ve devlet gelirlerinin büyük bir kısmı petrol ve doğalgazın satışıyla elde edilmektedir[15]. Özellikle doğalgaz dünya ekonomisinde ve de Rusya’nın ekonomisinde hayati önem taşımakla birlikte, en çok kullanılan yakıttır. Rus doğalgazında ihracat srtatejisi 2000 yılından beri büyük bir değişim ve büyüme göstermektedir. Bunda doğalgazın diğer enerji kaynaklarına göre daha az maliyetli ve ekolojik olarak  temiz olmasının getirdiği avantaj da vardır. Enerji alanında da bir süper güç olduğunu iddia etmekte olan Rusya ve Rus stratejistler enerji kaynaklarına, Rus doğalgazı ve petrolüne karşı hiçbir tehdidin kabul edilemeyeceğinin altını çizmektedirler[16].

Rusya, diğer kaynak ülkeler ve geçiş ülkeleri ile oluşturduğu boru hattı diplomasisinde kendi çıkarlarını gözeten stratejiler geliştirmiştir. Dünyanın en büyük doğalgaz ihracatçısı ve üçüncü en büyük petrol ihracatçısı olan Rusya, zengin enerji rezervlerine sahip olmanın yanında, petrol ve doğalgazı tüketici ülkelere ulaştırmada da sahip olduğu boru hatları ağı ile stratejik açıdan önemli bir konuma ulaşmıştır [17]. Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan ve Özbekistan gibi kaynak ülkeleri kendi kontrolünde tutmak isteyen Rusya, enerjiyi ve boru hatlarını politik bir araç olarak kullanmıştır. Aynı şekilde, geçiş ülkelerinde de  benzer politikalar uygulamış ve 2006’da Ukrayna ile yaşanan doğalgaz krizi, bunun en somut örneklerden biri olmuştur. Rus doğalgaz şirketlerinden olan Gazprom’un Ukrayna’ya karşı doğalgaz ücretlerini artırması ve Ukrayna’nın borcuna istinaden doğalgazı kesmesi ile başlayan bir süreçtir [18]. Fakat burada sebep tamamen ekonomik değildir. Rusya, Ukrayna’yı AB ve NATO ile yakınlaşması ve Rusya ile tarihi bağlarını koparmasından dolayı cezalandırmak için böyle bir strateji izlemiştir. Satır aralarında algılanması gereken, yani Rusya’nın Ukrayna’ya anlatmaya çalıştığı, Ukrayna’nın batı bloğunda olmayı tercih ettiği, Rusya’nın arka bahçesini terk ettiği, o zaman onun da Avrupalı ülkeler gibi, doğalgaz için aynı ücreti ödemesi gerektiğidir[19].  Yaşanan bu dört günlük doğalgaz kesintisinden sonra birçok Avrupalı ülke ve ABD, enerjiyi politik bir araç olarak kullanmasından dolayı Moskova’yı suçlamıştır  ve Avrupa Rusya’dan aldığı doğalgazın yaklaşık % 75’ini Ukrayna üzerinden geçen boru hatları ile temin ettiği için yaşanan kriz ile birlikte Rusya’nın güvenilirliği tartışmaya açılmıştır.

Rusya, enerji alanında ve boru hatlarında sahip olduğu üstünlüğü, Ukrayna’ya karşı kullandığı gibi yine Belarus ve Gürcistan gibi diğer geçiş ülkelerine karşı da kullanmıştır. Rusya’nın bu tutumu ve yaşanan krizler hem geçiş ülkesi, hem de tüketici ülke olan Türkiye’yi ve diğer tüketici ülkeleri de tedirgin etmiştir.

Türkiye’nin bu tablodaki yeri, coğrafi konumu nedeniyle oldukça önemlidir. Petrol ve doğalgaz rezervi açısından kıt kaynaklara sahip olan bir devlet olarak Türkiye, enerjinin nakli konusunda önemli bir noktadadır ve “enerji geçiş merkezi” haline gelmektedir. Çünkü dünyadaki kanıtlanmış doğalgaz rezervlerinin % 71.8’i, petrol rezervlerinin ise; % 72.7’si Türkiye’nin çevresindeki coğrafyada yer almaktadır[20].

Ülkemizdeki enerji politikası, uluslararası gelişmeleri takip etmekte geri kalındığı, teknik anlamdaki sıkıntılar, hükümetten hükümete değişen enerji stratejileri,  stratejilerin zayıf ve eksik bulunması, belirlenen programa üniversitelerin ve AR-GE kuruluşlarının yeterince uyum sağlayıp destek olamaması gibi nedenlerle sık sık tartışılmaktadır[21]. Kullandığı enerji kaynaklarının % 74’ünü ithal etmekte olan Türkiye enerji politikası açısından temelde,

  •        Enerji ihtiyacını imkanlar ölçüsünde yerel kaynaklardan karşılamayı,
    •    En düşük maliyet ile elde etmeyi,
    •    Enerji arzında kaynak, güzergah ve teknoloji çeşitlendirilmesine gidilmesini,
    •    Yenilenebilir enerji kaynaklarının payının artırılmasını,
    •    Nükleer enerjinin de yeni bir kaynak olarak eklenmesini,
    •    Ülke içinde ve dışında hidrokarbon kaynakları arama-geliştirme faaliyetlerine önem verilmesini hedeflemektedir.[22]

Bu hedefler doğrultusunda stratejiler geliştirse de kullandığı doğalgaz ve petrolün tamamına yakın bir kısmını ithal ettiği için Türkiye, enerji alanında bağımlı bir devlet olma yolunda ilerlemiştir. Üretim oranlarının tüketimi karşılamayışı, gelişen teknoloji ve artan nüfus ile birlikte enerji ihtiyacının her geçen gün yükselen bir grafik çizmesi, son on yıl içersinde dünyada, doğalgaz ve elektrik talebinin Çin’den sonra en fazla arttığı ikinci ülke olarak Türkiye’nin yer almasına neden olmuştur[23]. Doğru orantılı olarak, Türkiye’nin enerji tüketimi, ürettiği enerjiye göre oldukça fazla olduğu için enerji ithalatı da hızla büyümüş ve bu durum Türkiye’nin ne kadar bağımsız politikalar geliştirebileceği tartışmalarını ortaya çıkarmıştır. Nitekim 2011 yılında, yaklaşık olarak 43 milyar metreküp doğalgaz[24] ve yaklaşık 2.9 milyon ton[25] petrol ithal eden Türkiye’nin bu noktada yaşadığı bağımlılık durumu, izlemiş olduğu politikalara da etki etmektedir. Özellikle ithal edilen doğalgazın % 60‘ının Rusya’dan temin edilmesi[26], Türkiye’nin Rusya’ya karşı yaşadığı bağımlılığı gözler önüne sermektedir. Ancak bu durumun yanında Türkiye, Rusya için de önemli bir pazar ve geçiş ülkesidir. Bu nedenle her iki ülke için enerji ilişkileri çok boyutlu olarak seyretmekte ve bu alanda gerçekleşen ve gerçekleşmete olan projeler çeşitli diplomasi ataklarını meydana getirmektedir.

Örneğin, Bakü-Tiflis-Erzurum (BTE) Doğalgaz Boru Hattı ve Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC)  Ham Petrol Boru Hattı gibi Türkiye’nin enerji koridoru olması için katkı sağlayan, boğazlardaki geçiş trafiğinin azaltılmasına yardımcı olan, bölgedeki enerji kaynaklarını Rusya’nın tekelinden kurtaran bu projeler, Rusya tarafından olumsuz karşılanmıştır. Çünkü Rusya’nın projelerde yer almayışı, onun kontrolünün azalmasına neden olmuş, çıkarlarına ters düşmüştür. Özellikle BTC Ham Petrol Boru Hattı  sürecinde projeyi engellemek için Rusya, Hazar’ın Statüsü, Dağlık Karabağ gibi konularda Azerbaycan’a baskıda bulunmuştur. Bununla birlikte gündemdeki diğer bir proje  olan Nabucco Doğalgaz Boru Hattı Projesi de Rusya’nın çıkarlarına ters düşmüş; hattın Türkmenistan, Özbekistan ve Kazakistan’ı Rusya’dan koparmaya çalışan bir ABD projesi olduğu savunulmuştur. Tabiki Nabucco Doğalgaz Boru Hattı Projesi için tek engel Rusya olmamıştır, kaynak sıkıntısı gibi sorunlar da projenin aksaklık yaşamasına neden olmuştur. Ancak tüm bunlarla beraber, Rusya, Nabucco Doğalgaz Boru Hattı Projesi’ne rakip olarak Güney Akım projesini geliştirmiş, Azerbaycan gibi kaynak ülkelerle yüklü miktarda gaz alım antlaşmaları yapmıştır. Rusya’nın diğer bir önemli hamlesi de Mavi Akım projesi olmuş, geçiş ülkeleri by-pass edilerek Türkiye’ye doğrudan ulaşılan bu proje ile Rusya’nın eli güçlenmiş, geçiş ülkeleri devre dışı kalmış, Türkiye’nin ise artan bağımlılığı ve re-export (üçüncü ülkelere satma) hakkının olmayışı ile pazarlık gücü zayıflamış, diğer kaynak ülkeler ile ilişkileri gerilemiştir. Samsun-Ceyhan Petrol Boru Hattı Projesi ise boru hattı diplomasisine örnek olan, hamlelerin net olarak gözlemlendiği diğer bir projedir. Çünkü Nabucco Doğalgaz Boru Hattı Projesi ile Güney Akım Doğalgaz Boru Hattı Projesi arasında pazarlık konusu haline gelmiştir. Türkiye, çıkarları ile örtüşmese de Samsun-Ceyhan  Petrol Boru Hattı Projesi’nin gerçekleşebilmesi için Güney Akım Doğalgaz Boru Hattı Projesi’ne yeşil ışık yakmış, bunun karşılığında Rusya’dan Samsun-Ceyhan Petrol Boru Hattı Projesi için destek almıştır.

Bu projeler, özellikle Türkiye’yi yakından ilgilendirdikleri için örnek verilmiştir. Aksi halde boru hatları diplomasisinin aktif olarak gözlemlendiği pek çok proje söz konusudur. Her ne kadar BTC Ham Petrol Boru Hattı ve BTE Doğalgaz Boru Hattı gibi hatlar Türkiye’yi enerji koridoruna dönüştürse de, Türkiye’nin enerji arz güvenliğinin sağlanması açısından fayda sağlasa da, sürecin  Türkiye’nin aleyhinde işlediği ortadadır. Adım adım gelişen süreçte Rusya akıllıca stratejiler izleyip, hamlelerini ona göre belirlediği için mevcut durumda, Türkiye’ye kıyasla daha kuvvetli ve avantajlı bir konumdadır. Türkiye’nin boru hatları diplomasisinde Rusya’ye karşı net bir politika izleyememesine Batılı devletlerin etkileri, kaynak ülke olarak Rusya’nın enerji alanında daha güçlü olması ve bir dış politika aracı olarak boru hatlarını başarılı şekilde kullanması gibi etkenler de mevcuttur ama Türkiye’nin çıkarlarını en üst düzeyde koruyacak “enerji politikası”nın olmayışı diğer nedenlerden daha kuvvetli etkiler doğurmaktadır.

          Sonuç

Tüm dünyada enerjinin eşit olmayan bir şekilde dağılmış olması, bu konunun stratejik bir önem kazanmasına neden olmuştur. Devletler enerji alanında kontrolü ellerinde tutmak istedikleri için çeşitli strateji ve taktikler izleyerek bu yönde politikalar geliştirmişlerdir. Petrol ve doğalgazın kaynak ülkelerden tüketici ülkelere ulaştırılmasında çok büyük öneme sahip olan boru hatları da devletlerin üzerinde hakimiyet kurmak istedikleri, mücadele ettikleri önemli bir alan haline gelmiştir.

Boru hatları diplomasisinin en somut örneklerini sergileyen Türkiye ve Rusya ise enerji alanında hem bölgesel hem de global açıdan stratejik öneme sahip iki devlettir. Rusya, doğalgaz ve petrolde dünya için çok önemli bir kaynak ülke, Türkiye ise Rusya’nın kaynaklarının dünya pazarlarına ulaşmasında önemli bir köprüdür. Boru hatları da bu nedenle Rusya ve Türkiye’nin en fazla rekabet içerisinde olduğu alan olmaktadır. Dünyanın en büyük ihracatçılarından biri olan Rusya, enerji alanında hakimiyetini sürdürmek için enerji kaynaklarını ve boru hatlarını başarılı bir diplomasi aracı olarak kullanmaktadır. Bölge devletleri üzerinde de büyük kontrole sahip olan Rusya, oluşturulmakta olan enerji politikalarını ve devletlerin bu yönde gelişen davranışlarını etkilemektedir.

Enerji alanında doğru bir boru hattı diplomasisi geliştirmek ve enerji merkezi olma yolunda başarılı olmak için,

  • Ulusal çıkarları koruyan ve ulusal çıkarlardan taviz vermeyen bir enerji politikası geliştirilmeli.
  • Rusya’dan, AB’den ve ABD’den gelen “anlık tepkiler”e göre, “anlık enerji politikası” izlenmemeli.
  • Enerji alanında belirlenen hedefler, akılcı, mantıklı ve uygulanabilir olmalı.
  • Boru hatları diplomasisini başarılı bir şekilde uygulamak için konunun uzmanı bilimadamları, akademisyenler, bürokratlar ve devlet adamları ile çalışılmalı.
  • Dahil olunan projelerdeki antlaşma metinleri iyi analiz edilmeli ve hukuksal boşluklardan doğacak, Türkiye’nin aleyhine işleyecek bir sürecin olmaması için gerekli özen gösterilmeli.
  • Rusya karşısında Türkiye’nin elinin güçlü olduğu alanlar belirlenip, onlar üzerinden strateji geliştirilmeli.
  • Doğalgaz ve petrol tüketimini azaltacak alternatif enerji kaynakları geliştirilmeli.
  • Rusya’ye karşı enerji alanında yaşadığımız bağımlılığı kırmak adına, diğer ülkeler ile doğru ilişkiler izlenerek kaynak ülkelerde çeşitliliğe gidilmeli.

Uluslararası ilişkilerde ve dış politikada vazgeçilmemesi gereken en önemli husus, “ulusal menfaatlerin” her zaman öncelikli görülmesi ve bu konuda kararlı ve istikrarlı politikalar geliştirilmesinin hayati önem taşıdığıdır. Yanlış belirlenen, yerinde ve zamanında uygulanmayan politikanın getireceği zararlar ne kadar büyükse, doğru uygulanan ve milli çıkarları koruyacak doğrultuda belirlenen politikanın kazandıracağı faydalar da o kadar büyük olur. Elindeki diplomatik araçları kullanamayan devletler, uluslararası sistemde etkin bir güç olamayacakları gibi, kendi ulusal çıkarlarını savunmak ve korumakta da başarılı olamazlar. Bu konuda başarılı olabilmek için stratejilerin doğru olarak saptanması, bu stratejiler esas alınarak taktikler benimsenmesi ve uygulanması gerekmektedir. Burada diğer devletlerin amaçlarını, çıkarlarını iyi belirleyebilmek, uyguladıkları taktikleri görebilmek, bir sonraki adımlarını tahmin edebilmek, Türkiye’nin çıkarlarına uygun politika belirleyip bu yönde strateji geliştirebilmek için çok önemlidir.

Türkiye, coğrafi konumu nedeniyle ve zengin enerji kaynaklarına sahip bölgeler arasında olmakla çok büyük öneme sahip bir ülkedir. Bu önem hiçbir zaman unutulmadığında, istikrarlı ve ulusal çıkaları koruyan bir enerji politikası geliştirildiği ve başarılı boru hatları diplomasisi ile pekiştirildiği takdirde, Türkiye enerji alanında söz sahibi olan bir ülke konumuna gelecek, dünya enerji güvenliğini sağlayan en önemli aktörlerden biri olacak ve enerji merkezi olma hedefine kavuşulacaktır.

 Burcu KANBAL

KAYNAKÇA

– Akbulut, H. (2001, Mayıs). Enerji Diplomasisi. Mart 12, 2011 tarihinde T. C. Dışişleri Bakanlığı: http://www.mfa.gov.tr/enerji-diplomaisi.tr.mfa adresinden alındı.

– Arı, T. (1997). Uluslararası İlişkiler. İstanbul: Alfa Yayınları.

– Blinick, A. (2008). Pipeline Diplomacy. The New Atlantis (21), 122-127.

– BP, “Statistic Review of World Energy”, June 2012, http://www.bp.com/liveassets/bp_internet/globalbp/globalbp_uk_english/reports_and_publications/statistical_energy_review_2011/STAGING/local_assets/pdf/statistical_review_of_world_energy_full_report_2012.pdf.

– CRS Reoprt for Congress, Russia’s Cutoff of Natural Gas to Ukraine: Contex and Implications, http://www.au.af.mil/au/awc/awcgate/crs/rs22378.pdf

– Dimitrakopoulu, S. (2010). Russia’s National Security Strategy to 2020: A Great Power in the Making? Caucasian Review of International Affairs , 4 (1), 35-42.

– EPDK, “Petrol Piyasası Sektör Raporu Temmuz 2012, http://www.epdk.org.tr/documents/10157/88fb3f64-ccaa-4fd9-af2c-d52b344fa047.

– Gönlübol, M. (1993). Uluslararası Politika. Ankara: Attila Kitabevi.

– Güner, S., & Albostan, A. (2009). Türkiye’nin Enerji Politikası.

– İskender, S. “Başbakan’ın Rusya Seyahati ve Enerji Gündemi”, TÜTEV, 14 Mart 2011, http://tutev.org.tr/index.php/makale/578-babakanin-rusya-seyahat-ve-enerji-guendem.

– Kocaoğlu, M. (1993). Uluslararası İlişkileri Yürüten Araç Diplomasi. M. Kocaoğlu içinde, Uluslararası İlişkiler (s. 352, 408-411). Ankara: Kara Harp Okulu.

– Lough, J. “Russia’s Energy Diplomacy,” briefing paper, Chatham House, May 2011, http://www.chathamhouse.org/sites/default/files/19352_0511bp_lough.pdf.

– Nükleer Teknoloji Biligi Platformu. (2007, Mart). Enerji Nedir? Ocak 3, 2011 tarihinde Nükleer Teknoloji Bilgi Platformu: http://www.nukte.org adresinden alındı.

– Öymen, O. (2002). Silahsız Savaş: Bir Mücadele Sanatı Olarak Diplomasi. İstanbul: Remzi Kitabevi.

– Pamir, N.“Türkiye’de ve AB’de Enerji Güvenliğine Türkiye Perspektifinden Bakış”, Avrupa’da Türkiye, Türkiye ve AB’de Enerji Güvenliği, Nükleer Enerji Türkiye için Seçenek mi?, Kasım 2010.

– Pamir, N. Energy (in) Security and The Most Recent Lesson: “Russia – Ukraine Gas Crisis”. Ankara: Centre for Eurasian Studies, 2005.

– Sander, O. (1998). Siyasi Tarih, İlkçağlardan 1918’e. İstanbul: İmge Kitabevi.

– Sönmezoğlu, F. (2002). Uluslararası İlişkilere Giriş. İstanbul: Der Yayınları.

– T.C. Dışişleri Bakanlığı, “Türkiye’nin Enerji Stratejisi”, 24 Ocak 2012, http://www.mfa.gov.tr/turkiye_nin-enerji-stratejisi.tr.mfa.

– The World Factbook, “Turkey”, 24 Ocak 2012, hppts://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/geos/tu.html.

– Trenin, D. (2007, Kasım). Russia’s Threat Perception and Strategic Posture. Strategic Studies Institute, 35-48.


[1] Mehmet Gönlübol, Uluslararası Politika, Ankara: Attila Kitabevi, 1993, s. 118.

[2] Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler, İstanbul: Alfa Yayınları, 1997, s. 298.

[3] Oral Sander, Siyasi Tarih, İlkçağlardan 1918’e, İstanbul: İmge Kitabevi, s. 93.

[4] Sander, a.g.e.., s. 95.

[5] Faruk Sönmezoğlu, Uluslararası İlişkilere Giriş, İstanbul: Der Yayınları, 2002, s. 27.

[6] Sönmezoğlu, a.g.e., s. 28.

[7] Mehmet Kocaoğlu, Uluslararası İlişkileri Yöneten Araç Diplomasi, Ankara: Kara Harp Okulu, 1993, s. 352.

[8] Gönlübol, a.g.e., s. 119.

[9] Onur Öymen, Silahsız Savaş: Bir Mücadele Sanatı Olarak Diplomasi, İstanbul: Remzi Kitabevi, s. 25.

[10] Nükleer Teknoloji Bili Platformu, “Enerji Nedir?”, http://www.nukte.org, (3 Ocak 2011).

[11] BP, “Statistic Review of World Energy”, June 2012, http://www.bp.com/liveassets/bp_internet/globalbp/globalbp_uk_english/reports_and_publications/statistical_energy_review_2011/STAGING/local_assets/pdf/statistical_review_of_world_energy_full_report_2012.pdf.

[12] Hakan Akbulut,  “Enerji Diplomasisi”, Dışişleri Bakanlığı: http://www.mfa.gov.tr/enerji-diplomaisi.tr.mfa.

[13] Necdet Pamir, “Türkiye’de ve AB’de Enerji Güvenliğine Türkiye Perspektifinden Bakış”, Avrupa’da Türkiye, Türkiye ve AB’de Enerji Güvenliği, Nükleer Enerji Türkiye için Seçenek mi?, Kasım 2010, s. 16.

[14] Sophia Dimitrakopuolu, Andrew Liaropoulos “Russia’s National Security Strategy to 2020: A Great Power in the Making?”, Caucasian Review of International Affairs , Vol. 4 (1),  Winter 2010, s. 37.

[15] Adam Blinick, “Pipeline Diplomacy”, The New Atlantis, Vol. 21, s. 125.

[16] Dmitri Trenin, “Russia’s Threat Perception and Strategic Posture”, Strategic Studies Institute, 2007, s. 42.

[17] John Lough, “Russia’s Energy Diplomacy,” briefing paper, Chatham House, May 2011, http://www.chathamhouse.org/sites/default/files/19352_0511bp_lough.pdf.

[18] CRS Reoprt for Congress, Russia’s Cutoff of Natural Gas to Ukraine: Contex and Implications, http://www.au.af.mil/au/awc/awcgate/crs/rs22378.pdf

[19] Necdet Pamir, Energy (in) Security and The Most Recent Lesson: “Russia – Ukraine Gas Crisis”. Ankara: Centre for Eurasian Studies, s. 72.

[20] T.C. Dışişleri Bakanlığı, “Türkiye’nin Enerji Stratejisi”, 24 Ocak 2012, http://www.mfa.gov.tr/turkiye_nin-enerji-stratejisi.tr.mfa.

[21] Sıtkı Güner, Ayhan Albostan, Türkiye’nin Enerji Politikası, 2009, s. 49.

[22] T.C. Dışişleri Bakanlığı, “Türkiye’nin Enerji Stratejisi”, 24 Ocak 2012, http://www.mfa.gov.tr/turkiye_nin-enerji-stratejisi.tr.mfa.

[23] T.C. Dışişleri Bakanlığı, “Türkiye’nin Enerji Stratejisi”, 24 Ocak 2012, http://www.mfa.gov.tr/turkiye_nin-enerji-stratejisi.tr.mfa.

[24] The World Factbook, “Turkey”, 24 Ocak 2012, hppts://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/geos/tu.html.

[25] EPDK, “Petrol Piyasası Sektör Raporu Temmuz 2012, http://www.epdk.org.tr/documents/10157/88fb3f64-ccaa-4fd9-af2c-d52b344fa047.

[26] Serdar İskender, “Başbakan’ın Rusya Seyahati ve Enerji Gündemi”, TÜTEV, 14 Mart 2011, http://tutev.org.tr/index.php/makale/578-babakanin-rusya-seyahat-ve-enerji-guendem.

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.