Dünyanın çeşitli bölgelerinde radikal gruplaşmaların etkin olduğu bilinmektedir. Bunlar çoğunlukla terör aracılığıyla ihtilaflar oluşturuyorlar. Şu anda bu süreç Orta Doğu’da kendini daha fazla gösteriyor. Uzmanlar bu eğilimin başka bölgelere de sirayet edebileceğini tahmin ediyorlar. Fakat bu zaman hiç de hep nesnel tavır sergilemiyorlar. Özellikle, Güney Kafkasya’da radikalizme destek veren gerçek güçler nedense gölgede kalıyor. Onlardan söz etmiyorlar. Neden?
Jeopolitik Çıkarlar Ve Dini Radikalizm
Batı’nın siyasi çevrelerinde Güney Kafkasya’da radikalizm tehlikesinin artacağından endişe etmeye başladılar. Bu günlerde ABD’de bu konuya ait uluslararası konferans düzenlendi. Ancak etkinlik katılımcıları meseleyi ”İslam radikalizmi tehlike kaynağı olarak” açısından sunmuşlar. Yapılan tartışmalarda da bu eğilimin önlenmesi yönünde tezler ileri sürüldü (Bkz.: Ариэль Коэн. Южный Кавказ, радикализм и интересы США / ”США-Россия: глобальный контекст”, 18 Ekim 2013).
İlk bakışta iyiliksever görünen bu gibi etkinlikler gerçekte başka bir tehlikenin habercisidir. Sorunun özü şu ki, Güney Kafkasya’da radikalizm hiç de dini aidiyetle bağlantılı değildir. Burada her şeyden önce küresel çapta giden jeopolitik süreçleri ve büyük devletlerin uyguladığı çifte standardı dikkate almak gerekiyor.
Birincisi, uzmanlar dünyada milliyetçiliğin geniş çapta yayıldığını vurguluyorlar. Georgetown Üniversitesi’nin güvenlik konularını öğrenen Merkezi’nin ve Brooking Üniversitesi’nin bilimsel çalışanı Paul Pillar ”The National Interest” dergisinde yayınlanan makalesinde modern dönemi ”Milliyetçilik aşaması” olarak nitelendiriyor (Bkz.: Paul R.Pillar. The Age of nationalism / ”The National Interest”, 1 Eylül 2013).
O, bu eğilimin öncelikle dünyanın büyük devletlerinde güçlendiğini yazıyor. Somut olarak ABD, Rusya, Çin, Japonya, AB’ye üye olan güçlü ülkelere işaret ediyor. Bunların her birinde milliyetçiliğin kendi içeriği var. Örneğin, Amerika’da bu, ”Amerikan istisnacılığı”, Rusya’da ”Rus milliyetçiliği”, Çin’de ise ”mutlak devletçilik” biçimlerinde kendini gösteriyor. Mahiyette ise onların her biri kendini diğerlerinden üstün tutma temelinde başkalarına hoşgörüsüz yaklaşımı ifade etmektedir (Bkz.: önceki kaynak).
Böyle anlaşılıyor ki, küresel çapta büyük jeopolitik güçler kendi çıkarlarını daha acımasız ve tavizsiz olarak sağlıyorlar. Bu da tabii ki, siyasette radikalizmi ve çifte standardı güçlendiriyor.
İşte bu düzlemde P. Pillar makalesinde çeşitli bölgelerde yaşanan olaylara büyük devletlerin tutumunu anlatmaya çalışıyor. Orada meydana gelen çelişkili vesilelerle bu tür yaklaşımın sonuçlarını arıyor. Örneğin, Kafkasya’da (”İsrail’e göç edenlerin Sovyet vatandaşı gibi Kafkasyalılara karşı genel olarak negatif yaklaşımı vardır”) ve Orta Doğu’da (”ortak Filistin – İsrail devleti fikrine her iki tarafın güçlü milli hislerine uymuyor”) bu politikanın acı sonuçları bilinmektedir (Bkz.: önceki kaynak). Daha genel düzeyde ise P. Pillar vurguluyor: ”Amerikan siyasi çevreleri hep ABD’nin etkinliğinin birilerinin milli duygularını yaralayabileceklerinin farkına varmalıdırlar. Bu açıdan tepkiler olabilir” (Bkz.: önceki kaynak).
Bu örnekler hangi gerçekliği ortaya koyuyor? Her şeyden önce dünyanın değişik bölgelerinde gözlenen radikalizmde büyük devletlerin yürüttükleri siyasetin çelişkileri ciddi rol oynuyor. Hiçbir dini hoşgörüsüzlüğe hak kazandırmadan onu vurgulamak gerekiyor ki, radikal dini tepkiler çoğunlukla işte bu politikaya olan tepki izlenimi oluşturuyor. Birçok uzmanın araştırmaları da gösteriyor ki, şu anda dini perde altında faaliyet gösteren terör örgütlerini büyük devletlerin istihbarat servisleri yaratmışlardır. Onları yönlendiriyor, askeri talimler geçiyorlar. Bu gibi olgulardan dünya medyası defalarca yazdı.
Tehlikeli Planların ”Arka Cephesi”
Bunlardan şöyle sonuç alınıyor ki, Güney Kafkasya’da dini radikalizm tehlikesinden ve ona olası tepkilerden konuşmaya başlanmışsa, herhangi planlar hazırlanabilir. Çünkü genellikle öncelikle tehlikenin varlığını kanıtlamaya çalışıyorlar, sonra ise ”ona karşı mücadele başlatıyorlar”. Burada bir önemli hususu da vurgulamaya gerek görüyoruz.
Yıllar var ki, Güney Kafkasya Ermeni radikalizminden muzdarip durumda. Ermenistan devlet olarak tüm komşularına karşı toprak iddiaları ileri sürdü. Bunun ışığında Ermeni terörizmi binlerce insanın yaşamını sona erdirdi. Bu süreç şimdi de devam ediyor. Erivan esas olarak dini düzlemde radikal çağrılar yapıyor. Kendi nüfusunu bölgede yaşayan Müslümanlara karşı kaldırıyor. Fakat bunlar hakkında nedense Batı’da konuşan yok. Analist ve uzmanlar da Güney Kafkasya’da dini radikalizmden söz edince bu husus nedense akıla gelmiyor.
Bunun yerine son zamanlarda Rusya’da ulusal zeminde ihtilaflar yaratılması yönünde girişimler açıkça kendini göstermektedir. Artı orada özellikle Müslümanları radikal kesim olarak sunmaya çalışıyorlar. Bu bağlılıkta Volgograd kentinde bir yolcu otobüsünün patlatılması çok düşündürücüdür. Artık bu olayı Müslüman kadın Naide’nin işlediği hakkında haberler yayılıyor. Bazı çevreler kuzey komşumuzun topraklarında dini radikalizmin tutuştuğu, Müslümanlara karşı hoşgörüsüzlüğün varlığı ve buna karşı da onların artık harekete geçtiği izlenimini oluşturmaya gayret ediyorlar.
Tabii ki, tüm bunlar yapay şekilde tetikleniyor. Anlaşılan, bazı analistlerin endişe ettiği gibi, ”Al Kaide”yi yavaş-yavaş eski Sovyet mekanına yöneltmeye çalışıyorlar (Bkz.: Дмитрий Седов. “Исламский” терроризм американского разлива / “Фонд стратегической культуры”, 23 Eylül 2012 ). Bunlar gerçekten de ciddi tehlikelerdir. Fakat ne yazık ki, meselenin işte bu yönü gizli tutuluyor. Bunun yerine, Güney Kafkasya’ya ”hazır düşman imgesi” sunmaktadırlar.
Yukarıda bahsettiğimiz bilimsel konferans katılımcıları radikal dini bakışların kaynağı olarak İran’a işaret ettiler. Onlar bunun Batı’yla aktif işbirliği yapan Azerbaycan’a tehlike oluşturduğunu anlattılar. Ancak burada iki komşuyu yüz yüze koyma girişimi olduğu duyuluyor. Birincisi, artık vurgulandığı gibi, radikal dini gruplar esasen Batı’nın desteği ile meydana geliyor. İkincisi, Azerbaycan’la İran iyi komşuluk politikası yürütüyorlar. Onlar arasında ilişkiler uluslararası hukuki normlar çerçevesinde kuruldu. Bakü kendi yakın komşusu ile ilişkilerin bozulmasını kesinlikle istemez. Dolayısıyla Ermenistan hariç, hiç bir komşu devleti kendine düşman saymıyor.
Tabii ki, bunları okyanus ötesindekiler de biliyorlar. Meselenin daha derinde olan hususlara bağlı olduğunu düşünüyoruz.
Bu bir gerçektir ki, Azerbaycan Güney Kafkasya’da bağımsız siyaset yürüten tek ülkedir. Onun tüm alanlarda elde ettiği başarılar da ortadadır. Örneğin, Hillary Clinton’un ve John Kerry’nin eski danışmanı, halihazırda “PCO Worldwide” şirketinin küresel programlarının müdürü olan Joshua Woker yukarıda vurguladığımız bilimsel konferansta birkaç kez Azerbaycan’ı gelişen ülke olarak göstermiş (Bkz.: Paul R. Pillar. Adı geçen makale).
Bu nedenlerden dolayı dünyanın büyük devletleri bölgede ilk olarak Bakü ile işbirliğine önem veriyorlar. Fakat işte bu istek de onlar arasında belli rekabet yaratıyor. Bazı devletler Azerbaycan’la yakın olmak için rakiplerini kötülemeye gayret ediyorlar.
Güney Kafkasya’da dini radikalizme yukarıdaki fikirlerin ışığında yaklaşıldığında biraz çelişkili ve belirsiz manzara oluşuyor. Jeopolitik açıdan, tabii ki, böyle bir durum oldukça tehlikeli izlenim oluşturuyor. Çünkü bu durumda istenilen anda önceden belirlenmeyen tehditler meydana çıkabilir. Bölge için bu tür riskler önemli ölçüde feci olabilir.
Diğer yandan, sır değildir ki, büyük devletlerin dünya önderliği uğruna mücadelesi yeni seviyede şiddetlenmiştir. Bunun belirtileri daha çok Orta Doğu’da hissediliyor. Aynı zamanda, bu eğilimin başka bölgelere de yayılması ihtimali mevcuttur.
Bu sürecin radikal dini kuruluşların etkinleşmesi zemininde gerçekleşmesi son derece rahatsız edicidir. Onu dikkate almak gerekiyor ki, Batıda Güney Kafkaslarda bölgeye yakın devletler olan Rusya, Türkiye ve İran’ın nüfuzunun artmasını facia olarak değerlendiriyorlar. Açık söyleniyor ki, buna imkan vermek olmaz.
Bunlar, tabii ki, bölgede jeopolitik belirsizliğin artmasına katkıda bulunan hususlardır. Kimlerin Güney Kafkasya için hangi planlar hazırladığını söylemek risklidir. Fakat şimdiden dini radikalizmi ön plana çekerek, ona yapay olarak jeopolitik görünüm verme girişimlerinin varlığı çok düşündürüyor. Bu bölge tarih boyunca çok acılar yaşadı. Şimdi daha amansız bir biçim almış dini radikalizmin verebileceği kayıpları gidermek oldukça zor olurdu. Dolayısıyla, politikacılar adil davransalar, daha iyi olurdu.
Kaynak: Newtimes.az