Son aylarda uluslararası kamuoyunun Libya’ya yönelik yoğun ilgisinden bahsetmek mümkün. Özellikle bu ilginin Eylül 2012’de Bingazi’deki Amerikan büyükelçisinin terör saldırısıyla öldürülmesi üzerine arttığı söylenebilir. Örneğin Amerikan Kongresi, 10 Temmuz 2013’te “Demokrasileri Savunma Vakfı” ve “Washington Yakındoğu Politikaları Enstitüsü” gibi araştırma merkezlerinden uzmanların katıldığı, “Kuzey Afrika’da Terörizm Tehdidi: Bingazi Öncesi ve Sonrası” başlıklı bir oturum düzenledi. “Bingazi: Dışişleri Bakanlığının Sorgulanabilirliği Nerede?” başlığı ile 18 Eylül’de düzenlenen diğer bir oturumda ise idari işlerden sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı Patrick F. Kennedy, saldırı sonrasında ABD’nin büyükelçiliklerini korumaya yönelik çaba ve endişelerine işaret etti. BM Güvenlik Konseyi de Libya’da yaşanan askerî ve siyasi gelişmeleri ele almak üzere bir oturum düzenledi.
Uluslararası kamuoyunun bu ilgisine paralel olarak, Libya’da, siyasi tecrit kanunu, federal sistem ve anayasa gibi konular etrafında önemli siyasi tartışmalar yaşanıyor. Bunun yanı sıra güvenlik krizi ile ortaya çıkan yerel ve bölgesel meydan okuma da sürüyor. Bu bağlamda, “Libya’da yaşanan iç etkileşimlerin temelinde ne yatıyor? Bu durumun Libya’nın geleceği ve bölge üzerindeki olumsuz etkileri nelerdir?” gibi soruların cevaplanması gerekiyor.
Artan siyasi kutuplaşma
Siyasi partiler arasında ciddi anlaşmazlıklar yaratan konuların başında, Kaddafi rejiminden kalanların ülke yönetimindeki görevlerinden tecrit edilmesini öngören “siyasi ve idari tecrit kanunu” geliyor. Çünkü rejim devrilmeden önce yönetimden ayrılanların kanunun kapsamı dışında kalmasına yönelik teklifler reddedildi. Tecrit kanunun yürürlüğe girmesinden önce, Libya’nın Parlamentosu olan Genel Ulusal Kongre (GUK) Başkanı ve bazı bakanlar görevlerinden istifa etti ve birçok Kongre üyesinin de milletvekilliği re’sen düştü. Bunun sonucunda İslamcılar ve onlara yakın olanların boş koltukları doldurduğu yeni bir hükümet kuruldu. Artan siyasi kutuplaşma, merkezî ve icracı bakanlıkların silahlı milislerin kuşatmasını dağıtmak amacıyla çıkarılacak kanunun GUK’da tartışmaya açılmasının reddedilmesiyle de bağlantılı. Nitekim milisler, kanunun kabul edilmesinden sonra kuşatmayı kaldırdı.
Tecrit kanununa muhalefet edenlerin bir kısmı, “geçiş dönemi adaleti” konusunun oldukça önemli olduğu düşüncesindeler. Hatta liberal eğilimli Libya Ulusal Güçler Koalisyonu Başkanı Mahmud Cibril, el-Arabiyye televizyonuna 6 Mayıs 2013’te verdiği röportajda, bu kanunun rejimi değil, devleti tecrit ettiği değerlendirmesinde bulunmuştu. Aslında Cibril, bu kanuna değil; kanunun za-manlamasına karşı. Cibril’e göre, 500 ilâ 600 bin kişinin devlet yönetimindeki görevinden uzaklaştırılmasıyla oluşacak boşluk, devlet yönetimini kutuplaştırabilir. İlginçtir ki Mahmud Cibril, söz konusu kanunun kabulü için dolaylı yoldan müdahalede bulunan dış güçleri itham ediyor ve Cibril’e göre, bu kanun ile tecrit edilenlerin çoğuna Libya topraklarında yabancı asker varlığına karşı çıkmalarının bedeli ödetiliyor.
Güvenlik sorunu devlet yapısına zarar verir mi?
Devrim sonrasında Libya’nın, güvenlik durumu değişken bir tablo çiziyor. Nitekim yeni hükümet Kaddafi’nin devrilmesi sürecinde önemli ölçüde silahlanan halkı silahsızlandırmayı ve silahlı grupları kontrol etmeyi başaramadı. Dahası ordunun yapamadığı birtakım görevleri de bu gruplara devretti. Kabile temelli bir toplumda bu tür grupların çoğalması ve siyasallaşması gerçek güvenlik kurumlarının inşasını en fazla tehdit eden husus. Zira bu tür bir toplumda ordu ve polise yönelik sivil denetim standartları farklılık göstermekte.
Kaddafi ile savaştıktan sonra palazlanan toplulukları temsilen İçişleri Bakanlığına katılan Yüksek Güvenlik Komiteleri de devlette idari açıdan birtakım sorunlara yol açıyor. Bu komiteler yolsuzluk hatta işkence, adam kaçırma ve öldürme gibi suçlarla itham ediliyor, dolayısıyla halk nezdinde ciddi bir korku oluşturuyorlar. Bu komiteler dışında bir de çok sayıda silahlı grubu bünyesinde barındıran, paralel bir ordu gibi hareket eden ve Genelkurmay Başkanlığına bağlı Libya’yı Koruma Koalisyonu bulunuyor. Kimi zaman bu Komiteler ile Koalisyon arasında da çatışmalar yaşanıyor. Nitekim BM’nin 5 Eylül 2013’te yayımlanan raporuna göre, Haziran’da başkent Trablus’ta bu tür çatışmalar meydana geldi. Bunlara ek olarak ordu ve polis, ülke güvenliğini sağlamakla görevli. Dolayısıyla Libya’da güvenlik konusunda yetkili dört farklı yapı; ordu, polis, Komiteler ve Koalisyon mevcut.
Güvenlik kurumları krizi paralelinde, radikal Selefiler’in rolü konusunda da bir tartışma baş gösterdi. Libya’da çoğunlukla mistik bir dindarlık egemen olsa da radikallerin demokratikleşme karşıtı bir rol oynamalarından endişe duyuluyor. Komşu ülkelerde yaşanan kargaşa ise bu endişeleri daha da artırıyor.
Dahası bazı raporlar, uyuşturucu ticaretinin yanı sıra Suriye ve Afrika Boynuzu’na yönelik silah kaçakçılığının ciddi boyutlara ulaştığına işaret ediyor. Bu temelden hareketle, Libya’daki BM Destek Misyonu, sınır güvenliğinin sağlanması ve Libya Hükümeti’nin oluşturduğu “Silahlı Grup Üyelerinin Entegrasyonu Komisyonu”nun desteklenmesi konusunda birtakım istişarelerde bulundu.
Birleşme ve bölünme ikileminde Libya
Şubat ayında, Anayasa Hazırlama Komisyonuna kendi bölgelerini temsil etmek ve özellikle federal ve idari adem-i merkeziyetçilik tartışmaları açısından önem taşıyan yeni bir anayasa yazmak üzere 60 üye seçildi. Irak, Somali ve Afganistan’daki gibi uluslararası camianın, anayasa meselesindeki tartışmalarda yönlendirici bir etken olacağı söylenebilir. Hatırlanacağı gibi BM, uluslararası ortaklar arasında koordinasyon sağlamak için özel bir çalışma grubu kurmuş, anayasa meselesinde halk çoğunluğunu çevrelemeye çalışmıştı.
Yeni bir anayasanın gündeme gelmesiyle Sirenayka Geçici Meclisi, 1 Ocak 2013’te, hükümetin bölge insanlarının ihtiyaçlarını karşılayamaması gerekçesiyle petrol zengini Doğu Libya’yı federal bölge ilan etti. Eylül sonunda da Güney Libya’daki bazı kabileler, federal Fizan bölgesini kurduklarını ilan etti. Bu bölünme akıllara İngiltere ile İtalya’nın Mart 1949’da, Sirenayka’da İngiliz, Trablus’ta İtalyan ve Fizan’da Fransız mandası dayatma konusunda anlaştıkları Bevin-Sforza Planı’nı getirdi. Libya’nın bağımsızlık ilanından sonra bu bölünme kabul edilmiş; ancak 1955-57 arasında Amerikan petrol şirketlerinin her üç hükümet ile birden müzakere yürütemedikleri gerekçesiyle uyguladıkları baskı sonucu ilga edilmişti.
Kamuoyu, federalizm düşüncesine henüz yönelmemiş olsa da güvenlik sorunları ve siyasi kriz, halkı bu planı kabule itebilir. Libya için en büyük tehlike, henüz bütünleşik güvenlik kurumları mevcut değilken anayasa tartışmalarının başlamış olması. Ayrıca siyasi ve idari tecrit kanunu ve bunun bürokrasi içerisinde yaratacağı boşluk, devleti bazı kritik konumların tutulması için uluslararası kurum ve taraflarla anlaşmaya zorlayabilir. Uluslararası sözleşmelerin ve uluslararası kurumların da etkisiyle bu kurumların idari mantığı değişebilir. Güney Libya’da sınır egemenliğinin bulunmaması, terör ve resmî güvenlik kurumlarının zafiyetinin yanı sıra süregelen siyasi çatışma, Libya’da vatandaşların ve demokrasi isteyenlerin asla arzu etmeyeceği bir gidişata yol açabilir. Irak deneyimi, resmî olmasa da de facto bölünme ihtimalinin o kadar da uzak olmadığını gösteriyor. Eğer Libya’da bu ihtimal geçekleşirse herkes, İslamcı-laik çatışmasının yüzeyselliğini anlayacak.
Fuad FERHAVİ
USAK Uzmanı
Kaynak: Newtimes.az