Jeosiyasete yeni kavramlar sıkça ekleniyor. Amerikan analisti Joseph Nye’ın “yumuşak güç” terimi de bunlardan biridir. Şimdi bu kavram çeşitli konuların tahlilinde kullanılıyor. Son zamanlarda Çin’in dış politikasını analiz edenler de bu konuya başvuruyor. Kuşkusuz, burada Çin’in ilgi çeken gelişimi ciddi rol oynuyor. Öte yandan, dünya liderliği için mücadele daha yoğun hale geliyor. O da sır değil ki, bu meselede içerik değişiklikleri oluşur. Tüm bunlar “yumuşak güç” kavramını kullananların temel amaçları üzerinde düşünmeyi güncelliyor. Gerçekten, bu kavram jeosiyasette kalite değişikliklerine götürebilir mi?
Silahlar Sussun, Kültür “Konuşsun”!
1990 yılında Amerikan tarihçi ve yazar Joseph Nye “Soft Power” (“yumuşak güç”) kavramını kullandığında, onun siyasi-diplomatik çevrelerde geniş kullanılacağı bilinmiyordu. Şimdi dünya liderliği iddiasında bulunan devletlerin jeopolitik faaliyetlerini nitelemek için bu terime sık-sık başvuruluyor. En geniş anlamda “yumuşak güç” herhangi ülkenin kültürel, ekonomik, siyasi potansiyelini gerçekleştirme düzeyi ile ilgilidir. Burada iç politikayla birlikte, dış politika da ciddi biçimde dikkate alınıyor.
Son zamanlarda Batılı analistler Çin ve Rusya’nın dış politikasını nitelendirirken işte “yumuşak güç” terimini daha çok kullanmaya başladı. Onu diyelim ki, Çinli ve Rusyalı uzmanlar da bu kavrama giderek daha fazla önem vermeye başlıyorlar. J. Nye’ın kendisi Çin’in “yumuşak gücü”nün mahiyetini açmayı öngören birkaç tez ileri sürdü. Bu bağlamda Washington ve Pekin’den meseleye olan münasebetin analizi ilginçtir.
“Foreign Policy” dergisinin 29 Nisan 2013 tarihli sayısında J. Nye’ın “Rusya ve Çin “yumuşak güç”te neyi anlamıyorlar” başlıklı makalesi yayınlandı (Bkz.: Joseph S. Nye. What China and Russia Don’t Get About Soft Power / “Foreignpolicy.com”, 29 Nisan 2013). Burada Amerikalı analist Moskova ve Pekin’i “devletçi yumuşak güç” siyaseti yürütmekte suçluyor. Somut olarak, J. Nye düşünüyor ki, kültürel, iç ve dış siyasi değerler devleti çıkarlara göre değil, sivil toplumun ruhuna uygun tebliğ edilmelidir. Rusya ve Çin yönetimi ise bu kavramı daha çok somut tarihsel aşamada devletin işine gelen amaçlara ulaşmak için kullanırlar.
Vladimir Putin Rus dili ve kültürünü dünyaya yaymak hakkında konuşurken, J. Nye’a göre, öncelikle, Rusya’nın imparatorluk iddialarını sağlamanın yollarını öngörüyor. Çin’de ise Hu Jintao 2007 yılında Komünist Partisi’nin kurultayında ülkenin “çekicilik derecesini” artırmak yönünde faaliyeti güçlendirmeye çağırıyordu. Ancak her iki siyasi lider bu zaman doğrudan çekiciliğin kendini yok, para ve baskılarla başkalarını etkilemeyi düşünmüşler (Bkz.: önceki kaynak).
Bunun yanı sıra, J. Nye itiraf ediyor ki, Çin kültürü potansiyeline göre, küresel çapta kabul edilebilir. Eski dönemden bu yana bu kültürel sistem Çin toplumunu sadece kenar etkilerden korumamış, hem de dünyaya yayılmıştır. Şu anda çeşitli ülkelerde Çin dilini ve kültürünü öğreten 400’den fazla Konfüçyüs enstitüleri vardır (Bkz.: Chen Wei. China’s Soft Power Deficit / “The Wall Street Journal”, 8 Mayıs 2012). Buradan ünlü analistin görüşünde bir çelişkinin olduğu hissediliyor. O, J. Nye’ın Pekin’de yaptığı açıklamasında daha net görünüyor. Analist Çin’in “yumuşak gücü”nden “Çin arzusu” bağlamında olumlu anlamda hayli fikirler söyledi.
“Sorunlarını Çin kendisi çözmeli”, diyen J. Nye ülke yönetiminin belirttiği “Çin arzusu”nun gerçekleşme şansının olduğunu vurguluyor. Pekin tüm dünyaya ekonomik ve kültürel gücünü gösterebilir. Bu zaman o, kendi kültürel geleneklerine dayalı faktörlere öncelik vermelidir. Bu açıdan Amerikan ve Çin “yumuşak gücü”nü ayırmak gerekiyor. Zira Çin kültüründe eskiden “yin” ve “yan” öğelerinin armonisi meselesi yer alıyor. “Yin” asil, yumuşak başlangıcı, “yan” ise sert, kaba başlangıcı ifade ediyor. J. Nye bu formülü kendi teorisinin terimleri ile şöyle ifade eder: “sert” ve “yumuşak” güçlerin dengesi sağlanmalıdır. Çin kültürel geleneği bunun için geniş olanaklar sunmaktadır. Fakat bunlar Amerika ve Çin “yumuşak güç” felsefesinin çarpışması zorunluluğunun habercisi değildir.
Ya Adalet İlkesi?
Joseph Nye düşünüyor ki, bu güçlerin sentezinden konuşmak daha doğru olurdu. Onlar birbirlerini tamamlayabilir. Şu anda mevcut olan ilişkiler de bu fikri söylemeye esas veriyor. Buradan anlaşılıyor ki, J. Nye Çin’in kültürel, siyasi-ideolojik ve ekonomik alanlarda ABD ile stratejik ortak olabilmesi olanaklarına inanıyor.
İlginçtir ki, Çin’in kendisinde Amerikalı analistin bu gibi görüşleri ile belli anlarda kesişen, fakat Doğu-Batı kültürel kıyasında farklı konumda olan düşünce sahipleri az değiller. Onlar Çin’in “yumuşak güç” imkanlarını Batı devletlerinden üstün görüyorlar. Nedeni de işte Doğu kültürünün özellikleri ile ilgilidir (Bkz.: Чжань Дэсюн. Запад и “мягкая сила” китайской культуры / “İnosmi.ru”, 5 Mart 2010).
Ç. Desyun yazıyor ki, Batı kültürünün durgunluk dönemi başladı. Henüz 1946 yılında dahi Einstein net biçimde ifade etmişti ki, “atomun gücüne ulaşabilmek fikir imajından başka her şeyi değişti…” Büyük alim bununla bilimin gücünün bilgelikle kullanılması fikrine Batı’nın gelmediği fikrini öne çıkarıyor. 1948 yılında ise Amerikan Generali Omar Bradley diyormuş ki, “… bizde bilim adamları çoktur, Allah kulları azdır… Bizim dünyamız nükleer devler ve etik cüceler dünyasıdır…” (Bkz.: önceki kaynak). Görüldüğü gibi, Amerika için güç sahibi olmak sorun değil, ancak bilgelik, manevi-ahlaki değerleri korumak, yaşam tarzında onlara öncelik vermek zordur. Batı kültürünün tüm belaları işte bu noktadan kaynaklanıyor.
Bu tür yaklaşımlar Batı kültüründe bireyciliğin mutlak hale gelmesiyle ilişkilidir. Geçen yüzyılın sonlarında bir Amerikan filminde kahramanın temel tezi “tamah çok iyidir” cümlesi ile ifade ediliyordu. İnsanların bireysel başarılar kazanması temel kriter olarak götürülürdü ki, bu da genel olarak sosyal faktörlerin arka plana geçmesi, insanların şahsi çıkarları uğruna her şeye hazır olması ile sonuçlandı.
Onu da belirtelim ki, A. Einstein ve O. Bradley’in görüşleri ABD’nin Japonya’nın iki kentine atom bombası atmasına olan tepki idi. Ancak, ne yazık ki, bundan sonra da Washington’un politikası değişmedi. Çünkü Kore’de, Vietnam’da, Kamboçya’da, Afganistan’da ve nihayet, Irak’ta savaş milyonlarca insanın canını aldı.
Ç. Desyun tüm bunları Batı kültürünün zaafları ile açıklıyor. Onun arka planda ise Çin kültür geleneklerinin avantajlarını gösteriyor. O, Çin kültürünün altruist mahiyetini örnek olarak gösteriyor. Doğu’da vatana hizmet kendini kamilleştirmenin en yüksek zirvesidir. Asıl insan aile çıkarlarını bireyden, devlet çıkarlarını ise her ikisinden üstün tutmalıdır. Bu gelenek Çin toplumunun temel sütunlarını oluşturmuş.
Nihayet, Çinli yazar Batı ve Çin kültürünün karşılıklı ilişkilerinin geliştirilmesi gerektiğini ayrıca vurguluyor. Böylece, J. Nye gibi Ç. Deysun da nihai amaç olarak ABD’yle Çin’in çatışmasını yok, işbirliğini mümkün sayıyor. Tüm bunların jeopolitik açıdan anlamı nedir?
Anlaşılan, Amerika ve Çin ortak dil bulmaya eğilmişler. Herhalde her iki ülkenin toplumu bunu gerektiriyor. Onlar dünyanın yönetimi konusunda da anlaşabilirler. Prensip olarak, Amerika ve Çin kültürünün sentezini mümkün sayanlar, iki büyük devletin “ortak yumuşak güç” oluşturabilmesine işaret ediyorlar. Gerçekte neler olacak? Bunu zaman gösterecek. Ancak bir nokta dikkati çekiyor – Amerikan ve Çinli analistler, nedense, adalet ilkesini hatırlamıyorlar. Acaba, bunun nedeni nedir?
Kaynak: Newtimes.az