“Kuşkusuz her devrimci hareket, adalet duygusu ve başkalarına şefkat duygusu dolu, çıkar kaygısı gütmeyen insanların önderliğinde gerçekleşmiştir.”
Ünlü Alman siyaset bilimci ve felsefeci Hannah Arendt’in bu sözü Arap coğrafyasında yaşanılan değişimin kodlarını, haklı değişimi savunan ve iradesini siyasi süreçte hissettirmeye çalışan halkın tasavvuruna ışık tutacak nitelikte. Halkın halk tarafından, halk için yönetimi anlamına gelen “demokrasi” kavramının, perdenin arkasında ışık ile oynatılan bir gölge oyunumu olduğu, yoksa sadece göz yanılmasından ibaret bir illüzyon mu olduğu tartışmaya açık bir mesele. Hele ki bölge halkı için ilk mi yoksa son mu olan bahar sürecinin aslında meselenin halkın iradesinden çok farklı hedeflere yöneldiğinin göstergesi.
Kukla diktatörler devri
Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı sonrası tarih sahnesinden çekilmesiyle, geride kalan Osmanlı’nın sahip olduğu eski toprakları büyük güçlerin mücadele alanı olmuştu. Özellikle Orta Doğu topraklarının paylaşım süreci, bu topraklarda sınırların karar vericilerin aynı masada ellerine aldıkları cetvelle belirlenmesiyle sonuçlandı. Yani bölge İran dışında suni sınırlarla şekillendirilmiş oldu.
Bölge halkının cehaletinden yararlanan yeni düzen kurucular, bölgenin geleceğini şekillendirirken kendi belirleyeceği liderleri bu ülkelerin başına getirmeye başladılar. Halkın iradesinin yok sayıldığı, baskıcı ve otoriter yönetim tarzının tiranlığa dönüştüğü ülkelerdeki liderler uzun yıllar iş başında kalırken, Soğuk Savaş döneminde kimi zaman SSCB’nin, kimi zaman da ABD’nin safında yer alarak iki büyük güç arasında denge oyunu oynadılar.
Tek tuşla dünya birbirine bağlanmaya başladı ve değişim fitili ateşlendi.
Lakin Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle küreselleşme sürecinin hız kazanması, dünyadaki tüm insanlar arasındaki bağların kuvvetlenmesine ve karşılıklı olarak derinleşmesine zemin hazırladı. Yeryüzünde, özellikle bölgesel ölçekte internet ağının yaygınlaşması beraberinde sosyal paylaşım sitelerinin ortaya çıkmasına ve dünyanın iki ucundaki insanın tek tuşla iletişime geçmesine olanak sağladı.
İşte Arap Baharı veya Arap Uyanışı olarak nitelendirdiğimiz süreçte tam olarak sosyal medyanın gücünün zirve yaptığımız zamana denk geldi. Ardından Batı dünyası önü alınamayacak süreci kendi lehine çevirebilmek için yeni formülü devreye sokmak zorunda kaldılar. Bunu adı “demokrasi”ydi. Yani kendilerinin iktidarda kalmalarını destekledikleri liderlerin artık kullanım süreleri dolmuştu.
Demokrasi tehditse, tiranlığa dönüştürmek meşrudur.
Öyleyse Mısır tarihinde ilk defa devlet başkanının halkın meşru oylarıyla iş başına gelmesinin üzerinden bir sene geçmeden askeri darbe ile görevinden uzaklaştırılması, hatta meydanlarda toplanan darbe karşıtı Mısırlıların üzerine katliam derecesinde ateş açacak kadar gözü kararmış bir darbe yönetiminin meşruiyet kaynağı nereden gelebilir? Bunun açıklaması gerektiği ölçüde demokrasi fazlasında tehdit oluşturuyorsa bunu tiranlığa döndürmeyi uluslararası menfaatlerle örtüştürmektir.
Bölgedeki siyasal İslam’ın en kuvvetli temsilcisi Müslüman Kardeşler Örgütü, halifelik makamının 1924 yılında kaldırılmasının ardından İslam Dünyası adına halifelik gücünün Müslümanlar arasında tutkal vazifesine inanan bir oluşum olarak ortaya çıkmıştı. Arap coğrafyasında birçok ülkede aktif olarak çalışan Müslüman Kardeşler, özellikle Arap Uyanışı’nın başladığı günden itibaren dikkatlerin üzerine toplandığı örgüt olarak ön plana çıktı.
Siyasal İslam Arap coğrafyası için çare olarak görüldü.
Halk hareketinin yaşandığı bölge ülkelerinde siyasal İslam’ın söz sahibi olmaya başlamasının arkasında, yıllardır Arap dünyasında barışın bir türlü tesis edilememesi ve İsrail’in şahin politikalarından vazgeçmemesi yer alırken, bunun ise ancak siyasette İslami oluşumların iş başına gelmesiyle üstesinden gelinebileceği psikolojisi oluşmaya başladı.
Bunun üzerine Mısır’da gerçekleşen ilk seçimlerde, Müslüman Kardeşler’in oyların çoğunluğunu alarak iktidara gelmesi ve Suriye’de de Esad sonrası yeni dönemde yine Müslüman Kardeşlerin söz sahibi olma ihtimalinin yüksek olması Batı’yı, bilhassa İsrail’i tehdit eden unsur haline geldi.
Halkın meydanlarda ki gücü cuntacıları tedirgin etmeye başladı.
Neticede Mısır’da askeri darbe ülkenin ilk demokrasi denemesinden başarısızlıkla çıkmasına ve bundan sonraki dönemlerde demokrasi denemelerine artık şüphe ve her an müdahale korkusuyla yaklaşılmasına olanak tanıdı. Fakat darbe yönetiminin de tedirginliği Adeviye Meydanı’nı dolduran darbe aleyhtarı Mısırlıların üzerinde saldırması ile anlaşılmış oldu. “Benim oyum çöp değil” diyen binlerce Mısırlının meydanları tüm yaşanılanlara rağmen boşaltmaması aslında cuntacıları “galiba istediğimizi elde edemeyeceğiz” psikolojisine sürükledi.
Çünkü bir ülkenin kurumlarına güç veren şey halkın desteğidir. Eğer halk iktidarı desteklemekten vazgeçerse, kurumlar kendiliğinden çözülmeye başlar. İşte Mısır’da halkın gücü iktidarın arkasında durmaya devam ederken, postalların demokrasiyi taca atma girişimi tam anlamıyla istedikleri ölçüde şekillenmeyecektir.
Aristo aslında insanlar için yönetimi destekleyip, insanların yönetmesine karşı çıkarken, artık uluslararası düzende tek otorite veya tek çözüm yolunun olmadığını, kararların tepeden değil, tabandan yukarı doğru alınması gerektiğini ima etmiş olmaz mı?
Haftanın Sözü: “Alternatifleri haricinde en kötü yönetim biçimi demokrasidir.” – Churchill
Furkan KAYA