KÜRESEL KRİZİN YENİ DALGASI

upa-admin 28 Şubat 2013 3.414 Okunma 0
KÜRESEL KRİZİN YENİ DALGASI

Kriz ekonomik, siyasi, sosyal ya da herhangi bir başka alanda olması bir yana, her zaman çok yönlü etkiye sahiptir. Şu anda devam etmekte olan küresel ekonomik kriz de buna bir örnektir ve toplumdaki tüm süreçlerde kendini gösterir. Bugün küresel ekonomik krizin dünyanın çeşitli ülkelerindeki sosyal sonuçları, Arap dünyasındaki siyasi çalkantıları gibi konular daha fazla dikkat çekmektedir. Fakat aynı zamanda bu krizin, insani düşünce ve değerlere etki açısından da derin izler bırakmakta olduğunu belirtmeliyiz.

Mevcut küresel ekonomik kriz insanlık tarihinde ne ilk, ne de sondur. Tarih dünya ekonomisinin, bütün ekonomik krizlerden daha da güçlenerek, yeni teknoloji ve yenilikleri kullanarak teknolojik aşama kaydederek çıktığını defalarca kanıtlamıştır.

Son 200 yılda XIX. yüzyılın ortalarından Avrupa ülkelerinin karşılaştığı siyasi ve ekonomik krizler, XX. yüzyılın 30’lu yıllarında “Büyük Buhran yılları”, 1990’lı yılların sosyalist ekonomik sisteminin çöküşü ve sonraki gelişim aşaması her krizin yerini yeni bir ekonomik sıçrayışın aldığını göstermiştir. Yani, ekonomik değişkenler için bu süreç gelişim döngüsünün bir sonraki halkası olarak kabul ediliyor.

Fakat krizin toplumda yarattığı güvensizlik ve çalkantılar asla unutulmaz ve her zaman bir geriye gidiş olarak görülür. Mevcut küresel ekonomik kriz de toplumun insani değerlerinde yaşanan derin çatlakları beraberinde getiriyor.

Günümüzde demokrasi, uluslararası hukuk sistemi ve genel olarak adalet krizi kavramları sıkça dile getirilmektedir. Fakat ne yazık ki, toplumun karşılaştığı bu krizlerden çıkış yolu, hiçbir zaman ekonomik krizlerdeki gibi sıçrayışlarla bir arada görülmez. Hafızalarda kalan adaletsizlikler ise kanlı savaşlar, çifte standartlar ve insanlık faciaları oluyor.

III. Binyılda Krizlerin Tipik Özellikleri

Yeni binyıl, uluslararası ilişkiler sisteminde yeni oyuncuların rolünün artmasıyla nitelendirilmektedir. Artık devletler, uluslararası örgütler gibi geleneksel oyuncuların yanı sıra, sivil toplum örgütleri, uluslararası medya organları, çok uluslu şirketler küresel süreç ve akımlara etkin müdahale ediyor. Dünya kamuoyunun görüşlerinin oluşmasında da bu kurumlar üstünlük kazanmıştır. Bu açıdan, adalet ilkelerine bağlılık ön plana çıkıyor; çünkü devletlerden farklı olarak bu yeni oyuncular net olarak sorumluluk taşımadıkları için, büyük resmin oluşmasında daha geniş manevra olanaklarına sahiptir.

Bugün de yeni oyuncuların çabalarıyla zihinde herhangi bir alanda bir görüntü oluşturmak olasıdır. İlginç olan, o zaman ekonomik ortamdan tutun seyahat olanaklarına kadar çeşitli alanların hedef alınmasıdır.

İnsan hakları alanında “Freedom House”, “Amnesty International”, “Sınır Tanımayan Gazeteciler” ve bu gibi diğer kuruluşların görüşleri doğrultusunda herhangi bir ülkedeki asıl durumu istedikleri şekilde yorumlama girişimleri gözleniyor. Diğer yandan BBC, CNN, El Cezire televizyonları, Özgürlük Radyosu, Wall Street Journal, Washington Post, New York Times, The Daily Telegraph, Bild, Le Figaro gibi gazeteler dünya sahnesinde sadece istedikleri olayları günlerce, hatta aylarca sayfalarına taşıyor ve gündemde tutuyor.

“Bloomberg”, “Reuters”, “Associated Press”, “Agence France Press” gibi haber ajansları dünyanın turistler için en çekici ve en istenmeyen ülkelerini seçerek süreçlere belirli bir yön veriyorlar. Yahut “Financial Times”, “The Economist”, “Foreign Affairs” gibi dergiler ya da bazı ajans ve kurumlar yatırım ortamı ile ilgili ülke listesi düzenleyerek bazen bazı standartlara göre yaklaşarak gerçeği tam olarak yansıtmayan bir görünüm oluşturuyor.

Asıl gerçeği belirlemek için, bu yeni oyuncuların ne kadar özgür olduğu, hangi amaçlara hizmet ettiği gibi konulara açıklık getirilmelidir. Gelin bir bakalım bu vakıflar, sivil toplum kuruluşları, gazeteler, haber ajansları hangi kaynaklara dayanıyor, kimler tarafından yönetiliyor ve hangi siyasi çizgiye eğilimliler. Bütün bu olgulara açıklık getirerek, bilginin tarafsızlığının derecesini ölçmek olasıdır. Ancak küresel medya organlarının özgür basın, tarafsız ve doğru bilgi, adil yaklaşım ilkelerine ne kadar sadık olduğu şüphe uyandırmaktadır.

Suriye ve Myanmar’a Yaklaşım Farkı

Bugün dünyanın iki sıcak bölgesine olan iki farklı yaklaşım, uluslararası medyanın ve STK’ların siyasi siparişlere göre nasıl çalıştığını bir kez daha göstermektedir. Suriye’deki olaylar bilinmektedir. BBC, CNN, El Cezire’nin haberleri dünya kamuoyuna durmadan tek taraflı yayında bulunmaktadır. İnsanlık için bu bir faciadır. Fakat kanlı çatışmaların ekranlardan düşmemesinde, olaylar etrafında tek taraflı bir görünüm yaratılmasında bu televizyon kanalları ve STK’ların da çıkarları var.

Yaklaşık olarak aynı dönemde Myanmar’da da insanlık adına leke süren olaylar gerçekleşiyor. Myanmar yönetiminin desteği ile Budistler, ülkede yaşayan Müslümanlara karşı soykırım işliyor. Kısa süre içinde on binlerce insan öldürülmüş ya da evlerini terk etmeye zorlanmıştır. Myanmar yönetimi düzeyinde, ülkede yaşayan Müslümanların yaşamak için başka bir ülkeye gitmesi gerektiği ifade ediliyor. Bu ise tüm bu şiddete sebep olmaya yeterlidir.

Dünya kamuoyu, özellikle de ABD ve Batı ülkeleri ise işlenen bu suçlara ilişkin hiç ses çıkarmıyor. Batı basını dolaylı haberlerle yetiniyor. İlginç olan, dünyanın herhangi bir noktasında meydana gelen en küçük çatışmaları bile 5-6 saat sonra dünyaya ulaştıran ve gerektiğinde devrim, isyan ve diğer isimlerde bunları sunan Batı televizyonları Müslümanların başına gelen bu katliamın dünyada yankı yaratmasının önüne geçmek için görüntülerin yayınlanması için bile çaba harcamıyor. Batı basınında Suriye ve Myanmar’da yaşananları yansıtan yazıların farkı, karşılaştırılamayacak derecededir. Bu çifte standardın arkasında ise siyasi amaçlar bulunuyor.

Bilindiği gibi, 48 milyon nüfusu olan Myanmar’da nüfusun % 4’ü Müslüman ve bunlar genellikle Arakan bölgesinde yaşıyor. Burada Müslümanlara karşı şiddet her zaman mevcut olmuş. Müslümanlara karşı en büyük soykırım XX yüzyılın 40’lı yıllarında başlıyor. Bunlardan en vahim olanı 1942 yılında Burma ordusunun destek verdiği Budist grupların 150 bin Arakanlı Müslüman’ı öldürmesi ile 1962 yılında geri dönen komünist General Ne Vin’in gerçekleştirdiği soykırım ve asimilasyondur. O dönemde bölgedeki bütün camiler yıkılmıştır. 1978 yılında 200 bin, 1991 olayları sırasında ise 250 bin kişi komşu Bangladeş’e sığınmak durumunda kalmıştır.

Ülkede uzun yıllardır askeri rejimin iktidarı sürmektedir. Myanmar afyon üretiminde dünyada Afganistan’dan sonra ikinci sıradadır. Rusya’nın yardımıyla ülkede nükleer araştırma reaktörü yapılmaktadır. Myanmar silahlanmaya büyük bütçe ayırmakta ve ana satıcılar Rusya, Çin, Hindistan ve Ukrayna’dır. Normalde böyle ülkelere karşı Batı’nın resmi çevrelerinin ve yeni oyuncularının şiddetli tavır alması beklenir. Ancak, bu durumda farklı bir yaklaşım izliyoruz.

Myanmar’daki askeri rejim sebebiyle bu ülkeye yaptırım uygulayan ABD, Mayıs 2012 tarihinden itibaren bu yaptırımları yumuşatmıştır. Ayrıca 15 yıldan fazladır hammadde ithaline uygulanan uluslararası yaptırımlar ortadan kaldırılmıştır. Geçen yılın Kasım ayında ABD Myanmar’a 245 milyon Dolar yardım yapmıştır. 2012 yılında George Soros, Jose Manuel Barrozo, Tony Blair, Ban Ki Moon, Barack Obama bu ülkeye ziyaret etmişlerdir.

Uluslararası ilişkilerin yeni oyuncuları da bu desteğin arkasındadırlar. Uluslararası Para Fonu, Myanmar’ın geleceğiyle ilgili olumlu tahminlerde bulunuyor, “Foreign Affairs” dergisi (2013 Ocak/ Şubat baskısı) bu ülkeyi yatırım ve turizm için en iyi yer ilan ediyor, “Lonely Planet” seyahat yayınevi Myanmar’ı turistler için 2012 yılının en cazip 10 ülkesi listesine ekliyor. Ülkede yaşanan şiddetler konusunda ise sadece “Amnesty International” haber yapıyor, BM ise karar kabul etmekle yetiniyor. Küresel televizyon kanalları, gazete ve dergiler ise tek sütunluk haberlerin ötesinde bir şey yapmıyor.

Uluslararası basını bu insanlık dramına göz yummaya iten nedir? Myanmar oldukça stratejik coğrafi konuma ve zengin doğal kaynaklara sahiptir. Ülkede petrol ve gaza ek olarak, altın, gümüş ve diğer değerli madenlerin büyük rezervleri var. Myanmar’da günlük 19600 varil petrol ve 1475 milyar metreküp petrol gaz üretiminin önümüzdeki yıllarda birkaç kat artması öngörülüyor. Shell, BP, Conoco/ Phillips, Chevron ve diğer Batılı şirketler bu sektöre katılmak için etkin şekilde çalışıyor. Myanmar’da büyük altyapı çalışmaları yapılıyor: Enerji ihraç güzergâhları, yeni başkentte inşaat, ulaşım ve diğer büyük projeler…

Diğer tarafta Myanmar’ın stratejik coğrafi konumu bulunuyor. Bu ülke dünyanın yeni devleri olan Çin ile Hindistan’ın arasında bulunmaktadır. Güneydoğu Asya ülkelerini birleştiren ASEAN’da önemli yer tutmaktadır. ASEAN’ın 2015 yılından itibaren ortak pazar olacağı dikkate alındığında bütün şirketlerin bu pazara girmek istemesi anlaşılıyor. Çin’in artan ekonomik gücü karşısında bölgede onun etkisini azaltmak için Batı’nın bu ülkeye ihtiyacı var. Bir başka husus ise, yakınında Çin ve Hindistan gibi büyük pazarlar olduğu için Batı’nın ekonomik yaptırımlarının Myanmar’ı o kadar da fazla etkilememesiyle ilgilidir.

Böylece, bölgede Çin ile nüfuz mücadelesi, ASEAN’ın ortak pazarında üstün mevki kazanma amacı ve büyük projelere katılmak karşılığında, Batılı yeni siyasi oyuncular Myanmar’da olup bitenlere ilgisiz kaldıkları görülmektedir; çünkü bu küresel medya ve sivil toplum kuruluşları ile onları destekleyen çok uluslu şirketler, devletlerin çıkarlarına uygun adımlar atıyor. Bu durumda hangi adil yaklaşım söz konusu olabilir! Küresel sahnede ekonomik krizin, zaten uluslararası ilişkilerin kanserine dönüşmüş olan adalet krizini daha da derinleştirdiği görülüyor.

Arastü HABİBBEYLİ

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.