ABD Ulusal İstihbarat Konseyi küresel çapta olması olası gelişmelerle ilgili bir rapor yayımladı. 140 sayfadan oluşan belgede, 2030 yılında dünyanın jeopolitik görünümünün temel özelliklerine ilişkin öngörüler yer aldı. İleri sürülen görüşler ilginçtir.
4 Küresel Değişim Eğilimi
Jeopolitik gelişmelerle ilgili öngörüde bulunmak risklidir. Dünya çapındaki olayların gidişatına ilişkin görüş bildirmek ise iki misli zordur. ABD Ulusal İstihbarat Konseyi’nin (National Intelligence Council, Ulusal İstihbarat Konseyi) Başkanı (1993-1994) ve Savunma Bakan Yardımcısı (1994-1995) olmuş, Harvard Üniversitesi’nin öğretim üyesi Joseph Nye (“Oğul Joseph”) bunu itiraf ediyor. O, Amerika’nın güvenlik kavramının reformlarıyla ilgili çalışmalarda uzun yıllar yer almıştır. Aralık 2012 tarihinde Ulusal İstihbarat Konseyi’nin hazırladığı “Küresel Trendler 2030: Alternatif Dünyalar” (Global Trends 2030: Alternative Worlds) başlıklı raporun temel taşlarını J. Nye “olması daha olası süreçler” bölümünde inceliyor (Bkz.: Joseph S. Nye. The World in 2030. www.project-syndicate.org, 9 Ocak 2013). Onun temel savları üstünde durmak gerekiyor.
Belgede dünya çapında jeopolitik gelişmelerin ana gelişim doğrultularına ilişkin öngörüler yer alıyor. Doğal olarak, bunlar mutlaka gerçekleşecek olaylar olarak kabul edilemez. Bununla birlikte, orada ilgi çeken kuramsal ve uygulamaya ilişkin hususlar var. Bunların anlaşılması bölgemizde ve çevre bölgelerde beklenen süreçlere ilişkin fikir sahibi olma olanağı sağlıyor.
Öncelikle, belgeye “oyun değiştiriciler” (game changers) kavramının eklendiğini belirtelim. Bu kavram, jeopolitik gelişmelerin dinamiğini beklenmedik şekilde değiştirebilen unsurları ifade ediyor. Burada dünya ekonomisinin gelişimi, bölgesel çatışmalar, yeni teknolojiler, nüfus artış dinamiğinin değişmesi, ABD’nin önderliği v.b. ele alınıyor. Çözümleme ve öngörüler bu unsurların süreçlere ciddi etkisini dikkate alarak veriliyor.
Ulusal İstihbarat Konseyi’nin öngörüsüne göre, 2030 yılına kadar dünyanın jeopolitik düzeni yeniden kurulacak. Bunun ana belirtisi, hiçbir devletin bölgesel egemenliğin merkezi olamayacağıdır. Ne ABD ne de Çin tek başına bu görevi yerine getirebilecek. Onlara alternatif jeopolitik güçler oluşacak. Belgede Hindistan, Brezilya, Meksika ve Türkiye’nin bu açıdan şansı daha yüksek değerlendiriliyor. Fakat onların her biri için yeni sorunların ortaya çıkması da olasılık dâhilindedir.
Rusya’nın 2020 yılına kadar, eski Sovyet coğrafyasında bütünleşme sağlayabileceği öngörülüyor. Ancak bundan sonra Moskova süreçleri kontrol edemeyecek ve ciddi dağılma süreçleri başlayacak. Buna sebep olarak ise, Rusya’nın yeni bütünleşmenin zorluklarının üstesinden gelemeyeceği gösteriliyor.
Bunlar Batı’nın 1750 yılında başlayan yükselişinin çöküşle yer değiştirmesi ve Asya’nın gelişmesi zemininde gerçekleşiyor. Yani Ulusal İstihbarat Konseyi, küresel çapta jeopolitik gelişmelerin temelinde gelişme konusunda genel olarak Batı’nın Asya’dan geride kalacağını öngörüyor. Bu, tek başına çok genel bir yaklaşımdır ve temelleri XX yüzyıla dayanmaktadır (Örneğin; Ortega y Gasset’in, Toynbee’nin, Fukuyama’nın, Spengler’in eserlerini hatırlayalım). Raporda Ulusal İstihbarat Konseyi daha da ileri giderek, 4 küresel değişim eğilimini belirliyor. Raporun yazarları bunları “güçlü eğilimler” (mega trends) olarak değerlendiriyor. Bu eğilimler aşağıdakilerdir:
– Orta sınıfın olanaklarının genişlemesi ve küresel çapta gelişmesi;
– Egemenliğin devletten, devlet dışı ağ ve koalisyonlara doğru “yayılması”;
– Yaşlanma, göç ve şehirleşmenin yarattığı demografik sorunlar;
– Enerji, su ve gıdaya olan talebin artması.
Burada belirsizlik unsurunu ciddi biçimde dikkate almak gerekiyor. Belgede temel olarak dünya ekonomisinde meydana gelen değişikliklerin ve yeni teknolojilerin uygulanması sonucunda oluşabilecek durumların öngörülmesinin çok zor olduğu vurgulanıyor. Risklerin de bunlardan kaynaklandığı ileri sürülüyor. Dünya mali krizden nasıl kurtulacak? Hükümetler ve kurumlar değişikliklere hızla uyum mu sağlayabilecek yoksa sorunların kıskacında mı kalacak?
Küresel Bir Tehdit Olarak Bölgesel İstikrarsızlık
Ulusal İstihbarat Konseyi’nin öngörüsüne göre, devletler arası çatışmaların azalmasıyla birlikte bölgelerde gerilim artacak. Bu açıdan daha riskli olan bölgeler; Afrika, Ortadoğu ve Asya’dır. Bu bölgelerde çatışmalar genelde gençlerden, siyasi kimlik ve kaynak eksikliğinden kaynaklanacak. Belgede, bu unsurların yeterince ciddi bir etkiye sahip olacağı ve küresel tehlike yaratacağı vurgulanıyor.
Sorunun bu yönü genel olarak dünya çapında jeopolitik gelişmelerin içeriğiyle sıkı ilişkilidir. Ulusal İstihbarat Konseyi’nin raporunda, “çok kutuplu dünya” ifadesi yerine “çoklu alan” terimi kullanılıyor. Bu kavramın anlamı, farklı jeopolitik alanların bir arada bulunma meselesi ile ilgilidir.
Dünya ne tek ne de çok kutuplu modellere uygun olduğundan, özerk bölgesel çok sayıda jeopolitik alanın yarattığı sistemlerden oluşacağı kabul ediliyor. Ulusal İstihbarat Konseyi’nin görüşüne göre, bu sistem her bölgesel değişimden etkilenebilir. Dolayısıyla belirli bir jeopolitik alanda beliren çatışmalar dünyanın bütününe yönelik bir tehlike sayılmalıdır.
Bu görüşe göre, potansiyel olarak kısa vadede bölgesel çatışmaların mevcut olacağı işareti vardır. Anlaşılan, ABD istihbarat servisleri bu olaylara önceden hazırlanmayı seçmiştir. Aynı zamanda, mevcut çatışmaları yönetme amacında olmaları da olasıdır. Ermenistan-Azerbaycan Dağlık Karabağ çatışmasının çözümünün geleceği bu açıdan çok düşündürücüdür.
Ulusal İstihbarat Konseyi Güney Kafkasya’yı bir risk bölgesi kabul ederek, buradaki çatışmaların daha uzun süre süreceğine mi işaret ediyor? Büyük devletlerin jeopolitik mücadelesinin daha da sertleşmesi bir dizi bölgede çatışmaların “sürüncemede bırakan bir rejime” geçmesine mi neden olabilir? Bu açıdan başka sorular da doğabilir. Esas olan, bölgesel anlaşmazlıkların 2030 yılına kadar dünya için birer tehlike olarak kalacağının öngörülüyor olmasıdır.
Başka bir ilginç taraf, belgede küresel tehlikenin teknolojik gelişme ile ilişkilendirilmesidir. Geçen yüzyılın ikinci yarısından itibaren Amerika’da oluşturulan birkaç araştırma ve öngörü merkezinde yeni teknolojilerin toplum için oluşturabileceği tehlikeler ciddi olarak inceleniyor. Anlaşılan, bu eğilim artık sürekli bir sürece dönüşmüştür ve hatta tüm sosyo-politik, ekonomik ve kültürel alanları kapsamaya başlamıştır. Bu sebeple, Ulusal İstihbarat Konseyi bölgesel çatışmaların çözümlenmesinde yeni teknolojilerin kullanılmasını ilkesel hususlar arasına almıştır. Fakat burada önemli bir nokta var.
Mesele şu ki belgede yeni teknolojiler; nüfus artışı, iklim değişikliği ve şehirleşme gibi küresel sorunlara hangi ölçüde uygulanabileceği bakımından ele alınıyor. Bu bakımdan da küresel tehlikelerin giderilme olanakları araştırılıyor. İlkesel olarak bu, jeopolitikada yeni bir yaklaşımın belirtisi olarak kabul edilebilir. Burada sosyo-kültürel unsurların, özellikle de teknolojilerin, küresel çaplı devletler arası ilişkileri ciddi şekilde etkileyebileceği görüşü belirtiliyor.
Ulusal İstihbarat Konseyi dünyanın jeopolitik bir sistem olarak daha hassas ve karmaşık bir duruma geçeceğini düşünüyor. Bu, 2030 yılında belirgin şekilde görülecektir. O açıdan bölgesel çapta kendini gösteren sorunların küresel güvenliğe etki mekanizmaları, bilimsel ilgi uyandırmaktadır. Aynı zamanda, oluşacak yeni jeopolitik ortamda büyük devletlerin karşılıklı ilişkilerinin öngörülmesi gündemdedir.
Hangi Devlet Dünyanın Önderi Olacak?
Bu mesele, ABD’nin küresel çaptaki rolü bakımından ele alınıyor. Ulusal İstihbarat Konseyi, dünya çapında önderlik modelinin değişeceğini, ancak Amerika’nın önderliğinin süreceğini; çünkü süreçlerin içeriğinin ABD’nin sorumluluğunu daha da arttıracağını düşünüyor. Bu, dünya önderinin değişmesi sonucunda meydana çıkabilecek risklerin yaratacağı kaostan daha az tehlikelidir. O nedenle burada söz konusu olan, yeni şartlar altında Amerika’nın önderlik sisteminin değişmesi olabilir.
Bunlar ABD’yi faşist Almanya ya da Japonya İmparatorluğu’na benzer bir hegemona çevirmeyecektir. Aksine, diğer jeopolitik güçlerin dünyada rolü artacaktır. Ulusal İstihbarat Konseyi bunlar arasında Çin, Hindistan, Brezilya ve Türkiye’yi gösteriyor. Bu devletlerin bölgesel çapta öncü işlev yerine getirmesi Amerika’nın çıkarınadır; çünkü onlar birçok sorunu kendi başına çözümleyebilecektir. Örneğin, Çin atmosfere bıraktığı hidrokarbon gazının miktarını kendi başına azaltmayı becerebilecekse, bu, genel olarak dünyanın yararınadır.
Ulusal İstihbarat Konseyi’nin Amerika’nın 2030 yılında önder olarak kalmasının, genel olarak dünyanın çıkarına olduğu görüşünü ileri sürdüğü sonucu çıkıyor. Bunu iki kanıtla temellendirmeye çalışıyor. Birincisi, ABD’nin önderliğini yitirmesi küresel çapta uzun süre kaosun hüküm sürmesine neden olabilir; çünkü bu rolü yerine getirebilecek Amerika’dan başka bir ülke yoktur. İkincisi, dünya jeopolitik açıdan bir “çoklu alana” dönüşecektir. Bu, “çok kutuplu” modelden farklı bir görünümü yansıtır. Çok kutuplulukta belirli bir düzeyde çatışma işaret edilmekteyken, “çoklu alan” anlayışında eşit ülkelerin sorumluluğu karşılıklı olarak paylaşması görüşü vardır.
Bu hususlar, ABD’nin yeni ittifaklar yaratma ve güçleri dengeleme yönünde daha etkin olmasını gerektiriyor. Söz konusu olan, fiili olarak farklı bir dış politika çizgisine sahip olma ve yeni diplomatik yöntemler kullanma gereksinimidir. Fakat Ulusal İstihbarat Konseyi’nin öngörüsüne göre, tüm gelecek senaryolarında Amerika’nın önderliği değişmez bir unsur olarak değerlendirilmelidir.
Anlaşılan, ABD dünyanın birçok ülkesinin üzerine bölgesel düzeyde temel sorunları çözme sorumluluğunu koymayı tercih ediyor. Olayların bu senaryoya uygun gelişmesi bile farklı jeopolitik bir görünüm oluşturabilir. Ancak şunu da göz ardı etmemek gerekir ki, süreçler başka bir seyir de izleyebilir. Ulusal İstihbarat Konseyi de bunu olası kabul ediyor. Belgede temel olarak, ABD’nin 2030 yılında dünyayı nasıl görmek istediğinin yer aldığı anlaşılıyor. Bu öngörülerin ciddiyetle ele alınmasının gerekliliği şüphe götürmemektedir; çünkü ABD hala dünyanın en güçlü devletidir.
Kamal ADIGOZALOV
Kaynak: Newtimes.az