OYUNA GELEN DEĞİL, OYUN KURAN TÜRKİYE İÇİN

upa-admin 30 Aralık 2013 3.145 Okunma 0
OYUNA GELEN DEĞİL, OYUN KURAN TÜRKİYE İÇİN

“Dünyanın merkezi neresidir” diye kendimize soracak olsak, herhalde haritada elimizi Türkiye ve çevresi üzerinde dolaştırmamız yanlış veya abartılı olmayacaktır. Tarihte yaşanan önemli bölgesel ölçekli savaşlar ile büyük güçlerin hegemonya mücadeleleri, genelde içinde Türkiye’nin de yer aldığı Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Orta Asya bölgelerinde gerçekleşmiştir. Bugün yine bu çok uluslu mücadelenin merkezi, ne tesadüftür ki aynı coğrafya oluyor.

Savaşın eksik olmadığı topraklar

ABD’nin başrolde olduğu ve diğer yardımcı aktörler eşliğinde bereketli enerji kaynakları üzerinde 1. Dünya Savaşı’ndan bu yana sürdürülen operasyonlar, rezervlere sahip ülke yönetimleri üzerinde sonu gelmeyen cerrahi müdahalelere yol açmıştır. Elbette bunun en büyük sebebi; Osmanlı İmparatorluğu sonrası bölge halkını bir arada yaşaması adına ortak pencereden bakmasını sağlayacak demokrasi ile milli şuur tutkalının oluşmaması olarak gösterilebilir. Fakat enerji zengini bu ülkelerin, siyasi kültür açısından son derece fakir görüntüsünün kronikleşmesi tesadüfi değildir.

Bu perspektiften değerlendirdiğimizde, “Arap Uyanışı” olarak adlandırılan sürecin, Orta Doğu’da siyasi bilinçlenmenin ve demokratik yönetim taleplerinin artık özgürce söylenebildiği siyasi düzenin tesis edilmeye başlamasına vesile olduğu ilk bakışta söylenebilirdi. Fakat görünüşte halkların devirdiği liderlerin yerine yönetimlerde kaos rüzgarlarının esmesi, bölge insanlarının aklında “gelen gideni aratır” düşüncesinin oluşmasına neden oluyor.

Türkiye’nin jeopolitik konumu bölge siyasetini etkiliyor

Suriye’de rejimin devam edip etmeyeceği, ülkenin bölünme ihtimali veya bölünürse kaç parçaya bölüneceği sorularının daha uzun süre net cevap bulamayacağı aşikar. Fakat önümüzde net bir gerçek var ki, o da tüm bölge ülkelerinin gelecekteki konumlarında söz sahibi olacak. İşte bu gerçek, enerji kaynaklarının güvenliği meselesidir. Örneğin Türkiye, özellikle Orta Doğu politikasını “güvenlikçi bakış açısı” ile şekillendirirken, aynı zamanda Transkafkasya, yani Kafkasya ve Hazar bölgesi için enerji güvenliğinin ön plana çıktığı stratejiler takip etmektedir. Aslında bu kendisine jeopolitik konumunun yüklediği bir sorumluluktur. Çünkü Avrupa’nın artan enerji ihtiyacı ve Rusya’nın enerji tedarikinde tekel olma isteği, kıta ülkelerinin alternatif enerji yolları aramasına yol açarken, Türkiye’yi de bu vesileyle anahtar ülke haline getirmektedir.

Öte yandan Türkiye’nin son dönemde hız verdiği enerji nakil hatları anlaşmaları, enerji tedarik yollarını çeşitlendirmesine hizmet ediyor. Tarihin en önemli enerji anlaşmalarından olan Azeri ve Hazar petrolünü Avrupa’ya taşıyacak boru hatlarının yanı sıra, Doğu Akdeniz bölgesindeki rezervlerin ve İsrail’in topraklarında keşfettiği doğalgazın en düşük maliyetle ulaştırılması için geçiş ülkesi olarak Türkiye büyük önem teşkil ediyor. Ayrıca son olarak Türkiye ile yerel Kürt yönetimi arasında Kuzey Irak petrolünün uluslararası pazara taşınması amacıyla imzalanan anlaşma, bölgenin istikrar ve güvenliği adına kritik etkiye sahip.

Rusya ve İran, Türkiye’nin enerji alanındaki yeni hamlelerinden rahatsız oluyorlar. Elbette Türkiye’nin yükselen bölgesel konumunun tüm kesimleri memnun ettiğini söylemek fazla iyimser bir düşünce olacaktır. Bilhassa Rusya’nın enerji politikalarına ters düşecek muhalif stratejilerin belirlenmesi, Moskova yönetimini rahatsız ediyor ve akabinde hemen karşı hamlede bulunmaya itiyor. Örneğin, dirsek temasını kaybetmek istemediği Azerbaycan’ın Batı yörüngesine tamamen girmesinin Rusya için büyük kayıp olarak görüldüğünü fark etmek zor değil. Dolayısıyla Rus yönetimi, Azerbaycan’ı şemsiyesi altında tutabilmek için özellikle Ermenistan ile arasındaki Karabağ meselesini koz olarak kullanmaya devam edecek. Bu politikanın uzantısı olarak, Türkiye’nin enerji alanında ses getirecek projelere imza atması Rusya’nın bölge siyasetine ters düşmesine sebebiyet verirken, proje dahilindeki ülkelerin daha çok Rusya baskısı altına girmesine neden oluyor.

Diğer taraftan İran’ın Türkiye’nin enerji politikasındaki gelişiminden memnun olduğunu söylemek oldukça zor. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle Türkiye ile İran arasındaki rekabetin, ideolojik olmaktan çok jeopolitik temelli geliştiği görülüyor. Yani kendilerini bölgenin en eski devlet geleneğine sahip imparatorluklarının ardılı olarak gören Türkiye ile İran, bölgesel güç olabilmek için birbirleriyle mücadele ediyorlar. Tabiatıyla İran’ın elindeki en büyük koz hem nükleer enerji, hem de zengin yer altı kaynaklarıdır. Fakat İran’ın ambargolar sebebiyle milli kalkınmayı sağlayamaması ve enerjisini layık fiyatıyla pazarlayamaması en büyük dezavantajıdır. Türkiye ise enerjide dışa bağımlı olsa da, doğal bir enerji terminali olma özelliği kendisi için önemli bir ayrıcalıktır. Ayrıca laik ve demokratikleşmedeki çizgisi Türkiye’yi sadece kendi coğrafyasında ön plana çıkarmakla kalmıyor, uluslararası işbirliği inşa etmede de etkili bir statü sağlıyor.

Türkiye gerek iç, gerekse dış politikada dönem dönem derin krizler yaşayacaktır. Fakat bu Türkiye’nin tabiatından kaynaklanan özel konumunun değer kaybetmesine sebep olmayacak. Çünkü devam eden çok uluslu mücadelede çekişme alanı Türkiye ve çevresi olmaya devam ederken, Türk dış politikası karar vericilerinin karşı hamlede bulunmak yerine oyun kurucu kimliğiyle duruş sergilemeleri uzun vadede Türkiye’nin ulusal çıkarlarına büyük katkı sağlayacaktır.

Not: Yeni yılın tüm Türkiye’ye ve dünyaya öncelikle barış ve bol bereket getirmesini diliyorum.

Haftanın Sözü: “Su hiçbir zaman ateşten korkmaz.” – Mevlana

Furkan KAYA

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.