Mağrip bölgesi, bugünlerde siyasi bir gerginlik yaşıyor. Ancak sorun bu kez Libya’daki güvenlik meselesi ya da Tunus’taki ulusal diyalog krizinden değil, Fas-Cezayir ilişkilerinin bozulmasından kaynaklanıyor. Güney Fas’taki Sahra bölgesi üzerinde süregelen anlaşmazlık konusunda takınılan tavır, Cezayir ile Rabat arasındaki ilişkilerin istikrar derecesini ölçmek açısından temel belirleyici konumunda yer alıyor. Dahası bu anlaşmazlık, bir bütün olarak Afrika kıtası düzleminde karşıt ittifakların ve ihtilafların temelini teşkil ediyor. Nitekim Fas, anlaşmazlık konusu olan Sahra bölgesinin Fas topraklarına ait olduğu tezi lehinde yandaşlar toplarken, Cezayir’in tutumunun, “prensipli bir duruş” sergileyerek Fas’tan ayrılmayı talep eden ve bu ayrılığı “Batı Sahra halkının kendi geleceğini tayin hakkı (self-determinasyon)” kapsamında gören Polisario Cephesi’ni destekleyici nitelikte olduğu düşünülüyor.
Fas-Cezayir gerginliğinin genel ve dâhili çerçevesi
Aslında Fas ile Cezayir arasında, Sahra meselesi nedeniyle yaşanan gerginlik yeni değil. Anlaşmazlık, yetmişli yılların ortalarına uzanıyor. O dönemde krizin, iki temel sebebe dayandığı görülüyor. İlki, Mağrip bölgesi ülkelerinin iç siyasi istikrar durumu ile bağlantılı, diğeri ise bir bütün olarak Ortadoğu ve Akdeniz düzleminde, bu ülkelerin politikalarına yönelik uluslararası güçlerin müdahale ettiği kritik değişimler ile ilgili. 11 Eylül olaylarından bu yana, Sahra bölgesinin yaşadığı bu hareketliliği anlamak açısından, özellikle “Sahil ve Sahra” olarak bilinen bölgeler olmak üzere, Afrika faktörünün de öneminin giderek arttığı görülüyor.
Fas-Cezayir ilişkilerinin krize sürüklenmesi bakımından bu defa yeni olan husus, Cezayir’de siyasal geçiş dönemi bağlamında gündeme gelmiş olmasıdır. Nitekim Faslı analistler, Cezayir’in Fas ile yaşadığı bu gerginliği, mevcut devlet başkanı Abdülaziz Buteflika’nın dördüncü dönem adaylığı konusunun üzerini örterek kamuoyunu meşgul etmek amacıyla kullanılması olarak değerlendiriyor. Analistler, ülkeyi yönetmesini zorlaştıran sağlık koşulları göz önünde bulundurulduğunda Buteflika’nın bir kez daha aday olmasını, Cezayir’i yönetebilecek ve ordu ile karşı karşıya gelemeyecek bir siyasi yüz olarak iktidardaki elit kesim içerisinde süregelen krizin bir yansıması şeklinde yorumluyor. Cezayirli analistler ise bu görüşü reddederek Fas’ı Sahra’da insan haklarını ihlal etmekle suçluyor ve Sahra halkı için kendi geleceğini tayin hakkı tanınmasına çağrıda bulunuyor. Hatta bazıları Fas’ı, “Sahra topraklarının işgalcisi” olarak görüyor ve oradan çekilmesi gerektiğini dile getiriyor.
Mali krizi ve Fas-Cezayir gerilimi ile ilişkisi
Süregelen Fas-Cezayir krizindeki bir diğer değişken ise Mali Cumhuriyeti’nde yaşanan krizin ortaya çıkardığı gelişmeler. Her ne kadar gerek Fas, gerekse Cezayir Kuzey Mali’deki silahlı ve terörist gruplara karşı Fransız müdahalesini öyle ya da böyle destekliyor olsalar da, her bir ülkenin kendisine özel stratejik değerlendirmeleri söz konusu. Cezayir, bir yandan güney sınırlarındaki Afrika bölgesinde Fas etkisinin artmasından endişe ederken, öte yandan silahlı grupların faaliyet alanının Mali’den Cezayir’in güneyindeki petrol zengini bölgelere uzanmasından kaygı duyuyor. Fas ise Kuzey Mali’deki çatışmalara yönelik ilgisini, Cezayir’in güneyinde yer alan Tenduf kentinde konuşlanan Polisario Cephesi’nin desteğiyle, terörist grupların kendi topraklarına sızmasına karşı duyduğu endişeler ile ilişkilendiriyor. Fas açısından bir diğer değerlendirme de, Batı Afrika’da dergâhlar aracılığıyla “dinsel ve tarihsel uzantı” diye tanımlanan terminoloji ile alakalı. Rabat, bu boyutu Fas’ın ulusal güvenliği ile ilişkilendirerek Sünni ve Maliki mezheplerinden farklı herhangi bir mezhebi, -Fas’ın “manevi güvenliğine” tehdit olarak görüyor. Bu nedenle Fas Kralı VI. Muhammed, geçen Eylül ayında gerçekleştirdiği Mali ziyaretinde, dini aşırılık ve Selefi köktenciliğin uzantılarına karşı savaşmak amacıyla, Mali Cumhuriyeti ile 500 din görevlisinin Mali’den Fas’a gönderilerek devleti bilgilendirilmesine ilişkin bir anlaşma imzaladı. Fas’ın orta kesimindeki Fez kentinin, Afrika’da önemli bir tasavvuf merkezi olması itibariyle bu oluşumun merkezi olarak seçildiği anlaşılıyor. Özellikle kimilerince, resmi olmayan istatistiklere göre dünya çapında 400 milyondan fazla müride sahip olduğu tahmin edilen Ticani Tarikatı açısından Fez, merkezi bir konumda bulunuyor.
Genel olarak, Sahra meselesi ve Mali krizi arka planına dayalı bu Fas-Cezayir gerilimi, geçen 28 Ekim’de Nijerya’nın başkenti Abuja’da toplanan Afrika Zirvesi sırasında doruk noktasına ulaştı. Cezayir devlet başkanı zirveye bir mektup göndererek, “işgal altındaki Sahra topraklarında yaptığı insan hakları ihlalleri”nden dolayı Fas’a baskı uygulanması için çağrıda bulundu. Bunun üzerine Fas, istişarede bulunmak üzere Cezayir’den büyükelçisini çekerek karşılık verdi.
Amerikan Yönetimi’nin Sahra krizine yönelik tavrında bir değişim mi var?
Fas-Cezayir krizi hakkındaki bir başka veri, özellikle Washington’da yayınlanan bazı raporlarda, insan hakları dosyası konusunda Fas’a yönelik eleştirilerden sonra, Amerikan yönetimi nezdinde Sahra meselesi hakkında son dönemde bir belirsizliğin ortaya çıkmış olması. Bunun yanı sıra Amerikan Dışişleri Bakanı John Kerry’nin Fas’a düzenlemesi kararlaştırılan ziyaret kısa bir süre önce iptal edildi. Esasen Amerika’nın Fas’ı rahatlatan genel tutumu, Fas açısından “tüm tarafların razı olacağı müzakereci çözüm için” bir destek teşkil etmesiydi. Ayrıca Washington, desteğini açıkça ilan etmeksizin, “Sahra bölgelerine özerklik verilmesi konusunda Fas’ın önerisinin önemine” vurgu yapmıştı.
Son dönemde Amerikan tarafında ortaya çıkan bu belirsizlik için çeşitli yorumlar bulunuyor. Örneğin, BM Genel Sekreteri’nin Özel Elçisi Dennis Ross’un, Amerikan yönetiminin tutumuna etkisi bunlardan biridir. Nitekim Fas geçen sene, Rabat’a yaptığı suçlamalarla “tarafsızlığını bozduğu” gerekçesiyle Ross’a yönelik tanımasını geri çekmişti. Ancak Ross birtakım baskılardan sonra görevine devam etmişti. Amerikan tutumuna ilişkin bir başka yorum ise bu tutumu, John Kerry’nin Amerika’nın yeni Dışişleri Bakanı olarak tayin edilmesi ve Kerry’nin insan hakları konusundaki hassasiyeti ile ilişkilendiriliyor. Sahra meselesine dönük Amerikan tutumunun gelişimini dikkatle takip ettiğimizde, Dışişleri Bakanlığı düzeyinde Demokratlar’ın genellikle Sahra’daki bu anlaşmazlığı insan hakları ve “kendi geleceğini tayin hakkı” (self-determinasyon) ile ilişkilendirmeye eğilimli olduklarını söylemek mümkün. Ancak yine de birtakım istisnalar görülebilir. Örneğin, Hillary Clinton Dışişleri Bakanlığı döneminde, Clinton Fas ile özel bir ilişkiye sahip olduğu için Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nın tutumu nispeten daha yumuşaktı. Bilindiği gibi Clinton’ın Amerikan başkanlık seçimlerine adaylığını koyması kesinleştiğinde kendisini desteklemek üzere ABD’de Faslı bir dernek kurulmuştu. Cumhuriyetçi Parti ise Sahra krizi ve Fas-Cezayir ilişkilerine, genellikle daha geniş bir perspektiften ve jeostratejik değerlendirmelerin egemen olduğu bir vizyondan bakıyor. Bu yaklaşım, Ulusal Güvenlik Konseyi ve Savunma Bakanlığı tarafından da destekleniyor.
Önceki yorumların, Sahra meselesi eksenindeki Fas-Cezayir krizi nedeniyle Mağrip bölgesinde şu anda süregelen gerginliğin nedenlerine ilişkin belirsizliği kısmen giderdiği düşünülebilir. Gerçekten de şimdiye kadar, Amerikan yönetiminin Sahra meselesine ilişkin tutumunda büyük bir değişim yaşandığına dair herhangi güçlü bir gösterge ortaya çıkmış değil. Fas Kralı’nın, bu konuda görüş alışverişinde bulunmak üzere yakın bir zamanda ABD’ye ziyaret düzenlemesinin yanı sıra, Sahra krizine ilişkin Amerikan tutumundaki bu spesifik dönüşümler ile paralel olarak Akdeniz havzası ve Ortadoğu’ya yönelik Amerikan dış politikasında meydana gelen kritik dönüşümler arasında bir bağ kurulmasının önemine işaret etmek gerek.
Fuad FERHAVİ
USAK Uzmanı
Kaynak: Newtimes.az