Yazımızın başlığını oluşturan soruyu ilk kez sorduğumuzda, Tunus başta olmak üzere tüm Ortadoğu’yu saracak bir değişim dalgasının fitili ateşlenmişti. Arap Baharı’nın ortaya çıktığı ülke olarak bilinen Tunus, bugünlerde yeni bir toplumsal çalkalanma ile dünyanın gündemine oturmuş durumda. Bilindiği gibi, gerçekleştirilen seçimler sonucunda kurucu mecliste çoğunluğu elde eden ve İslami hassasiyetleri ile tanınan Ennahda Partisi’nin liderliğindeki bir koalisyon hükümeti Tunus’u yönetmektedir. Ennahda’nın sosyal demokrat eğilimli iki ayrı parti (Ettakatol ve Cumhuriyet için Kongre Partisi) ile oluşturmuş olduğu koalisyon hükümeti, kurulduğu günden bu yana laik, liberal ve sol eğilimli partiler tarafından sürekli olarak eleştirilmekte. İşte bu eleştirel kanadın en önemli lideri olarak bilinen Demokrat Yurtseverler Partisi Genel Sekreteri Şükrü Belayid, geçtiğimiz günlerde düzenlenen bir suikast sonucu evinin önünde öldürülmüştür. Tunus’un bir kez daha dünya gündeminin merkezine oturmasının en önemli nedeni de bu suikast olmuştur.
Muhalefet liderinin öldürülmesi, bu tarz olaylara pek de alışkın olmayan Tunus’ta iktidar ile muhalefet arasındaki gerginlik ve kutuplaşmanın belirgin bir biçimde siyasal arenaya yansımasını beraberinde getirmiştir. Tunus’ta yaşanan devrimin ardından dini hassasiyetleri kuvvetli bir siyasal hareket olan Ennahda’nın büyük bir çoğunluk elde ederek iktidara gelmesi, ülkenin siyasal geçmişinde din eksenli bir siyasal aktörün bulunmaması nedeniyle, toplumun belli bir kesiminde ciddi bir endişe ve dışlanmışlık duygusunun ortaya çıkmasını beraberinde getirmiştir. Devrik lider Zeynel Abidin bin Ali taraftarları ile yüksek yargı organlarının temsilcileri, medya, üniversite üst yönetimleri ve özellikle Fransa ile İtalya gibi dış aktörlerle işbirliği içerisindeki belli işadamları, Ennahda’nın iktidara gelmesinden rahatsızlık duymaktadırlar. Zira onlar eski rejim döneminde oluşturulmuş olan ve kendi lehlerine işleyen siyasal anlayışın yıkılmasından endişe etmektedirler.
Ennahda, çoğulcu bir siyasal yapı yaratacağını belirterek iktidara gelmiş olmasına karşın, partinin genel sekreteri Hammadi Cibali’nin başbakanlığında kurulmuş olan koalisyon hükümetinin halkın kaygılarını ve isteklerini karşılama yönünde başarılı adımlar attığını söyleyebilmek mümkün değildir. Her şeyden önce, Tunus Hükümeti’nin seçim kanunu ve yeni anayasanın oluşturulması aşamasında Meclis’teki diğer partilere hitap edebilecek bir frekans tutturamadığını görüyoruz. Anayasa ve seçim kanunun oluşturulması, Tunus’un siyasal geleceğini şekillendirecek en önemli hususlardır. Bu nedenle, sadece Ennahda ve koalisyonu oluşturan diğer iki parti tarafından değil, suikast sonucu hayatını kaybeden Şükrü Belayid’in kişiliğinde şekle bürünen solcu, laik, liberal ve ulusalcı kesimlerin görüşlerinin de anayasa oluşum sürecinde dikkate alınması gerekmektedir. Tunus muhalefetinin Ennahda liderliğindeki koalisyon hükümeti ile ilgili en önemli şikâyetlerinden biri de, partinin sivil örgütlenmesi olarak görülen Ennahda Milisleri ve Rabıta yapılanmalarının varlığıdır. Muhalefete göre, bu örgütler halk üzerinde baskı uygulayarak ve tedhiş eylemlerine girişerek korku unsurunu toplum nezdinde hâkim kılmaya ve böylece muhalif grupların manevra kabiliyetini sınırlayarak Ennahda’ya zaman ve alan yaratmaya çalışmaktadırlar. Ennahda Partisi’nin aşırı dinci unsurlarla olan ilişkileri ve özellikle Selefi grup ve aktörlerle olan ilişkileri de Tunus muhalefetinin mevcut yönetim hakkındaki kuşkularını doğrular nitelikte bir görünüm arz etmektedir. Zira Ennahda lideri Raşid El Gannuşi, Selefi grupları “kendi evlatları” olarak nitelemekte ve onlarla yakın işbirliği içerisinde çalışmalarını doğal bir durum olarak görmektedir. Gannuşi’nin bu tutumu, muhalefetin korkularını ve çekincelerini tetikleyen yanlış bir hamle olarak görülebilir.
Tunus, devrim sürecine kadar siyasal hayatında dini referansın yer almadığı ve başta Ennahda olmak üzere İslami örgütlerin yasadışı olarak görüldüğü çarpık bir laiklik anlayışına sahipti. Bu nedenle Ennahda’nın bugünkü varlığı halkın bir bölümünde ciddi bir tepkiye yol açmaktadır. Zira Ennahda, seçimle oluşturulan ve 217 sandalyeye sahip kurucu mecliste 89 temsilcilikle açık ara öndedir ve gerek yeni anayasada, gerekse de yönetim anlayışında dine yapılan vurgu giderek artmaktadır. Tunus muhalefetinin Ennahda liderliğindeki koalisyon hükümetini istememe nedenlerinden biri de siyasal süreç doğrultusunda gündelik yaşamlarına olan müdahalenin artacağı endişesidir. Açıkçası Ennahda bu kaygıların yersiz olduğunu kanıtlama noktasında çok da başarılı olamamıştır. Ennahda içerisinde Raşid El Gannuşi’nin liderliğini yaptığı gelenekçi grup ile Başbakan Hammadi Cibali arasındaki reformcu kanat arasında ciddi bir mücadele de yaşanmaktadır. Cibali, Ennahda’nın Rabıta ve Ennahda Milisleri yapılanmalarını lağvetmesini ve Selefiler ile olan ilişkilerini koparmalarını isterken, Gannuşi’nin liderliğini yaptığı çoğunluk bu isteği reddetmektedir. Başbakan Cibali’nin, Şükrü Belayid suikastı sonucu hükümeti feshederek teknokrat hükümeti kurma yönündeki isteğinin Gannuşi’nin liderliğini yaptığı gelenekçiler tarafından reddedilmesi de parti içerisindeki ayrılığı ortaya koymaktadır. Raşid El Gannuşi, Ennahda’nın demokratik seçimler ile geldiği bu noktadan geri adım atmasını kabul etmemekte ve ancak diğer partilerin de aldıkları oy oranında temsil edileceği, yani halk tabanlı meşruiyetin altının çizildiği, bir milli mutabakat hükümetinin kabul edilebileceğini belirtmektedir. Koalisyon ortaklarından Ettakatol ve Cumhurbaşkanı Munsif El Marzuki’nin Cumhuriyet için Kongre Partisi’nin teknokrat hükümeti tercihine sıcak bakmamaları da Gannuşi ve Ennahda’nın işini kolaylaştırmaktadır.
Bu görüntü doğrultusunda Şükrü Belayid suikastını iki şekilde ele alabiliriz. Suikastı, Belayid’in Ennahda’yı sert bir biçimde eleştirmesinden memnun olmayan ve onun muhalefet içerisindeki birleştirici rolünden çekinen Ennahda yanlısı örgütler ya da aktörler gerçekleştirmiş olabilir. Bu noktada yukarıda vurguladığımız Selefiler ya da Rabıta gibi örgütler ön plana çıkarılabilir. Belayid suikastı üzerinden muhalefete gözdağı vermeyi hedefleyen bu eylem, aynı zamanda Ennahda içerisinde Başbakan Cibali’nin önderliğini yürüttüğü reformculara verilmiş bir mesaj olarak da görülebilir. Suikastı bir başka açıdan değerlendirirsek, özellikle Ennahda’nın varlığından memnun olmayan ve eski düzenin yeniden kurgulanabilmesini arzulayan Zeynel Abidin yanlıları ya da muhalefetin içerisinde yer alan “derin odaklar” da bu suikastı gerçekleştirmiş olabilirler. Zira bu suikast sonucu Ennahda’nın toplumsal meşruiyetine ciddi bir darbe vurulabileceği gibi muhalefetin eylem/söylem boyutunda güçlendirilmesi de amaçlanmış olabilir. Nitekim bu suikast Tunus muhalefetini birbirine bağlayan ve kutuplaşmayı daha da arttıran bir bağlantı nesnesi haline gelmiş durumdadır. Acıların insanları birbirine daha da yaklaştıracağı düşüncesi bu bağlamda önemli bir veri olarak değerlendirilmelidir.
Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU