“Arap Baharı” olarak adlandırılan sürecin kökeninde hangi unsurların yattığı henüz tam olarak net değildir. Fakat bu sürecin bölgesel ölçekte çok şey değiştireceği şüphesizdir. Uzmanlar bu açıdan çeşitli öngörülerde bulunuyor. Bunlardan birini okurlara sunuyoruz:
Gençlik Hareketi ve “Domino Etkisi”
Birkaç yıldır, Ortadoğu dünya jeosiyasetinin temel konularından biridir. Meseleyle ilgili çeşitli analiz, açıklama ve yorumlar yapılmaktadır. Önde gelen uzman ve yorumcuların ya kasten gerçeği dikkate almadığı ya da belirsizliğin sonu görünmeyecek kadar karmaşık bir durumun olduğu izlenimi doğuyor. Her ne olursa olsun, Ortadoğu karşıtlık, çatışma ve silahlı çarpışma alanı olmanın yanı sıra, küresel jeosiyasetin umut bağladığı bir yer olarak da dikkat çekiyor.
Geçenlerde Rus bilimadamları A. Akimov ve V. Naumkin’in bu bölgeyle bağlantılı analitik bir makalesi yayımlanmıştır. V. Naumkin Rusya İlimler Akademisi (REA)’nın Doğu Araştırmaları Enstitüsü’nün direktörü, Prof. A. Akimov ise bu bilim kurumunun Ekonomik Araştırmalar müdürüdür. Makalede mevcut durumun analiziyle birlikte, yakın gelecek için bölgenin evrim yönlerine ilişkin öngörülere de yer veriliyor (Daha ayrıntılı bilgi için bkz.: Александр Акимов, Виталий Наумкин. Перспективы развития ситуации в странах Ближнего Востока до 2020 года // “Rossiyskiy Sovyet po mejdunarodnım delam”, 29 Nisan 2013).
Yazarlar Ortadoğu’da yaşanan süreçleri ve bunların gelişim dinamiğini iki aşamada ele almayı daha doğru buluyor: 2013-2016 ve 2016-2020 yılları. Bölümlemenin bu şekilde yapılması doğal olarak, büyük ölçüde özneldir. Yazarlar, bölgede önümüzdeki 4 yılda siyasi ve ekonomik alanlarda süreçlerin belli bir tamamlanma aşamasını geçeceğini, fakat hemen nitelik açısından 2020 yılında sona erecek yeni bir aşamanın başlayacağını düşünüyor.
Peki, neden 2016 yılı? Anlaşılan, burada Moskova’nın Avrasya coğrafyasında bütünleşme süreçlerini 2015 yılında tamamlama hedefi dikkate alınmıştır. Gerçeği hiç kimse yadsıyamaz. Avrasya bütünleşme modelinin geleceğini de zaman gösterecektir. İkinci aşamanın 2020 yılında tamamlanma öngörüsü ise, birkaç yıldır dile getirilen görüşlerden kaynaklanmaktadır.
Burada ilgi çeken önemli bir mesele var. Yazarlara göre, 6 ülkede başlayan ve “Arap Baharı” olarak adlandırılan süreç içerik bakımından çelişkilidir. Bunun bir yönü, bu ülkelerde gençlerin protesto dalgasının yükselme süreciyle ilgiliyse, diğer yönü “domino etkisi” ile bütün bölge devletlerine ve komşu bölgelere yayılması tehlikesinin var oluşudur. “Arap Baharı” olarak adlandırılan olayın kökeninde gençlik hareketinin durması çok önemli bir husustur. Bu, süreçlerin bir hayli sürebileceği anlamına gelmektedir. Zira gençler uzun yıllar etkin olabilir ve en önemlisi, yetişkinlerde de protesto ruhu yaratmaktadırlar. Nedense jeopolitik analizlerde bu husus açıkça dile getirilmiyor.
“Domino etkisi”ne gelince… Yazarlar bunu düşük bir olasılık olarak görüyor. Fakat mesele şu ki, olaylar doruğa ulaşmamıştır (Örneğin; Suriye’de süreçler yavaşlamamakta, tersine, ani keskin değişiklikler meydana gelmektedir). Böyle durumlarda her an beklenmedik gelişmeler oluşmaktadır. Bu bağlamda önemli unsurlardan biri, İslam unsurunun siyasi işlevinin şimdilik tam olarak net olmamasındır. Bunun temel nedeni ise, uzun yıllar gizli faaliyet gösteren ve daha ziyade terör grupları olarak sunulan bazı dini hareketlerin açık siyaset sahnesine çıkmasıdır. Genel olarak, bu sorun siyasal, kuramsal ve uygulama düzlemlerinde çok güncel bir konudur. Onun analizi ayrıca üstünde durulmayı gerektirmektedir.
Belirsizliğe Götüren Senaryolar
Ne olursa olsun İslam unsurunun siyasi sahnede etkisi artık dünya çapında kabul edilmektedir. Fakat Ortadoğu’da bu meseleyi çarpıtan ve durumu karmaşıklaştıran bir hayli husus var ki, orada dini grupların oynadığı rol tamamıyla açık değildir.
Tüm bunlar Ortadoğu’nun oldukça belirsiz durumda kalmasına sebep olmaktadır. Bölge devletlerinin yaşanan olaylara farklı yaklaşımı, herhangi bir görüş birliği sağlama olasılığını yok etmektedir. Bununla birlikte, İran ve Suudi Arabistan’da yaşanacak süreçlerin bölgenin kaderini ciddi şekilde etkileyeceği öngörülebilir.
Bu aşamada, Ortadoğu’nun genel jeopolitik dinamiğine bakılabilir. Burada ilk olarak Türkiye’nin durumu dikkate alınmalıdır. Bu ülke tüm çelişkilere rağmen süreçleri ciddi şekilde etkilemektedir. Birçok uzman onu bölgenin önderi olarak görüyor. Suriye’deki son olaylar, Ankara’nın önder bir devlet gibi hareket ettiğini bir daha gösterdi. Onun küresel ölçekte konumu güçleniyor. Bu süreç, Türkiye’nin ekonomik ve askeri gücünün sürekli artması zemininde çok düşündürücüdür. Önümüzdeki yıllarda, Türkiye’nin bölgesel önderlik rolünün genel kabul göreceği görülüyor.
Makalenin yazarları İran ile ilgili olarak, aynı görüşleri dile getiremiyor. Tahran daha ziyade Batı’nın gazabına uğramış, çelişkiler girdabına düşecek bir ülke izlenimi bırakıyor. İran’ın dış ticaret hacmi GSYİH’nın %45’ini oluşturmaktadır ki, bu bir hayli risklidir. Ancak makalenin yazarları, yaptırımların uygulanmasının ülke ekonomisine ciddi bir zarar vereceğini düşünmüyor. İran’ın temelde iç piyasaya yönelik bir ekonomik sistem kurduğunda birleşiyorlar. Bununla birlikte, dış baskıların artması durumunda bu devlette ciddi çalkantıların başlama olasılığı da az değildir. Jeopolitik açıdan ise, Tahran’ın küresel ölçekte söz sahibi olma şansı kazanması zordur.
Suudi Arabistan’ın ekonomik potansiyeli yüksek ölçülmektedir. Fakat bu ülkenin devletçilik tarihi ve “etnik haritası” ciddi çelişkilerin varlığına işaret etmektedir. Cidde’nin bu süreçlerden çalkalanabileceğine ilişkin öngörüler var. Bölgesel önder olma olasılığı da bu nedenle yüksek görülmemektedir.
Tüm bunlardan siyasi durum bağlamında bölgede ekonomik süreçlerin üç gelişme senaryosunun olabileceği sonucu çıkıyor. Birinci, “siyasi süreçler bölgeyi ve onun ekonomisini zayıflatır”. İkincisi, “dış ekonomik süreçler, siyasi patlama için kıvılcım rolünü oynuyor”. Üçüncü, “uzun soluklu gelişme gerçekleşir”.
Senaryolardan hangisinin gerçekleşeceğini söylemek zordur. Fakat, hangi unsurun süreçlerin gidişatına nasıl etki edeceğinin çok şeyi değiştireceği görünüyor. Bu anlamda bütün bölge duyarlı hale gelmiştir.
Bunlara uygun şekilde, siyasi süreçlerin senaryolarına ilişkin düşünülebilir. Burada dini grupların canlılığının yanı sıra, etnik ve mezhepsel tarikat unsurlarının etkisini unutmamak gerekir. İran, Suriye, Yemen ve Irak’ın durumu bu sebeple açık değildir. Belirsizlikler oldukça fazladır. Aynı şekilde; “El Kaide”, “Müslüman Kardeşler”, “Hamas”, “Hizbullah” ve diğer dini gruplaşmaların bölgenin siyasi sahnesinde oynayacağı rol netleşmemiştir. Bu husus da bölgede durumu oldukça karmaşıklaştırmaktadır.
Tüm bunlardan alınan ana sonuç, yazarların Ortadoğu’da yakın gelecekte jeopolitik ve ekonomik manzaranın belirsiz hususlarla birlikte görüleceğidir. Uzmanların süreçlerin çeşitli gelişme senaryolarından bahsetmesi ve genel durumu kargaşa ortamı olarak ifade eden “turbulentlik” kavramı ile özdeşleştirmeleri bunların dayandığı kaynaktır. Fakat istenmeyen senaryolardan korunmakla bağlantılı hiçbir görüş bildirilmemektedir. Acaba neden bu husus dünya çapında analitikler tarafından hep “unutulmaktadır”?
Kaynak: Newtimes.az