İki büyük dünya savaşı sonrası en büyük değişim veya dönüşümlerden birini yaşayan Orta Doğu coğrafyası, Arap halkının özgürleşme ve demokratikleşme adına yaktıkları meşalenin, belki de bölgeyi başka yangınlara dönüştüreceğinin farkında değildi. Etnik ve mezhepsel ayrışmanın büyük oranda hissedildiği “Arap Baharı” veya “Arap Uyanışı” olarak adlandırılan bu süreçte fiilen olmasa da ideolojik olarak kırmızı çizgilerin oluşması muhtemel. Bu yazıda Suriye’de hüküm süren kaosun Türkiye, Rusya, İran ve ABD perspektifinde değerlendirilmesi ve bunun önümüzdeki dönemde ne tür ayrılıklara veya birleşmelere alt yapı sağlayacağı üzerinde durulacaktır.
Moskova, İran’ın Savunma Sanayini Modernleştirmeye Devam Ediyor.
Rusya ile İran ilişkileri iki ülke çıkarları doğrultusunda, Batı dünyasına karşı güç bloğu oluşturabilme zemininde şekilleniyor. İran, Rusya’nın önemli savunma sanayi müşterilerinden biridir. İran ordusunun ve savunma teçhizatlarının modernleştirilmesi çalışmalarında Moskova yönetimi ABD’nin tüm itirazlarına rağmen çabalarına devam ediyor.[1] Aslında Rusya’nın İran’a tam anlamıyla hangi silahları vaat ettiği belli değil. Soğuk Savaş sonrası 1990’lı yıllar boyunca iki ülke silah ticareti milyon dolar seviyesindeyken, 2005 yılından başlayarak bu oran 1 milyar dolar seviyesini aşmış durumda.[2] Başta ABD olmak üzere Batı dünyası Esad’ın bir an evvel gitmesi için baskı yaparken, Baas rejiminin en büyük destekçisi Rusya ve İran aralarında 13 milyar dolarlık silah anlaşması yaptılar.[3]
Suriye, Rusya’nın Orta Doğu’daki Stratejik Kalbidir.
Suriye’de Esad rejiminin sürekliliği ve ülkedeki Rus üslerinin korunması hususunda Moskova nezdinde İran’ın önemi yadsınamaz. Unutulmamalıdır ki, Suriye Rusya’nın Orta Doğu’da stratejik kalbidir ve Akdeniz stratejisi devam ettiği sürece öyle kalmayı sürdürecektir. Dolayısıyla Esad sonrası Suriye’de etnik ve mezhepsel bölünmenin ortaya çıkması durumunda Rusya’nın Akdeniz politikası tehlikeye girebilir. Bilindiği üzere, Rus imparatorluk stratejisine göre Moskova’nın ulusal hedeflerinden biri “sıcak denizlerde”, yani Akdeniz’deki varlığını korumaktır. Bu bağlamda Suriye’nin Tartus Limanı, Rusya’nın Akdeniz politikasını devam ettirmede stratejik üslerden biri olarak ön plana çıkıyor. Geçtiğimiz yıl Rusya’nın, Suriye’de şiddet olaylarının arttığı dönemde Şam yönetimine daha önce imzalamış olduğu anlaşma dahilinde göndereceği 40 adet savaş uçağını iptal etmesine rağmen, Tartus Limanı’na Rus savaş gemisini göndereceğini açıklaması[4], Esad görevde kalsın veya kalmasın limandaki Rus üssüne muhalif olmayacak yeni yönetimin yanında olacağı mesajını verdi.
İran İsrail ile Dirsek Temasını Suriye Vasıtasıyla Sağlıyor.
İran’ın Suriye’de yaşanan olaylara bakış açısında en belirleyici husus olarak ise, Tahran’ın bölgede kullandığı enstrümanlarından biri olan Şii kartını politikaların devamlılığını sağlama ve İsrail ile olan “dirsek temasını” kaybetmemek düşüncesi ön plana çıkıyor. İşte bu noktada Suriye’nin yani Esad rejiminin istikrarı büyük önem teşkil ediyor. Çünkü Tahran yönetiminin Suriye vasıtasıyla oluşturduğu “Şii koridoru”, Lübnan’daki Hizbullah ile diyalogunu sağlamlaştırırken, nükleer faaliyetlerinde Tahran’ın elini kuvvetlendiriyor. Geçtiğimiz ay İran dini lideri Hamaney’in danışmanlığını yürüten Ali Ekber Velayeti, İran’ın kırmızı çizgisini Suriye’nin iç işlerine müdahale olarak belirtmişti. Ayrıca Esad rejiminin düşmesi halinde İsrail’e karşı oluşan direniş hattının bu vesile ile kapanacağını da sözlerine eklemişti.[5] Bu görüşü destekler nitelikte Tahran yönetimi geçtiğimiz yılın yaz aylarında Esad kuvvetlerine takviye olarak 4000 kişilik askeri gücü İran ve Lübnan üzerinden Suriye’ye göndermişti. Rusya ile İran gibi ülkeler, Türkiye’nin ortaklarının Suriye’nin iç işlerine karışmasını istemiyorlar. Bu nedenle, Ankara’nın füze kalkanı sebebiyle Tahran’la soğuyan ilişkileri, Suriye meselesiyle daha da gerilmiş durumda.
Türkiye-Suriye İlişkileri
Türkiye’nin Suriye ile ilişkileri ise daha önceki dönemlerde de karşılıklı güvensizlik zeminine oturmuş bir yapıya sahipti. Buna neden olan sorunların başında Suriye’nin Fırat nehrinden akan sudan daha fazla hak iddia etmesi ile ortaya çıkan “su sorunu” ve terör örgütünün Suriye topraklarında faaliyetlerine devam etmesi geliyordu. 1998’de imzalanan Adana Mutabakatı ile Suriye, terör örgütü lideri Öcalan’ın Suriye topraklarını terk ettiğini ve kendisinin bir daha kabul edilmeyeceğini bildirerek iki ülke arasındaki ilişkilerde iyileşme dönemini başlatmıştı.[6] Türkiye ile Suriye arasında “Bahar Dönemi” olarak adlandırılan süreçte ilişkilerin pekişmesiyle, iki ülke bölgede istikrarın tesisi için ortak projelerde yer alma mutabakatına varmıştı. Ticaret hacminin artması, Türk ve Suriyeli vatandaşların kolay dolaşım hakkı elde ederek turizmin güçlendirilmesi ve vizelerin kaldırılması gibi projeler, istikrara dönük ortak bölgesel politikalar benimsendiğinin kanıtı niteliğindeydi. Hatta Halep-Gaziantep arasındaki mesafeyi yarıya indirecek ve karşılıklı daha fazla turistin seyahat etme imkanına sahip olacağı hızlı tren hattı projesi münasebetlerin sağlam temeller üzerine kurulacağının umudunu vermişti.[7]
Tüm iyi niyetli girişimlere rağmen iki ülke arasındaki münasebetler arzu edilen seviyeye erişemedi. “Arap Uyanışı”nın başlaması ile geçtiğimiz yılın Mart ayında Suriye’de alevlenen halk ayaklanması neticesinde başlayan Esad rejimi ile muhalifler arasındaki iç savaş, Türkiye ile Suriye bağlarının kopmasına neden oldu. Ardından Ankara yönetimi Suriye politikasını dört aşamada şekillendirdi;[8]
1- Esad’a reformları hayata geçirmesi yönünde baskı yapmak,
2- Diplomatik bağları kesmek,
3- Bölgesel ve uluslararası çözüm önerilerini desteklemek,
4- Suriye muhalefetini desteklemek.
Suriyeli Muhaliflerin Kendi Aralarında Gruplaşması Kaygılandırıyor.
Diğer taraftan Suriye’de iç dinamikler nedeniyle muhalif grupların kendi aralarında gruplaşmasının ardından her muhalif grup kendi bölgesel politikasını belirlemeye çalışıyor ve Esad’ın düşmesi halinde oluşacak yeni düzende söz sahibi olmanın planlarını yapıyor. Elbette Türkiye’nin yanı başında “çok başlı” bir Suriye düzeninin oluşma ihtimali Türkiye’yi tedirgin ediyor. Bu noktada verilecek en somut örneklerden biri, Suriye’nin kuzeyinde otorite sahibi olmaya çalışan muhalif Kürt grubunun Irak’ın kuzeyindeki Kürt yönetimi ile Türkiye’deki ayrılıkçı Kürtler için cazibe merkezi oluşturmasıdır. Bu durumda Suriye’nin çözülme sürecinin hızlanması bölgedeki ayrılıkçı Kürtler için bir “sıçrama tahtası” haline gelebilir.
ABD’nin Suriye Politikası
ABD’nin Suriye politikasını daha önce değinilen kritik noktalar ışığında demokratik geçiş sürecinin Esad’ın görevi bırakmasıyla gerçekleşeceği şeklinde özetlemek mümkün. Washington yönetimi bu yolu izlerken 2. Dünya Savaşı sonrası şekillenen konjonktüre göre yapılanan bölge ülkelerinin, etnik ve mezhepsel parçalara ayrılarak kontrolünü sağlanması, ABD’nin okyanus ötesi hegemonyasını askeri müdahale olasılığını en aza indirgeyerek sürdürmesine hizmet edecek bir strateji olarak ön plana çıkıyor. Hafız Esad’ın 1971’de iktidara oturması Suriye’de Esad hanedanlığının başlangıcı olurken, ABD bu süre zarfında ülkenin Sovyetler Birliği şemsiyesi altına girmemesi için büyük gayrette bulunmuştu. Beşar Esad’ın koltuğa oturmasıyla başlayan oğul Esad döneminde Washington yönetimi Suriye’yi kimyasal silah üretmek ve terör gruplarına destek vermekle suçlamıştı. Suriye rejiminin perde arkasında İran ve Hizbullah gibi iki gücün yer alması, ABD’nin Orta Doğu politikalarına ciddi tehdit oluşturuyor. “Arap Uyanışı”nın başlamasıyla Washington’un siyaseti, askeri müdahale yerine “yumuşak güç” kullanarak dolaylı yoldan izleme ve müdahale şekline bürünmüştü. Kuşkusuz ABD’yi bu yolu izlemeye mecbur bırakan etmenlerin başında, ülkeyi saran mali krizin, iç dinamiklerin savaş karşıtı tepkileri sonrasında ABD’nin hegemonik gücünde aşınma oluşması gelmektedir. ABD artık “demokrasiyi” hedeflediği ülkelere askeri müdahale ile değil, popülist politikalarla destek veriyor.[9]
Görünürde ABD’nin nihai amacı, Suriye’de halkın katılımıyla oluşacak yeni siyasi düzenin doğmasına yardımcı olmak. Fakat Esad sonrası dönem Batı dünyasını daha fazla endişelendiriyor. Çünkü Baas rejiminin çökmesi ile birlikte kendi aralarında da anlaşmazlığa düşen muhalif grupların “yeni Suriye’nin” inşası aşamasında uzlaşı zemini bulmaları son derece güç. Diğer taraftan, İran’ın Şii koridorunun bu sayede kesintiye uğraması ve Hizbullah ile bağının kopması karşısında Rusya, Tartus Limanı’ndaki askeri üssünü kaybetmemek adına Müslüman Kardeşler ile anlaşıp iktidara gelmesi yönünde çaba sarf edebilir. Dolayısıyla “yeni Suriye” inşasında bilek güreşi ABD ile Rusya arasında gerçekleşecek gibi görünüyor.
Ateş Hattında İki Ülke: Türkiye ve İran
Türkiye ile İran arasındaki Suriye anlaşmazlığı bölge dengeleri açısından kritik yere sahip. Coğrafyadaki devlet geleneğine sahip ve 1639 Kasr-ı Şirin anlaşmasından bu yana aynı sınırı paylaşan iki ülke Türkiye ile İran arasında Suriye’de olaylar başlayana kadar en önemli mesele, Tahran’ın nükleer faaliyetlerinin barışçıl yoldan çözümünün diğer ülkelerce de kabul ettirilmesi meselesiydi. İran ile asırlardır komşuluk ilişkileri içinde olan Türkiye, ekonomik ve siyasi ilişkiler geliştirirken, ABD ile bağlarını zedelememeye gayret ediyor. Fakat Suriye meselesinde Türkiye’nin karşı blokta yer alması, İran ile derin görüş ayrılıklarının oluşmasına neden oldu. “Füze Kalkanı” projesi iki ülke arasında başat sorun gibi gözükse de esas mesele Suriye’nin geleceğidir.
Belki de Beşar Esad İran’dan ve Rusya’dan bu denli destek almasaydı, demokratik hükümet kurma çabaları hız kazanacak ve Sünni-Şii bloklaşması bu denli keskin çizgilerle yaşanmayacaktı.[10] Her ne koşulda olursa olsun Türkiye-İran ilişkileri Suriye meselesine rağmen ayrıcalıklı kalacaktır. Zira Türkiye İran’ın Batı’ya açılan kapısı, İran ise Türkiye’nin Asya kapısıdır. Ayrıca iki ülke arasında yer alan ekonomik menfaatler sorunların kronikleşmesine ve çözümsüz kalmasına izin vermiyor. Suriye üzerinde düğümlenen Orta Doğu’da yeni yönetimlerin iş başında gelme sürecinde çözümsüzlüğü çözüm olarak görenlere karşı Türkiye kendi bölgesel politikasını diğer ülkelerin etkisi altında kalmadan belirlemelidir. Çünkü bu “bahar”, kimine “ilk” kimine “son” olacak.
Haftanın Sözü: “Savaşı istediğin an başlatabilirsin, ama ancak gücünün yettiği zaman bitirebilirsin.” – Machiavelli
Furkan KAYA
[1] Mesut Hakkı Caşın, “Rus İmparatorluk Stratejisi,” Okumuş Adam Yayınları, İstanbul, s. 451.
[2] Fikret Ertan, “İran ve Rusya: Zor İlişkiler”, Zaman, 24 Kasım 2011.
[3] “Rusya İran’a 13 milyar dolarlık silah satacak,” HABERRUS, http://haberrus.com/defence/2012/10/20/rusya-iran-13-milyar-dolarlik-silah, Erişim Tarihi: 21/02/2013.
[4] “Rusya Suriye’ye Savaş Gemisi Gönderiyor,” NTVMSNBC, http://www.ntvmsnbc.com/id/25365408/, Erişim Tarihi: 21/02/2013.
[5] “İran Suriye’deki Kırmızı Çizgisi Açıkladı,” NTVMSNBC, http://www.ntvmsnbc.com/id/25415473/, Erişim Tarihi: 21/02/2013.
[6] Meliha Benli Altunışık, “Türkiye’nin Komşuları: “Soğuk Savaş Döneminde Suriye’nin Dış Politikası: Değişime Uyum Çabası”, İmge Kitapevi, İstanbul, s. 286.
[7] Kemal İnat & İsmail Numan Telci, “Türkiye’nin İran ve Suriye Politikası 2010”, Türk Dış Politikası Yıllığı Yıllığı 2010, SETA, Ankara, s. 101.
[8] Christopher Phillips, “Bataklığa mı Sürüklüyor Türkiye’nin Suriye Politikası?”, Turquie Diplomatique, Ocak 2013, sayı: 48, s. 16.
[9] Birol Akgün, “Suriye Krizinde Bölgesel ve Küresel Aktörler; ABD’nin Suriye Politikası”, Stratejik Düşünce Enstitüsü, İstanbul, s. 10.
[10] Thaer Abbas, “Türkiye ve İran..Üçüncü Sahada Mücadele”, Turquie Dipmatique, Mart 2012, s. 16.