Mısır’da “Arap Baharı”nın dalgası üzerinde, ülkede yapılan ilk demokratik seçimler yoluyla iktidara gelmiş “Müslüman Kardeşler”in temsil ettiği hükümet ordu tarafından devrildi. Hükümetin başkanı, “Müslüman Kardeşler”in önderi Muhammed Mursi zorla görevinden uzaklaştırılarak, hapsedildi. Devlet televizyonu ordu tarafından istila edildi, “Müslüman Kardeşler”in temsil ettiği “İhvan” hareketinin faalleri arasında geniş çaplı tutuklamalar başlandı ve bu süreç bugün de devam ediyor. Son bilgilere göre siyasi nedenlerle tutuklananların sayısı 300’le 500 arasındadır. “İhvan”a yakın olan televizyon kanallarının ve basın kuruluşlarının yayınları tamamen durduruldu. Şu anda faaliyet gösteren medya kuruluşları askeri darbeye hak kazandırmaya ve Mursi hükümetini gözden düşürmeye çalışıyor.
Askeri müdahaleden önce muhalefeti temsil eden çeşitli siyasi güçler Kahire’nin Tahrir Meydanı’nda aralıksız gösteriler yaparak, Mursi’nin görevden gitmesini talep ediyordu. Kalabalık gösterilere katılanların önemli bir kısmına “kısasçılar” denebilir, zira bunların çoğunluğu Mısır’ın eski Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek rejiminin onlar için sağladığı ayrıcalıklardan ve mali kaynaklarından yararlanan kesimlerdir. Onlar oluşmuş fırsattan yararlanarak, yeni iktidar döneminde kaybedilme tehlikesi altında olan konumlarını korumayı umuyorlar.
Gösterilere katılanların diğer önemli kesimini Hüsnü Mübarek rejiminin devrilmesinde önemli bir rol oynadığını düşünen liberal ve laik düşünce mensupları oluşturuyordu. Bu kesim “Arap Baharı”nın dalgaları üzerinde iktidara gelmiş Mursi hükümetini bu hareketin ruhuna ihanet etmekte suçlayarak, liberal-demokratik değerlerin çiğnendiğini iddia ediyor. Liberal-laikler içerisinde Mısır nüfusunun azınlıkta kalan kesimi olan Hıristiyan Koptlar (Kıptiler) önemli yer tutuyor. Liberaller Mübarek rejimi devrildikten sonra yapılan seçimlerde “Müslüman Kardeşler” ile karşılaştırıldığında önemli ölçüde daha az ses toplasalar da, iktidara gelme davasından vazgeçmeyen esas siyasi güçlerden biri olarak kalıyor.
Muhalefetin yeni iktidara karşı ileri sürdüğü suçlamalar sırasında ülkede ekonomik durumun berbat halde olması, işsizlik, hükümetin desteğiyle halkı soyan yatırımcıların hırsı, yolsuzluğun bir sorun olarak kalması, hukuk sisteminde artık kronik şekil almış sorunların çözülmemesi vb. önemli yer tutuyor. Mısır’ın uzun yıllardan beri ABD ve İsrail’e karşı izlediği teslimiyet politikasının doğurduğu sonuçlar da suçlamaların unsurlarındandır. Mursi hükümetine yönelik bu suçlamaların, neredeyse tamamı önceki rejimler döneminde uzun yıllar boyunca birikip kalmış sorunlardan kaynaklanıyor. Artık kronik hal almış bu kadar sorunun şimdiki hükümetin toplam 1 yıllık iktidarı döneminde çözememesini ona karşı itham olarak ileri sürmek, en azından, gerçeklik hissini kaybetmek demektir. Aslında ise, muhalefet hükümetin böyle kısa bir zaman içerisinde sorunları çözemeyeceğini iyi bildiğinden onların çözülmesini talep ediyor ve böylece hükümeti çıkılmaz duruma düşürmeyi hedefliyordu.
Peki seçmenlerin % 50’ye kadarının sesini kazanmış bir siyasi gücü askeri darbeyle iktidardan düşürmek neden mümkün oldu? Mesele şudur: “Müslüman Kardeşler”in ideolojisinin stratejik hattıyla Mısır ordusu generallerinin müreffeh yaşam tarzı bir araya sığmıyordu. Bu nedenle ta başlangıçtan ordu içerisinde Mursi hükümetine karşı amansız bir muhalefet vardı. Generaller şimdiki hükümeti kendi işlerine yarayan bir rejimle değiştirmek için çoktan fırsat bekliyordu. Önceki rejim mensubu olan polis ve yargıçlar da ayrıcalıklarını kaybetmekten korktuğuna göre Mursi hükümetine düşmanlardı. Nihayet, eski rejimin propaganda makinesi gibi oluşmuş medya da yeni hükümeti gözden düşürme fırsatını asla elden vermiyordu. İktidarın orta ve düşük katında Mübarek dönemindeki konumlarını halen koruyan memurlar kışkırtmalar yapıyordu – askeri müdahaleden bir kaç gün önce benzin istasyonlarında oluşan uzun sıralar, elektrik enerjisinin, gaz ve suyun verilmesinde meydana çıkmış ciddi sorunlar buna tutarlı örnek olabilir. Askeri müdahaleden hemen sonra bu sorunların ortadan kalkması ilginçtir.
Mısır’da yaşanan bu olaylar serisinin dikkat çeken en önemli hususlarından biri Batılı siyasi çevrelerin, medya kuruluşlarının ve bir takım saygın uluslararası kuruluşların olaylara karşı tavrıdır. Olaylara tarafsız yaklaşımıyla tanınan ve nesnellik ilkesini koruyup saklamaya çalışan analistlerin ve medya temsilcilerinin vurguladığı gibi, önde gelen Batılı devletlerin, BM ve Avrupa Birliği temsilcilerinin geç kalmalarına ilişkin verdikleri gönülsüz açıklamalar yaşananların ciddiyeti fonunda oldukça sönük görünüyor. Bunlar bildiri hatırına atılmış adım izlenimi uyandırıyor ve daha çok askeri darbe olgusunu örtbas etmeyi hedefliyor. Batılı siyasetçilerin şimdiye kadar verdikleri nadir bildirilerin hiçbirinin sözlüğünde olaya karşı “askeri darbe” teriminin yer almaması bir rastlantı değildir.
Tarihin alayı şu ki, bugün Batı’nın yaratmış olduğu demokrasi değerlerini onun kendisi korumalı olduğu halde, bu değerleri Batı’nın aşağıladığı Doğu – Mısır’daki askeri darbeyi antidemokratik eylem gibi kararlılıkla kınayan Türkiye ve Afrika Birliği sahipleniyor. Batılı temsilciler, anayasal yönetimin askeri müdahale yoluyla devrilmesi olgusunu hiçbir ikiyüzlülük etmeden kınayacaklarına, Mısır halkına askerin iktidara getirdiği geçici hükümetle işbirliği yapmayı tavsiye ediyor. Anlaşılan bu adamlar Mısır’ın dünyanın en eski kültür beşiği olduğunu unutuyor. Bu nedenle nasihat verme hakkı Batılı siyasetçilere değil, işte, Mısır halkına düşüyor.
Batı’nın önde gelen medya kuruluşları kendi ananesine sadık kalarak, Türkiye’de yaşanan “Gezi Parkı” olaylarına karşı sergilediği çifte standartları Mısır olaylarını aydınlatırken de göstermekten çekinmedi. Saygın televizyon kanalları (öncelikle CNN) askeri darbe öncesi muhalefetin Tahrir Meydanı’nda yaptığı kalabalık gösterilerden tüm dünyaya, düzenli olarak, geniş röportajlar yayınladı. Fakat bu kanallar aynı duyarlılığı müdahaleden sonra göstermedi. Sayıları milyonlarla olan Mursi taraftarlarının Kahire’nin Adeviye ve diğer meydanlarında askeri darbeye karşı yaptıkları ve bugüne kadar devam eden protesto eylemlerine bu kanallar yerel televizyonlarla beraber göz yumuyorlar.
Tüm bu söylenenlerden, kesin olarak, çıkan sonuç şudur: Mısır’da askeri darbenin yapılmasında ve başarıyla sonuçlanmasında Batı’nın çıkarı vardır. Bu çıkarın neler olduğunu araştırmaya çalışalım. Bunlar birbiriyle bağlı olan iki ana gruba ayrılabilir. Bunlardan birincisi, daha çok, kültürel-ideolojik bakımdan farklıdır ve Batı’da artık birkaç yüzyıldır egemen olan genel bakış açısından kaynaklanıyor. Bu bakış açısının temelinde Orta Çağ’da Hıristiyanlıkla inatlı mücadelede güçlenerek, onu yenmiş laiklik ilkesi duruyor. Batı’nın ve özellikle de onun öncülü olan ABD’nin modern çağda dini-İslami rejimlere karşı, sürekli olarak, muhalif tutum sergilemesinde Batılı insanların bilinçaltına yerleşmiş bu ilkenin rolü az değildir. “Müslüman Kardeşler” İslamcı yönüyle seçildiğinden, bu ideolojinin mensuplarının Mısır’da iktidara gelmesi, tabii ki, Batılı siyasetçilerin hoşuna gitmiyordu. Öte yandan, İslam tüm baskılara rağmen canlı olan tükenmez güç kaynağıdır. Böyle bir manevi potansiyelden uzun zamandır yoksun olan Batı kendi lojistik gücünü buna karşı koysa da, bu onu etkisizleştirmek için yeterli değildir.
Batı’nın askeri darbeye üstü kapalı destek vermesini sağlayan diğer önemli etken onun Ortadoğu’daki çok özel çıkarlarına ilişkindir. Cemal Abdül Nasır döneminden bugüne kadar ABD’nin Mısır’a karşı izlediği siyasetin analizi, Mısır’da İsrail’e karşı sadakatiyle seçilmeyen herhangi siyasi bir gücün iktidarda kalmasının oldukça zor olduğunu gösteriyor. Ortadoğu Batılı devletler ve ABD için stratejik önem taşıyan bir bölgedir ve İsrail onların bu bölgedeki çıkarları için yarattıkları ön karakoldur. Enver Sedat ve Mübarek rejimlerinin İsrail’e karşı yürüttükleri aslında teslimci siyaset “Müslüman kardeşler”in her zaman eleştiri hedefi olmuştur. Onların önderi Muhammed Mursi’nin iktidara gelmesinden sonra mevcut siyasi konjonktürde bu meselenin büyütülmesine o kadar da izin verilmediği doğrudur. Fakat hem İsrail’de hem de ABD’de bu iktidar devam ettiği sürece önceki rejimin İsrail’e karşı izlediği siyasetin ciddi değişikliğe maruz kalacağının kaçınılmaz olduğu güzel anlaşılıyordu.
P.S. Bu yazı hazır olduktan birkaç gün sonra yayınlanan haber hepimizi sarstı. 1 milyona kadar Mursi taraftarının toplandığı Kahire’nin Adeviye Meydanı’nda korkunç katliam yapıldı. Keskin nişancılar ve askeri cuntanın desteklediği suç grupları tarafından tamamen demokratik ve sivil kurallar çerçevesinde gösteriler yapan, hatta onlara yönelik şiddete bile, bir kez de olsa, şiddetle karşılık vermeyen sivil göstericiler kurşuna dizildi. 200 kişi vahşice öldürüldü, 5000’e kadar insan yaralandı. Saygın uluslararası kurumların ve öncü Batılı devletlerin tepkisi eskisinden de beter oldu: katliam keskin şekilde ve kararlılıkla kınanmadı, suç rejime karşı hiçbir önlem alınmadı. Aksine, Avrupa Birliği’nin Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton’un katliam sonrası Kahire’de verdiği bildiri dolayısıyla askeri darbeye hak kazandıran bir tezi hafızalarda kaldı: Mursi hükümeti halkın taleplerine yanıt veremedi.
Prof. Dr. Zakir MAMMADALIYEV