Binlerce yıldır toplumlar arasında süregelen savaşlar sonunda taraflar daima barışı tesis etmeyi amaç edinmiştir. Yani her “savaşın” aslında “barış” için yapıldığını söylemek yanlış olmaz. Yalnız her barış döneminin sonunda da savaşın meydana geldiğini de unutmamak gerekir. Tarihte her safha da toplumlar veya devletler arası ilişkilerde anlaşmazlıkların kalıcı çözümü için çareler arandığı göz önünde bulundurulduğunda bugüne kadar gösterilen çabaların başarıya ulaştığını söyleyemeyiz.
İnsanlık tarihinin en büyük savaşlarından biri olan Birinci Dünya Savaşı sonrası yeni bir büyük savaşa imkan vermemek adına kurulan Milletler Cemiyeti’nin 20 yıl gibi kısa bir süre sonra daha büyük yıkıma sebebiyet verecek olan İkinci Dünya Savaşı’na kuluçkaya yatacağını elbette kimse tahmin edemezdi. Bu büyük savaş sonrası iki büyük gücün mücadelesini içeren Soğuk Savaş dönemi ile de NATO ve Varşova Paktı gibi askeri ittifaklar dönemi başlamış, Milletler Cemiyeti’nin yerini alan Birleşmiş Milletler (BM) organı Güvenlik Konseyi daimi üyeleri olan Çin, İngiltere, Fransa, ABD ve Çin yeni dünya düzeninde söz sahibi olan ülkeler olarak belirmiştir.
Soğuk Savaş’ın sona ermesi barış dönemini başlatmadı.
Bugün Soğuk Savaş dönemi çoktan geride kalırken, Sovyet rejiminden kopan ülkeler küresel ekonomide yer edinme çabası içine girdiler. Elbette Soğuk Savaş’ın bitmiş olması barışın tam anlamıyla sağlandığı anlamına gelmedi. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından bugüne kadar çeşitli bölgelerde ülkeler arası veya iç savaşlar meydana geldi. Örneğin Bosna savaşı ve 11 Eylül saldırıları sonrası ABD önderliğinde “İslami terör ile mücadele” adı altında başlatılan Afganistan ve Irak savaşları ile halen çözüme kavuşmayan İsrail-Filistin anlaşmazlığı bunlardan sadece birkaçı.
Batı, Arap coğrafyasına ateşten gömlek giydirmeye çalıştı.
Tarihe en önemli toplumsal hareket olarak iz bırakacağı iddia edilen “Arap Baharı” sürecinin gelinen noktada uyanışın yaşandığı topraklara pek de istikrar ve huzur getirdiği söylenemez. Tepeden inme demokrasi empoze etmeye çalışan Batılı güçler, coğrafyadaki insanların bu gömleği giyecek kadar olgunlaşmadığının bilincinde olmadan bunu yaptılar. Belki de bilerek, bunun toplumlar arası keskin etik ve mezhepsel ayrılıklara zemin hazırlayacağı düşüncesiyle demokrasi sloganları atarak ülke yönetimlerini yıktılar. Fakat Suriye’de Batı’nın önderliğini yaptığı uluslararası kuruluşların ne kadar aciz duruma düştüğünün resmi olarak karşımıza çıktı.
Rusya’ya rest.
Son günlerde Soğuk Savaş rüzgarlarının tekrar sert bir şekilde esmesine neden olan Rusya’nın Kırım’ı ilhakı, ABD ve Avrupa Birliği’ni sancılı bir döneme soktu. Ukrayna’da batı yanlılarının ülkelerini Rusya’dan koparma “başarısının” ardından Başkan Putin soğukkanlılıkla Kırım’ın tarihsel olarak Rusya’nın mirası olduğunu söyleyerek topraklarına bağladı. Buna karşılık NATO’da Rusya ile olan askeri ve sivil anlaşmalarını askıya aldığını açıkladı fakat bunu söylerken de Rusya’dan Afganistan’a sevkiyatlar konusunda yardımını sürdürmesini istedi. Demek ki uluslararası ilişkilerde rest çekmek artık pek de kolay değil…
Son olarak Kırım ve daha önceki küresel meselelerde gösteriyor ki, uluslararası sistem son derece dinamik ve değişken. 2. Dünya Savaşı sonrası Sovyetler Birliğini çevrelemek ve askeri mukavemet göstermek için kurulan NATO, Soğuk Savaş döneminde askeri ağırlıklı bir ittifak iken bugünün koşullarında çoğunlukla siyasallaşan bir örgüt olarak karşımıza çıkıyor. Ayrıca yine 2. Dünya Savaşı sonunda uluslararası güvenliği ve barışı korumak adına kurulan BM’in Güvenlik Konseyi üyelerinin karar almada kriz yaşaması kurumun günümüz konjonktürüne uyum sağlamadığının açık ifadesidir.
Rusya’nın Avrasya Bloğu oluşturmasında Şanghay İşbirliği Örgütü önemli.
Kırım politikasında başarısız olan ABD, Merkez Asya ve Baltık ülkelerine yönelerek bu bölgeleri Rus etkisinden uzak tutmaya çalışıyor. Buna karşılık Rusya, Avrasya Birliği projesinde emin adımlarla ilerliyor. Öncelikle ekonomik birliği sağlama yolunda olan Moskova için Kırım’ın kendi sistemine dahil edilmesi ülkeyi Karadeniz ve dahası Akdeniz politikalarında daha cüretkar kılacaktır. Diğer taraftan Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) sayesinde de Asya’da nüfuzunu hem siyasi hem de güvenlik perspektifinde güçlendirmesi Rusya’nın elini rahatlatacak. Bilhassa, NATO’nun Afganistan’dan çekilmesini sonrasında terör örgütü yuvalanmalarını önlemek için ŞİÖ bünyesinde “terörle mücadele merkezinin” kurulacak olması bölge ülkelerini işbirliği yolunda birbirlerine daha da yakınlaştıracak. Yani bölgesel işbirliği örgütleri hem bölgesel krizlere çare üretmede hem de aynı coğrafyada yer alan ülkeleri daha kolay işbirliğine yönelten oluşumlar olacak.
Sonuç olarak günümüz şartlarında NATO ve BM gibi Soğuk Savaş kurumlarıyla küresel sorunlara çare aramak veya daha da ileri gidersek büyük çapta savaşlara engel olabilmek son derece zor. Sürekli yeni bir düşman figürü oluşturarak askeri ve siyasi işbirliği sağlamak artık inandırıcılığını yitirdi. Tacir toplumların birbirleriyle savaşmayacağı düşüncesiyle hareket edecek olursak, bölgesel organizasyonlar ile işbirliğine yönelen ülkeler, her şartta ekonomik entegrasyonu da sağlayabildiği takdirde Kant’ın “ebedi barış” hayaline bir adım daha yaklaşmış olacağız.
Haftanın Sözü: “Güç kolayca ün kazanır fakat ün kolayca güç kazanmaz.” – Makyavel
Furkan KAYA