KÜRESEL TEHLİKELERİN NEDENİ: BİLİMSEL BULGULAR MI, ÇİFTE STANDART POLİTİKASI MI?

upa-admin 19 Ocak 2014 2.112 Okunma 0
KÜRESEL TEHLİKELERİN NEDENİ: BİLİMSEL BULGULAR MI, ÇİFTE STANDART POLİTİKASI MI?

Son dönemler bilimsel teknolojik yeniliklerin insanlık için ciddi tehlikeler yarattığı hakkında çeşitli düzeylerde sık-sık konuşuluyor. Çeşitli meslek sahipleri sorunun önemli yönlerini analiz ediyorlar. Dünyanın saygın yayınlarında bu konuda analitik yazılar yayınlanmaktadır. Tüm bunların arka planında dünyayı bekleyen küresel tehditler üzerinde düşünme ihtiyacının ortaya çıktığı kanaati oluşuyor. Fakat sorunun bazı durumlarda sunulduğu gibi basit olmadığı izlenimi doğuyor. Nedense, asıl nedenler gizlenir.

Siyasetçilerin Ve Akademisyenlerin Ortak Rahatsızlıkları

İnsanlık tarihinin sorumlu bir aşamasını yaşıyor. Bilim ve teknolojinin gelişmesi önceleri gözlenmeyen hızla gidiyor. Onun topluma sadece etki alanı değişmedi, hem de niteliksel olarak yeni bir seviyeye ulaştı. Bunun somut ifadesi bilimsel teknolojik yeniliklerin sosyal, siyasi, ekonomik, jeopolitik ve kültürel gerçekleri belirlemesinde kendini buluyor.

Meselenin bu yönü şu anda dünyanın jeopolitik güvenliğinin sağlanması açısından böylesine büyük aciliyet arz etmektedir. Bilim ve siyaset adamları bu bağlamda çoktandır ki, tehlike çanları çalıyorlar. Sorun şu ki, bilimsel keşifler ve teknolojik yenilikler insan evladının hayat seviyesini yükselttiği gibi, onu bir takım tehlikelerle de yüz yüze koyuyor.

Meydana öyle etkenler çıkıyor ki, insanlığın bir bütün olarak yok edilmesi riski insanları korkutuyor. Öte yandan, son yıllarda bazı radikal bakış açıları ve terörist düşüncesi ile hareket eden gruplaşmaların en yeni bilimsel başarılara ellerinin uzaması görülüyor. İşte bu açıdan dünyanın jeopolitik geleceği genelde insanlığın güvenliği ile yoğun ilişkide kendini gösteriyor.

Tesadüfi değil ki, Interpol’ün Genel Sekreteri Ronald Nobleh bugünlerde saygın “Foreign Affairs” dergisinde düşündürücü bir makale yayınladı (Bkz.: Ronald K. Noble. Keeping Science in the Right Hands. Policing the New Biological Frontier / “Foreign Affairs”, № 6, 2013). O, bilimi emin ellerde tutmanın yollarını aramayı sunuyor.

Yazarın analitik yazıda getirdiği argümanlar gerçekten çok düşündürücüdür. Aynı zamanda o, sentetik biyoloji ve yeni teknolojilerin küresel tehlike yaratmakta olduğunu ayrıca vurguluyor. Bunun yakın gelecekte gerçeğe dönüşeceği tahminini veriyor. Bu nedenle R. Nobleh uluslararası topluluğun karşı önlemler alması gerektiği sonucunu çıkarıyor. Söz konusu olan somut olarak hangi faktörlerdir?

Meselenin mahiyeti sentetik biyoloji ve bilimin diğer modern alanlarında elde edilen son sonuçların insan hayatını büyük ölçüde değiştirebilecek hususlardan ibarettir. Bu sırada henüz 1953 yılında J. Watson ve F. Krik’in insan hücresinin yapısı ile ilgili olan buluşunu yazar özel vurguluyor.

Bu buluşu “yaşamın yapı malzemesi”nin bulunması olarak değerlendiriyor. 1970’li yıllarda ise gen mühendisliğinin oluşması ile durum daha da karmaşık hale geldi. Aynı dönemde Nobel ödüllü Paul Breg bu keşiflerin uluslararası güvenlik ve etik açılardan yaratabileceği tehlikelerden konuşmuş (Bkz.: önceki kaynak). O zamandan da bu gibi bilimsel olayların meydana çıkarabileceği tehlikelere karşı uluslararası faaliyet mekanizmalarının hazırlanması meselesi güncelleşmiş.

Sonraki aşamada insanın yapay olarak hücresinin hazırlanması, onun “hayat haritası”nın oluşturulması, tüm organlara ciddi etki imkanları veren yeniliklerin oluşması kendini gösterdi. Sonuçta, bir bütün olarak insanlığın biyolojik varlığını tehlikeye atabilecek durum oluştu. Bunlara göre de, Interpol 2005 yılında “biyoterör” terimini kullanmaya başladı. Onu küresel tehdit olarak kabul etti ve nihayet, 2010 yılında kimyasal, radyolojik, nükleer ve yıkıcı terörle birlikte, biyoterörle mücadele programı tertip edildi (CBRNE programı öngörülüyor – Newtimes.az).

Bilimsel Keşiflerin “Suçu” Ve Çifte Standart Unutkanlığı

İlginçtir ki, bilim adamları da kolluk görevlileri ve siyasetçiler gibi bilimsel teknolojik gelişmenin uluslararası terörizmi tutuşturabileceği ile ilgili endişelerini bildirmeye başladılar (Bkz. Laurie Garrett. Biology’s Brave New World. The Promise and Perils of the Synbio Revolution / “Foreign Affairs”, № 6, 2013).

Onlar da sorunun diğer tarafları ile birlikte, yeni biliklerin terör gruplarının eline geçmesi ihtimalinin yüksek olduğunu vurguluyorlar. Tıp uzmanı olan L. Garret`in makalesine “biyolojinin yeni hayret uyandıran dünyası” gibi mecazi başlık seçmesi tesadüf değildir. O, alt başlıkta bunun anlamını şöyle açıyor – biyolojide gözlenen devrimci keşifler insanlığı küresel tehlikelere atıyor!

Yazar gösteriyor ki, 2010 yılında biyoteknolojiler alanında en etkili kişi sayılan J. Craig Venter somut amaçlar için kullanılabilen hücre yapısı oluşturabildi. Bununla da hayat hakkında tasavvurlar kökünden değişti. Artık çeşitli amaçlara hizmet eden özel organizmalar yaratmak imkanları genişledi. Aynı şekilde, toplu hastalıklar türetebilen ve milyonlarca insanın hayatına son vermek imkanına sahip virüslerin keşfi mümkündür. J. Venter kendisi vurguluyor ki, belli kategori adamların bu yenilikleri kullanarak dünyayı yok olma karşısında koyma tehlikesi vardır (Bkz.: önceki kaynak).

Tabii ki, siyasetçilerin, kolluk personelinin ve bilim adamlarının tüm bunlardan endişe duyması olumlu bir durumdur. Ama gerçekte yaşanan olaylar meselenin başka tarafına da dikkat çekmeyi gerektirir. Çünkü çoğu durumda bu gibi tehlikeli konuların oluşmasında bazı devletlerin gerçekleştirdikleri siyaset ciddi rol oynuyor. Birkaç örnek gösterebiliriz.

Geçen yüzyılın 90’lı yıllarından başlayarak, Ermenistan nükleer silah oluşturulmasında kullanılan bileşenlerin yasadışı başka ülkelere aktarılması, radyoaktif atıkların işgal edilmiş Azerbaycan topraklarında gömülmesi, uyuşturucu maddelerin yasadışı dolaşımı yönlerinde faaliyet gösteriyor. Bununla ilgili birkaç olgu hakkında kitle iletişim araçları haberler yayınladı. Hatta Washington bazı Ermeni şirketlerine karşı yaptırım da uygulamıştı. Fakat şimdiye kadar hiç kimse bu konuda Erivan’ın üzerine ciddi şekilde gitmedi. Dolayısıyla Güney Kafkasya’da L. Garret ve R. Nobleh`un vurguladıkları tehlikeler kalmaktadır.

Öte yandan, yukarıda örnek verdiğimiz yazarların belirttikleri bilimsel keşiflerin hepsi Batı’da meydana geldi. Peki neden, teröristlerin onları kullanması mümkün oluyor? Burada tüm günahları sadece teknik araçların üstüne atmak doğru olmazdı. Çünkü dünyanın önde gelen devletlerinin çifte standart politikası bazı çevrelerin elini kolunu açıyor. Onlar kendi çıkarlarına uygun olmayan olgularla karşılaştıkları zaman meydana en tehlikeli mekanizmaları bile atıyorlar.

Böyle anlaşılıyor ki, uluslararası terörün (bu, nükleer, kimyasal, biyolojik, radyolojik vb. şekilde olabilir) alevlenmesine büyük devletlerin kendileri önemli ölçüde rol oynamaktadır. Bu nedenle böylesine tehlikelerden konuşurken uluslararası adil düzenleme mekanizmalarının hazırlanması meselesi en güncel sorun olarak dikkate alınmalıdır. Maalesef, küresel tehlikelerden söz edenler işte bu önemli yönü unutuyorlar”!

Aslında, burada karanlık bir şey yoktur. Düşünmüyoruz ki, büyük devletler bundan sonra bilimsel keşiflerin teröristlerin eline geçmemesi için etkili önlemler alacaklardır. Çünkü “El Kaide”, PKK, ASALA ve diğer terörist örgütleri yaratanlar iyi biliyorlar ki, onlar yasadışı uyuşturucu dolaşımı, nükleer kaçakçılığı, kimyasal ve biyolojik maddelerin ticareti ile yoğun ilişkilidir. Dolayısıyla İnterpol gibi kurumlar da teröristler için böyle imkanlar yaratanlarla mücadele edilmelidir. Maalesef, işte bu olmuyor.

Tüm bunları dikkate aldığımızda, gerçekten de, insanlık için ciddi küresel tehlikeler mevcuttur. Fakat bunun kökü kendiliğinde bilimsel teknolojik yeniliklerde değildir. Her şeyden önce insanın siyasi bilinci, büyük devletlerin jeopolitik çıkarları ve gerçekleştirilen dış politikanın içeriği tehlikelidir. Ülkeler arasına dini kimliğe, ideolojik farklılığa, kültürel değerlere, uygarlık özelliğine göre yapay fark koymak dünya için tehdittir. Tüm korkulu anlar da buradan kaynaklanıyor. Peki sorunun bu tarafına neden dikkat edilmez? Hatta önde gelen bilim adamları dahi bu husus hakkında çok az konuşuyorlar. Belki sentetik biyolojiden önce bu gibi etkenlerden konuşmak daha doğru olurdu?

Kaynak: Newtimes.az

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.